Fransa’da yaşayan ünlü yazar Nedim Gürsel, yeni romanı Hatırla Barbara’yı ve iç dünyasını anlattı. Daha önce Allah'ın Kızları adlı kitabıyla tüm dikkatleri üzerine çeken yazar Nedim Gürsel, 16 yaşlarındayken Fransız bir denizciyle yaşadığı arkadaşlığı anlatırken “Yıllar sonra bu yakınlığın eşcinsel bir eğilim taşıdığı fikri geldi aklıma” dedi. Nedin Gürsel'in Vatan gazeteinde yayımlanan röportajının tam metni. Fransa’yı, ünlü şair Baudelaire’in, “Orada ne varsa nizam / şehvet, sükun, ihtişam” dizeleriyle tanımlıyorsunuz. Neden şehvet? Bana sorarsanız Fransa’ya en yakışan sözcük budur. Fransız kadınlarından ötürü mü? Sadece onlardan ötürü değil. Yalnızca erkek öğrencilerin okuduğu (o yıllarda), Galatasaray Lisesi’nde okumamla, o yıllarımla da ilgisi var. Çünkü o zamanlar, geceleri yatakhanedeki buz gibi yatağımda büzülür, Notre Dame de Sion’un kızlarını hayal derdim. Onlardan birine aşık olup Paris’e gittiğimi... Sonra Edit Piaf’ın alımlı fahişeleri anlattığı şarkıları... Fahişeleri resmeden Toulouse Lautrec’in tabloları... Bana hep Fransa’yı çağrıştırır. Fransızlar kendilerini ifade ederken cinsellikten çok yararlanır. Mesela Louvre Müzesi’ni gezerken her yerde Bebek İsa, Çarmıhtaki İsa gibi tablolar görürken, Fransa bölümünde birden kadınların göğüsleri açılır. Bu yaklaşım sizi etkiledi mi? Tabii ki etkiledi, etkilemez olur mu! Üstelik Fransa’ya gittiğimde ben 20 yaşındaydım ve o zamanlar İstanbul yine büyük bir kentti ama orada bile cinsel özgürlük sınırlıydı. Kuşağımın pek çok erkeğinde olan bu kısıtlamanın izlerini ben de taşırdım içimde. Bu bastırılmış ortamdan sonra birden Fransa’ya gittiğimde de, kendimi birden cinsel özgürlüğün yaşandığı bir ortamda buldum. Ve 20 yaşındaydım! Yani bir nevî travma geçirdiniz... Travma mıydı bilmiyorum ama çok ilginçti. Mesela Sorbonne Üniversitesi’nin Fransız Edebiyatı bölümündeydim. Sınıfta 27 kız, 3 erkek vardı ve kızlar dünyanın her yerinden geliyordu. “Yoksa cennette miyim?” dediniz mi? Demez miyim! Nedim Bey, sizde otosansür yok mu? Türk yazarlarında bunun çok olduğu söylenir. Mesela her türlü siyasi konuyu çok sert konuşurlar ama iş kendi bedenlerine, ailelerine gelince susarlar, yazmazlar. Sizde ise bu yok. Nasıl oluyor? Fransız toplumu Katolik olduğu için, yazarlarında bir itiraf geleneği vardır. Türk Edebiyatı’nda ise bu çok sınırlı. Hatta tam aksine bizim yazarlarımız başkalarından söz etmeyi, çekiştirmeyi sever. Kendilerine gelince de, egoları o kadar büyüktür ki, günah çıkarma işine hiç girmezler. Utanıyor da olabilirler mi? Ee tabii ki! Bu da böyle bir geleneğin olmamasının sonucu. Ama ben belki Fransız yazarların etkisi altında kaldığım için olsa gerek ki, bunlardan biri de Baudelaire’dir, kitaplarımda fazla gizlemeden, özel hayatımı da anlatabiliyor, yazdıklarımda itiraf yönüne de ağırlık veriyorum. Tıpkı bu kitabınızdaki gibi. Bunlardan biri; Marsilya’da 1969’da, gemiden iner inmez sevgiliniz tarafından terk edilmiş olmanız... Evet bu yüzden Marsilya’yı pek sevmemiştim. Sevgilim beni bir kez olsun öpmeden terk etmişti. Ama bu olaydan bir hafta sonra sizi İstanbul’da öpmüş. Hem de nasıl! Evet, Fransız tarzı denilen türdendi. Başıma ilk kez geliyordu, 18 yaşındaydım. Ne hissettiniz? Hem bir çekinme, hem tiksinme... Çünkü ilk defa karşı cinsle kurduğum bir yakınlıktı ve bu dil, damak işin içine girmişti... Neyse bu bölümü en iyisi kitaptan alıntı yapmakta fayda var. (Alıntı şöyle: Dilini ağzımın içinde yadırgayınca, bu derin öpüşmeye “Fransız tarzı” denildiğini söylemişti. Nasıl da gizemli, istekli ve sıcaktı. Onun sadece ağzımda değil, ergen gövdemde uyandırdığı nemli, kaygan, itici ürpertiyi nice dillere dokunduktan sonra bile unutamadım.) 'İki kadınla aynı anda birlikte oldum'Özel hayatınıza dair bir diğer çarpıcı bilgi de, iki genç kadınla aynı anda birlikte olmuş olmanız. Pardon grup seks mi yaptınız? Tabii, tabii bu grup seks... Tabii o zamanlar öyle bir deyim yoktu. Ee, öyle oldu valla, ne desem ki şimdi (Karşılıklı gülüyoruz). Ama tabii kitapta grup seksi ayrıntılarıyla anlatmıyorum. Sadece iki genç kadınla aynı anda birlikte olduğumu söylüyorum, o kadar. Peki, niye söylüyorsunuz? “Öğleden Sonra Aşk” gibi bir kitabın yazarı olarak istesem ayrıntılara da girerdim. Ama bu kitabın amacı o değildi. Bu bölümde 20 yaşında cinsel açıdan aç bir Türk erkeğinin hazla ve cinsel aşkla olan ilişkisini anlattım. Gelelim kitabın itiraf bölümüne. Diyorsunuz ki; “Hiçbir kızı dudaklarından öpmemiştim ama Brest’li bir gemiciye, galiba âşık olmuştum.” İşte bu, gerçekten bir itiraf. Bir ergen düşünün yatılı okulda okuyor ve hep Fransa’yı hayal ediyor. Sonra birden İstanbul’a Fransız denizciler geliyor. O denizcilerden biriyle tanışıyor, geziyorlar, denizci kadınlara gidiyor. O denizci 20 yaşlarında, ben de sanırım 16 yaşındayım. Aramızda hem bir sırdaşlık, hem de bir yakınlık olmuştu. Yıllar sonra tüm bunları düşündüğümde, bu yakınlığın eşcinsel bir eğilim de taşıdığı fikri geldi aklıma. O yüzden yazdım bunu. Ama yine de bir soru işaretidir bu. Eşcinsel bir deneyiminiz oldu mu? Hayır, benim bir eşcinsel deneyimim olmadı. Ama her insanda biseksüelliğin bastırılmış olarak bulunduğunu söyler psikanalistler. Ben de onların yalancısıyım! Nedim Bey, nasıl bu kadar rahat olabiliyorsunuz? Fransız kültüründe Libertinage yani ‘cinsellik başta olmak üzere özgür yaşam savunusu’ diye bir şey vardır. Bu 18. yüzyılda ortaya çıkmış, cinsel anlamda tabuları yok sayan bir yaklaşımdır. Ben de bu kitabımda, Fransa’yı anlattığım için kendime Libertinage ahlâkı koymaya çalıştım. Tabii kendimden örnekler vererek. 'Orhan Pamuk’la ilginç rastlantılarımız var' Aileniz Orhan Pamuk’un ailesine benzemiyor mu? Sizin de aileniz iyi eğitimli, bir burjuva ailesi, ikinizin abisi iktisatçı. Sizin abiniz Seyfettin Gürsel, onun Şevket Pamuk. İkinizin de kızı var. Ekşisözlük’te biri “Orhan Pamuk’la Nedim Gürsel’in ortak yönleri nedir?” diye sormuş, bir başkası da “İkisinin de abisi iktisatçı” diyerek yanıtlamış. Siz de oradan mı okudunuz? Hayır. Başkalarının da aklına geldiğine göre doğru iz üzerindeyim demek ki! Orhan’ın da benim de abim iktisatçı ve ikimizin de abileri ile arasındaki yaş farkı az. Böyle ilginç bir rastlantımız var. Orhan Bey romanlarında abisiyle arasında bir kıskançlık olduğunu anlatır. Sizin ilişkiniz nasıl? Biz de çekişirdik ama aramızda bir rekabet olmadı. Zaman içinde bir uzaklaşma yaşadık. Oysa başta çok yakındık çünkü ikimiz de Galatasaray Lisesi’nde yatılı okuduk, ikimiz de Fransa’da okuduk, doktora yaptık. Sonra o Türkiye’ye döndü Aramıza bir uzaklık girdi. 'Aydınım, işçilerle kaynaşmadım' Kitapta Yaşar Kemal’den de bahsediyorsunuz. Onunla birlikte Avignon’a gidişinizi ve onun trenden iner inmez “Adana’ya geldik” dediğini... Yaşar Kemal kendi öznel coğrafyasının o kadar etkisindeki başka coğrafyalara kapalı bir yazar. Paris’ten Avignon’a çok güzel bir tren yolculuğu ile gelmiştik. Ben de bu yüzden Fransa manzaralarına kapalı, kendi iç manzaralarına açık bir Yaşar Kemal portresini yazdım. Bir bölümde oradaki Türkleri tabela gibi görüyorsunuz. Aydın kesime dahil olduğum için işçilerle kaynaşmadım. Ama onları, dönerci ve duvar ustası Türkleri, bir tabela olarak görmüyorum. Onlar girişimci Türkler ve onların bu yönlerini vurgulamak istedim. 'Başbakan yargılanan yazar yok dedi. Ben ne oluyorum?'“Allah’ın Kızları” romanınıza geçen Haziran’da TCK’nın 216. maddesince soruşturma açılmış ama takipsizlik kararı verilmişti. Karar şimdi bozuldu ve Mayıs’ta mahkemeye çıkacaksınız. Ne diyorsunuz? Soruşturma açıldığında Fransa’daydım. Türkiye’ye geldim ve ifade verdim. O zaman “Bunun roman olduğunu, beğenmeyenin okumama özgürlüğü olduğunu, teokratik bir ülke değilsek de dini eleştirme özgürlüğümüzün olduğunu, kaldı ki, romanımda radikal bir eleştiri olmadığını” söylemiştim. Ardından takipsizlik geldi. Ancak bu bir mahkeme tarafından bozuldu, yargılanacağım. Birkaç hafta önce Başbakanımız, Çetin Altan’ın ödül töreninde Türkiye’de artık yazarların yargılanma döneminin bittiğini söyledi. Galiba bitmemiş ki, ben yargılanmayı bekliyorum. Size dava açılırken Nazım Hikmet’e de vatandaşlığı iade edildi. Bu bir çelişki mi? Hâlâ mehter yürüyüşüyle, iki adım ileri, bir adım geri giderek Batı’ya yürüyoruz. Karamsar değilim. Artık yazarları rahat bıraksınlar. “Allah’ın Kızları” bir edebiyat yapıtı, roman. Bu romana insanların dinsel değerlerini rencide etmek gibi bir misyon yüklenemez. Ayrıca din de eleştirilebilir. Türkiye, hâlâ şeriat yasalarıyla yönetilen bir ülke izlenimi uyandırmak istemiyorsa, yazarlarını yargılamaktan kaçınmalıdır. Ama hukuki bir süreç başladı. Ben de herkes gibi bağımsız Türk yargısına güveniyorum. 'Cinselliği yazarak annemden intikam alıyor olabilirim'Anneniz sizi, abinizi (Seyfettin Gürsel) ve ölüm döşeğindeki babasını bırakıp, Fransa’ya dil öğrenmeye gitmiş. Bundan ötürü ona kızgın mısınız? Hayır. Babam çok genç yaşta (38) trafik kazasında öldüğü için beni ve abimi annem büyüttü. Ben o sırada 12 yaşındaydım, abim de benden 18 ay büyük... Annem Fransa ve Fransızca aşkına; iki öksüz çocuğunu, dört aylığına olsa, kardeşlerine bırakıp Besançon’a gitmişti. Ama dört aylığına. Yoksa çok iyi bir anneydi. “Ölüm döşeğindeki babasını” da bırakarak... Evet. Sizce kitabın bunları anlattığım kısmından bir kızgınlık çıkıyor mu? Anneyle hesaplaşma gibi bir şey var gibi değil mi? Var tabii. Hatta bu yüzden “Kitaplarınızda cinselliği bu kadar yoğun yazarak annenizden intikam almaya mı çalışıyorsunuz” diye de düşündüm. Olabilir, tabii. Her okur, kitabıma kendi yorumunu getirecektir. Ben bu kitapta özetle şunu yaptım: Gezdiğim mekânlarla ya da karşılaştığım manzaralarla anılarımı eklemledim. Beçanson’a gittiğimde, burası annemin Fransa’da gittiği yer olduğu için ben de bunları hatırladım.