Boğaziçi Üniversitesi
Sadece kadınların Türkiye siyaset sahnesine derin müdahalesi değil elbette Gezi direnişi. “Dindar bir nesil” yetiştirmek isteyen bir iktidarın, sürekli Mehmet Akif’in Asım’ın Nesli’nden dem vururken yeni bir nesille karşılaşması da son derece önemli ve de hayatın ironilerinden olsa gerek. Yeni gençliğin bu süreçteki önemini, merkeziliğini asla gözardı etmek değil dediğim, meslek itibariyle onları yakından tanıyorum. Etkileri çok ama çok önemli. Gençiliğin yanısıra son yıllarda hayatlarının her veçhesine karışılan, otoriter ve baskıcı bir siyasal rejime yönelik genel olarak toplumun hemen her kesiminde bir gerginliğin, hatta öfkenin, patlaması da ayrıca önemli. Daha “dünyalı” bir vatandaşın çevre ve şehir bilinci de kesinlikle dikkate alınmalı. Ancak ben yine de Gezi direnişinin başarısında sosyolojik anlamda asıl ağırlık merkezinin kadınlar olduğunu düşünüyorum. (Gençlerin yarısının kadın olduğunu da not edelim.)
Bunu destekleyecek de çok veri var elimizde. Bir kere direnişçi kadınların bu süreçte yarattıkları tarihimize geçecek sembollere kısaca bir göz atalım: Üzerine gaz sıkılan kırmızı elbiseli kadın imajı. Bedeniyle tazyikli suyu karşılayan fevkalade güzel resim. Sapanla taş atan kadın. Annelerin Taksim meydanına gelip çocuklarını sahiplenmeleri. En sert çatışmaların olduğu bölgelerde gözleri korkmayan, polisin üzerine giden genç kadınlar ki bu tarihimizdeki gösterilerde çok daha az rastlanılan bir olgu. Keza Gezi baskınından sonra İstiklal Caddesi’nde oturan ve o pasif hallerine rağmen üzerlerine gaz sıkılan, ama yine de pes etmeyen kadınların sembolik gücü. Tencere tava çalan kadınların yaygınlığı. Ve en nihayet bütün gösterilerde kadın sayısındaki müthiş patlama, hatta ve hatta Gezi Parkında kadınların sayısının daha fazla olması.
Kadınların desteklediği eylemlerin dünya tarihinde çok güçlü hareketlere yol açtığı bilinmeyen bir olgu değil. Tarihte kadınların istediklerinde savaşları bile durdurdukları biliniyor. Hem Fransız, hem de Rus devrimlerinde ateşleyici unsurun ilk başta kadınların tencere tavasıyla başladığını biliyoruz.Yanlış anlaşılmasın, bu olay da bir devrimdir o zaman falan gibi saçma sonuç çıkarılmasın. Sadece kadınların içinde olduğu eylemler biraz daha farklıdır gerçeğini vurguluyorum. Üstelik bahsi geçen her iki büyük toplumsal altüst oluşta kadın şiddetinin de gerektiğinde epeyce dikkate değer olduğunu tarihçiler not ederler. Bunun nedeni belki kadınların doğasında çocuğunu koruma güdüsünden kaynaklanan tepkinin sertliği de olabilir, spekülasyona açık bir konu. Ama doğada birçok canlı türünde özellikle de çocukları tehdit altında olan dişilere sataşmanın çok tehlikeli olduğu bilinmeyen bir vaka değil.
Öte yandan, bu tür eylemlerde kadınların, özellikle de genç kadınların, çokluğunun erkeklerin daha mücadeleci, daha hırslı, daha kararlı olmasına yol açabilecegini düşünmek gerek. Aşk ile devrimin bir arada gitmesi sözü de belki biraz buradan kaynaklanıyordur. Hayvanlar aleminde yapılan sayısız deney ve gözlem göstermektedir ki ortalıkta dişilerin bol olduğu yerlerde erkeklerdeki “gösteriş” etkisi artmaktadır. Bu etkinin pozitif bir amaca yönelmesi toplumsal fayda sağlaması açısından olumlu da bir etki olabiliyor zaman zaman.
Peki, ne oluyor bu kadınlara? Onların bu önemli katılımını belirleyen unsurlar neler olabilir? Elbette somut sayısal araştırmalarla cevaplanması gereken ve çok boyutlu sorular bunlar. Ancak yine de bazı hipotezler ileri sürebilmek mümkün. Birincisi, kadınların sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada sosyolojik olarak daha görünür hale gelmeleri, daha önem kazanmalarıdır. Hayatın bütün veçhelerinde bu basit olguyu görmekteyiz. Ayrıca kadın erkek ilişkilerindeki derin dönüşümlerin toplumsal ve siyasal hayata tezahürünün olmayacağını iddia edemeyiz. Modern zamanlarda dünya çapında yaşanan en önemli sosyolojik gelişme belki de kadınlarla alakalı olanlar.
İkincisi, Türkiye’deki İslami vurgulu muhafazakar ideolojinin en temel ilgi alanlarından birinin kadınlar olduğunu biliyoruz. Muhafazakarlık bir yanıyla yaşlıların gençleri yönetme ideolojisi olduğu kadar, aynı zamanda da çeşitli baskıcı pratiklerle kadınların üzerinde tahakküm kurma biçimlerinin bol bol gözlemlendiği bir ideolojidir. AKP iktidarının sadece siyasi hayata değil, aynı zamanda özel hayata da müdahale etmek isteyen dayatmacı söylemlerinden bir tanesinin kürtaj meselesi olduğunu biliyoruz. Her kadını ilgilendiren böylesi bir konuda gayet sorunlu açıklamalar yapan bir iktidardan (“kürtaj cinayettir” gibi) kadınların ürkmemesini düşünmek biraz zor. Kadınlara kaç çocuk yapacağından nasıl doğum yapması, nerede öpüşülmesi gerektiğine kadar bir dizi ayar vermeye çalışan AKP’nin bu tavrının tepki çekmeyeceğini düşünmek hayal olurdu. Çok çocuk doğur, çok çalış, esnek çalış, az kazan, horlan.. Birilerinin deyimiyle, “kimse kusura bakmasın” ama bu ülkede “feminizm ahlaksızlıktır”, “erkek çokeşliliği dinen mübahtır” gibi lafları hep nedense muhafazakarlar ediyor! Sibel Üresin gibi “muhafazakar yaşam koçlarının” kadına yönelik şiddet, çokeşlilik gibi konulardaki tavırları da kısaca hatırlansın. Dolayısıyla kadınları asli olarak aile içerisinde konumlandıran ahlakçı bir muhafazakarlığın önündeki en büyük direnişin de bizahiti kadınlarından geleceğini öngörmek için kahin olmaya gerek yok.
Üçüncüsü, internet çağında hala kadının erkeğin kaburgasından yapıldığı gibi tuhaf lafları kadınlara artık yutturmak mümkün değil. Bir başka deyişle, AKP muhafazakarlığı gibi ideolojilerin kadını erkeğe göre daha ikincil gören söylem ve pratiklerini günümüzün sağduyusu gelişmiş, gözleri, ruhları, zihinleri açılmış kadınlarına yutturmak artık eskisi kadar kolay olmasa gerek. Artık vizyonda başka, ve yepyeni filmler var, ve daha da olacak. Nasıl ki dünyanın evrenin merkezi olduğu, nasıl ki doğadaki tüm canlıların insan için yaratıldığı gibi bilimsellikle uzaktan yakından alakalı olmayan inanışlar binlerce yıl sürdüyse, kadınların ikinci sınıf olduğu görüşünün de tarihi kadimdir. Ama bu tür bir ikinci sınıf pozisyonu ne ahlaken, ne vicdanen ama hepsinden önemlisi de bilimsel olarak ileri sürmek mümkün değildir. Sadece insan türünde değil, hayvanlar aleminin ekseriyetinde dişilerin tercihinin evrimsel tarihte nasıl bir kilit rol oynadığını çok net biliyoruz.
Dördüncüsü, seküler bir hayat kadınlar için erkeklerden çok daha önemlidir. Seküler bir toplumsal hayata sahip olmayan bir ülkede kadınların birinci sınıf insan olmaları sadece ve sadece sözde kalır. Muhafazakar bir söylemle eşini ve hayatını seçmenin önüne engeller dayatılan bir toplumsal sistemde kadınların diğer seçimlerinin, mesela sandıktaki seçimlerin, görece olarak çok da önemi yoktur.
Mussolini’nin en önemli sloganlardan biri “sayılardaki üstünlük” (strength in numbers) idi. Başbakanımız da sayılardan, yüzdelerden konuşmayı çok sever. Kadınlar nüfusun yarısı, basit matematik ile bile düşünsek Sünnilerden, Alevilerden, Kürtlerden, Türklerden velhasılı herkesten daha önemli sayısal olarak. Kendisine oy veren kadınlar bir gün fikirlerini değiştirirlerse AKP’nin yüzde 30’ların altına doğru yolun inişine geçmesi de mümkün olabilir günün birinde.. Olmaz olmaz demeyin hemen, malum, tarih cilvelerle dolu.