Bağımsız Gazetecilik Derneği P24 - Editoryal
Türkiye’nin yüzlerce canını aslında önlenebilir bir sona, muktedirlerin eliyle yazılmış bir korkunç kadere mahkum ettiğini her an biraz daha kavrayarak sabahladığı karanlık gecede, “Bu kaza siyasete malzeme olmasın” diyebilen “gazeteciler” vardı televizyon ekranlarında.
“Böyle bir facia karşısında dua etmekten başka yapacak bir şey yok” diyenler vardı. Ve hatta, “yetkililerin henüz açıklama yapmamasını normal karşılıyorum” diyebilenler…
Başka bir şeyle çoktan takas etmişlerdi mesleklerini ama o anda sorsanız, “gazeteciyim” de derlerdi size.
Onları tanıyorsunuz.
“Bu memlekette ne olursa olsun, kim ölürse ölsün, yeter ki hükümete halel gelmesin” şiarının bekçileri onlar. “Ölenler niye öldü” sorusunu “nekrofili” diye damgalayabilmiş yüzkarası siyasetçilerin ruh ikizleri. “Gazeteci” gibi, “yazar” gibi, “programcı” gibi ortalıkta arz-ı endam eden troller. Onlara takılıp kalmak gereksiz.
Şimdi gerçek gazeteciler için görev zamanı.
Şimdi soru sormak; bilgi talep etmek; soruşturmayı an be an takip etmek; ve, evet, Soma’daki faciayı sadece siyaset malzemesi değil tam da siyasetin ana meselesi yapmak için yazmak, çizmek, konuşmak; siyasetçileri sorumluluğu üstlenmeye zorlamak; muktedirlerden hesap sormak zamanı. İlk bilgiler gösteriyor ki, “kaza” olarak geçiştirilemeyecek bir hata, ihmal, hile zinciriyle karşı karşıyayız. Bu zincirin her bir halkasını ortaya çıkarmak için gerçek bir gazeteciliğe ihtiyaç var. Daha önceki cinayetlerde sorumluların peşini bıraktığımız gerçeğiyle yüzleşerek, bu kez sorumluların peşini bırakmayacak bir gazetecilik yapmalıyız.
Madeni, 15 yaşında çocuğu yeraltına indirecek ve kaza anında yeraltındaki işçi sayısını açıklayamayacak kadar sorumsuz bir tavırla işleten şirketin;
O şirketin sorumsuzluğunu görmeyen ya da görmezden gelen hükümetin;
Madendeki aksaklıklara dikkat çeken bir önergeyi elinin tersiyle reddedip, bir de “eften püften” diye geçiştiren vekillerin; Kazadan sonra halka bilgi vermekten saatlerce imtina eden enerji bakanının;
Konu kendisini hiç ilgilendirmiyormuş gibi kamuoyundan kaçan çalışma bakanının;
İki yıl önce maden ruhsatı verme yetkisini bizzat kendisine bağlamışken, facia mahalline gitmesi için 22 saat geçmesini bekleyen başbakanın…
Hiçbirinin peşini bırakmayacak bir gazetecilik yapmalıyız.
Biliyoruz:
Burası çok ölümlü bir feribot kazası üzerine başbakanın istifa ettiği Güney Kore değil. Burası okullara küflü pirinç dağıtıldığı anlaşılınca tarım bakanının görevi bıraktığı Japonya’ya hiç benzemiyor. Kasırgazedelere yardımda geciken federal afet kurumu başkanının yerinde duramadığı ABD’yle aramızdaki mesafe on bin kilometreden çok daha uzun. Afganistan’da sivillerin de öldüğü bir hava saldırısı ardından ordunun bilgi gizlediği ortaya çıkınca savunma bakanının görevi bıraktığı Almanya ile bizi dağlardan, nehirlerden çok daha fazlası ayırıyor.
Ama şunu da biliyoruz:
On bir yıllık Ak Parti iktidarında on bir bin işçi öldü.
Biliyoruz ki, düzenli işyeri denetimleri olsa, Avrupa Birliği çalışma standartları uygulamaya geçirilse, maliyeti kısarken güvenliği de en alt seviyelere indiren işverenlere göz yumulmasa bunca işçi ölmeyecek, bunca ailenin hayatı sönmeyecekti.
Ve daha önceki işçi ölümlerinin hesabı gereğince sorulmuş olsa, belki Soma’da yüzlerce nefes karbonmonoksit soluyarak tükenmeyecekti.
Bugün hepimiz sorumluyuz. Cinayet ekonomisini bugüne dek yeterince sorgulamayan her birimiz sorumluyuz. İnsan olarak, yurttaş olarak, seçmen olarak. Ve gazeteciler olarak…
Soma hepimizin faciası. Yeni facialar yaşamamak için kullanabileceğimiz muazzam bir güç var elimizde.
O gücün adı gazetecilik. Baskıya, sindirmeye, susturmaya, takasçılara, trollere rağmen inadına gazetecilik.