Gazetecinin mahkemeyle ilk imtihanı

Gazetecinin mahkemeyle ilk imtihanı

Yazar Yılmaz Karakoyunlu yeni kitabı "Üç Aliler Divanı"nda Cumhuriyetin ilanından sonra gazeteciler davası ile başlayan İstiklal Mahkemeleri dönemini ve bu mahkemelerin yeni rejim üzerindeki etkisini; devrim tarihi aktörlerini anlattı.

Radikal gazetesinden Behice Tazçakar'ın "Gazetecinin mahkemeyle ilk imtihanı" başlığıyla yayımlanan (19 Ağustos 2012) söyleşisi şöyle:

Gazetecinin mahkemeyle ilk imtihanı

Cumhuriyet'in ilanından 47 gün sonra dönemin üç önemli gazetecisi hâkim önüne çıktı. Suçlama, Asyalı Müslümanların liderleri Emir Ali ve Ağa Han'ın hilafetle ilgili mektubunu yayımlamaktı. 3 Ocak 1924 günkü duruşmada sanıklar beraat etti.

5 Aralık 1923 sabahında Tanin ve İkdam gazetelerinde yayımlanan bir mektup gündeme bomba gibi düştü. Aynı mektubu ertesi gün Tevhid-i Efkâr gazetesi de yayımladı. Cumhuriyet’in ilanından kısa bir süre sonra kaleme alınmış, Londra İslam Cemiyeti Başkanı Emir Ali ile Pakistan, Hindistan , Afganistan ve Keşmir’de etkin İsmailiye mezhebinin lideri Ağa Han’ın imzasını taşıyan mektupta hilafetin muhafaza edilmesi ve yasal durumunun netleşmesi talep ediliyordu. Başvekil İsmet Paşa’ya gönderilen metin İstanbul basınına sızdıktan 3 gün sonra 8 Aralık günü Ankara ’da yankısını buldu. İsmet Paşa Meclis toplantısında “mahrem bir görüşme” başlığıyla gizli oturum yapılmasını talep etti ve olanlar oldu. 63’e karşı 89 oyla karar alındı ve Cumhuriyet’in ilanından sonra İstiklal Mahkemesi ilk kez “gazeteciler davası” sebebiyle İstanbul ’da kuruldu. “Saltanatın düşmanı” olan İttihatçılar bundan sonra İstiklal Mahkemeleri’nde, belki de “Cumhuriyet’in düşmanı” olarak yargılanacaklardı. Hıyanet-i Vataniye Kanunu da basın muhalefetinin önünü kapatmak için şu şekilde değiştirildi:

“Saltanatın ilgası hilafında veya TBMM ’nin meşruiyetine isyanı mutazammın (içeren) sözlü ve yazılı veya fiilen ankasdin (kasıtlı) muhalefet veya neşriyatta bulunan kimseler haini vatan addolunurlar.”

Ve Meclis bu kanun gereğince Tanin, İkdam ve Tevhid-i Efkâr gazetelerinin “muhalif neşriyatta bulunmak cürmü”nü işlediğine karar verdi. Neredeyse tüm İstanbul basınının yargılandığı İstiklal Mahkemesi’nde Tanin’den Hüseyin Cahit Bey, İkdam’dan Ahmet Cevdet Bey ve Tevhid-i Efkâr’dan Velid Ebüzziya gibi gazeteciler hâkim İhsan Bey’in (Eryavuz) karşısındaydı. Mahkemeye mektubu yayımlayan, yayımlamayan tüm gazeteciler çağrılıp, ifadeleri alındı. Hilafet yandaşlığı suçlamasıyla açılan davalar sebebiyle hâkim huzuruna çıkan ilk ve ceza alan tek isim “Meşrutiyet yanlısı” yazılarıyla halkı kışkırttığı iddia edilen eski Dersim milletvekili ve İstanbul Baro Başkanı Lütfi Fikri Bey oldu. Kendisi 6 ay hapis yattı. İkdam, Tanin, Tevhid-i Efkâr’ın sahipleri ve sorumlu yazı işleri müdürleri ise beraat ettiler. Davanın basına gözdağı vermek için açıldığı gün gibi ortadaydı. Hatta çok geçmeden Atatürk gazetecilerle arasını düzeltmek için bir davet düzenledi ve orada Cumhuriyet düzenini korumak için kendilerinden destek istedi. Davette sivrilen isim, davasına sadıklığı ve doğru bildiği yoldan sapmayışıyla bilinen Hüseyin Cahit Bey (Yalçın) oldu.

Herkes susarken o basın özgürlüğünü savundu ve tüm özgürlüklerin muhafazası için Gazi’den müsamahakâr davranmasını istediklerini söyledi. Cumhuriyetin ilanından sonra gazeteciler davası ile başlayan İstiklal Mahkemeleri dönemini ve bu mahkemelerin yeni rejim üzerindeki etkisini; devrim tarihi aktörlerini ne kadar iyi tanıdığını “Üç Aliler Divanı” gibi bir yapıtla ispatlayan; Mülkiye geçmişi, bakanlığa kadar uzanan siyasal yaşamı, bilgi ve birikimiyle konunun uzman ismi Yılmaz Karakoyunlu ile konuştuk.  

İstiklal Mahkemeleri’ndeki gazeteciler davasını konuşacağız elbette ama önce bu yargılamaların ortaya çıktığı hilafet meselesiyle başlayalım. Emir Ali ve Ağa Han’ın mektubu neden İstiklal Mahkemesi kurulmasını gerektirecek kadar tepki çekiyor?

Bütün mesele bir-iki ismin “Hilafeti muhafaza edin” mealindeki mektubunun gazetelerde yayınlammış olması. Ağa Han o zaman bir komprador. İngiltere ’nin de Pakistan, Hindistan , Afganistan , Keşmir’deki çıkarlarının koruyucusu. İsmailiye mezhebinin önde gelen ismi olarak İslam topraklarında etkisi büyük. Böyle bir adam tarafından hilafetin muhafaza edilmesinin talep edilmesi, kendi iç problemimize müdahale etmek yönünden büyük tesir yaratıyor. Hükümetin gazeteciler davasında hadisenin kamuoyuna yansıması gibi bir endişesi yok çünkü o tarihte basın sadece İstanbul ’da. Ankara ’da Ulus gazetesi bile yok. Telefon yok, televizyon yok, radyo yok. İstanbul Radyosu Bahçekapı’daki postanenin üzerinde yayın yapıyor, Harbiye’de dinlenemiyor. Babam radyo dinleyebilmek için Laleli’ye taşınmış.

İstiklal Mahkemesi’nde yargılanan gazeteciler Hüseyin Cahid, Ahmet Cevdet ve Velid Ebuzziya, bu meselede gazeteciliğin gereğini mi uyguladılar?

Hüseyin Cahid kendisi bizatihi isyankâr ruhlu bir adamdır ama habis bir isyanı yoktur, tam tersine selimdir. Bir kimseye yapılan yanlışlık onun vicdanını yaralar ve sesini yükseltir. Ondaki cesaret ne Ebuzziya’da vardır, ne Ahmet Cevdet’te. Nitekim Atatürk ’e yapılan suikast nedeniyle Cavid Bey içeriye alınıp da yargılanmaya başlandığı zaman Hüseyin Cahid de onun yanında yer alır. Ahmet Emin Bey’in gazetecilik mesleğindeki durumu diğerlerinden çok yukarıdadır. Ben bugünkü isimlerden Fehmi Koru’yu Ahmet Emin’e benzetirim. Bir fikrin yandaşlığını, bir siyasi kadronun yandaşlığına çevirebilmiş nadir bir adamdır. Ahmet Emin her müessesede temayüz eden bir adam. Temayüz edişi aykırılığından değil, ittibasından kaynaklanır. Adam fikri benimserse peşine düşüyor, gözünü korkutamıyorsun.

Gazeteciler davası da hizaya sokma meselesi.

Hüseyin Cahid Cumhuriyetin sadık elemanıydı. Yazdığı makaleler, milletvekili olarak verdiği mücadeleler belli bazı noktalarda Atatürk ’ten koptu ve sonuna kadar direndi. İstiklal Mahkemesi’nin arkasında yazar, İstiklal Mahkemesi yalnız Allah’tan korkar diye. Hüseyin Cahid’in Ali Çetinkaya’ya verdiği cevap “Bırak bu lafları, İstiklal Mahkemesi yalnız Allah’tan korkmaz” diyor. Bunu söylemek mühim bir laftır.

 

O dönemki matbuat davasıyla bugünkü gazeteci davaları arasında benzerlik var mı sizce?

Aynen hiç farkı yok, gözdağı. Tek fark o zaman daha güçsüzlerdi. O devirde reklamcılık yok, özel sektör kendi finansmanını özel sektör kuruluşlarından sağlayamıyordu. En hakiki mürşit ilimdir dedi ve mahkemelerde “mürşit”ler de yargılandı.

Mustafa Kemal neden tekkeleri kapattı?

Bunların hepsinin kendisine muhalefet olacağını düşündü. Tekke, zaviye, dergâh kaldırılmıştır dendiğinde bir İslami müesseseyi kültür olarak yok etmiyordu. Onun esas amacı devletin otoritesine karşı diklenmeyi örgütleyen bir müesseseyi kaldırmaktı. Mustafa Kemal irşada çok önem verir. O tarihe kadar Türkiye ’de başkentte ne olup bittiğini Varna’daki nasıl öğreniyor? Radyo yok, televizyon yok. Tekkelerden yayılıyor.

Romanlarınız birer Cumhuriyet eleştirisi mi?

Evet. Cumhuriyetin ilkelerini değiştirmek gibi bir iddiamız yoktu bizim ama Cumhuriyet’i olgunlaştırmak amacındaydık. Demokrat Parti, Cumhuriyet’i yok etme değil olgunlaştırma partisiydi. Dolayısıyla yumuşaklıklar getirmek istedi ama diğer kitle fırsatı ganimet bildi, Atatürk ’ü tahrip etmeye karar verdi. Ticaniler Atatürk büstlerini yıktılar. İsmet Paşa bütün bu asabiyetin karşısında tek kişiydi, müsamahakâr davranıyordu. Sonuna kadar bekledi ve sonunda mahvetti.

‘Bu mektup bir vesikadır, basmak benim görevim’

15 Aralık 1923 günü sanıklar İstiklal Mahkemesi heyeti önüne çıkarılıyor ve yargılama başlıyordu. İşte tutanaklardan dikkat çekici bölümler...

Reis: Bu mektup matbaanıza ne suretle geldi.

Hüseyin Cahit Bey (Tanin Gazetesi Sahibi): Efendim! Bir akşam evdeydim.Telefon çaldı. Kalktım. Matbaadan Baha Bey’di.” Ağa Han’ın bir mektubu geldi. Tercüme edelim mi” dedi. “Ne mektubu” dedim. “Ağa Han’ın İsmet Paşa’ya gönderdiği mektup” cevabını verdi.”Neye dairdir?” dedim. “Hilafete dairdir” dedi.”Tercüme edin” dedim. Ertesi sabah matbaaya geldim.Gazeteleri okudum. Baktım yalnız bizde değil, İkdam’da da var. Çok memnun oldum.”Öteki arkadaşları atlattık” dedim.Halbuki biz atlamışız. Keşke atlatmasaydık. Mektup özel zarfla gelmişti. (...)

Mahkeme heyetinden Refik Bey: Adı geçen mektupta (Ağa Hanın ) herhalde bir amaca yönelik olduğunu siz de söylüyorsunuz. Bu halde bunu yine gazetenizde bastınız?

Cahit Bey: Evvelce de arz ettim ya efendim. Bu alelade bir makale değildir.Ağa Han tarafından herhangi bir gazeteye yazılmış, rastgele bir yazı değildir.Bu, İsmet Paşa Hazretleri’ne yazılmış bir vesikadır, diye telakki ediyorum.Hatta birinde böyle bir mektup var deseydiler gazetecilik ilkeleriyle para verir, basmak için alırdım. Bu gazetecilik açısından borcumdur.

Atlas Tarih dosya yaptı

Atlas Tarih dergisinin Ağustos-Eylül 2012 sayısında Cumhuriyet’in basına karşı açılan bu ilk davası belgeleriyle ayrıntılı bir şekilde işleniyor.

Ağa Han’ın mektubu

Ağa Han imzalı mektupta hilafetin muhafaza edilmesi çağrısı yapılıyordu.