Gezi çifti: Nazım'ın şiiri gibiyiz; mücadeleye devam edeceğiz

Gezi çifti: Nazım'ın şiiri gibiyiz; mücadeleye devam edeceğiz

Gezi Parkı eylemlerinde revirde tanıştıktan sonra hayatlarını birleştirme kararı alan Nuray Çokol ve Özgür Kaya, yine Gezi Parkı’nda evlenmeye karar verdi. Çiftin Gezi Parkı’nda yapılması planlanan nikah töreni, polisin engellemesi nedeniyle gerçekleşemedi. Nuray Çokol ve Özgür Kaya çifti bunun üzerine, evliliklerini Şişli Nikah Dairesi’nde gerçekleştirdi.

Sosyal medyada geniş yankı bulan evliliğin ardından konuşan Çokol ve Kaya, “Biz iki ayrı insan olarak düşünmüyoruz kendimizi, Nâzım’ın şiiri gibiyiz. Mücadeleye devam edeceğiz” dedi.

soL gazetesinde yayımlanan röportajın bir kısmı şöyle:

 

- Gezi Park'ına neden geldiniz? Orada neler hissetiniz? Neler yaptınız? Unutamadığınız anılarınızdan bahsedebilir misiniz?

Nuray Çokol: Gezi Parkı'nda ve oradaki gençlerin yanında olmak istedik ikimiz de, aynı zamanlarda, ayrı yerlerden geldik bunun için. Aynı yerde çalıştık Gezi'de, tesadüfen oldu bu. 7 metrakarelik bir alanda, bizim Orta Revir diye adlandırdığımız, Revir 2 diye bilinen yerde çalıştık, tanıştık. Tanıştık derken şöyle karşılıklı hiç oturmadık, hiç sohbet etme imkânımız olmadı. Biz orada çalışmak için vardık. Bizim işimiz yaralıları tedavi etmek, daha ağır hastalara ilk müdahaleyi yapıp hastaneye yönlendirmekti. Muhteşem halkımızın tek bir haber ile getirdiği yüzlerce ilacı tasnif etmekti. O kadar güzel bir direnişti ki bu, sürsün, her gün sürsün, hep hayalini kurduğumuz günleri yaşadık, efsaneye tanıklık ettik. Onlarca hikâyemiz var. Gezi'deyken, sürekli şunu düşünüyorsun, şuradan girerlerse, nereden çıkarız, hastalara ne olur, şu yolu açmamız lazım hastaları rahat getirsinler şeklinde düşünüyorsun. Şimdiye kadar hep direnenlerin, yaralıların hikâyesi dinlendi, işin bu tarafı başka bir şey. Sağlıkçılar hep şunu diyordu; “Ben Gezi'den çıkan en son adam olacağım, çünkü ben sağlıkçıyım ve burada bir kişi düşerse ben burada olmazsam o kişi ölebilir.” Bu çok büyük sorumluluktu bizim için, dolayısıyla onlarca hikâyemiz var.

 

'Çantayla 10 bin euro getirdiler'

 

Özgür Kaya: O kadar trajik şeyler yaşadık ki. Mesela çantayla para getirdiler. Muhtemelen polis, o an çok idrak edemiyorsun olayı. Kadının biri geldi yanında bir tane adam var, çantayı açtı içinde 10 bin Euro para, “Biz bunu Fransa'dan size toplayıp getirdik” dedi. “Biz para almıyoruz ki” dedim. (İyi niyetli de bir sürü para geldi, bankacılar, onlar bunlar toplamışlar, ama onları da kabul etmedik.) “Olur mu öyle, o zaman Özgür biz senin hesap numaranı alalım parayı sana atalım” dedi. Bir dakika müsaade istedim, içeri gidip alınacaklar listesi yaptım, “Bunları istiyorum” dedim, telefon numarası aldım bir de. Biliyorum ama almayacaklar, iki saat sonra aradım, “Şu an müsait değilim” dedi, bir daha da aramadım, bir şey de almadılar. Parayı ne yapalım, para geçmeyen bir yer cidden almıyoruz. Dümendi, yani dışarıdan para alındı, yok faiz lobisi diye bir şeyleri bağlayacak orada. Böyle teyitleyebileceğim bir sürü olay yaşadık her yolu denediler.

 

‘Fare zehri yakaladık'

 

Fare zehri buldum bir kere. İlaçlar geldi bir poşette, normalde biz antibiyotik kabul etmiyorduk. Antibiyotik başka şeylere sebep olabilir, adama test yapamıyorsun, nasıl vereceksin, reaksiyon verecek, şişecek belki adam. İlaçları yerlerine koyuyoruz, bir arkadaş antibiyotik koyuyor, dedim “Onu koyma almıyoruz, açıp dökelim.” Bir baktım şişe daha önceden açılmış. İçinde toz çıktı, sarı un kıvamında toz. Veteriner arkadaş vardı, o da anlam veremedi. Bu işte bir iş var, kapak açık çünkü. Bir laborant arkadaş vardı “Ben bunu analiz ettireyim” dedi. Üç saat sonra yanımıza bir kağıtla geldi, fare zehiri çıktı. Yani orada bizim bir hastaya o ilacı verip bizim öldürmemizi beklediler.

 

‘Eylemcilere Bonzai dağıtıldı’

 

Bir de bir uyuşturucu meselesi oldu. Bonzai diye bir uyuşturucu var, dünyanın en tehlikeli uyuşturucularındandır, esrara benzer, ama kimyasal ve çok tehlikeli. Son bir hafta bunu dağıtmaya çalıştılar içeride. Biz bunu fark ettik. Yine polisler, siviller çıktı arkasından. Sigara şeklinde dağıtmaya çalışıyorlardı. Hırvatistan'da bir üniversitede foruma katılmıştım, bonzai ile ilgiliydi, oradan da bilgim var. Bonzai içen birine ilaçla müdahale edemiyorsun, hiçbir şekilde işe yaramıyor. Bonzai ölüm hissi veriyor, sen sürekli öldüğünü düşünüyorsun. Kalp ve nabız hızlanıyor. Bir tane kızcağız geldi, nabzı 265; imkânsız olamaz. Elini tutup konuştum, buradasın, yaşıyorsun, saat şu, ölmüyorsun diye öyle konuşarak bende kalmasını sağladım. Sonra kendine geldi, 5 dakika sonra tekrar krize gireceksin korkma dedim, böyle atlattık. Sonra kız bize kaynağı gösterdi, onlar da siviller çıktı. Böyle insanları sürekli öldürmeye çalıştılar. Bir arada uyanık davranmasak ve birlikte hareket etmesek neler olurdu düşünmek istemiyorum.

 

'Çarşı bizim askerlerimizdi'

 

Nuray: Provokatörler ya da provoke olsun isteyenler sürekli "Herkes ajan" diyor birbirine diyerek güvensizlik yaratmaya çalışıyordu. Fısıltı gazetesi ile bir sürü şey yayılıyordu. Bir tane adam geldi "Doktorum" dedi, önünde önlük var, gece saat iki buçuk. Sedyelerde arkadaşlarla sohbet ediyoruz, dinleniyoruz. Ben de gelebilir miyim dedi oturdu, "Nerdensin" dedik, "Aşağıdaki revirden geliyorum ayaklarım açılsın diye geldim" dedi. İlk soru hemen herkese adın ne, neredensin. Neyse onu da çok önemsemedik. Sonra kendini ele verdi. Hepimiz çok yorgunuz, çok bitkiniz, arada enerji olsun diye serum takıyoruz birbirimize, güçsüz kalmamak için. "Bana bir serum taksana" dedi. "Ben de ne takayım" dedim. "İzotonik, desturuks, ne takayım" dedim? "İzotonik tak" dedi; "İçine ne koyayım" dedim. "Koyma ya bir şey" dedi. "İçine bir şey koymayınca o tuzlu su, ne yoruyorsun beni git ayran iç" dedim. Doktor arkadaşlara söyledim "Bu doktor değil" diye. Adama "Binlik var" dedim, "Binlik ne ya" dedi. Sonra "Çarşı'ya bu adam doktor değil ama üzerinde doktor yazıyor" diye söyledik, aldılar. Çarşı bizim askerlerimizdi çünkü.

 

'Fuhuş yaptırıp kaydediyorlardı'

 

Özgür: Fuhuş yakaladık. Büyük baskına bir gün kala, çocuklar geldi bizim, aşağıda bir çadır var, adam alıyor sürekli ve kadını da tanıyoruz fuhuş sektöründe. Çadır nerede, çok stratejik bir yerde, Divan'dan gelirken iki merdiven var hemen çık orada sağda yükselti var çimenlik tam orada. Tezgah tam orada. Etrafa bir baktım. Divan'ın çaprazına hemen 20-25 metre uzağına tripodu koymuşlar, direk oradalar. Direk oraya kadrajı koymuşlar, görüntü alacaklar, tezgah belli, Gezi'de fuhuş diye verecek sonra. Ne yapsak, ne yapsak, dedik çadırın fermuarını çekin, öyle içindekilerle getirin. 40 kişi gitti işte çadırı söktü dışarı çıkardı parçaladı falan. Kadını itiraf ediyor 500 TL para almış bu işi yapmak için, para da üstünde “8-10 kişi al” diye sayı vermişler, çekim öyle tamamlanacak. İmha edildi.

 

‘Her yer Taksim her yer direniş’

 

Nuray: Unutamadığımız bir hikâyem var. Gezi baskınından sonra otele güruh ile birlikte sürüklendik. Otelin -1 ve -2. katlarından bir tanesindeyim. Salonda başka sağlıkçı yoktu, boynumda bir acil çantası var, içine koyabildiğim kadar malzeme koymuşum. İçeride 200 kişi falan var. Sağlıklıları duvar tarafına aldım, iki üç tane zehir gibi çocuğa hemen işte ‘TOMA’lı suya şöyle müdahale edeceksin, gazlı gelene şöyle yapacaksın’ diye anlattım, ceplerine Ventolin verdim, çünkü kimse nefes alamıyor hala gaz var ve çocuklar vardı orada. Öbek öbek tedavi ediyorlar, herkes polisin içeri girmesinden çok korkuyor.

Bir tane genç adam getirdiler, belli ki barikatların en önünden getirmişler, parmak uçları yanık, her yeri kötü, o bombaları çıplak elle geri fırlatmış eldiven takmaya fırsat bulamamış, barikat çocuğudur bizim için o, alır başımızın üstüne koyarız. ‘Yetişin’ dediler, çok kötü haldeydi. Nabız çok yüksekti, tansiyon aleti yok ölçemezsin. Gözlerini açtım bilinci gitmiş. Darbe yok muhtemelen gazın etkisiyle bilincini yitirmiş. Muhtemelen astım hastası çünkü akciğerlerine hava gitmiyordu, normalde gazın etkisiyle insanlar öksürür ya da tıkanır, bunda tek nefes sesi var gelmiyor. Ventolini sıktım işe yaramadı onu içine çekmesi lazım çünkü çekemiyor. Bilinci yok, yanıt vermiyor. Orada yapacağım hiçbir şey yoktu, ilacım yoktu, akciğerlerine hava yollayacak alet yoktu. Dışarı çıkaramıyoruz, bir hastayı ambulansa götürmeye kalktık, plastik mermi attılar.

Dedim ki bu çocuk direnişçi, belli ki hep buradaydı. Bu çocuğu ayağa kaldıracak şey direniştir. Bütün salonu susturdum, çocuğun kulağına eğildim sessizce fısıldadım “Her yer Taksim, her yer Direniş”, iki üç kere böyle bunu tekrarladım. Neden o slogan, neden öyle yaptım hiç bilmiyorum, ölüm ile yaşam arasında biri karşımdaki. Çocuk biraz gözünü kırptı. Sonra ben orada sanki herkese söylemişim anlaşmışız gibi, herkes fısıltı ile 10 kere falan bunu tekrarladı. O kadar anlamlıydı ki, çocuk sonra öksürerek kendine geldi. O çocuk kim bilmiyorum, o 150 kişi kim bilmiyorum, ama çok değişikti.

 

- Gezi Parkı olayları öncesinde böyle büyük bir direniş bekliyor muydunuz?

Özgür: Hep şundan şikâyetçiydik, insanlar koyun gibi ya seslerini çıkarmıyorlar. Ancak bir yandan da şunu görüyorsun, sen sesini çıkarıyor musun da laf ediyorsun. Ama yine de kıpırdanmalar, rahatsızlanmalar vardı. Elbet insanların bir gün buna dur diyeceğini düşünüyordum, bu zamanda ve bu şekilde olacağını hiç tahmin edemedim.

 

- Gezi boşaltıldıktan sonra neler yaşadınız? Birbirinizi tekrar nasıl buldunuz?

Özgür: İnsancıl duygularla hareket ediyoruz ama her zaman iyi olmuyor. Yani polis yaralıydı aldık tedavi ettik, arkadaşlarına bıraktık, gaz sıktılar üstümüze. Nuray gitti. Ben de biraz daha tişörtü aradım bulamadım, sedyeyi bağladım bileğime çıkacağım. Tam sağımda 10 yaşında sarışın bir kız var, başından kan geliyor. Karşıda babası var çok kötü halde kız bağırıyor ‘Baba’ diye, adam sese bile dönemiyor. Polis geldi burun burunayız, alanı açın çıkıyoruz dedim, elinde tüp vardı kızın yüzüne gaz sıktı. O anı unutamıyorum. Bir hamle yaptım uzanmak için, babası aldı gitti kızı çıktı. Benim karşımda da üç tane oldular, bacaklarıma sırtıma bayağı vurdular, sürükleyerek yukarıdan atacaklardı sonra bıraktılar. Sonra eve uğradım, ilaç duyurusu yaptım yine. Sonra Ramada Otele gittik korka korka, ama sahibi süperdi, bize açtı oteli çok yardımcı oldu, düğün varmış düğünde doktor var mı diye sorup, üç doktor aldık bize yardım ettiler. Süper dayanışmaydı. Mutlulukla acının o kadar aynı anda yaşandığı geceydi.

 

'Bu kadın o kadın'

 

Nuray: Ben de Divan'dan sonra evime geçip sonra tekrar Ramada'nın arka tarafına geçtim, aynı taraftaymışız yine haberimiz yok. Ama bana kaç dedi kaçtım ya aklım hem Özgür'de sürekli telefon açıyordum, neredesin, sağlam mısın? Görmem lazım gel, diye arıyorum, bırakmışım ya ondan çok kötü aklım onda. Sonra Özgür Ramada'dan gitti ben orada revir kurdum. Sonra iki gün daha böyle sokakta geçti, sokaklar dinene kadar. Bir buçuk gün sonra Gezi'den çıkartıldığımız, Özgür bizim eve geldi. Bizim evde bu arada doktorlar, yaralılar var, evin önünde de 5 tane sivil polis var. Ben Özgür bu eve gelecek onu alıp öyle çıkacağız diyormuşum sürekli, onu bıraktım diye vicdan azabı çekiyorum ya. Eve baskın da yapabilirler sonuçta. Özgür geldi içeri geldi. Telefon çaldı, telefonla konuşmak için odaya giriyor, benim yatak odası o da. Bir görüntü gördüm diyor, ve telefonu kapatıyor. Balkonun önünde sandalye, sandalyenin üstünde yeşil tişört. Bana geldi ‘Senin evinin balkonu ne güzelmiş’ dedi, "Sen esas yukarıdakini gör" dedim. Gel dedi manzaraya bak diye odaya götürdü. Tişörtü gösterdi, "Bana güvenmeyi öğreneceksin demiştim" dedim. Orada bir sarıldık. Bana göre yine hala bir şey yoktu. O demiş bu kadın o kadın diye, böyle bir şey hayal etmiştim diyor.

 

‘32 yıldır neredeydin sen?’

 

Birbirimizi tarif ederken de zaten böyle tarif ediyoruz ve onur duyuyorum o tariften, “Hem güçlü olacak, hem devrimci olacak, hem korkmayacak, hem mücadele edecek hayatla, hem deli tarafları olacak, hem plansız yaşayacak falan, o zaman kafadan böyle” diyor ama bana bir şey demiyor. Ben hala “Ne güzel mutlu olmuş arkadaşım” diyorum. Sonra evi tahliye ettik, bir daha o evde kalmadım zaten. Sonra iki gün başka yerde çatışmalar sürdü biz yaralılara müdahale ettik orada, sonra bir yağmur yağdı ve çatışmalar kesildi. O gece de kaldığımız evde yer yoktu, Özgür'ün yanına kıvrıldım. İnanmıyorlar “Sen ayarlamışsın bir şeyler” diyorlar, gerçekten yer yoktu. Sonuçta o kadar zamandır birlikte iş yapan, birbirini merak eden iki insan tabi ki sımsıkı sarılacak birbirine bundan doğal ne var. O gece bir şeye ihtiyacın var mı sorusuna sarılarak verdiğim tepkideki sarılma vardı ya, o sarılma sabaha kadar sürdü bu defa. En güzel, en huzurlu, uykusunu uyudum hayatımın. Sabah uyanınca “32 yıldır neredeydin sen” dedim, o gece karar verdim. Ama tabi o sarılma bir erkeğin bir kadına sarılması gibi değildi. Yine iki yoldaştık ve biz hala iki yoldaşız.

 

-Peki nasıl karar verdiniz birlikte olmaya ve evlenmeye?

Nuray: Üç gün olmuştu biz birlikteliğimize karar vermiştik, arkadaşlarımıza sevgili olduğumuzu söyledik. “Siz zaten sevgili değil misiniz” diye şaşırdılar. Yani sevgili olmamıza biz hariç kimse şaşırmadı. Özgür'e Gezi'de zaten yenge nerede diyorlarmış, o da ne yengesi diyormuş, “Sinem var ya” diyorlarmış, benimde önlüğün arkasında Sinem yazıyor. Neyse Özgür birlikte olmaya karar verdik, “Hemen evlenelim ne bekliyoruz” dedi. Ben üç gün bekledim, ciddiyetini anlamaya çalışıyorum. Çünkü biz daha hiç sohbet etmemişiz. Bir arkadaşımız, onlar hiç sinemaya gitmedi, hiç mum ışığında yemek yemedi diye yazmıştı, ya bir kahve içmedik.

 

'Nikah memuru tehdit edildi'

 

-Gezi Park'ında evlenmek istediniz ancak bu da engellenmek istendi. Düğün günü yaşadıklarınızı ve duygularınızı anlatabilir misiniz?

Nuray : Direk “Gezi” dedik zaten tartışmadık bile. Mustafa Sarıgül ve İsmail Ünal'ın toplantısı tam da nikah gününde çıktı bize biraz manidar geldi. İki başkan da öne çıkıp “Nikahı kıyacağım” derken bir anda toplantıları çıkmaları, çekilmeleri, biz anladık o an Gezi Parkı'na giremeyeceğiz, müdahale olacak. Gezi'ye giremeyeceğimizi anladık ama aileler korkmasın diye sesimizi çıkarmadık. Biz aileler olmasa orayı zorlardık, ama dedik ya direne direne evleniyoruz diye, bunu diyebilmemiz için de evlenmemiz gerekiyordu. Sorun değil yani gelinlikle, topuklu ayakkabıyla çatışırım. Topuklu ayakkabıyı kafalarına kafalarına vururum. Ama nikah memuru gelmiyor Gezi’ye. İstanbul Emniyet Müdürlüğü nikâh memurunu üç kez arayıp tehdit etmiş, "Gitmeyeceksin Gezi"ye’ diyor, emir veriyor. Bunun üzerine nikâh memuru ile evlendirme dairesinde buluştuk, insanlara duyurmuştuk orası bir hayli kalabalıktı. Dünyanın en güzel düğünü ve nikâhını kıydık. Çok slogan atıldı. Kocaeli'nden bir çapulcu geldi kuaför, hiç tanımıyoruz, benim için gelmiş, geldi düğün saçımı yaptı, ‘Kocaeli'den selamlar getirdim’ dedi, düğüne katıldı gitti. Aradığımızda kıyacak nikâhı, sonra ulaşan olmadı diyor.

 

- Özgür ve Nuray bundan sonra neler yapacak? Sizce Türkiye'de neler olur?

Özgür: Çalışmaya çalışacağız. Mısır'a gitmeyi düşünüyoruz. Oradaki halk ile birlikte olacağız. Benim öngörüm okulların açılmasıyla birlikte Türkiye'de çok ciddi, şu yaşadığımızdan çok daha ciddi öğrenci eylemleri bekliyorum. Şimdi gözaltılar ile baskılar yaratmaya çalışıyorlar. Çünkü Gezi Park'ından büyük bir dayanışma çıktı, öğrenciler artık birlikte hareket ediyor. Müthiş kalabalıklar olacak yine.

 

‘Bir sürü çapulcu yapacağız’

 

Nuray: Biz ikimiz mücadeleye devam edeceğiz. Özgür ve Nuray diye bireyler vardı, şimdi bunlar bir oldular. Biz iki ayrı insan olarak düşünmüyoruz kendimizi, Nazım'ın şiiri gibi hissediyoruz kendimizi. O birlik içinde bir taraftan hayatın gerçekleri var, evimiz, çocuklarımız olacak. Hayata bakışımız nasılsa öyle devam edecek. Bir sürü çapulcu yapacağız. 2023'e çok iyi hazırlanıyoruz. Türkiye gözünü açtı, yandaş medyayı da dinlemiyor. Halkın kendine ait kanalları var artık. Bir şeyler değişecek artık. Halk mücadeleyi öğrenmeye başladı. Güzel bir Türkiye bizi bekliyor bence. Hayalin ne diye sorarsan, sınırların olmadığı, din, dil, ırk ayrımının olmadığı bir dünya hayal ediyorum. Sosyalist bir dünya hayal ediyorum, bu uğurda mücadelemize devam edeceğiz, yeni şeyler üreteceğiz.