21 gün süren Gazze işgali şimdilik ateşkes ile durdu. Ama işgalin yarattığı acılar içinde Yusuf'un hikâyesi unutulmadı. Şair Cahit Koytak küçük Yusuf'un o hikâyesini mısralara döktü.63 Türk şairden 'Gazze Avazı'I Gazzeli Yusuf, oğlum, ben yaşlı Filistin şairlerinden biri. şiirlerimi Türkçe yazıyor olmama bakma, yeryüzünün bütün öteki şairleri gibi, ( düzeltiyorum ) yeryüzünün bütün yufka yürekli şairleri gibi ben de Filistinliyim on günden beri ve buram buram Filistin toprağı kokmaya başladı birden, nasılsa, benim de kırk yıllık türkülerim, kasidelerim. kan, barut ve gözyaşı değil, hayır, kin, öfke ve intikam hissi de değil, yanlış anlama, tepeden tırnağa Yakup, tepeden tırnağa Yusuf, tepeden tırnağa Musa, İsa ve Muhammet’le dolup taşıyor, Filistin toprağı gibi, on günden beri benim de duygularım, düşüncelerim. nesnesiyle örtüşen bilgiye, hakikat, nesnesiyle örtüşen duyguya da sezgi diyorlar ya, filozoflar, Yusuf, oğlum, bu tanım doğruysa eğer, sezgilerim diyor ki bana, hiçbir bilgi, hiçbir haber, rüzgârın bu son on gündür şairlere ve hamile analara taşıdığı şu gökçe esin kadar hakikat olamazlar: evet, her gün onlarca defa katlediyor Filistin’de peygamber katilleri, her gün onlarca defa Musa’yı, onlarca defa İsa’yı, onlarca defa Muhammed’i katlediyorlar, ve yakıyorlar İbrahim’i, fosforlu bombalarla, ama yine aynı Filistin’de her gün ve her yerinde yeryüzünün, diriliyor, on günden beri onlardan yüzlercesi, onlardan binlercesi… II Gazzeli Yusuf, oğlum, keder de aynı dili konuşuyor dünyanın her yerinde, umut da aynı dili konuşuyor, tıpkı nefretin ölümün dilini, sevginin hayatın dilini konuşması gibi, tarihin her döneminde... ben, yeryüzünün yaşlı şairlerinden biri, taşların, otların, kuşların dilini çözmüş sanırdım kendimi. ama Gazzeli çocuklar üstüne insanların kendi diliyle konuşmaya başladığımda titriyor, boğuklaşıyor sesim ve orada bombalanan okullardan, yıkılan hastanelerden, yerle bir edilen vicdanın yıkıntıları arasından yükselen katıksız, falsosuz ve Gazze gibi de haklı sesini çıkarmakta zorlanıyorum, insan yüreğinin. çıkarsam da, tutturamıyorum rengini, tınısını, bir ucu insana, öteki tanrıya varan o sesin. tuttursam da, duyurmakta zorlanıyorum onu, yeryüzünün öteki çocuklarına. çünkü bakıyorum, onlardan kimi kulaklarına kulaklık geçirmiş, bilmem hangi rakçının özgürlüğü, demokrasiyi öven savaş aleyhtarı şarkılarını dinliyor. dinlesin, diyeceksin, dinlesin, güzel değil mi, iyi değil mi? kimi dağlarda koyun, keçi otarıyor, otarsın, bu da güzel, bu da iyi! kimi sinemada, kimi luna parkta, kimi okulda, kimi dileniyor sokakta, kimi mendil, kimi simit satıyor, kimi ilahi söylüyor bir tapınakta, pek azı bilgisayar başında, pek pek azı da bilgi-hüner peşinde v.b. bunların hepsi güzel, hepsi güzel ve iyi, oyunun, oyun olması için de gerekli. ama, onlar bu güzel ve olağan işleri yaparken, Gazze’de, sizin orada, bunların hiç birini hiç birini yapmanıza izin vermeyen çocuk katillerini, anne katillerini ve seni düşündükçe, oğlum, seni ve kardeşlerini, ben yeryüzünün hüzün şairi, sormak geliyor içimden: biz, bütün bir insanlık, ‘birleşmiş milletler’, birleşmiş mücrimler, cin taifesi, melek taifesi, şeytan ve Yüce Tanrı, hangi oyunu oynuyoruz bu tiyatroda, hangi oyunu, onlarca yıldır, hangi oyunu, böyle kan revan içinde? bu kadar bebek ölüsüyle, bu kadar çocuk ölüsüyle, bu kadar anne ölüsüyle, bu kadar seyirciyle ve bu kadar sessizlikle… gökleri dolduran bu sessizlikle, cenneti, cehennemi, ârafı, yerin altını, yerin üstünü kana boyayan bu sessizlikle hangi oyunu oynuyoruz, hangi oyunu, tekrar tekrar, hangi oyunu, bu cehennemde? III ben Küçük Asya’nın yaşlı şairi, Yusuf, oğlum, duyuramıyorum dedim ya, dünyanın öteki çocuklarına sesimi, onlara bizim mahalledekiler de dahil. duyuramıyorum bizimkilere de, dağ gibi rüyalar, çığ gibi fikirler altında hep iki büklüm ve soluk soluğa, sözün yokuşuna, sözün doruğuna tırmanmayı seven şiirlerimi. ne zaman şairce bir saflıkla, ‘büyük insanlık ülküsü’diye açsam ağzımı, sözlerimi alıp götürüyor rüzgâr, ta Ademle Havva’nın, tanklardan, panzerlerden, insan safarilerinden uzak, çapuldan, misyoner endişesinden uzak, özgürce sevişip koklaştığı ve cennetin, gökte değil, yeryüzünde dolaştığı o bahtiyar günlerde, dölleyerek bilgi ağacının terennümleriyle sesimi, günümüzden yüzlerce, belki binlerce yıl öteye, insanlığın kanla süslü kabile yadigârlarından kurtulup, şu düşmez kalkmaz devleti, yıkılmaz kaleleri, aşılmaz kurumları, şanlı orduları ve süslü bayrakları kaf dağının öteki tarafında, masalların zamanında bırakıp, nihaî erginliğe, yeryüzü toplumuna, yeryüzü insanına kavuştuğu günlere savuruyor. yüzlerce, belki binlerce yıl, diyorum ya, gözünü korkutmasın, bu, senin; bin yıl dediğimiz süre, ebediyetin yanında bir gün bile değil. yüz yıl dediğimizse, bir günün belki sadece kuşluk vakti. ve yüz yıl ebediyete göre neyse, yaşlı ebediyet de, insanın çamuruna üflenen tanrısal zamana göre öyle. ve yıllar bana öğretti, öğrenmen gerekiyor senin de, büyük düşünceler, büyük planları hilkatin, çığ gibi yıkılmamak için başına insanlığın, doruğundan aşağı, dağı tekrar tekrar dolaşan fazla çiğnenmemiş patikalardan inerler yamaçlara… IV çok acı çektin, Gazzeli Yusuf, oğlum, çok acı çektin ve bu kadar acı için çok küçük bu ‘Filistin’. dünyayı iste, bütün bir yeryüzünü, duvarsız, tel örgüsüz, mayınsız ve silahsız yeryüzünü, hepimiz için, çok acı çektin, önce sen çığır bu türküyü! göğsüne yaslayıp kulağını geleceğin, önce sen duyur, bu yüceler yücesi ülküyü, bu en büyük vuruntusunu aklın ve kalbin ve bir amentüye dönüştür onu! çok acı çektin, yapabilirsin bunu, çok acı çektirdik sana, dönüştürebilirsin dokunduğun her şeyi, her şeyi som altına, hakkında konuştuğun ya da sustuğun her fikri, her tezi gökçe bir manifestoya. çok acı çektin, dönüştürebilirsin, ip atlarken, sapan atarken ya da uyurken beşikte, kaldırımda ya da yıkıntıların altında can veren kardeşlerinin dudaklarında donan kıpırtıyı büyük insanlık oratoryosuna. dönüştürebilirsin yoksulların yakarışlarını tanrının bütün evlerinde dudaklarda ve yüreklerde kopan, sonra dalga dalga büyüyen, yayılan ve tankları, panzerleri önüne katıp götüren, roketleri, obüsleri, havan toplarını, insanın beyninden, kalbinden ve dilinden büyük bütün silahları ve silah tüccarlarını, silah çetelerini, devletleri, kaleleri, kodesleri ve kafesleri, kralları, emirleri, müebbet başkanları önüne katıp savuran gül fırtınasına. dönüştürebilirsin bütün acıları, bütün duaları, bütün çığlıkları, uyuyanların üstünü örten bir gül tufanına, açları doyuran, küsleri barıştıran, evsizlere ev, yarsızlara yar olan yerle göğü insanın yüreğinde buluşturan bir gül zamanına, gül umranına, gül toplumuna, gül insanına. V çok acı çektin, yapabilirsin bunu, çok acı çektirdik sana, kimse hak etmiş olamaz senden daha fazla ve hepimizin adına, konuşmayı Tanrıyla da, tağutla* da! konuş ve razı olma daha azına, yeryüzünü iste, yeryüzünün bütün çocukları adına. konuş ve razı olma, Gazzeli Yusuf, oğlum, kapısına ‘Filistin Devleti’ yazılı yeni bir toplama kampına! bu ‘Devlet’ sözcüğü, ‘Bayrak’ merakı, haritada gördüğün, bütün o kanla sulanmış kemik tarlaları gözünü kamaştırmasın sakın, yolundan alıkoymasın seni! o mezarlık parsellerindeki otlar, dikenler, sınırın iki tarafından toprağa ekilen gencecik Yusufların, Yaseflerin teniyle besleniyor, bunu unutma! ve her iki taraftan ölenlerin, kucak kucağa uyuduğu o sınırlarda önlemek için kucaklaşmasını dirilerin, dünyanın bütün yoksullarını on yıl doyuracak, dünyadaki acıyı yarı yarıya azaltacak, sevgiyi üç katına, belki beş katına çıkaracak, karakolların yarısını tiyatroya, yarısını kafeye, hapishanelerin yarısını sinemaya, jimnastik haneye çevirmeye yetecek kaynaklar harcanıyor her yıl kahrolası silahlara ve ruhsatlı katillere. VI razı olma sınır çekilmesine düşlerimize! ne düşlerimize, ne başlarımıza, ne dağlarımıza, ne taşlarımıza! hepimizin adına sana verilmiş bir fırsat, bu, razı olma, içerden kuşatılmasına da dışardan kuşatılmasına da, insan ruhunun ve kapatılmasına bir mezar gibi başka ruhlara, başka hayatlara, başka oyunlara, başka oyunculara, büyük düşlere, büyük düşüncelere, büyük öykülere, büyük serüvenlere! ‘kurtarıcı’larından çok çekti insanoğlu, razı olma kurtarmasına seni kimsenin, razı olma, kümese çevirmelerine ruhunu ‘kurtarıcı ve adamları’nın, ‘başkan ve adamları’nın, ‘kral ve adamları’nın! doğduğun toprağı seversin, bunu anlarım… ölünceye kadar emzirip seni sonunda bağrına basan toprağı elbette sevmen gerekir, bu sorulur mu, en az ananı sevdiğin kadar hem de, bazen daha tutkulu, bunu anlarım, ve ananın ismetine, toprağın namusuna, ulusun onuruna gölge düşürmemek için de, elbette ölmen gerekebilir, duraksamadan; bu sorulur mu? ama, ana sevgisi, toprak tutkusu ya da ulus övüncü ya da bayrak saygısı… tamam, amenna! ama biraz gösteri, biraz tapınma! diyen olursa, ben yokum bunda! kutsallaştırarak örteriz çünkü, ve mitleştirerek, boşa harcadığımız değerleri. vatanın bütün bir yeryüzü olsun, Gazzeli Yusuf, oğlum, bayrağın da gökyüzü senin ve milletinse, ta Adem’den başlayarak atan İbrahim gibi, yolda onurluca yürümesini bilen tüm adem oğulları. VII öyleyse dönüp bakma, denizi yarıp geçtikten, ateşi yarıp geçtikten sonra, kutsal kalıplarla dökülmüş altın buzağılara, ipek, keten ya da pamuklu ikonlara ve bezden küheylanlara! bunca kurban verdikten sonra, yalnızca Filistin’i değil, dediğim gibi, yeryüzünü iste, sınırlarla bölünmemiş dünyayı, yerin ve göğün tamamını, bütün çocuklar için, bütün yoksullar için! sınırların olmadığı, akıldan, gönülden ve dilden başka silahın, gülden başka merminin kullanılmadığı, yalnızca insanın insanı sömürmediği değil, insanın insanı yönetmediği dünyayı iste! peygamberlerin yaptığını yap, alçak sesle konuş ve güç istemediğini söyle! peygamberlerin yaptığını yap, öleceksen uğruna özgürlüğün, ne kral, ne melik, ne kayser, ne satrap… tanrıdan başka mirasçı bırakma özgürlüğe! çok acı çektin, çok acı çektirdik sana hepimizin sınavı, bu; ama sen başlat bu yolculuğu! sen başlat, insanın önündeki bu en büyük yürüyüşü, zirveye doğru! ve dağı aşmak için, saldırma dağa, dağın çevresini dolaş, çiçek toplaya toplaya! VIII düş, diyecekler, peşinen bilmen iyi olur, hayal diyecekler, ütopya, diyecekler, bütün bunlara. herkesi dinle sonuna kadar, ama dinlediğinle kalma, devam et düş kurmaya. önce alay konusu, sonra köyün delisi, sonra günah keçisi olsan da aldırma, devam et düş kurmaya. düşlerini gece uykuda görenler gündüzün unuturlar onları; düşlerini gündüzün kuranlara gelince, korkulur onlardan**, kendini söküp yeniden yapmasını bilen işte böyleleridir, ve dünyayı değiştirmesini... insanlık, düşlerin iyisini önüne, kötüsünü arkasına alarak yol alıyor düşlerin en büyüğüne, en gerçeğine doğru. herkesin iyiliği için büyük ve yüksek şeyler tasarlayan bir çırak, bir kalfa*** çıkarmak için üflemedi mi kara balçığa, kendi ruhundan, Yüce Sanatçı? üfledi ve iyi düşler göre göre büyüdü, o ilk müteal hücre. büyüdü, bölündü ve bölüne bölüne cennete sığmayacak kadar çoğaldı. çoğaldı ve akıllandı, daha dipsiz düşler için inerken yeryüzüne. IX silah kimin elinde olursa olsun, sonuçta ölümü alıp satanların gücünü artırıyor. yararı yok, bir daha, bir daha denemenin, büyük aklın, arkasında bıraktığı yolları, hurdalığa attığı küçük akılları, çürük hamleleri! en etkili savunma, sözgelimi, saldırmak, der, sorsanız, bir silah tüccarına. ne kadar tutarlı ve ne kadar akıllıca! oysa, napalm ya da atom silahıyla yarışmak sığmayacağına göre, ne insan onuruna, ne yerin hukukuna, ne göğün töresine, silahlardan arınmak değil midir, en insanca savunma ve bu yarışa zorlamak dostu da, düşmanı da? hakikat gibi çıplak, cesur ve samimi olmak yani, hem barışma niyetinde, hem barış çabasında! bu durumda da insan ölebilir, kuşkusuz; ölmek ya da yaşamak… bugün ölmek yahut elli yıl sonra, elbette aynı şey değil, fark var aralarında; ama iki ölüm de aynı hızla unutulabilir, bütünün güzelliğine bir şey katmıyorlarsa eğer, ölümün ve hayatın güzelliğine bir şey katmıyorlarsa eğer. X sonra, şu topluca ağlamalar, dövünmeler, Yusuf, oğlum, intikam yeminleri, düşmanın resmini, büstünü, postunu yakmalar meydanlarda, ya da bayrağını… acını paylaşmak isteyenler, bunları yapmasınlar, diyemem, çok ağır, çünkü, verdiği acı, haklı olmanın yetmemesi çocukların Gazze’de ölmemesi için. taşınması zor ve yakıcı, bu gerçeğin. ve ellerini yakıyor olmalı, onu akıllarıyla değil, elleriyle tutmaya kalkışanların. ve közü tutar tutmaz da, hemen bırakmaları gerekiyor, doğal olarak; onunla bir şeyleri yakmaları sonra tepinmeleri, üzerinde… ve döküp saçmaları gerekiyor, bazen de, içlerinde tutmasını bilseler belki bir fikre, bir çareye dönüştürebilecekleri ateşli duyguları, ateşli tepkileri… yapmasınlar diyemem, acın çok büyük. ama bunlar, haklılığın gücünden çok, senin ve dostlarının çaresizliğini düşündürür düşmana, bence. Ve Gazze bombalarla dövülürken kameralarla, monitörlerle, yanan Gazze’nin ışığında gece piknik yapamaya gelen İsralli sivillerin seyir zevkini artırır bir de. ve sessiz kalmalarını haklılaştırır, vicdanlarına serpecek su arayan daha uzaklardaki seyircilerin. belki daha yakındakilerin de, Yakub’un öteki oğullarının yani, Mısırlı, Ürdünlü, Hicazlı ‘üvey’ kardeşlerinin senin… zafer, düşmanın resmini bulunca, resmini, postunu bulunca, postunu, kendisini bulunca da kendisini yakmak değildir, sanırım, Gazzeli Yusuf, oğlum, zamanın kapısını açmaktır, zafer, zamanın kapısını açmak özgürlüğün ve erdemin önünde, herkes için ama, ayrım yapmadan, düşmanların için de, ve mümkünse onlarla birlikte… düşmanına ölümü değil, hayatı götür; böylece, yenilen düşmanın değil, düşmanlık olsun; kazanan da dostluk olsun, ölüleri dirilten dostluk, ne sen, ne bir başkası... XI bu keder ve umut taşıyan rüzgâr, zeytin ağacının, incir ağacının, iğde ağacının içinden geçip, sana getirsin sesimi! bu keder ve umut taşıyan rüzgâr Gazzeli çocukların ve annelerin korkusuz, tasasız gezindiği has bahçelerin içinden geçip, sana getirsin sesimi! bu rüzgâr, Musa’nın, İsa’nın , Abu Salma’nın, Mahmut Derviş’in Roni’nin, Kafka’nın, Edward Sait’in, yeryüzüne ve gökyüzüne dağılmış Filistinli çocukların içinden geçip, sana getirsin sesimi! bu rüzgâr Sabra ve Şatilla’da katledilen Yakup’un, Yusuf’un ve Bünyamin’in, Auscwitz’te yakılan Yakop’un, Yasef’in, Ve Benjamen’in içinden geçip, sana getirsin sesimi! bu rüzgâr, yalnız Filistinlilerle kalmasın, Serebzenitza’da, uygarlığın gözü önünde binlercesi toprağa gömülen Bosnalıların, Amerika’da kökleri kazınan Kızılderililerin, Küçük Asya’da, yollarda kaybolan Ermenilerin içlerinden geçip, küllerini, tozlarını katillerin, azmettiricilerin, suçu ve delillerini örtüp karartanların yüzlerine, gözlerine savurup sana getirsin sesimi! kitapları karıştırdım, zamanın sayfalarını, yerin ve göğün arşivlerini, ölümün parmak izlerini, tozlu raflarda, bulmak için yerini ve dengini Gazze’de işlenen toplu cinayetlerin. diyemem, rastlamadım, bu kadar vahşisine. sicili çok kabarık çünkü, insanoğlunun, atası Kabil’den beri, kırdığı kırkı geçmiş, defalarca kırıp geçirmiş, kardeşini, komşusunu ya da suç ortağını. ona kendi zayıflığını, sefilliğini ya da alçaklığını hatırlatan herkesi… daha dün, Irak’ta, katledilen bir milyon Yusuf’u unutmadım, unutur muyum hiç! Cezair’de katledilen bir buçuk milyonu da, Balkanlar’da, Vietnam’da, Çeçenistan’da, Hiroşima ve Nagazaki’de olanları unutmadım, unutur muyum hiç, unutulur mu hiç! siyahî Yusufları, renklerin en yusufunu, Malcolm X’in, Martin Luther King’in, Obama’nın atalarını unutur muyum hiç, ( ben unutsam bile, hatırlatır hemen bana, torunum Mehmet Eren, ya da ona vekâleten, annesi ya da babası, onun, Mountain View’deki siyah tenli arkadaşlarını, çekik gözlü arkadaşlarını, buğday tenli arkadaşlarını.) hepsinin içinden geçsin öyleyse, hepsinin içinden, bu deli rüzgâr, Başkan Obama’nın içinden geçmeden gelmesin, sözgelimi, onun kalbinin çevresinde kırk kez dönüp dolaşsın, aklına geçsin sonra ve aklını başına getirsin, Amerika’nın. aklı başına gelince de, üzerinden postunu çıkarıp, MGM aslanının, süt dökmüş kedi gibi üç kere acı acı, ve alçak sesle kükresin Amerika, bütün bu olup bitenler için, insanlık adına ‘özür diliyor’ gibisine… ve rüzgâr, bu filmden, gözlerini silerek çıksın, sana getirsin sesimi kefeni, tabutu, mezarı olmayan kalender ölülerin, benim vatanımdı, senin bayrağındı, ayırmayan, aldırmayan akıllı delilerin, ebedî gezginlerin, sürgünlerin, büyük avarelerin içinden geçip sana getirsin sesimi! küflenmiş kitapların, küflenmiş kafaların müzelerin, mumyaların ve mezarların millerce uzağından geçip, sana getirsin sesimi! sokakta bir yangın, bir facia çıkınca bazen şairler de fırlarlar ya, şu benim yaptığım gibi, pijamayla sokağa, işte bu yaşlı, kaçık şairin yüreğini de terlik ve pijamayla, Gazze sokaklarını gezdirip getiren bu şiirsever rüzgâr, bu aklı başında gözükmeye çalışan, ama gözyaşlarını tutamayan esinti, elini kolunu sallayarak herkesin girip çıkabileceği bu orta halli, kalender, ‘esnaf işi’ şiirin içinden geçip, sana getirsin sesimi, Gazzeli Yusuf, oğlum! EKLER 1 Gazze’de, dünyanın bu en güzel isimli şehrinde sabah erken iş başı yaparken ölüm, burada İstanbul’da, dünyanın bu en yufka yürekli ve sulu göz şehrinde, çarmıhta çivi yarası gibi açılıyor her gün sabahın gözü. ve insanlığın körelen vicdanı gibi kabuk üstüne kabuk bağlıyor her gün akşamın yarası. 2 ölümün, tanklarla, roketlerle, silahlı birliklerle talim yaptığı yerde, asıl hayattır, provasını yapan, daha geniş bir yol, daha uzak bir ufuk açmak için haklıların önünde. 3 tutmak için ağılda, kurt korkusu içinde alt alta, üst üste bir arada kuzularını, Sion tanrısı, başka vahşet kalmayınca yapacak, gün gelecek tutup kendi kuzularını birer birer boğazlayıp yemeye başlayacak bu gidişle ağıl kapısının önünde. ve adına izrael denen o ‘toplama’ kampında, o ağılda tutuvermek uğruna, gün gelecek, kendi gübrelerini yedirtecek onlara. o kuzucuklara acı, Gazzeli Yusuf, oğlum, bilinen, bilinmeyen bütün acıma biçimlerini öğren ve bütün kuzuların Gerçek Sahibi için o kuzucuklara acı! Yakup oğlu Yusuf’un, günahkâr kardeşlerine acıyıp da kanat germesi gibi, mesela, öykülerin en eskisi, en güzeli ol Kıssa-yı Yusuf’ta… 4 bu kul işi, çömez işi risalenin, benzetmek gibi olmasın, hani, Gazzzeli dostum, ‘Fatiha’sı da şu: kağıtları karalım ve dünyayı yeniden paylaşalım, demiyoruz, doğru koymalıyız davayı: ‘herkes, cennetten çalıp çırptığını’, demeyelim de, hadi, ‘emanet aldığını’, diyelim, çıkarıp masaya koysun, varlığın kolu, kanadı, ağzı, burnu, gözü, kaşı, aklı, ruhu, yüreği, özellikle de ciğerleri kimdeyse, çıkarıp yerine koysun… ve hep birlikte, kardeşçe yeniden oturalım, varlığın cömert bir ev sahibi olarak nimetler taşıyıp duracağı sofraya, büyük insanlık şöleni için. * Tağut: Kur’anî bir terim. Azgınlığı, hukuk dışı olanı kural ve sistem olarak dayatan güç ** T.E. Lawrence’in benzer bir sözüne dayanarak *** ‘Halife’ sözcüğünün Türkçeye geçiş biçimi