Özgün Özçer
Yaklaşık iki yıl önce, 2011’in Temmuz aylarında İsrail’de de Gezi Parkı’na benzer bir kitlesel protesto hareketi yaşanmıştı. Bir grup aktivist hızla artan emlak fiyatlarını protesto etmek amacıyla, “Madem gelirimiz kiramızı karşılamaya yetmiyor, o halde biz de kamusal alanlara yerleşiriz” diyerek Tel Aviv’in merkezindeki Rothschild Bulvarı’na çadırlar kurmuştu. Hareket çığ gibi büyümüş ve on binler haftalarca sosyal adalet talebiyle sokaklara dökülmüştü. Sadece 3 Eylül’de 460 bin kişi meydanlara çıkmıştı.
O dönemlerde İsrail basınında bu sosyal hareketi heyecanla ve samimiyetle destekleyenlerin en başındaki isim Haaretz yazarı Gideon Levy’ydi. Eleştirel kalemiyle tanınan Levy, Türkiye’de yaşananların ışığında İsrail’deki gösterilerde elde edilen kazanımları ve ortaya çıkan eksiklikleri T24’e anlattı.
Her ne kadar her iki hareketin çıkış noktası benzese de, farklı bir evrim geçirdikleri kuşkusuz. Keza İsrail’de, Türkiye’deki kadar acımasız bir polis şiddeti uygulanmadı. Gösterilerde kimse hayatını kaybetmedi. Hükümetin kullandığı düşmanca üslup ve Ethem Sarısülük’ü öldüren polis memurunun cezasız kalabilme olasılığı da buna eklenince, Levy’nin dediği gibi, Türkiye’deki “öfke” İsrail’dekinden daha büyük ve kalıcı oldu.
Fakat Levy’nin iki yıl önceki heyecanı hayal kırıklığına dönüşmüş. Batı Şeria’nın işgali gibi önemli bir tabunun gündeme gelmemesi ve yoksul sınıfların harekete dahil olmaması Levy’yi rahatsız etmiş. Usta yazarla İsrail’deki hareketin neden beklentilerini karşılayamadığını ve medyanın bu süreçte nasıl bir rol oynadığını konuştuk.
- İsrail’de bundan iki yıl önce son günlerde ülkemizde son bir aydır yaşananlara benzer kitle gösterileri düzenlenmişti. Siz de köşe yazılarınızla bunlara büyük destek vermiştiniz. Nasıl bir süreç yaşanmıştı?
Aslında ilk evreleri [Gezi Park eylemleriyle] büyük benzerlikler taşıyor. Ancak Türkiye’de daha fazla öfke gördüğümü söyleyebilirim. İsrail’de ise yeterince öfke yoktu ve öfke yeterli olmadığı zaman, protestolar da sürmüyor. Kısa sürede gösteriler, gidilmesi revaçta olan ortamlara dönüşmeye başladı. Belirli sanatçılarla ve müzikle protestoya gitmek toplumsal bir buluşma haline geldi. Belki daha önce bir miktar olan öfke de yok oldu.
Protestolara katılanlar çoğunlukla orta sınıf ve öğrencilerdi. Gerçekten aç olanlar, yoksul olanlar değil. Onlar çoğunlukla kendilerini protestolara yabancı hissetti. Gösterilerin bir parçası değillerdi. Dolayısıyla, protestolar çok çabuk sönüverdi. Çünkü insanlar bir noktadan sonra tam olarak neleri talep edeceklerini bilemediler. Orta sınıf için mi oradalardı? Yoksa yoksullar için mi? Hareketleri siyasi miydi, yahut değil miydi…
En önemlisi ise işgal ve yerleşimler ile ekonomik koşullar arasındaki bağlantı gibi esas meselelerden kaçtılar. Bunlara dokunmaya cesaret edemediler.
- İşgal hakkında hiçbir söylemleri olmadı mı?
Hayır, kesinlikle olmadı. Allah muhafaza! Çünkü o zaman tartışılabilirlerdi. Öyle olunca da ben umudumu yitirdim. Oysa tıpkı buradaki gibi, halk ilk kez sokağa çıkmıştı. Ama çoğunluk işgali umursamıyordu.
- Peki, İsrail medyasının tavrı ne oldu? Gösterileri nasıl yansıttılar?
İlk başta protestoları sevmediler. Sonra baktılar ve anladılar ki gösteriler çok popüler, onlara dahil olmaya karar verdiler. Çünkü İsrail’de her şey hükümetin değil, okuyucuların, daha fazla tiraj yapmanın üzerine kurulu. Ama belirli bir aşamada çıkarlarına ters düştü, çünkü protestoların ekonomiye zarar verebileceği aşikâr oldu. Mesela bugün kimileri hâlâ tiraj sayısında, reklam gelirlerinde, neredeyse medyanın bulunduğu kötü durumdan protestoları sorumlu tutuyor.
Sonunda basın organları, protestoların zayıfladığının farkına vardı ve meşruiyetini sorgulamaya başladı.
- Yani bir nevi protestocuları aldattılar…
Evet, belirli bir aşamadan sonra... Zira medya rüzgârın nereden eseceğini tahmin etmeyi çok iyi biliyor. Protestoların arkasındayken onlara katıldılar.
- Türkiye’de de benzer şekilde seçimlere gidiliyor. İsrail’de protestoların sanırım seçimlere pek etkisi olmadı…
Aslında biraz oldu. Üç-dört protesto lideri - ve o gösterileri gerçekten de düzenleyen kişiler bunlar - Parlamento’ya girdi. Ama ne yazık ki bundan daha fazla bir etkisi olmadı, büyük çapta bir değişiklik görmüyorum.
- Ama yazılarınızı hatırlıyorum, o denli heyecanlıydınız ki…
Çünkü bu insanların uyandığını ve sokaklara çıktığını görmek inanamadığım bir şeydi! “Belki” diye düşündüm… Ama yanılmışım.
- O halde sizce İsrail’de Batı Şeria’nın işgali konusunda farkındalık nasıl artabilir?
Çok kolay. İnsanlar sadece bedelini ödediklerinde ve bu bedeli işgal nedeniyle ödediklerini anladıklarında bir şeyler değişebilir. Bedel ödemedikleri yahut ödedikleri bedelin bununla bağlantılı olduğunu görmedikleri müddetçe bu olmaz. İlla parayla ödemekten bahsetmiyorum. Mesela yurt dışına çıktıklarında her yerde kınanmaları ve nereye giderlerse gitsin kendilerini rahatsız hissetmeleri de bedelini ödemektir. Bu İsrail ürünlerinin boykotu ya da doğrudan ekonomik baskı da olabilir. Çatışma olabilir. Bağlantıyı gördüklerinde, işte o zaman bazı şeyleri değiştirmek isteyeceklerdir.
- Bu konuyla ilgili medyanın kamuoyundaki etkisi ne denli büyük?
Medya, İsraillilerin işgal gerçeğiyle yaşarken kendilerini bundan dolayı kötü hissetmemesini sağlıyor. Medyada olası bir değişikliğin etkisi belirleyici olabilir çünkü İsraillilerin kendileri adına neler yapıldığını öğrenince bunun böyle devam etmesine müsaade etmeyeceğini düşünüyorum. Ama okurların beyinleri o denli yıkanmış ve gerçeklerden o kadar koparılmışlar ki… Bana kalırsa medyanın birinci rolü ilk başta ordunun şiddetinden söz etmek olmalı.
- Medya bunlardan söz ederse ordudan baskıya maruz kalır mı?
Hayır, ordu medyaya baskı yapamaz. İsrail’de bu zor. Ama okurların baskısı olur. “Bunu duymak istemiyoruz. Sizler hainsiniz. Gazetenizi satın almayacağız” diyebilirler. Hükümet veya ordu tarafından çok az baskı var.
- Yazdıklarınızdan dolayı orduyla, siyasetçilerle, savcılarla sorun yaşadınız mı?
Hiç yaşamadım. Tek sorunum, sokaklarda bana zaman zaman sataşanlar oluyor. Daha üç hafta önce birisi üzerime tükürdü mesela. E-mail aracılığıyla tehditler alıyorum, ama hepsi bu kadar.
- O halde Türkiye’de genel yayın yönetmenlerinin baskıya boyun eğdiğini duyunca ne düşünüyorsunuz?
Buna cevap vermem çok doğru olmaz, keza koşulları tam olarak bilmiyorum. Ama bana öyle geliyor ki Türkiye’de şu anda çok önemli bir mücadele veriliyor. Çok tepkili olduğunuzu sıkça hissetim, yine de bu durum daha da kötüye gidebilir.
Öte yandan, İslamcıları açıkça sevmememe rağmen, Erdoğan’ın bu ülkeye bir şeyler kattığını düşünüyorum dışarıdan baktığım zaman. En azından, İsrail’e karşı sergilediği tutumu seviyorum. Sahiden. Filistin için verdiği mücadeleyi de keza… Elbette fırsatım olsa onu bir kenara çekip “Filistinlilere gelmeden önce neden Kürtlerle başlamıyorsun” derdim. Çünkü çok benzer örnekler. Bence Kürtlerin de, Filistinliler kadar bağımsız bir devlete sahip olma hakkı var.