Genç mültecilerle Sur sokaklarında

Diyarbakır'n Sur ilçesinde, İskenderpaşa Mahallesi'ndeyiz. Sokaklar, kadın, genç ve çocuklarla dolu, şen görünüyor. Çatışmaların yaşandığı ve bir yılı aşkın zamandır yasağın devam ettiği mahallelerin eski sakinlerinin büyük bir bölümü başka kentlere ve mahallelere gitmektense, Sur'un bu yakasına taşınmayı tercih etmiş.

Ama onlardan önce ülkelerinden kaçıp gelen Suriyeliler için de bir sığınak olmuş burası.

Sur'un bu yakasını Ruken ve Ahmet adındaki iki gençle dolaşıyoruz.

Toplum Gönüllüleri Vakfı Gençlik Merkezi'inin aktif iki üyesi olan bu gençler, vakfın başlattığı "Genç Mültecileri Destekleme Projesi'nin" saha aracıları. Hem Suriyeli mülteci olmaları hem de Suriyeli mülteciler için başlayan bir projede çalışıyor olmaları onları farklı kılıyor.

Proje kapsamında 10 kişi çalışıyor ama Diyarbakır'daki 18-30 yaş arası genç mültecilere, kadınlara ulaşmak ve vakıf bünyesinde başlayan psikososyal destek, sağlık ve eğitim çalışmalarını yönlendirmek onları görevi. Projenin temel amacı dil sorununu ortadan kaldırmak. Bu kapsamda mülteci gençlere Türkçe, İngilizce kurslar da veriliyor.

Ahmet Halep'ten, Ruken Şam'dan gelmiş. İki gencin hem konuşmasına hem de uyumuna bakınca Suriyeli olduklarına inanmak güç geliyor.

Ahmet, Bağlar, Sur, huzurevlerinde yoğun olarak yaşayan Suriyeli mülteci sayısının Diyarbakır'da 28 bin civarında olduğunu anlatıyor.

Projede kadınlar için nakış-dikiş kursları da düzenleniyor ve kurs hocaları da Suriyeli.

Yine bu kapsamda gençlere yönelik tiyatro, darama atölyelerinin hayata geçtiğini de anlatıyorlar.

Hem Ahmet hem de Ruken bu işi severek yapıyor.

Sur'un dar ara sokaklarında Suriyeli mültecilerin adresini bulmaya çalışırken Diyarbakır'a ne zaman geldiklerini anlatıyorlar.

Ruken Şehmus beş yıldır Türkiye'de. Herhangi bir dil kurusuna gitmeden sosyal çevresinden öğrenmiş Türkçeyi. Akrabaları olduğu için Diyarbakır'a gelmeyi tercih etmişler:

"Şam'dan ayrılmayı hiç istemedim. Anne, baba, iki kardeş geldik. 17 yaşındaydım. Tüm hayatım, okulum, arkadaşlarım, odam, yatağım her şeyim Şam'da kaldı. Avrupa'ya gitmeyi hiç düşünmedik, zaten savaş bu kadar şiddetlenmezse Şam'dan da çıkmayı düşünmüyorduk. Suriye'ye dönmeyi çok isterdim ama orda artık hiçbir şey eskisi gibi değil, herkes bir yana dağıldı. Burada yeni bir hayat kurduk. Türkiye'de işini kurup yeni bir hayata başlayanlar geri dönmek istemiyor ama tutunamayanlar 'burası memleketimiz gibi değil' diyerek hep geri dönmek istiyor."

Hem Ahmet hem de Ruken, haftanın dört günü sokaklarda, Suriyeli mültecilere ulaşmaya çalışıyorlar. Türkçe, Kürtçe, Arapçayı çok iyi konuşuyor ve insanlarla iletişimleri de çok iyi. Bu özellikleri neden saha görevlisi olarak tercih edildiklerini kanıtlıyor.

"Suriyeliler nerdeyse biz oradayız" diyen Ruken, mülteciler için en büyük problemin sağlık hizmetlerine ulaşmak olduğunu vurguluyor.

"Bu yüzden hemşire ve psikologlarımız sahada mültecilere danışmanlık yapıyorlar. Mültecilerin hastalığı ve kullandıkları ilaçlar varsa kayıt altına alınıyor" diye ekliyor.

Ahmet Mela da, Halep Üniversitesi Hukuk Fakültesi 4. sınıfta okurken savaşın şiddetlenmesi üzerine Suriye'yi terk etmek zorunda kalmış. Önce Batman'a sonra da Diyarbakır'a yerleşiyorlar. Halep'te babasının tekstil üzerine bir fabrikasının olduğunu anlatıyor.

"Benim de kendime ait bir elektronik dükkânım vardı, ama şimdi her şey geride kaldı. Hiçbir şeyi alamadık. Sadece canımızı kurtardık. Ben Halep'teyken de hep bir gün Diyarbakır'a gelmeyi çok istiyordum. Rodi adında bir arkadaşım Türkiye'de üniversiteye gidebileceğimizi söyleyince Ankara ve Marmara Hukuk'a bile gidebilecekken, Diyarbakır'da kalmayı tercih ettim. Burayı çok seviyorum ve okuldan sonra da Diyarbakır'da kalmaya devam edeceğim" diyor.

İskenderpaşa Mahalle muhtarını ziyaret edip projeyi anlatıyorlar. Muhtar da Suriyeli aileleri bulma konusunda yardımcı oluyor. Gençlere üç ailenin adresini veriyor. Biraz sonra İskenderpaşa mahallesinin sokaklarını keşfe çıkıyoruz.

Sur'un yasaklı ve artık olmayan mahallelerinde daha çok iki katlı evlerden, dar sokaklardan oluşurken, Melikahmet ve İskenderpaşa'da mimari yapı yüksek katlı apartmanlara ve güneş görmeyen sokaklara bırakıyor yerini. Bu labirent gibi dar, uzun sokaklarda adresleri bulmak zor.

Adreslerden biri bir çıkmaz sokakta. Sokak tabelaları da yardımcı olmuyor. Ahmet ve bir bakkalın önünde sigara içen iki gence çıkmazı soruyor. Gençlerden biri yolu tarif etmeye çalışıyor ama adresi bilmediği her halinden belli. Biraz ilerde duran iki genç ise onun yol tarifini izleyip gülmeye başlıyorlar.

"Abi, siz ikinci çıkmazı soruyorsunuz ama o zaten şimdi onuncu çıkmazda, kafası hoş. Görmüyorsunuz?" diye gülüp geçiyorlar.

Biraz sonra bir başka sokakta farklı gençlere soruyoruz. İlerde takım kıyafetiyle beliren bir adamı işaret edip "Kaymakam bilir" diyerek gelen adamı işaret ediyorlar. Genç adam arkadaşlarına kızarak" İyi ki takım elbise giydim, ne kaymakamlığım kaldı ne de valiliğim, benimle kafa buluyorlar" diyerek uzaklaşıyor.

Ahmet "En iyisini çocuklar bilir" diyerek bu sefer sokakta oynayan çocuklara adresi soruyor.

Fotoğraf çektiğimizi görünce çocuklardan biri Rabia işareti yapıyor. Arkadaşı ona kızarak "Oğlum biz Kürdüz, sen o işareti niye yaptın" diye çıkışıyor. Üçüncü adres tarifi de başarısızlıkla sonuçlanınca iş başa düşüyor. Neyse ki çok geçmeden adresin olduğu çıkmaz sokağı buluyoruz.

Ahmet, mülteci ailelerin maddi beklentilerinin daha fazla olduğunu anlatıyor.

"Maalesef projemiz kurslarla sınırlı. Keşke daha fazla yardım edebilsek ama zor. Buraya ilk geldiğimizde hepimiz çok zorlandık. Mültecilerin yaşadığı zorluğu en iyi o zorluklardan geçenler anlar, bu yüzden bu projede yer aldık" diyor.

Aileleri görünce kimin neye ihtiyacı olduğunu hemen anladıklarını belirtiyor.

"Mesela çingeneler var, onlar salt maddi beklenti içindeler. Çoğunluğu da dilencilik yapıyor maalesef. Böylesi ailelere projeyi anlatıp bilgilendirme kartları veriyoruz ama maddi yardımı kapsamadığı için ilgilerini de pek çekmiyor. Ama bazı aileler de çok ilgileniyor, bu sayede sosyal ilişkiler geliştiriyorlar" diyor.

Adresi zor bulduğumuz evin avlusuna giriyoruz. Suriyeli aile alt katta yaşıyor. Üst katın balkonunda SODES'in 'Sur'ların bağrında güller açıyor' pankartı dikkati çekiyor. Proje kapsamında mahalledeki kadınlara ve genç kızlara kuran kursu eğitimi veriliyormuş.

Kapıda, elinde ekmekle evin sahibi yaşlı adamla karşılaşıyoruz. Ahmet, Arapça selam vererek kendini tanıtıyor, yaşlı adam şaşkın ve ürkek bakışlarla içeriye buyur ediyor bizi.

Şam'da terzi olan Adı Fadıl Muhammed, dokuz nüfuslu ailesiyle altı yıl önce Şam'dan Diyarbakır'a gelmiş. Sur'daki çatışmalardan önce burada da bir terzi dükkânı açmış, iyi kötü geçinebiliyormuş ama çatışmalar şiddetlenince makinesini satıp dokuz nüfusla İstanbul'a göçmüş. Bir buçuk yıl kaldıktan sonra zor hayat koşulları yüzünden Diyarbakır'a geri dönmüşler.

Fadıl Muhammed ve Nebiha Abdullah'ın beş kızı, iki oğlu var. Büyük oğulları İstanbul'da çalışıyor. Hem zihinsel hem fiziksel engelli küçük oğlu Rafet ise 22 yaşında.

Evin her tarafından yoksulluk akıyor. Oturma odasına buyur ediliyoruz. Odada televizyonda Arapça bir kanal açık. Hemen karşısında yanan sobaya odun atıyor Nebiha.

Yerde yatan 22 yaşındaki zihinsel ve fiziksel engelli Rafet'in ağlama ve çığlık sesleri, hem televizyonun sesini bastırıyor hem de sobadaki ateşin. Evin yoksul hali, Rafet'in durumu ve Fadıl'ın Rafet'i kucağına alarak öpüp onu sakinleştirmeye çalışması hepimizi çok etkiliyor. Bir süre sadece susup izliyoruz.

"Burada insanlar daha duyarlı, şefkatli ve yardımsever. Diyarbakır'a ilk geldiğimizde tek parça eşyamız yoktu, sağ olsun komşular, belediyeler yardım etti. Ama şimdi buradakiler yardıma muhtaç hale geldi" diye anlatıyor Nebiha.

Rafet için çıkarılan engelli raporunu gösteriyor Fadıl. Gençler, bu raporla ücretsiz bez alabileceklerini anlatıyorlar. Ahmet bu konuda yardım edebileceğini söylemesi yaşlı karı kocayı sevindiriyor.

Nebiha sobanın üzerinde demlediği çaydan ikram ediyor. Uzun zamandan sonra ilk defa birilerinin kapılarını çalıp ziyarete geldiğini anlatıyor.

"Şam dünyanın en güzel şehirlerinden biriydi, çok mutluyduk orda" diyen Nebiha, sigarasından derin bir nefes çekerek Ruken ile Şam'ı konuşuyorlar. Projeden ziyade Şam anılarını konuşacağı bir insanla karşılaşmak onu mutlu ediyor.

Ahmet ve Ruken, projeyi anlatıyorlar. Her ikisinin de mülteci olması ve böyle bir projeye aracılık yapması aileye güven veriyor. Fadıl ve Nebiha hem projeden hem de bu gençlerden hoşlanıyorlar. Odaya gelmeye çekinen evin üç kızını ikna etmek de onlara kalıyor.

Evin büyük kızı Nur 25 yaşında. İstanbul'da bir firmada günde 16 saate çok düşük ücrete, kötü şartlarda çalışmış. Bedeni ağır çalışma koşullarını kaldırmamış, zatürre olmuş. Ölümlerden dönmüş. Bir buçuk yıl kaldıkları İstanbul'dan birkaç ay önce dönüş yapmışlar. Şu aralar çalışmıyor bu yüzden bu proje onun da ilgisini çekiyor.

Ruken, kendi durumunu anlatıyor. Gelmeden önce hiç dil bilmediğini söylüyor, genç kıza cesaret veriyor.

Nur "En büyük sorumuz dil engeli, bu yüzden insanlar iletişim kuramıyoruz. Sürekli evdeyiz. Yol yordam da bilmiyoruz, şimdiye kadar hiç kimse kapımızı çalmamıştı" diyerek vakfın kurslarına başvuracağını söylüyor.

Çay ikramı ve proje tanıtımından sonra aile ile vedalaşıyoruz.

28 bin Suriyeli mültecinin olduğu Diyarbakır'da "Önümüzde daha çok uzun yollar var" diyen Ahmet ve Ruken'i Sur'un dar, uzun sokaklarında Suriyeli genç mültecilere ulaşma istekleri ve çabalarıyla bırakıp oradan ayrılıyoruz.