Hazal Özvarış
"Türküğü aşağıladığı" iddiasıyla 2004 yılında hakkında açılan soruşturma ve davadan itibaren hedef gösterilen Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink,19 Ocak 2007'de öldürüldü. Cinayetin ardından ortaya konan açık delillere rağmen çok sayıda kamu görevlisi hakkında soruşturma bile açılmadı, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki yargılama da, 17 Ocak 2012'de, Dink cinayeti organizasyonunda bir "örgüt" bulamadan sonuçlandı!
Yargıtay 9. Ceza Dairesi'nin, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi'nce verilen kararı bozması üzerine Dink cinayeti davası yarın yeniden görülmeye başlanacak.
Peki Hrant Dink kimdi, neden ve nasıl suçlandı, kimler tarafından hedef gösterildi, cinayetin ardında varlığı belli hangi odaklar ve kişiler açıkça korundu?
Hrant Dink'in dostu ve avukatı olan, cinayetten sonra Dink ailesinin avukatlığını da üstlenen Fethiye Çetin; bu sorulara adeta "alternatif iddianame" denilebilecek bir kitapla çarpıcı yanıtlar veriyor:
Utanç Duyuyorum - Hrant Dink Cinayetinin Yargısı
Milliyet gazetesi 9 Eylül Pazartesi günü "Kriptodaki infaz emri" manşetiyle yayımlandı. Musa Kesler'in imzasıyla yayımlanan habere göre, Milli İstihbarat Teşkilatı'nda MİT) kriptografi uzmanı olarak çalışan Ramazan Dündar, 19 0cak 2007'de öldürülen Hrant Dink'in infaz emrinin MİT'ten kiril alfabesiyle kriptolanarak verildiğini iddia ediyordu. MİT'in infaz emriyle suçlandığı, ancak suçlamayı reddettiği diğer isim Savaş Buldan'dı.
Habere dayanak olan bilgi ve MİT antetli kopya doküman Fethiye Çetin'in geçen hafta Metis Yayınları'ndan çıkan "Utanç Duyuyorum!" kitabından alınmıştı.
Ergenekon davası klasörlerinden MİT'in TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu'na gönderdiği ihbar mektuplarına kadar kadar pek çok belgeyi titizlikle okuyan Çetin, kitabında bu belgelerdeki içeriklerin Dink cinayetiyle bağlantılarını açığa çıkarmanın yanı sıra gölgede kalmış notları ve konuşmaları da kayda düşürüyor.
Bir örnek:
Eski adı Özel Harp Dairesi olan Özel Kuvvetler'in komutanlığını yapmış olan Hasan Kundakçı'nın kurucuları arasında olduğu Vatansever Kuvvetler Güç Birliği Derneği'nin Konya Şube Başkanı Vehbi Şanlı ile Yüzbaşı Nejat Mete'nin 20 Ocak 2007'de, yani Hrant Dink öldürüldükten bir gün sonra yaptıkları telefon görüşmesinden:
Mete: Bizim arkadaşların işi mi dün zıbartılan adam?
Şanlı: Bizim arkadaşlar.
(…)
Mete: Elleri dert görmesin.
Bir başka örnek, Ergenekon davasında yargılanan ancak örgüt işleyişini aktardığı için tahliye edilen akademisyen Ümit Sayın ile CNNTürk'teki "Suç ve Delil" programıyla da bilinen eski İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü Müdürü Prof. Sevil Atasoy konuşmasından:
Ümit Sayın: Hrant Dink bizim savaştığımız adam, o yazıyı bana yollayın. Grup izindeymiş önümüzdeki hafta devrederler.
Sevil Atasoy: İyi.
(…)
Ümit Sayın: Hur. Tolon bence action için en doğru adres.
Bir başka Özel Kuvvetler Komutanlığı mensubu Binbaşı Ogan Türkmen de, Ergenekon iddianamesine geçen kayıtlı konuşmasında Ümit Sayın'a, "Bu arada Hrant'ı beraat ettirecekler herhalde" diye hayıflanıyor.
Sözü daha fazla uzatmayalım ve suikast öncesi ile sonrasını iki ana bölümde irdelemeden önce kitabına "Artık Yasımı Tutacağım" arabaşlığı ile başlayan bu dikkatli hukukçuya, Fethiye Çetin'e bırakalım:
- Emniyetten Muharebe Arama Komutanlığı’na (MAK), MİT’ten yargıya, Bağımsız Türkiye Partisi Kurucusu ve Genel Başkanı Haydar Baş'tan Yeni Hayat dergisine kadar pek çok noktaya değen bir cinayet ve yargı kaydı oluşturduğunuz kitabınızda İstanbul Barosu’na dair düştüğünüz notla başlayalım. Avukat sıfatıyla duruşmada yer alan Kemal Kerinçsiz ve ekibinin sizlere yönelik attığı "şerefsizler” benzeri hareketler ardından, salonun arka tarafından kalemler, çakmaklar atılıyor ve can güvenliğiniz tehlikeye girdiği için Hrant Dink ve sizler polis yardımıyla adliyeden çıkarılıyorsunuz. Basın saldırganlar için “protestocu” ifadesini kullanmayı tercih ederken sizin soruşturma açmasını istediğiniz İstanbul Barosu harekete geçmiyor. Kitabınızda “Bazı arkadaşlarımız baroyu göreve davet ettiler ama ne yazık ki İstanbul Barosu'nun yöneticileri bütün bu yaşananlar karşısında sessiz kaldı, sessizliği ile bir bakıma bu rezalete onay verdi” diyorsunuz. Baronun seyirci kalma tavrını neye bağlıyorsunuz?
Gazeteciler sorduğunda avukat Engin Cirmen ve ben, “Baro'nun bir biçimde bu olaya müdahil olması lazım ve adil yargılanma hakkını savunması ve koruması lazım" dedik. Bu arada bazı arkadaşlar yönetimle daha direkt konuştular. Buna rağmen hiçbir önlem alınmadı ve ilgilenilmedi. İstanbul Barosu yönetimi, biliyorsunuz şu anda Ergenekon davasıyla çok yakından ilgili ve adil yargılama hakkını tarihinde hiç olmadığı biçimde savunuyor. Umarım ki adil yargılanma hakkı dahil olmak üzere hakların savunulması bakımından İstanbul Barosu başkanı ve yönetimi, bundan böyle davalar arasında herhangi bir ayrım yapmaksızın daha tutarlı ve kararlı tutum alır. Ancak şu aşamada çok da ümitli değilim, çünkü aynı baro başkanı, diğer davalarda aynı hassasiyeti göstermiyor. Örneğin Hrant Dink cinayeti davası, Pınar Selek davası, baro başkanının ilgisinden nasibini alamıyor, bu davalardaki hak ihlalleri ile ilgilenilmiyor, bu davaların duruşmalarına gözlemci gönderilmiyor. Bu durum, baro başkanının hakların savunulması konusundaki samimiyetini sorgulamama yol açıyor.
- Dink’e “Ermenistan’la tanışmak” başlıklı yazısı için verilen mahkûmiyeti onayan Yargıtay Ceza Daireleri Genel Kurulu’nda bulunan bir hâkim sizin “Karar neden verildi” sorunuzu şöyle yanıtlıyor: “Ermeni olduğu için…” Baro için de mi “her şey bir yana Ermeni”ydi Hrant Dink?
Kendini ulusalcı solcu olarak tanımlayan ve bu kimliğiyle övünen bir baro başkanımız var, yani milliyetçi olmakla övünen. Solculukla milliyetçiliğin bağdaşmaması bir yana, insan hakları hukukunu savunan ve bunu özümseyen hukukçu kimliğiyle de milliyetçiliğin bağdaşmadığını düşünüyorum. Çünkü hukuk, insan hakları hukuku evrenseldir.
- Ümit Kocasakal...
İstanbul Barosu Başkanı, azınlıklara karşı çok mesafeli. Oysa hukukçuluk öyle bir şeydir ki, her türlü ayrımcılıktan arınmayı gerektirir. Pek çok olay nedeniyle de biliyorum, ayrıncılıktan ve önyargılarından arınamıyor şu andaki başkan. Bu nedenle, Hukukçu kimliğini yeterince benimsemiş ve özümsemiş olduğunu düşünmüyorum. Azınlıklara karşı önyargı ile hareket ettiğini düşünüyorum.
- Öncesinde İnsan Hakları Yürütme Kurulu üyeliği ve Azınlık Hakları Çalışma Grubu sözcülüğü yaptığınız bir kurumdan da bahsediyorsunuz.
Yönetim değişince yapamadım. Yani İstanbul Barosu yönetimine kendilerini ulusalcı solcu olarak niteleyen grup seçildikten sonra.
- Neden?
Yönetim değişince önce Azınlık Hakları Çalışma Grubu'nu kaldırdılar. Ayrıca başka bir örnek var; Paris Barosu'ndan bir grup avukat Hrant Dink davasını izlemek üzere duruşmalara geliyordu. Paris Barosu Başkanı, İstanbul Barosu Başkanı'na bir mektup yazdı, Paris ile İstanbul barolarının geçmişte de insan hakları hukukunu ve savunmayı savunmak için işbirliği yaptıklarını, dayanıştıkları örnekleri de hatırlatarak “Şimdi de Hrant Dink cinayeti davasında gözlemci olmaları ve dayanışma için baromuzu temsilen arkadaşlarımızı gönderiyorum ” dedi. Barolar arasında bu tür yazışmalar olur, nezaket gereği o heyet kabul edilir, gelen heyet, temsil ettiği baro başkanının mesajını da sunar. Ne yazık ki İstanbul Barosu yönetimi, Paris Barosu’nu temsilen gelen heyeti kabul etmedi. Neden biliyor musunuz? Çünkü içlerinde Ermeni avukat vardı! Ermeni Avukatlar Birliği üyesi bir Ermeni avukat! Bu nedenle görüşmeyi dahi kabul etmediler. Bu olay nedeniyle Paris Barosu avukatlarının ve başkanının şaşkınlığını size anlatabilmem mümkün değil. İşte bu nedenlerle ben, “baro başkanı için önyargılarından arınmış, evrensel hukuku ve hukukçuluğu özümsemiş” diyemiyorum.
- Birçok kişi bu tavrı ayrımcı, hatta ırkçı olarak yorumlardı.
Kuşkusuz. Ama ben bu şekilde ifade etmeyi daha uygun buluyorum. “Saf Türk soyu olmayanların bu ülkede tek hakkı köle olma hakkı” diyen eski Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt adına ödül veren bir kurum zaten.
- “Utanç duyuyorum!”dan bir başka alıntı: Hâkim Hakkı Yalçınkaya, Kemal Kerinçsiz'le telefonda görüşürken şu sözleri sarf ediyor: "Vatan hainliğinin bir engeli varsa o da Kemal Abi'mizdir", “Emrin var mı abi?..”
Evet ama orada vahim olan da şu: Hakim tarafsızlığı bakımından Hâkimler önlerine gelecek dosyalarla ilgili öncesinde herhangi bir görüş bildiriminde bulunamazlar. Eğer yapmışlarsa o davadan çekilmeleri lazım. Bu hakim, basın davalarına bakıyor. Ama Taner Akçam’a dair basın savcısına yapılan şikâyeti takip ediyor ve diyor ki "İtiraz da ettik!" Düşünün, itirazı kabul edilse, dava açılsa bu hâkim o davaya bakacak. İşin vahameti burada. Yani şikayetçi gibi şikayet dilekçesini takip edecek, takipsizlik verildiği için itiraz edecek, sonra da o davada tarafsız hakim sıfatı ile cüppesini giyip duruşma yaparak karar verecek. Bu bir skandal ve bir hâkimin meslek hayatına son verecek bir gelişme.
- Görüşmeler açığa çıktıktan sonra Yalçınkaya hakkında bir soruşturma açıldı mı?
Biz HSYK'ya başvurduk, ama buradan bir sonuç alamadık.
- Gerekçe neydi?
Doğru dürüst bir gerekçe gösterilmedi, itiraz ettik, o da reddedildi.
- “Genelkurmay’ın Hrant Dink’i işaret eden açıklamasından sonra başlayan saldırıların kimi internet sitelerinde ve bazı gazetelerde devam ettiğini ve bu saldırının başını çeken iki isimden birinin Emin Çölaşan (Hürriyet), diğerinin Deniz Som (Cumhuriyet) olduğunu” söylüyorsunuz. Süreçte bu iki isim sizlerden özür diledi mi?
Hayır, Deniz Som zaten vefat etti, ama ne özür, ne de özeleştiri anlamına gelebilecek bir yazı hatırlamıyorum.
- İhale sadece bu iki isme kalmasın. Prof. Yasemin İnceoğlu ve Ceren Sözeri'nin Türk medyasının Hrant Dink'i nasıl öldürdüğünü isim ve yazılarıyla, gazete ve başlıklarıyla listeleyen bir çalışma yaptı. Bu listeden herhangi bir isim veya kurum da mı size geri dönüş yapmadı?
Ben hatırlamıyorum, geldiyse de ben bilmiyorum.
- Bunun size verdiği his ne?
Demek ki yanlışlıkla yapılmadı bunlar. Sanırım önyargılar hâlâ devam ediyor. İnsan yanılabilir, bir sürü hata yapabilir, hatalı değerlendirebilir, hatasını fark ettiğinde özeleştiri yapabilir ya da en azından üzgün olduğuna dair bir davranışta bulunabilir. Ama olmadı, dolayısıyla ben bu önyargıların devam ettiğini düşünüyorum.
- Çizdiğiniz tabloda basında özeleştiri yok, Kerinçsiz'e "emrin var mı" diyen hâkime soruşturma yok, davaya müdahil olan bir baro yok... Hrant Dink cinayeti için atılmayan adımlar sizce yeni cinayetler için de kapıyı açık bırakıyor mu?
Genişletelim; kamu görevlilerinin cinayete dahli, kamu görevlilerinin sanıklarla ilişkileri, bütün cinayet planlarına önlem almamaları, sanıklara neredeyse bazı konularda yardımcı olmaları, sanıkların telefon görüşmelerinin silinmesi... Bütün bunları düşündüğünüzde bir tane polis yargılandı mı? Hayır. Bu kamu görevlilerini cesaretlendiriyor, çünkü cezasızlık kuralı işliyor, kamu görevlilerine kimse dokunamıyor. O yüzden de bu son günlerde yaşadıklarımıza bakın. Eskişehir'de Ali İsmail Korkmaz’ı linç ederek öldüren emniyet görevlisi bu pervasızlığı nereden alıyor? Geçmişteki eylemlerinden dolayı güvenlik güçleri yargı önüne çıkarılıp ceza alsa idi bugün böyle mi davranırdı o polis? Her şeyden önce cezasızlığın önüne geçmek lazım. Sizin de haklı olarak ifade ettiğiniz gibi hesabı sorulmamış her cinayet yenilerinin kapısını aralıyor, her suç yenilerini tetikliyor.
- Hrant Dink cinayeti ve bu sene yaşanan Samatya cinayetleri Türkiye'deki Ermeniler arasında korunma, kendini sakınma eğilimlerinin artmasına sebep oldu mu? Hrant'lar Fırat oldu mu? Gözlemleriniz nedir?
Ermeni toplumu görünmeden yaşadı bu ülkede, görünür olmaktan hep çekindi, anneler babalar çocuklarını hep bu konuda uyardılar. Fakat bir gün bir adam çıktı ortaya, görünür olmakla kalmadı, bu ülkenin hemen bütün sorunları hakkında konuştu ve çözüm yolları önerdi. Ermenilerin birçoğu Hrant’ı kaygıyla ama hayranlıkla izliyorlardı. Hrant öldürüldüğünde Ermeni topluluğunda çok daha büyük bir korku yaratacağı düşünülmüştü belki. Ama o andan itibaren o kadar genç Ermeni çıktı ki ortaya… Birçoğu daha önce tanımadığım, " mücadeleye devam" dedi.
- "Aksine, Fıratlar Hrant oldu" diyorsunuz.
Evet, öne çıktılar ve bu çocuklar Ermeni olduklarını açık açık söyleyerek bunları yaptılar. O yüzden bu cinayet, cinayeti işleyenlerin muradının aksi bir yola girdi. Toplum merak etmeye başladı, Ermenileri merak etti, 1915'i merak etmeye başladı. O yüzden dediğiniz gibi, Fıratlar değil Hrantlar çoğaldı, üstelik sadece Ermeni toplumunda değil.
- Yine de Agos'un girişinde göz alıcı bir güvenlik kapısı duruyor.
Hrant'tan önce öyle bir şey yoktu. Orada kamera filan da var ve bu çok acı. O yüzden Arat Dink bir konuşmasında “Buradaki camı çerçeveyi indirmek istiyorum" demişti. Ne yazık ki bu cam çerçeve var, çünkü Hrant'ın ölümünden sonra bir süre Agos'a saldırılar devam etti. Mektuplar bırakıldı aşağıya, e-mailler geldi. Bir süre sürekli bir tehdit altında kaldı Agos.
- "Hrant Dink cinayetiyle kalbine gidilebilir" dediğiniz Ergenekon'un ilk savcısı Zekeriya Öz'e dair de notlar var kitapta. Alternatif Ogün Samast'lar aranırken Hrant Dink'i öldürmesi için F.D.'ye teklif götürülmesine ilişkin iddiaların Öz'ün ajandasında kaldığını yazıyorsunuz. Öz’e dair sorulara geçmeden önce soralım: Bu ihbarın sahibi, “F.D.'yi ikna için isminin kısaltması N.G. olan bir gazeteci de çalıştı” diyor. Sizin bu ihbara itibarınız ne safhada? Bir gazeteci Hrant Dink cinayetine karışmış olabilir mi?
Bir dönem emniyette yardımcı istihbarat elemanı olarak çalışmış biri bu ihbarda bulunuyor. Bu ihbar dosyaya girmediği için doğrulatamadık. Eğer dosyaya girmiş olsaydı, isimleri açık da yazardım, ama doğrulanmış bir şey yok. Bu yüzden spekülasyon olur öyle düşünerek isimleri kapattım. Ben sadece bu ihbarın üzerine gidilmediğini eleştirmek için yazdım.
- Sizce savcı Öz, davanın üzerine samimiyetle gitti mi?
Ben savcı Öz'ün üzerine gitmeye çalıştığını ve böyle bir niyetinin olduğunu düşünüyorum.
- Bu durumda Öz'ün de engellendiğini mi düşünüyorsunuz?
Evet. Savcı Öz'e istediği bilgiler verilmedi ve büyük olasılıkla da siyasi irade tarafından bu yol açılmadı.
- Erdoğan'ın "Ben bu davanın savcısıyım" dediği Ergenekon davasının gerçek savcısı Zekeriya Öz neden AKP tarafından engellensin?
Şöyle; Zekeriya Bey birkaç kez sordu, hatırlattı, o sırada ortalıkta dolaşan şema hakkında da bilgi istedi, birkaç kez yazdı. Bir çabası vardı, fakat gördüğüm kadarıyla bu tür davalarda siyasi irade savcıların önünü açmadıkça, devletin derinliğine giden yoldaki, Başbakan'ın deyimiyle "dehlizler"deki delilleri çıkarmadıkça savcılar ilerleyemiyorlar. Zekeriya Öz'e Ergenekon davasında bir yere kadar bu yolu açtılar, fakat sonra kapattılar. Çünkü Ergenekon dosyasını, iddianamesini, mütalaasını ve kararlarını "hükümete karşı darbe teşebbüsü" ile sınırladılar. Eylemler üzerine odaklanmadılar ya da eylemleri araştırmadılar.
- Kafa karıştıran nokta şu; Zekeriya Öz'e bilgi akışını sınırlandırdığı söylediğiniz mecranın Hrant Dink cinayeti için "Bu cinayet aslında bize karşı işlenmiş bir cinayettir" diyen, Ergenekon davasını kendisini taraf ilan ederek savunan Erdoğan'ın başında olduğu siyasi irade olması. Sizce birden çok AKP mi var?
Savcı değilim, savcıların sahip olduğu yetkilere sahip değilim ama kafamı kurcalayan birtakım sorular sorabilir, bazı iddialarda bulunabilirim. O tarihlerde AKP hükümetinin elinde Hrant Dink cinayeti dahil olmak üzere birçok eylemin bilgisi olduğunu düşünüyorum. AKP hükümette ancak o tarihlerde henüz tam anlamıyla muktedir değil. AKP’nin iktidarını sağlamlaştırması, rakiplerinin tasfiyesine bağlı. Ve burada da yeni bir soruyla yola çıkıyorum; Ergenekon davası, bir mutabakat ürünü mü? Ergenekon davasında yargılanan kişilerin tasfiyesini konu alan bir mutabakat mi bu? Mutabakata göre, eylemler üzerine gidilmeyecek, ancak birtakım kişiler darbe teşebbüsü ile yargılanacak, ceza alacak ve böylece bu ekip tasfiye mi edilecek? Sanki bu gerçekleştirildi. Bir kısım sanıklar ağır cezalar aldı. Veli Küçükler, Muzaffer Tekinlere olduğu gibi… Yani bu ekibi alt edebilmek için bir pazarlık yürütüldüğünü ve bu pazarlıkta Hrant Dink cinayeti dahil olmak üzere pek çok eylem dosyasının masaya konduğunu düşünüyorum. Sonuçta, Ergenekon davasının çerçevesi de darbe teşebbüsü ile sınırlandı, eylemler soruşturma dışında bırakıldı. Sınır burada tutulunca, eylemlere ilişkin deliller savcılara gönderilmedi. Eylemler araştırılsaydı hem Ergenekon sanıklarından bazılarının Hrant Dink cinayetinde aktif rol aldığı görülecek, hem de buradan Ergenekon üstündeki ve derinindeki yapıya ulaşılacaktı. Bu yapılmadı.
- “Mutabakat mı var” sorunuzu bir adım daha öteye götürerek mutabakatın yapıldığı zamana dair de şu şüpheyi paylaşıyorsunuz: "Dolmabahçe buluşmasında Dink cinayeti dosyası pazarlık konusu mu oldu?" Neden Dolmabahçe?
Bakın, Dolmabahçe buluşması ne zaman yapıldı? 2007 Mayıs'ında. Hrant Dink cinayeti ne zaman oldu? 2007 Ocak'ında. Ergenekon soruşturması da Dolmabahçe görüşmesinden hemen sonra başladı. Bir ihbarla Ümraniye'deki el bombaları bulundu. İşte bu tarihten başlayarak acaba Dolmabahçe görüşmesinde bir uzlaşmaya varıldı ve bu uzlaşmada Hrant Dink dosyası pazarlık malzemesi olarak kullanılıp Hrant Dink dosyası iktidar savaşına feda mı edildi diye hep düşünüyordum. 2012 yılının Aralık ayında MİT’in, TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu'na gönderdiği dosya ve bu dosya içeriği, bu konudaki iddiamı biraz daha güçlendirdi. Bu dosyada, Özel Harp Dairesi'nden bir subayın anlatımlarına yer verildiği gibi isim listelerine, krokilere ve bazı belgelere de yer verilmişti. Bu dosyada, (Yaşar) Büyükanıt'ın Genelkurmay Başkanı olduğu dönemde Özel Harp Dairesi'ne bağlı Seferberlik Tetkik Kurulu'nun şube sayısının arttırıldığı, görev tanımının genişletildiği, asıl görevinden ziyade ülke içindeki muhaliflere yönelik faaliyetlere izin verildiği, "iç tehdit" belirleme yetkisi ile belirlenen hedeflere karşı mücadele yetkisi verildiği yazılıydı. Bunlar, Meclis'e gönderilen dosya içindeki ihbarda açık bir biçimde dile getiriliyordu. Çok vahim iddialardı. Hatta Büyükanıt'ın Özel Harp Dairesi'ne bağlı sivillere, yani Beyaz Kuvvetler'e verdiği not bile vardı. Gazeteler de yazdı.
Mayıs'ta görüşmeyi kiminle yaptı Erdoğan? Büyükanıt'la. Ve hemen o görüşmenin ardından Ergenekon soruşturması başladı. Büyükanıt’tan sonraki Genelkurmay başkanı İlker Başbuğ Ergenekon davası nedeniyle tutuklandı ve henüz kesinleşmiş değil, ama çok ağır bir cezaya çarptırıldı. Ama Büyükanıt'a kimse dokunmadı. Elde bunca bilgi ve iddia olmasına rağmen niye Büyükanıt’a dokunulmadı? İşte bu nedenle önceki sorumu şimdi biraz daha kuvvetli biçimde soruyorum. Acaba, diyorum, Dolmabahçe buluşması için, bir mutabakat toplantısı mıydı bu?
- Bu akıl yürütmede takasın “Büyükanıt” kısmına sicilden silinecek e-muhtıra ve Hrant Dink dosyasını, karşı kısmına da Ergenekon kanıtlarını mı koyuyorsunuz?
Evet ve Özel Kuvvetler'e dair Meclis'e gönderilen bilgiler de bunun içinde. Ben bunu söylediğimde bazı arkadaşlar "AKP, 2007 yılında yeterince güçlü değildi" diyor. Ama zaten güçlü olmayanlar pazarlık masasına oturur. Güçlüysen pazarlığa ihtiyacın yoktur. Yeterince güçlü değilsen oturur uzlaşırsın ve o yolda yürürsün. Tekrar vurgulamak isterim ki bu bir önsezi ve iddiadır.
- Siz bu ihtimali dillendirdikten sonra AKP'nin herhangi bir kademesinden size bir yanıt geldi mi?
Hayır, gelmedi.
- Kitabınızda alıntıladığınız MİT’in gönderdiği bir ihbar mektubunda da "Muharebe Arama Kurtarma (MAK) infaz timinin doğrudan Genelkurmay Başkanlığı'yla çalışacağı, yerel askeri birimlerle iletişim kurmayacağı ve eylemlerinden sorumlu tutulmayacağı" yazıyor. Ayrıca, Özel Kuvvetler Komutanı Hasan Kundakçı, Özel Harpçi Binbaşı Oğan Türkmen, "Bizim çocuklar mıydı, elleri dert görmesin" diyebilen Yüzbaşı Nejat Mete TSK ile Hrant Dink cinayeti arasındaki bağ konusunda kuşkular doğuran birkaç örnek. Siz, Yargıtay'ın bozma kararı üzerine tekrar görülecek ve ilk duruşması yarın başlayacak davada Büyükanıt'ın yargılanması gerektiğini düşünüyor musunuz?
Tabii ki, Büyükanıt'a en azından bu belgedeki iddialar sorulmalıdır. Bu belgede Büyükanıt aleyhine çok önemli iddialara yer verilmesine rağmen bildiğim kadarıyla bu iddialar hiçbir soruşturmanın konusu yapılmadı.
- Büyükanıt sanık olmasa da tanık olarak mahkemedeki yerini almalı mı sizce?
Savcılar bunun üzerine gitmeli. Büyükanıt, dinlenmeli. İddiaların doğru olabileceği kuşkusu ortaya çıktığı anda yargılanmalı. MİT, TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu çalışmalarını tamamladığında gönderdi bu dosyayı. Ama dosya içeriği basında yer aldı. Sonra Malatya Ağır Ceza Mahkemesi Zirve katliamı davasında bu belgeleri istedi ve Meclis İnsan Hakları Komisyonu bu raporu ekleriyle gönderdi. Daha sonra biz Çocuk Mahkemesi'nden talep ettik, oraya da gönderdi. Bütün bunlara baktığınızda Büyükanıt'la ilgili son derece vahim iddialar var. O zaman yapılması gereken nedir? Bununla ilgili bir soruşturma açmak. Ama düşünün bu kadar vahim iddialar var ortada, somut eylemler isnat ediliyor ama Büyükanıt'a hiçbir soru sorulmuyor. Onun bir dokunulmazlığı mı var? İlker Başbuğ'un yok da onun niye dokunulmazlığı var? O yüzden ben diyorum ki, savcılarını bekliyor bu soruşturmalar. Meclis komisyonu da böyle yapmalıydı, savcılığa değerlendirilmesi için gönderilmesi gerekirdi.
- Hâkimlerin ve baronun tavırlarına dair biraz önce bahsettiğimiz örnekler varken ve “hassas” davalarda “sakıncalı” addedilen tavırlarda ısrar eden savcıların ikballeri riske girebilirken siz yine de ümitli misiniz savcılardan?
Ben umudumu yitirmiyorum. Biz avukatlar, bu umudu yitirdiğimizde mesleği bırakmalıyız. Umudumu hiçbir zaman yitirmedim, bunu sonuna kadar, elimden geldiğince savunacağım.
- Büyükanıt'ın karşısında siz olsanız, ne sorardınız?
Bir kere bu ihbar mektuplarındaki iddiaların doğru olup olmadığı mutlaka sorulmalı. Bu iddialar doğru ise bu yetkiyi nereden aldığı sorulmalı. Genelkurmay'da Hrant Dink cinayetine ilişkin bilgi ve belge olduğunu düşünüyorum. Bunu sorardım. Buna bir örnek vereyim; Ergenekon davasına bakan mahkeme, Genelkurmay'a diyor ki: "Danıştay saldırısına dair elinizdeki bütün belge ve bilgileri gönderin." Bu yazının cevabı cinayetten dört buçuk yıl sonra geliyor mahkemeye, yani Başbuğ tutuklandıktan sonra. Danıştay cinayetiyle ilgili olduğu iddia edilen kişilerden oluşan liste ve şema gönderildi. Listeye baktığınızda o kadar ortak ki isimler, Veli Küçük, Muzaffer Tekin ve benzerleri... Danıştay saldırısıyla ilgili Genelkurmay'ın elinde böyle şeyler var. Eminim ki Hrant Dink cinayetiyle ilgili de bilgi ve belge var. Bunları sorardım. Bir de Danıştay cinayetiyle ilgili elinizdeki bu bilgiler ve şemaları savcılarla neden paylaşmadınız diye sorardım. Paylaşmış olsalardı kuvvetle muhtemel bugün Hrant Dink aramızda olacaktı.
- Yerini “iktidar kavgasının ve tabuların kesişme noktası” olarak tarif ettiğiniz Hrant Dink cinayeti için kitabın son bölümünde Cumhurbaşkanlığı seçiminin altını çiziyorsunuz. Siz seçimleri “iktidar kavgasında son mevzi" olarak nitelerken akla daha sonra e-muhtıra verecek olan Büyükanıt'ın "Cumhuriyet ilkelerine sözde değil, özde bağlı bir cumhurbaşkanı istiyoruz" açıklaması düşüyor. Hrant Dink cinayetini kurgulayanlar, sizce AKP iktidarına karşı çıkanlar mıydı?
Bir yanıyla böyle. O yüzden kesişme noktasındaydı Hrant Dink cinayeti diyorum. Tek bir nedeni yok. Hem seçim öncesi kaos çıkarmaya çalışıyorlar, hem de seçilen hedef Ermeni! Bu yüzden kimse kılını kıpırdatmıyor. Örneğin Orhan Pamuk'la ilgili ihbarlar geliyor, emniyet istihbarat anında bunu bildiriyor. Orhan Pamuk'a istemediği halde koruma veriliyor. Bu elbette iyi bir şey, yanlış anlaşılmasın. Mehmet Ali Birand da kendisi söylemişti, hakkında Jandarma ile ilgili bir ihbar olduğunu ve MİT’in kendisini korumaya aldığını. Böyle bir ülkede kurumlar arasındaki kavga bazılarının hayatını kurtardı, kurumlar arası kavganın böyle bir yararı oldu. Ama Hrant Dink'in hayatını kimse korumaya değer bulmadı. Çünkü o bir Ermeni! Bir sürü açıdan kavganın tam kesişme noktasında duruyor o çocuk.
- AKP'nin davanın üstüne gitmekten vazgeçmesinde sizce Hrant Dink'in Ermeniliği de rol oynadı mı?
O konuda kesin konuşamam, ama 2007'de Erdoğan, Dink ailesini ziyaret ettiğinde "Bu bize yöneltilmiş bir cinayettir" demişti. O sözlerinde Başbakan'ın samimi olduğunu düşünüyorum. Fakat sonrasında iktidara giden yolda sanıyorum feda edilebilir bir şey olarak görüldü.
- Dediklerinizden şunu çıkarmak ne kadar doğru; "AKP kendisini de hedef alanları deşifre etmeyi engelledi"?
Bir kısmıyla bence uzlaştı. O yüzden ben karar açıklandığında adliye önündeki konuşmamda biraz buna değindim, “Daha düne kadar devletin ötekisi ve hedefi olanlar, yani bugünün egemenleri, bugünün siyasileri bugün kendilerini ötekileştiren gelenekle ittifak yapmış görünüyorlar” diyerek.
- Başbakan Erdoğan'a Dolmabahçe görüşmesi sorulduğunda "Bırakın da kitabıma yazılacak bir şeyler kalsın" mealinde bir cümle sarf etmişti. O kitap basıldığında içinden bir pazarlık çıkmazsa...
Olabilir, ben de yanılmış olurum. Bir soru sordum, sorumun cevabı o değilmiş derim.
- O zaman alternatif açıklama ne olabilir?
Tamam, bunu bir tarafa bırakalım, ama bütün izleri takip ederek Ergenekon ve Hrant Dink dosyasındaki izleri takip ederek yol almamız lazım. Bir yere geldiğinizde üstünden atlamadan o izleri takip ettiğinizde onlar sizi o yapıya götürecek. MİT'in Meclis'e gönderdiği ihbar mektuplarında şöyle bir şey geçiyordu ki bu benim hep söylediğim bir şeydi: "Bu Ergenekon'u da aşan bir yapıdır." Hemen hemen aynı laf MİT'in Meclis'e gönderdiği bir ihbar mektubunda var, Ergenekon'un da üstünde bir yapıdan bahsediliyor ve orada kimin başkanlığında toplanıyorlar? Özel Harpçiler.
- Vatansever Kuvvetler Güç Birliği oluşumunun kurucularından Hasan Kundakçı...
Evet, Kundakçı ve diğerleri.
- Ergenekon firarilerinden Turhan Çömez, Erdoğan’ın özel kalem müdürüydü. Sizce "Ergenekon" uzantıları AKP içinde de var mı? AKP'nin elini tutmasına sebeplerden biri bu ihtimal de olabilir mi?
Vardır. Ben Ergenekon demiyorum, özel adıyla Özel Kuvvetler Komutanlığı'nın sivil örgütlenmeleri çok yaygın. “Beyaz Kuvvetler” olarak adlandırılan bu kesim bence, her partide, her yerde en küçük yerleşim birimine kadar örgütlenmiş durumda. Geçenlerde (Vatan Gazetesi Ankara Temsilcisi) Murat Çelik'in bir yazısında, yeni adı Seferberlik Tetkik Kurulu olan Özel Harp Dairesi'nin 16 bölge başkanlığının sayısını beşe indirdiğini yazdı hükümetin. Sadece sınır illerinde ve bazı kritik illerde, İskenderun, Van, Kars, Edirne ve Diyarbakır'da bırakılmış sanırım. Ve görev tanımı da dış düşmana karşı ülkeyi korumak ile sınırlandırılmış. Peki bu durumda tasfiye mi edildi bütün sivil unsurlar? Öyle görünüyor. Peki ya o suçlar? Bütün eylemlere ne oldu? İşte onların üstü örtüldü. O nedenle bu Ergenekon davası kimseyi tatmin eden bir dava olarak bitmedi. Çünkü geçmişle hesaplaşma, geçmişle yüzleşme böyle olmaz. Geçmişteki suçlar ortaya çıkarılır, bunlar yargılanır, mağdurlar bir biçimde süreçte yerini alır ve mağduriyetler onarılır. Böyle bir şey oldu mu? Hayır. O yüzden Ergenekon davası ve kararı, toplumsal meşruiyet kazanmadı, toplumda büyük bir kesim Ergenekon davası kararları aleyhine yayın yapıyor ve itirazda bulunuyor.
- Yarın tekrar başlayacak davada ne bekliyorsunuz?
Savcılıkta bir soruşturma dosyası var. Bizim başvurularımızın hemen hepsi orada. Savcılar bunları soruşturacak, bu soruşturmalardan kuvvetli şüphe çıkarsa iddianame hazırlayacaklar ve bu iddianame şu anda yürüyen davayla birleştirilecek, Ergenekon'da olduğu gibi. Fakat o soruşturma dosyasında hiçbir hareket yok. Üstelik gizlilik kararı aldılar, biz göremiyoruz. Şimdi yapılacak iş bütün bu iddiaları yeniden o savcıya sormak ve zorlamaktır; kamuoyu baskısı yeterince güçlü olursa dava önündeki engeller sanıyorum kalkar.