Gazeteci Erdem Gül: Kaşıkçı'da gerçeği henüz göremiyoruz

Gazeteci Erdem Gül: Kaşıkçı'da gerçeği henüz göremiyoruz

"AKP-MHP ittifakının bir mecburiyet ittifakı olduğunu düşünüyorum. O nedenle bir formülünü bulacaklar ve ittifakı sıkı sıkıya koruyacaklar."

Gazeteci Erdem Gül, gazeteci Cemal Kaşıkçı'nın Suudi Arabistan Başkonsolosluğu'na girdikten sonra kaybedilmesine ilişkin değerlendirmede bulundu. Olayı açık, şeffaf kanallarıyla görülmediğini, ABD'nin problem edişinden bakıldığını söyleyen Gül, "Yani gerçeğin, haber alma hakkının zaten yeterince yasaklandığı bir ülke Türkiye. O nedenle biz Kaşıkçı olayında halen gerçeği göremiyoruz" dedi. Gül, knouya ilişkin olarak, "Öyle görünüyor ki biraz daha bekleyeceğiz ama gerçeğin er ya da geç ortaya çıkma gibi bir huyu vardır" yorumunda bulundu.

"AKP ve MHP'nin mecburiyetler ittifakı"

AKP ve MHP arasındaki ittifakı, bir mecburiyetler ittifakı olarak değerlendiren Gül, 24 Haziran’da iki partinin oylarının eridiğini hatırlatarak, “Aralarında sıkıntı varmış gibi görünse de, en azından yerel seçimlere kadar bu ittifakın bozulması için bir neden olacağını düşünmüyorum. Tersine, bir formülünü bulacaklar ve ittifakı sıkı sıkıya koruyacaklar” diyor.

Evrensel'den Serpil İlgün'ün sorularını yanıtlayan Erdem Gül'ün açıklamaları şöyle:

Geçtiğimiz hafta yine gazeteci arkadaşlarımız gözaltına alındı. Bulgaristan’da yolsuzluk olaylarını araştıran kadın gazeteci Victoria Marinova tecavüz edilerek öldürüldü ve bunlar çok sınırlı gazete dışında gündem olmadı... Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın durumunu ayrı bir soru olarak yönelteceğiz, ama önce gazetecilik faaliyeti nedeniyle yargılanan biri olarak, Türkiye’de ve dünyada gazetecilere yönelik baskı, şiddet ve cinayetlerin yoğunluk kazanıyor olmasına dair ne söylersiniz?

Gündem olmaması konusu önemli. Gündem olmuyor çünkü bizde gazetecilerin tutuklanması, tehlike altında olması, yargı ve siyasi iktidarlar bakımından tehlike olarak görülmesi bir süredir öyle günlük hayatın bir parçası olmuş durumda ki, neredeyse kanıksanmış bir halde. Bulgaristan’da bir kadın gazetecinin öldürülmesi karşısında esas Türkiye’nin ayağa kalkan bir noktada olması gerekirken, neredeyse vakayı adiyeden bir konu gibi gündeme gelip, gidiyor. Dünyada da Trump ve birtakım otoriter yönetimler nedeniyle eskisi gibi basın özgürlüğü ve düşünce özgürlüğüne önem verilmediği bir dönemden geçiyoruz; ama bizim ülkemiz neredeyse gazetecilerin tutuklanması, tehlike altında olması konusunda uzunca bir süredir bir laboratuvar haline geldi. Yani soruyu şöyle sorabiliriz; Türkiye’de olanlara ne kadar tepki gösteriliyor ki, Bulgaristan’daki gazeteci cinayeti bizde gündem olsun? Ne yazık ki biraz böyle bir durum yaşıyoruz.

Vahşice öldürülmesinden Riyad’da tutuluyor olmasına, Kaşıkçı’nın akıbeti hakkında pek çok iddia, komplo teorisi üretiliyor ama günler geçmesine rağmen gerçek neden bir türlü ortaya çıkmıyor. Kaşıkçı’nın başına ne geldiği ile ilgili sizin gözleminiz ne?

Biz uzunca bir süredir, aslında apaçık ortada olan gerçeklerin tartışılamaması sorunundan kaynaklanan meseleler yaşıyoruz. Kaşıkçı meselesini de çok anlayamıyoruz bu nedenle. Gazeteciler ve bu ülkede haberle ilgilenen insanlar olarak biz bunu uzaktan nasıl gördük? Ülkemizdeki Suudi Arabistan konsolosluğuna belli bir düzeyde Suudi rejimine muhalif olan bir gazeteci gelmiş, Türkiye’de bir evlenme meselesi varmış, ama öncesinde AKP Eski Genel Başkan Yardımcısı Yasin Aktay’a gelişini bildirmiş, sonra konsolosluğa girmiş ama çıkışı görünmüyor. Olay böyle patladı ama bizim ülkemizin açık, şeffaf kanallarıyla görmedik biz bunu. Amerika’sının vs’nin problem edişinden gördük. Yani gerçeğin, haber alma hakkının zaten yeterince yasaklandığı bir ülke Türkiye ve haber hakkının yasaklandığı zamanlarda onun yerini resmi bültenler, propagandalar, komplo teorileri ya da çeşitli kesimlerin manipülasyonları alır. O nedenle biz Kaşıkçı olayında halen gerçeği göremiyoruz. Öyle görünüyor ki biraz daha bekleyeceğiz ama gerçeğin er ya da geç ortaya çıkma gibi bir huyu vardır.

ABD, Kaşıkçı’nın kaybolmasıyla neden bu kadar ilgili peki?

Önce şunu belirtmek gerekiyor; dünyada halktan gizlenmek istenen bütün kirli faaliyetler -şeffaflığın ya da “demokrasinin” şekli olarak bile yürümediği ülkeler başta olmak üzere- kapalı kapılar ardında sürdürülüyor. Bizim ülkemizi de aynı bağlamda ele aldığımız zaman ortada, çok bilmediğimiz, bir takım şeffaf olmayan yerlerde pazarlığı yapılan işlerin orta yerinde bir gazeteci cinayeti duruyor. Bunun Türkiye’nin ABD ile ilişkilerinden tutalım, Ortadoğu’daki konumlanışına, ABD’nin Ortadoğu’daki konumlanışına, petrol krallığı olan Suudi Arabistan’la ilişkilerine kadar pek çok boyutu olduğu görülüyor.

Nitekim, “Erdoğan, ‘olayı araştırıyoruz’un ötesinde neden bir şey söylemiyor” sorusuna şu yanıtlar veriliyor: Suudi Arabistan’la diplomatik bir krizi ertelemek ve ABD, Suudi Arabistan ve İsrail’le sürdürülen pazarlıkların neticelenmesini beklemek…

Bu doğru olabilir çünkü mesela Brunson davası kritik. Biz belki tek tek çok ilgili değiliz ama dünya medyası Brunson’ın adli kontrolünün kaldırılıp kaldırılmayacağı ile çok ilgili. Daha birkaç ay önce rahibin bırakılmaması ABD’nin ambargo uygulamasıyla geri dönmüştü hatırlarsak. Dolayısıyla bütün bunları da içine alan dış politika sürecinin içindeyiz. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Suudi Arabistan ve ABD ile ilişkilerinde belki bir süre sonra başka bir faza geçecek. Bütün bunları göreceğiz ama tüm o Kaşıkçı 15 parçaya mı ayrılmış “tartışmalarında” meselenin bu boyutunu henüz göremiyoruz.

"Onlara biz ayrılamayız şarkısı öneriyorum"

Yerel seçim ve ittifaklar başlığında önce Cumhur İttifakı cephesinde yaşananları değerlendirmenizi isteyelim. AKP-MHP arasındaki gerilimin perde arkasında ne var? ‘Yerel seçimlerde liste ittifakı değil, gönül ittifakı  kurulacak’ veya ‘Her yerde seçime girmemeyi tabana anlatamayız’ sözlerinin gerisinde nasıl bir pazarlık yürütülüyor?

Şöyle; geriye doğru hatırlayalım, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında ilan edilen olağanüstü hal ile oluşturulan Türkiye tablosunda AKP-MHP ittifakını gördük. 2016’da Bahçeli grup toplantısında çıkıp “Başkanlık sistemine evet diyorum” dedi. Bunun pratiğini 2017 referandumunda yaptılar, sonrasında da 24 Haziran seçimlerine ittifak yaparak girdiler, bunu da sürdürüyorlar. Bir iktidar paylaşımı var. Bu, Devlet Şu İşlerini MHP, şu bakanlığı AKP kullanıyor şeklinde değil ama Türkiye’yi yönetme bakımından iktidarı ideolojik olarak net biçimde kullanıyorlar. Bugün bunun seçimler boyutunu konuşuyoruz. Yerel seçimler de onun bir parçası. Ara sıra şöyle tartışmalar var; örneğin af konusu MHP için önemli. İlerdeki aşamalarda şimdi anlaşamadıkları gibi görünen af konusunda bir formül bulma ihtimalinin güçlü olduğunu düşünüyorum. “AKP bunu istemezse ittifak çatlar” gibi yorumlar var, ama ben buna kesin kez karşı çıkıyorum.

Neden?

Şu bakımdan, ikisi birbirine mecburlar. Ben bunu bir mecburiyet ittifakı olarak görüyorum. Çünkü 24 Haziran’da netleşti ki AKP’nin oyu 7 Haziran düzeyine çekildi. MHP’nin oyunun evet, İYİ Parti etkisi nedeniyle yüzde 10 barajının altında olması beklentileri vardı tersi çıktı; ama ben MHP’nin 24 Haziran’ın karakteristiğinden dolayı yüzde 10 aldığını düşünüyorum. Yani ikisinin toplamı bence erimektedir. Bu yüzden de bir mecburiyetler ittifakı olarak görüyorum. Hatta, eski bir şarkı var -Özal döneminde çok söylenirdi- ‘Biz Ayrılamayız’, bu şarkının iki partinin ittifak şarkısı olmasını öneriyorum! Dolayısıyla oylarının aşağıya çekildiği olgusu karşısında, aralarında çok sıkıntı varmış gibi görünse de, en azından yerel seçimlere kadar bu ittifakın bozulması için bir neden olacağını düşünmüyorum. Tersine, bir formülünü bulacaklar ve ittifakı sıkı sıkıya koruyacaklar.

Bahçeli’nin siyasi kombin önerisi gibi mi?

Siyasi kombin olacak mı, ne kadar olacak bunu göreceğiz. Bütün ilçelerde, bütün büyük şehirlerde olmasa bile, hatta kimilerinde rekabet etseler bile, mesela MHP İstanbul Büyükşehir için aday çıkarmayacak, AKP’yi destekleyecek, ama örneğin Bahçelievler’de AKP de MHP de aday çıkarabilecek vs. Ama bu üst düzeydeki bir ittifak ve Türkiye’nin belli bir noktaya doğru götürülüşü, CHP dahil muhalefetin kriminalize edilerek AKP ve MHP tarafından Türkiye’nin yönetilmesi sürecinin bitmeyeceği kanısındayım.

Bu bir mecburiyet ittifakı olduğuna göre, Bahçeli neden ‘Yerel seçimlerdeki başarısızlık başkanlık sistemini tartışmaya açar’ veya ‘Hiç kimsenin hikmetine muhtaç değiliz’ gibi sözler söyleme ihtiyacı duydu? Bu, ‘desteğin maliyeti büyüyor, iktidar nimetlerinden daha fazla nemalanmalıyız’ mesajı mı?

Şöyle; 20-30 yıllık bir parti olarak MHP, 99’daki ANAP ve DSP ile koalisyon ortaklığı dışında iktidarda yer alamamış bir parti. Devlette MHP’li unsurlar vardır, poliste, eğitimde vs. vardır, ama kendisi iktidara gelerek iktidar nimetlerinden yeterince yararlanamamış bir parti. Bu sadece devlete gelmek, kadrolarını işe yerleşmekten ibaret değildir, müteahhitleri vardır, iş insanları vardır vs. Şimdi bütün bunlardan bir ölçüde yararlanıyorlar, devletteki MHP’li kadroların önü açılmıştır ya da MHP’li iş insanlarının önünde engel çok yoktur, böyle düşünebiliriz.

Ama bir de şu var ve bu çok kritik; demin bahsettiğimiz Türkiye’nin demokratikleşmesini frenlemek, Kürt sorununu tartıştırmamak, gazetecilerin ve akademisyenlerin ya da düşüncelerini ifade etmek isteyenlerin rahatlıkla tutuklandığı, eleştiri özgürlüğünün yok edildiği bir ortamı tam tesis edip sürdürmek. Bu zaten Türkiye’yi yönetiyor olmak aynı zamanda. Ama öte yandan Bahçeli’nin söylediğinde bir gerçeklik noktası var ki, o da yerel seçimin kritik noktasını oluşturuyor. Yerel seçimde AKP için en korkunç sonuç ne olur? İstanbul’u kaybetmek. Korkunç bir şey AKP açısından. Psikolojik etkileri çok büyük. Ki, Erdoğan da sık sık bunu söyler. Bahçeli demek istiyor ki, evet İstanbul’u kaybettiğin zaman hükümet düşmeyecek, hükümetin düşmesiyle ilgisi yok bu seçimin; ama evet psikolojik bir etkisi vardır, İstanbul’u kaybeden bir iktidar, iktidarını sürdürmekte çok kolay ve rahat bir pozisyon içinde olmaz artık. İstanbul’u kaybettiğiniz zaman ayaklarınız altındaki zemini de kaybetmeye başlıyorsunuz demektir. İşte Bahçeli’nin “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi temellerinden sarsılır” dediği bence odur biraz.

"Bahçeli, İyi Partiye karşı üstünlüğünü kurmak istiyor"

Bahçeli grup toplantısında Meral Akşener’in evinin önüne giden MHP’lileri sahiplenerek Akşener’e yönelik dili daha da sertleştirdi. Kimi yorumcular, İyi Parti-MHP kavgasını, tabanları konsolide etme taktiğinin bir parçası olarak olarak değerlendiriyor. Katılır mısınız?

Doğru, dar anlamda kavganın yanıtı bu. Geriye doğru dönüp Bahçeli’nin “Erdoğan’ın Türk tipi cumhurbaşkanı olmasını kabul ediyorum, gelin ittifaka ve pazarlığa başlayalım” dediği noktayı hatırlarsak, o nokta Akşener’in MHP içinde muhalefet ettiği ve neredeyse Bahçeli’nin genel başkanlığını tehdit ettiği bir gündemin ortasıydı. Bahçeli bunu yaparak aynı zamanda, Akşener’in MHP içinde muhalif bir hareketi sürdürmesini yargı kanalıyla engellemişti. Böylece MHP liderliğini de elinde tutmuş olmuştu. Belirttiğim gibi, 24 Haziran’da ülkücü ya da milliyetçi sağcı pasta üzerinde İyi Parti’nin ya da Meral Akşener’in MHP’ye karşı üstünlük elde edeceği beklentisi vardı o çok gerçekleşmedi ama bence bunun kavgası var ikisi arasında dar anlamda.

Zaten şöyle bir noktayı da söylemek gerekir; artık sistem yüzde 50 artı 1 üzerinden şekilleniyor. Ama siyaset öyle bir noktaya geldi ki partiler kümelenmesi bakımından, neredeyse yerel seçimde de yüzde 50 artı 1’i alma durumuna geldik. İstanbul’da böyle olacak örneğin. Ankara’da belki böyle olacak. Yine İzmir, Adana, Mersin gibi büyük şehirlerde böyle olacak. O zaman aradaki partilerin varlık sorunu çok tartışmalı hale geliyor. HDP belki bunun içinde tek istisna, o seçmenin yoğun olduğu Güneydoğu’da çıkıp tek başına seçimleri alabiliyor. Ama batıda bir tek CHP, belli ölçülerde diğer toplum kesimlerinden oy alarak AKP’ye karşı rekabet edebiliyor ama aradaki partilerin ilçeler düzeyinin dışına çıkıp büyükşehirlerde kolay kolay yüzde 50’ler oranına yaklaşmaları zor. Dolayısıyla MHP, AKP’den belki pazarlıkla bir şeyler sağlayabilirse, İyi Parti’ye karşı oy üstünlüğünü korumak istiyor. Aralarındaki çekişmenin daha büyük resimdeki boyutu bu.

Buna, İYİ Parti’nin Millet İttifakı gibi ittifaklar içine girmesini engelleme gibi bir amaç da eklenebilir mi?

Tabii. CHP’ye ya da HDP’ye “sen teröristsin, bölücüsün” filan biçimindeki kavgasını kendisinden kopmuş, kendisiyle fraksiyon savaşı yürüten İyi Parti ile de aynı sertlikle götürüyor. Hatta daha bir takım kadın kimliği üzerinden cinsiyetçi vurgular yapabiliyor. MHP’de hakim olan “töre” vs. gibi vurgular yapıyor. Parti içi bir muhalefet gösterebilecek kesimlere de aynı şiddeti, aynı sertliği, aynı dili kullanabiliyor.

"Umutsuzluk ve küskünlük giderilmiş değil"

CHP’de yerel seçim stratejileri oluşturulurken seçmende de tepki toplayan parti içi kavga tablosu ne durumda? Aday gösterilme çabaları, yürütülen kulisler, muhaliflerin ve aday gösterilmeyen isimlerin eleştirileri... CHP yönetimi bu sorunları aşabilecek mi?

CHP’li seçmenin birkaç seçimdir ve 24 Haziran’da zirveye çıkan mutsuzluğu, geleceğe dair umutsuzluk duygusu büyük oranda sürüyor; ama bunun CHP’den kaynaklanan nedenler dışında bir sürü nedeni var. AKP’yi bir türlü sandık sonuçlarında dizginleyemeyişi önemli bir etken, evet. Tabii CHP’ye yönelik beklentiler çok üst düzeyde. CHP yüzde 25 bandında bir parti, bu nedenle sadece kendi seçmeni için değil AKP’nin artık gitmesini düşünen bütün kesimlerin bir beklentisi var. Buna bir de şu eklenmiş durumda; “Ne yapsanız gitmiyorlar!” Bu geleceğe dönük umutsuzluğu arttırıyor. Bunlar yerel seçimlere doğu gittiğimiz şu günlerde tamamen giderilmiş değil.

Giderilmediği gibi Kılıçdaroğlu’nun ‘Seçmenin küsme lüksü olamaz. Oy vermeyen AKP’ye oy vermiş olur’ sözleri de tepki topladı...

Evet, ama bir şey hatırlatmak istiyorum, AKP büyük bir organize çaba, bunu görmek lazım. Para var, devlet aygıtı var, camisi var, cezaevini elinde tutması var... Bunlar acayip şeyler. Bu imkanları elinden alındığında AKP hiçbir şey yapamaz. Türkiye öyle de bir ülke... Dolayısıyla seçmende şöyle sabırsızlık da var; “Oy veriyoruz, çaba sarf ediyoruz, sandıkları bekliyoruz ama hiçbir şey çıkmıyor...” Ama sosyal hayat, siyasal hayat hemen bizim arzularımıza göre yönlendirilmiyor. Yerel seçime giderken bu yılgınlıkların bir an önce atılıp, parti farkına da çok bakmaksızın, yerel dinamiklerde iyi adaylarla ve iyi politikalarla, “Bu böyle gitmez” diyen farklı toplum kesimlerinin, AKP’li MHP’li CHP’li demeden bu hayatın yükünü çeken toplum kesimlerinin oylarını ve desteklerini alacak bir bakış açısına ihtiyaç var. Adaylar da böyle olmalı, partiler de böyle olmalı, oluşacak ittifaklar da böyle olmalı.

"Kazanmanun yolu sağ aday göstermek değil"

Yerel Seçimler 2019 Stratejisi-Yöntem, Hedefler, Öncelikler ve Öneriler raporunda yapılan ‘Entelektüel, akademik ve elitist bariyerleri aşıp, sağ partilere oy veren büyük kesimin diliyle konuşma, böylece karşı mahalleye seslenme’ önerisi, ‘CHP sağa kayıyor’ şeklinde yorumlandı. Partide bazı yerlerde sağ adaylar gösterme eğilimi de belirince şu soruluyor; İktidar bloğu etkisindeki seçmene ulaşmanın yolu sağ, milliyetçi adaylar göstermek ve o dili kullanmak mıdır?

Sorunun cevabına net olarak hayır diyorum. Sağ kimlikli bir aday koymakla olacak bir şey değil ama mutlaka AKP’nin 15 senedir oy almayı başardığı, yoksul, AKP politikalarından sıkıntı çeken kesimlere ulaşılması gerekiyor. Bunun yöntemi tabii ki AKP’den bir ismi aday göstermek değildir, bunun yöntemi bu sorunları yaşayan en geniş kesimlere ulaşmak, oralarda etkili biçimde var olmaktır. Ekonomik sıkıntılarla daha da zorlaşan gündelik hayatını sürdüremeyen dar gelirli kesimleri, AKP’nin eline bırakmayacak bir siyaset tarzı izlemek gerekiyor.

"CHP'yi ne yapacağız' konusu bize zaman kaybettiriyor"

İktidarın ‘krizi fırsata çevirme’ retoriğini dönüştürerek şöyle soralım; muhalefet, sıkışmışlığı artan iktidarın bu durumunu fırsata çevirebilir mi? Nasıl görüyorsunuz?

Bir fırsattır evet, ama aynı zamanda objektif olarak da bir gerçeklik. Biraz önce konuştuk, AKP’ye oy veren, bu hayatın bütün sıkıntısını çeken, dar gelirli, yoksul kesimlere daha iyi bir Türkiye’nin önünde AKP’nin engel olduğunu anlatabilmeli muhalefet. Bunu adaylarıyla, kampanyasıyla, politikalarıyla göstermeli. Olur diye umuyorum. Bir de muhalefet olmak, biz CHP’den kazanmasını bekliyorduk, CHP yerine getirmedi, o halde biz küsüyoruz oy vermiyoruz demek değildir. Sorun sadece Kılıçdaroğlu ya da CHP sorunu değil ki, Türkiye’de yaşayan hepimizin sorunu.

Ama küskünlüğün, hayal kırıklığının, umutsuzluğun tek sebebi seçim kaybetme değil. Hatta 24 Haziran akşamı oylara sahip çıkılmaması, usulsüzlüklerin sorgulanmaması gibi meseleler seçim kaybetmekten daha etkili oldu...

Tabii aynen, ama o zaman da şöyle bir noktaya geliyoruz; bu CHP’yi ne yapacağız? En bariz CHP tartışılıyor çünkü. CHP’yi ne yapacağız konusunun bize zaman kaybettireceğini düşünüyorum. CHP dar anlamda örgütüyle, yöneticileriyle ele aldığımızda bir sürü sorunları olan bir parti evet, bu partiyi alıp tamir, yeniden organize etme filan epey zaman alan da bir şey, ama bizim karşımızda bir yerel seçim var ve zaman kaybetmek lüksüne sahip değiliz. Dolayısıyla hem CHP meselesini dert eden, ama diğer yandan gelinen noktada yerel seçimler, belediyeler ne olacak diyen insanların vakit kaybetmeden bir hedefe doğru gitmeleri gerekiyor. CHP’ye de iyi aday dikte ettirmek, kendisine çeki düzen verme konusunda daha fazla baskı yapmak lazım, ama CHP’yi düzeltelim önce de beş sene sonra AKP’ye rakip olalım diye bakamaz insanlar, hayatlar gidiyor, kuşaklar gidiyor çünkü. O nedenle bu CHP içi bir mesele olmaktan uzak bir durum. Ayrıca CHP’ye belediye başkanı kazandıracak bir yaklaşım da hiçbir sorunu çözmez.

"Yerel dinamiklerin parti yönetmlerini aşması gerekiyor"

İktidarın HDP ile yerelde de olsa yan yana gelmeyi engellemeye dönük olarak CHP’yi de kriminalleştirme çabaları CHP’yi teslim alır mı?

Alma riski var, bunu göreceğiz. Ama benim bakış açım şu; bu artık parti yönetimlerinin tek tek karar verebilecekleri bir noktanın ilerisine doğru geçiyor. Dolayısıyla yerel dinamiklerin biraz daha öne çıkması lazım. Yani İstanbul’da da, Ankara’da da, Mersin’de veya İzmir’de de yerel dinamiklerin, tepede adı konulan birtakım birliktelikler yerine aşağıdaki birlikteliklerin, hem aday etrafında hem vadedilen program çerçevesinde öne çıkarması gerekir ki parti yönetimlerini de aşsın. Esas buralar önem taşıyor.

CHP de bugün içinde bulunduğu durum bakımından, en azından İstanbul’da ya da birtakım yerlerde oy oranları dikkate alındığında, herhalde HDP’nin oy oranını önemsemeyecek bir tavır içinde olamayacaktır. Çünkü örneğin İstanbul’u almak için HDP’ye oy veren kesimlerin de desteğini alacak bir aday ve çalışma tarzına ihtiyacı var. Bu en büyük matematik gerçeklik olarak gözüküyor.

"Kurumlar ve kurullar ortadan kaldırılıyor"

Erdoğan’ın hali hazırda kayyımla yönetilen HDP’li belediyelere ‘teröre bulaşmış isimlerin seçilmesi durumunda hemen kayyım atanacağı’ sözlerini nasıl değerlendirdiniz?

Bu sözler, Türkiye’deki kurumların, kuralların kalmadığının da bir göstergesi. Çünkü teröre bulaşmışlık seçime katılmayı engelleyen bir şeydir. Onu YSK seçime girmeden önce görür ve zaten teröre bulaşan varsa aday yaptırmaz. Sistem budur. Siz bunu söyleyip YSK’nın elemesinden geçmiş bir adayı bu teröre bulaşmış diye görevden alıyorsanız kurumları ortadan kaldırıyorsunuz. Birincisi bu. Seçim stratejisinin en önemli ayaklarından birini HDP’nin elindeki belediyeleri almak olduğunu MHP de söylemişti. MHP’nin ve tabii AKP’nin bakış açısında şu var; aslında HDP’yi engelleyemeyeceklerini görüyorlar, çünkü net bir biçimde HDP’liler gelip oylarını veriyor ve adaylarını seçiyorlar. Bence batıda CHP’ye de belediye vermeyelim ittifakıdır bu bakış aynı zamanda.