Gazeteci, fotoğrafçı ve T24 video-muhabiri Fatih Pınar, "Gazetecilik yapmak, politika yapmaktır bir anlamda. Böyle bir koşulda, aşırı bir polis şiddetinin olduğu bir süreçte tarafsız olman, polisin bu şiddetine karşı objektif olman mümkün değil. Sivil halka 11 Haziran günü yaptığı en azından, insanlar sıkışıp ölmek üzereyken hala biber gazı sıkmaya devam ediyorlarken tabii ki bir taraf oluyorsun. Yani eylemcinin tarafından eylemcinin uğradığı zulmü, haksızlığı göstermek istiyorsun. O anlamda eylemcilerin yanındaydım" dedi.
Yarınhaber.net'in Fatih Pınar ile yaptığı söyleşi şöyle:
Çektiğiniz videoların geneli halkın içinden ve politik bir zemine oturtulmuş videolar… Neden bunu tercih ediyorsunuz?
Gazetecilik yapmak, politika yapmaktır bir anlamda. Gazetecilik işleri yapmak istediğimden bu yönü tercih ediyorum.
Gezi eylemlerinden sonra gazetecilere baskı ve şiddet artmaya başladı. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz? Daha önce başınıza geldi mi benzeri bir olay?
Daha önce böyle bir olay başıma gelmedi. Ama bu kadar periyodik, arka arkaya ve politik işler üretmiyordum doğrusu. Yine sosyal, politik gündeme dair mevzuları ele alıyordum ama daha toplumsal konular oluyordu. Bu videolar zaten Gezi ruhunun aksetmesiyle başlamış bir şey… Benim şu an yaptığım işlerde hep Gezi sonrası izleği var. Gezi eylemleri başladığında ben Antalya’daydım. Orada duramadık ve 1 Haziran sabahı atlayıp geldim. Haziran boyunca da İstanbul’da kalmaya başladım. 11 Haziran’daki müdahaleyi, öncesindeki çatışmaları, 11 Haziran akşamı meydandaki müdahaleyi gösteren bir film yaptım. Sonra 15 Haziran’da Gezi’nin boşaltıldığı geceden kısa bir video yaptım. Sonra da 16 Haziran’daki Kazlıçeşme Mitingi’ni yaptım. Gezi’den önce de insan hakları ile ilgili konuları kendi inisiyatifimle yapıp, interneti kendi medya aracım olarak kullanıyordum. Ama sonra, insan olabildiğince daha fazla insana ulaşmak istiyor. T24’e gönderdim videolarımı hemen yayınladılar. Şimdi de T24’e haftada veya on günde bir video gönderiyorum. Ne zaman ne çıkacağı belli olmuyor çünkü.
'Bırakın hukuku, adaleti; vicdan bile kalmamış'
En son ben “Berkin E. için Adalet” eylemine gittiğimde bu kadar tahammülsüz bir müdahalenin olacağını hakikaten kestirememiştim. Daha eylemci yok, toplanan insan yok, slogan yok, basın açıklaması yok, bir şey yok yani… Buna rağmen tazyikli su sıkıp insanları dağıttılar. Bu tamamen orada Taksim Dayanışması’nın ve Berkin E.’nin adının geçmesiyle ilgili… 14 yaşındaki bir çocuğu komaya sokanın kim olduğunun hesabının verilmesini isteyen insanlara bile tahammülleri yok. Bu da bırakın hukuku ve adaleti, vicdanın bile kalmadığını gösteriyor.
'1 Haziran'ın coşkusu, 'bu ülkede 40 yıl daha yaşarım' dedirtti'
Amacım bu süreci kendi imkanlarım el verdiği sürece belgelemek ve arşivlemek… Çağıma tanıklık misyonumu yerine getirmek için bu işi yapıyorum. Bu süreçte bu işlerin yapılmasına daha çok ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Hem medyadaki sansürden baskıdan ötürü, hem de Gezi ruhu çok önemli bir deneyimdi. Ben hayatımda ilk defa bu ülkede kendimi bu kadar mutlu ve özgür hissettim. 1 Haziran akşamındaki o coşkunun bu hissiyatın yüzü suyu hürmetine bir 40 sene daha yaşarım bu ülkede dedirtti yani. Dolayısıyla onun verdiği heyecanla, inançla ve azimle devam ediyorum.
'Polisin bu şiddetine karşı objektif olmam mümkün değil'
Videoları çekerken hem polis tarafını hem de eylemci tarafını gözlemleyebiliyorsunuz. Özellikle Gezi’den sonra nasıl izlenimlere sahip oldunuz bu açıdan?
Bu şiddetin tamamı çok aşikar şeyler aslında. Roboski’nin nasıl olduğunu soran birisine anlatılabilinir orası. Ama Gezi eylemleri bütün ülkeye yayılmış bir durum, güzel tarafı da bu. Gezi ruhunu bu bakış açısına sahip olmuş herkes yaşadığı için herkes üç aşağı beş yukarı bu sorunun yanıtını biliyor. Benim farkım, öncelikle bir gazeteci olarak oradaydım. Ama tabii ki böyle bir koşulda, aşırı bir polis şiddetinin olduğu bir süreçte tarafsız olman mümkün değil. Tarafsız olman demek, her iki tarafa da eşit seviyede bakman demek… Bu durumda polisin bu şiddetine karşı objektif olman mümkün değil. Sivil halka 11 Haziran günü yaptığı en azından, insanlar sıkışıp ölmek üzereyken hala biber gazı sıkmaya devam ediyorlarken tabii ki bir taraf oluyorsun. Yani eylemcinin tarafından eylemcinin uğradığı zulmü, haksızlığı göstermek istiyorsun. O anlamda eylemcilerin yanındaydım. Polise kameraları doğrultup göstermeye de gayret ettim. Çünkü hep aynı tarafta olursan işin kendisi evrensel kriterlerde objektif bir kriter olmuyor o zaman. Dolayısıyla ben her iki tarafın da içine girip çıktım. Çok büyük bir zorluk yaşamadım aslında. Polisin herkese gösterdiği gibi aynı biber gazını, aynı şiddeti o eylemci ile birlikte ben de gördüm.
'Gezi, medyayı deşifre etti'
Basın da Gezi eylemleriyle birlikte çok eleştirildi. Basının tavrını nasıl buluyorsun?
Basın her zaman öyleydi. Yani harika bir medyamız ve basınımız vardı da, Gezi sürecinde niye böyle oldu diye bir soru yok bir kere. Bunlar her zaman böyleydi ama Gezi bütün halka mal olan bir hareket olduğu için herkes gördü. Yani herkes ayaklanmıştı, herkes bunun içindeydi. En alakasız kitleler bile medyanın gerçek yüzünü gördü. Zaten var olduğu hali buydu. Yani 31 Mayıs gecesi penguen ya da yemek belgeseli göstermeleri ilk defa olan bir şey değil. Gezi ile birlikte daha görünür oldu sadece. Dolayısıyla Gezi eylemleri medyanın durumunu deşifre etmiş oldu.
Ahmet Atakan eylem videonuzda çok absürd ve şaşırtan görüntüler vardı. Videoları çekim anında nasıl bir bakış açınız var?
Ahmet Atakan eylem videosu da videoröportaj kuramımın en iyi hayata geçtiği yer. Ben orada bir fotoğrafçı gibi çalıştım. Sadece eylemci ve polisi çekmeyip, etrafında neler olup bitiyor ona baktım. Caddeyi gösteriyorsun, gazdan etkilenen yaşlı bir kadını gösteriyorsun ya da ironik bir meyhaneye giriyorsun. Çünkü orada bi hayat var. Sadece eylemci ve polisi göstermektense, bunun bir üst türevi olarak dışarıdan etkilenen birisinin üzerinden olanları arka planda aktarabildiğin zaman bir üst boyuta geçmiş olursun. En başarılı fotoğraf, fotoğrafın ne zaman çıkacağını sanki 15 dakika öncesinden sezebilmek gibi birşeydir. Bunu sezer ve onu takip edersin. O köşede, sokakbaşında beklersin çünkü orada bir şey olacağını bilirsin. O potansiyeli hissedersin.
29 Ekim’de hem Marmaray’ı, hem de diğer törenlerle kutlamaları çekmiştiniz. Bu, o iki kesim arasındaki sosyal farkı da gösteriyor. Siz o sosyal farkı nasıl görüyorsunuz?
15 Haziran gecesini yaşamış, Gezi’nin boşaltılmasına tanıklık etmiş birisi olarak çok zordu. Şimdiye kadar 7 tane insan öldü ve bu insanları öldüren insanları kahraman ilan eden birisi ve onun zaten yaratıp büyüttüğü bir şiddet ortamı var. Sonra onun boy gösterisi yapmak için tertiplediği bir organizasyon var. Ama bir yandan şu var; oraya yüz binlerce insan gidecek. Oraya giden insanlar da bu toplumun parçası. Hayatın içerisinde olup mesleğim icabı birçok ortama girip çıktığım için biliyorum ama kendimden ziyade insanlara göstermek istedim.Gittiğim zaman da gerçekten Başbakan’ın amaçladığı gibi o kutuplaşmada ‘çapulcular’ ve ‘benim yüzde ellim’ kutupları o kadar keskinleşmişti ki bu sefer de nasıl Gezi’deki insanları yaftalayıp dış mihrakların oyununa gelmiş vs. gibi gösteriyorken, bu tarafta onlar için küçümseyen ifadeleri çok büyük bir handikaptı. Hayatımda ilk defa yaptığım bir iş için 16 Haziran Kazlıçeşme videosunun altında uzun bir açıklama yer alır. Tarafsız olarak bu insanlar da hepimizin. Dolayısıyla kutuplara ayırma, ötekileştirmeye karşı olması gereken bizleriz. O insanları dışlamadan, küçümsemeden anlamamız gerekiyor. Birlikte yaşayacaksak, ortak bir gelecek kuracaksak onları kazanarak yapabiliriz. Nefretle, kinle, intikamla, düşmanlıkla bir gelecek inşa edilemez. Dolayısıyla işi yaparken de bunun üzerinden kurdum. Facebook’ta birisi bir yorum yazmış, ‘’Bu ne çöplük biz Gezi’yi temizliyorduk’’ gibi… Ben gerçekten farkında değilim. Ben o halkı çekiyorum, insanların gidişini çekiyorum, orada meydanda kalanlar, çöplükler dikkatimi bile çekmedi. Orayı ‘bakın çöplük içinde kaldı’ diye vermedim ben o görüntüyü. Olsaydı buna da dikkat ederdim, bunu demek istiyorum. 29 Ekim de aynı şekilde. Gezi ruhunun yarattığı devinimle hem o ruhu kaybetmeyen işler yapmak istiyorum , hem de o ruhun verdiği enerjiyle ürettiğim o işler çkıyor. Dolayısıyla 29 Ekim’de Bağdat Caddesi’nde ulusalcı, kemalist, militarist bakış açısının yansımalarını biliyordum. Daha önce gitmiştim 30 Ağustos’larada, işim gereği orda röpörtaj yapmak için, fotoğraf çekmek için, o yüzden biliyorum neyle karşılaşacağımı. Dolayısıyla orada onu gösterdim. Sonra aynı gün Üsküdar’da da bir 29 Ekim var. Orada da Marmaray’la 29 Ekim’i taçlandıran, ne büyük işler yapıyoruz, ne paralar harcıyoruz diyen bir zihniyet var. O gün saat 10:30’da Bağdat Caddesi’ni çektim. Sonra 14:00’da Kadıköy’de TKP’nin yeni cumhuriyet eylemi vardı onu çektim. 15:00’da Üsküdar’a gidip, Marmaray açılışını, sonra Beşiktaş’ta TGB’lilere gidemedim. Tünelde yapılan müdahaleyi çekebildim. Ama hepsini kullanamadım tabi ki videoda, böyle kısa ve etkili birşey yapmak için. Biz ne bu militarist, ulusalcı, kemalist zihniyeti tasvip ediyoruz, ne de AKP’nin neo-liberal politikalarını, herşeyi paraya tapınma üzerinden kurguladığı zihniyetten hoşlanıyoruz. Taraf ya da taraf olmama mevzusu yok burada, bunu gösterdim ben. Aynı gün iki farklı Türkiye çıktı ortaya. Benim maharetim orada. Çoğu insan imtina ederek bazılarına gitmez ama o insanları da bilmek lazım.Gerçekten onlara 29 Ekim’lerini sordum. Kimisi vahim bir gidişattan bahsederken, kimisi 11 yıldır harika bir süreç yaşadığını düşünüyor. Ben de insanların orada ne düşündüğünü bir gazetecenin yapması gerektiği gibi göstermiş oldum.
Gezi ile birlikte hala devam eden bir süreç var. Gezi’de her kesimden insan vardı. Sizce nasıl ilerlemeli Gezi süreci? Nasıl değerlendirilmeli?
Zor bir soru bu. Şahsi görüşümü söyleyebilirim ama bir analiz olarak nasıl ilerlemelinin cevabını veremem. Bu çok büyük bir yanıt olur. Ama şunu biliyoruz; o ruhun, enerjinin kaybedilmemesi gerektiği. 40 yaşındayım ve ilk defa böyle birşey yaşadım. Hakikatten 40 yaşına kadar bütün hayatımız Atina’daki, Güney Amerika’daki, Paris’teki, İngiltere’deki halk ayaklanmalarına, eylemlere gıpta ederek geçti. İlk defa buna kendi yaşadığım şehirde tanıklık etmek müthiş bir deneyimdi. Hakikaten hayatımda en mutlu olduğum andı. Bunu görmüş olmanın bana vermiş olduğu hazla bu işlere devam ettim. Artık Gezi sürecindeki polis şiddeti çok daha faşizan gözaltılara, direk terörle suçlanmaya gelince insanlar bu işe siyasetle devam etmek gerektiğini fark etti. Ben süreçte gözünü kaybeden Hakan Yaman’ın ya da Berkin Elvan’ın durumunu takip etmeye, onları asla unutturmamaya, tekrar ve tekrar hatırlatmaya devam ediyorum. Yapılması gereken de bu ki, bunu yapıyorum. 1 Haziran akşamı hakikaten bütün Beyoğlu bir kurtarılmış bölgeydi. Özgürlük böyle birşey, insanlar onu bir kere hissettiler. Gezi Parkı’nda gerçekten özgür olmanın ne olduğunu, bir kaç haftalığına da olsun hissettiler insanlar. Bunu hisseden bir insan samimi ve gerçekse kendine karşı, bunu asla başka birşey ile ikame etmez. Dolayısıyla Gezi’deki kazanım buydu. Takip edilmesi gereken de o özgürlük ruhuyla samimi bir ilişki kurup onun peşinden gitmek.