"Göbeklitepe kazı başkanını arıyor"

"Göbeklitepe kazı başkanını arıyor"

Çiğdem Köksal Schmidt*

20 Temmuz 2014 tarihinde, akşam saatlerinde o kaçınılmaz sonsuz veda an’ı geldi ve sevgili eşim Klaus Schmidt, henüz 60 yaşında iken aramızdan ayrıldı. Bu ayrılığın benim hayatımda yarattığı dindirilemez acı ve özlemin yanında, Klaus’un ani kaybı Göbekli Tepe kazı ve araştırma projesi için de doldurulamaz bir boşluğa neden oldu.

Göbekli Tepe Urfa’ya hem çok yakın, hem çok uzak bir konumda yer alır. Binlerce yıl sonra tekrar gün yüzüne çıkıp, insanların algı ve belleğinde yerini alması Klaus Schmidt’in 1994 yılında burayı ilk ziyaretinden sonra planladığı, geliştirdiği, uyguladığı ve son ana kadar hep başında olduğu araştırma programı sayesinde gerçekleşti. Göbekli Tepe, Urfa’ya çok yakın, çünkü şehir merkezinden sadece 18 km uzaklıkta, kolay ulaşılabilir, çıplak gözle çok uzak mesafelerden dahi fark edilebilir yüksek bir noktada. Ama Göbekli Tepe aynı zamanda Urfa’ya uzak, çünkü Urfa ve çevresinde 80’li yıllardan beri 25’in üzerinde kazı ve araştırma yapan arkeologlardan oluşan ekip olmasına rağmen fark edilmemiş, hiç ziyaret edilmemiştir. 

 

“Şurda güzel bir tepe var, kazalım”

 

Göbekli Tepe günümüzden yaklaşık 12 bin yıl önce kendisini yapan ve yaklaşık 2 bin yıllık kullanımdan sonra da tamamen terk eden insanların ardından zaten çok uzun süre sessizliğinde dinlenmiştir, ama herhalde son 100 yılı da, kendisinden birkaç kilometre ötede koşuşturan, çeşitli alanlarda kazı yapan ama bir türlü kendisine ulaşamayan arkeologları seyrederek geçirmiştir.

Klaus’un Göbekli Tepe’ye ulaşan yolu aynı zamanda arkeolojinin “şurada güzel bir tepe var, gidelim kazalım, güzel bir şeyler çıkar” faaliyeti olmadığının çok hoş bir kanıtıdır benim için. Klaus, Göbekli Tepe’ye önce araştırmaları, bilgisi ve tecrübesi ile aklında oluşan soruları takip ederek ulaştı. Ekibinde yer aldığı Nevalı Cori kazısı Atatürk Barajı suları altında kalacağı için kazılmıştı 80’li yılların başında, sulara teslim de oldu sonunda. Bu kazıda ilk defa neolitik döneme tarihlenen büyük boyutlu yontu eserleri, daha sonra benzerlerini Göbekli Tepe’de bulacağımız, ortasında metrelerce yükseklikte dikilitaşların yer aldığı bir kült yapısı bulunmuştu. Nevalı Cori kazısında bulunan binlerce eseri inceleyip belgeleyen ve bunu doçentlik tezi olarak hazırlayan yine Klaus idi. Bu yoğun çalışmalarının ardında beliren soruları takip ederek Nevalı Cori’de karşılaşılan bu kültün çevrede tek olamayacağını, burada tek örnekle temsil edilen ritüel yapının tekrar ettiği merkezlerin de bulunması gerektiğini düşünerek ve araştırarak Göbekli Tepe’ye ulaştı.

1995 yılında kazılarına başladığı Göbekli Tepe’de, araştırma programını uzun vadeli ve beş yıllık süreçlere göre oluştururdu. İlk evrede, ana kazı alanı dediğimiz ve bugün ziyaretçilerin gezebildiği alanda geniş alan kazısı ile genel bir değerlendirmeye ulaşıldı, çevredeki taş ocakları ve işlikler belgelendi; daha sonraki çalışma evresinin sorusu, tepede bulunan diğer çöküntü alanlarının neyi barındırdığı idi, bu toprak üstü ölçümlerle, jeoradar ve jeomanyetik tarama ile belirlendi. Bu ölçümlerin sonucunda elde edilen veri tepenin benzer yuvarlak planlı kült yapılarla kaplı olduğuydu.

Bu noktada sonra Klaus, kuzeybatı yamacı ile daha önce kazısını yaptığı yerleri birleştirecek ve karşılaştırma imkânı verecek bir araştırma stratejisine geçti. Jeomanyetik ölçümler sonucu belirlenen yapıların hepsini hemen kazalım fikrini düşünmezdi bile, amaç en az kazı ile en çok bilgiyi elde etmekti. Oluşturduğu kazı programının bir kısmını çeşitli nedenlerle uygulayamadı, özellikle yayın hazırlığı ve koruma çatısı inşası ile meşgul olacağı son evreye geçiş döneminde ise birdenbire aramızdan ayrıldı.

 

Hedefleri takip etmek

 

Onun yokluğu Göbekli Tepe kazı ve araştırma projesinde çok büyük değişiklikler getirdi. Bir yandan onun başladıklarına devam ediyoruz diyen ama onun araştırma hedeflerini takip etmek zorunda hissetmeyen bir küçük ekip Alman Arkeoloji Enstütüsü içinde oluştu, bir diğer yandan kazı başkanlığı ve alan başkanlığı Şanlıurfa Müzesi Müdürü’ne verildi, bunun yanında başka kazılardan bilmediğimiz, ilk defa uygulanan bir “kazı bilimsel danışma kurulu” oluşumuna gidildi. Bu kurula, yine ilk defa rastlanılan bir uygulama ile halihazırda emekli olmuş ve faal yıllarını özellikle Trakya ve Balkanlar bölgesi neolitik dönemini araştırmaya adamış Prof. Dr. Mehmet Özdoğan, yine uzmanlık alanı Balkan ve Batı Anadolu prehistoryası olan Doç.Dr. Necmi Karul ve neolitik dönem değil çok sonraki Kalkolitik ve Tunç çağlarının uzmanı Prof. Dr. Gülriz Kozbe seçildi. Neden bu uygulamaya gidildi, neden bu kişiler bu uygulama için seçildi bilmiyorum.

Tüm bunların yanı sıra eşimin vefatının ardından daha ilk günlerde kazıyı kim alacak sorusu ortaya çıkmış ve cevabı aranmaktaydı. Bu yaklaşımın benim için en yanlış tarafı arkeolojik araştırmayı “kazalım, çıkaralım” seviyesine indirgeyen bir karakteri olması. Zaman zaman eşimin başkanlığında yapılan çalışmalar sırasında da dışardan yüzeysel bir yaklaşımla, biraz daha hızlı kazılsın tepkileri alırdık. Şimdi ise Göbekli Tepe için yeni çözümler aranırken yine derinlikten yoksun bu yaklaşımı görmek, en azından benim için üzücü.

Göbekli Tepe’de bundan sonra ne olacak sorusu sorulacaktı tabii ki, çünkü Klaus çok istediği gibi işini sonuna kadar getirip devretme imkânı bulamamıştı ama bir çerçeveye oturttuğu gelecek beş yıldaki yayın hazırlığı çalışmasının devamı için bile pek gayret gösterilmedi, aksine son yirmi yıl kapandı, artık her şey başka olacak stratejisi ile hareket edilmeye başlandı.

Evet son yirmi yıl kapandı ama gelecek yirmi yılın sorumluluğunu üstlenecekleri seçerken dikkat edilmesi, en ön kriter olarak görülmesi gereken, araştırma programının ne olacağı değil midir? Ne amaçla, hangi programla kazılar devam ettirilecek? Belki farklı araştırmacılar, birbirinden çok farklı araştırma hedefleri ile yaklaşabilirler. Kazı başkanı kim olacak sorusu irdelenirken, yabancı istemeyiz bizden olsun ya da şu sıralar en sevdiğimiz hoca kim, o olsun düşüncesinin Göbekli Tepe’ye layık olmadığını ve bu arayış sürecinin kriterlerinin tekrar gözden geçirilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Bu yazı ilk olarak Kültür Servisi'nde yayımlanmıştır