Gökhan Özgün: Allah Türk tipi başkanlıktan ve laiklikten razı olsun!

Gökhan Özgün: Allah Türk tipi başkanlıktan ve laiklikten razı olsun!

*Gökhan Özgün

Milli yerli becerikli cerrah Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanı olduğu günden beri sürdürdüğü toplumsal operasyonda aniden koca kasap bıçağını bir kenara bıraktı, en ince neşterini aldı eline, ve çok hünerli bir mikro cerrahi girişimle bütün milleti rahatlattı.

‘Oh laikiz, laik kalacağız.’ Tayyip Erdoğan teminat verdi.

Kim bu kadar korkuttu Türkiyemi de, Tayyip Erdoğan, bu kez nedense hepimizin yüreğine su serpiverdi birden? Ve tartışmalar sona erdi erkenden.

Büyük ve affedilmez gafın faili TBMM Başkanı İsmail Kahraman.

İsmail Kahraman "Laiklik bir kere yeni anayasada olmamalıdır" dedi, ve ilave etti, "Dindar anayasa meselesinden anayasamızın kaçınmaması lazım…”

Tayyip Erdoğan kendi ameliyatına küstahça müdahale eden bu densizden çok ama çok ama çok rahatsız oldu.

Bu rahatsızlığın boyutu görünenden bin misli daha fazla.

Çünkü İsmail Kahraman, aslında vahim bir hata yaptı, ustanın bıçağı altına yatmış narkoz altındaki Türkiye’yi uyandırmayı denedi.

TBMM başkanı İsmail Kahraman’ın açıklamasının devamını dikkatle okuyunca öttürdüğü düdüğün sesinin çok tiz olduğunu olduğunu göreceksiniz. O kadar tiz ki, kendine laik diyen kesimin kulağı bu desibeli duyamıyor.

İsmail Kahraman’ın sözlerinin devamını okuyunca anlıyoruz ki, aslında adamın dediğinin meali şu: ‘Zaten bu ülke laik değil ve hiç de olmadı, laikmişiz gibi yapmayı tamamıyla bırakalım. Layıkımızı bulalım.’

‘Zaten bu ülke laik değil, hiç de olmadı’. İşte bu, Tayyip Erdoğan için çok tehlikeli bir cümle, ayıltıcı cümle, ameliyatın tam ortasında milletin gözlerini aniden açtırma ihtimali taşıyan cümle. 

Tam da bu yüzden Tayyip Erdoğan, bu kez, Türk tipi tınılar taşımayan, yumuşacık ‘evrensel’ bir sesle fısıldadı uyuyan Türkiye’nin kulağına, ‘Hiç endişeniz olmasın, sakın ha, laikiz laik kalacağız.’

Çok içerledi becerikli Tayyip Erdoğan aslında bu beceriksiz Kahraman’a, çok. Uyandırmayın benim 100 yıldır uyuyan laik güzellerimi, onlar kendini, hatta Türkiye’yi, ezelden beri laik sanıyor.

400.000 imamlık Devlet Diyanet İşleri’ni, dikkatinizi çekerim, devlet ve diyanet yan yana, bu pek garip ’laik kurumu’ 100 yıl çalışarak didinerek kurdu benim uyuyan laik güzellerim. Bu kurumun laikliğin teminatı olduğunu düşündüler, düşlediler. Ve sonra olduğu gibi, bir sürü bakanlıktan daha iri bütçesiyle, benim elime teslim ettiler. Şimdi sünni ve hafiften selefi yorumuyla bu imam ordusunun başında devletin başı olan ben varım. Ben kim miyim? Eskiden İstanbul’un imamıyım ben demiştim, şimdi Türkiye’nin imamı oldum, gerçekten de oldum, çünkü 400.000 imam arada bir bakanlık falan bile olmadan direk bana bağlı.

Ya uyanırlarsa İsmail, hakikaten laikliğe, anayasaya aykırı diye, diyanet kapatılsın diye, dava açalarsa, biliyorsun, anayasa mahkemesinin ne yapacağını daha tam kontrol edemiyorum, ya diyanet tasfiye edilmeye başlarsa, ümmetin hilafeti yıkılmış zaten, yeniden kurmaya çalıştığım milli ve yerli hilafet de mi yıkılsın? Başım gözüm üstüne, laiklik, Allah senden razı olsun,

Bana bahşettiğin diyaneten de.

Ah İsmail ah, koskoca meclis başkanısın, ama ne kadar safsın, sen hangi devirde yaşadığının farkında mısın? Ya bunlar laikliğin, sekülerliğin, mini etek giymek ve köşedeki barda iki tek atmaktan çok daha geniş, kapsayıcı, sadece anayasadaki bir kelamdan ibaret değil, merkezi devlet ve kurumlarıyla ilgili olduğuna anlarsa ne yapacağız? Eğitimden, üniversiteden, askerliğe, diyanete bütün kurumlarıyla, kanuni düzenlemeleriyle, laiklikle alakası olmayan bir sistem kurmuşlar, hem de kendi elleriyle, bunu laik sanıyorlar, elleşme İsmail, elleşme.

Bak ben şimdi hem devletin başıyım, hem de bütün imamların imamıyım, hem de bütün üniversiteler YÖK marifetiyle bana bağlı. O akademisyenler var ya, o garibanların sandığı  bizim sandık gibi değil, onlar rektör seçmek için oy veriyorlar, ama sonuçta rektörü ben seçiyorum, en az oy alanı da seçebilirim, en çok oy alanı da, seçim bana kalmış, imamların imamına, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Başkomutanına.

Şimdi İsmail, sen farkında değisin ama, bir laiklik, sekülerlik tartışması açarsın, bir bakmışsın ucu özerk üniversiteye varmış. Vicdan özgürlüğü üzerinden, araştırma özgürlüğü üzerinden, siyaseten bağımsız olmak üzerinden. Altın tepsiyle elimize YÖK’ü de vermişler, tepe tepe kullanıyoruz. Sesi biraz yüksek çıkan akademisyeni içeri atıyoruz. Devlete bağlı ne de olsa,

ha imam ha akademisyen.

Bak İsmail, benim gibi pratik ol, benim gibi pragmatik ol, şimdi bunların anayasasının değişmez maddelerinden 2. maddesinde, hem laiklikten bahsediyor hem de Atatürk milliyetçiliğine bağlılıktan, yani bir yandan ‘kutsal’ olanı sözde devletten uzaklaştırırken, diğer yandan bir milliyetçiliği kutsal kılıyor ve devleti onun üzerine oturtuyorlar. Sen beni hala tanımadın İsmail, sen bana bir ‘kutsal’ ver, ben onun içine her şeyi sığdırırım, benim adım boşuna Reis değil. Bak epey bir süredir her tür milliyetçiliğin daniskasını yapıyorum, CHP’den, MHP’den biri çıkıp bu yaptığın milliyetçilik Atatürk milliyetçiliğine ve dolayısıyla anayasaya aykırı dedi mi? Tam tersine milliyetçilikte benle yarışıyor fakirler.

Zaten sünniliği ta dibine kadar yerleştirmişler devletin içine, biraz bastır, sünniliği istediğin gibi yorumla, milliyetçiliği kutsal kılmışlar anayasının ta en tepesinde, biraz ittir, içine ümmetçiliği de sokarsın, emperyal Osmanlı rüyasını da.

İsmail biraz akıllı ol, bunların laik anayasasına bak, içinden laiklik geçen maddeye bak, göreceksin, laiklik diye inancı, dini, kutsalı devletten ayrı tutuyorum derken, devletin kendini ‘kutsal’ kılmışlar. Fransız anayasasındaki bütün ‘cumhuriyet’ kelimelerinin yerine ‘devlet’ kelimesini kullanmışlar. Bu bana uyar, hem de çok uyar İsmail. İslamda da devlet kutsaldır. Osmanlı’da da. Benim Saray’da da. Laik anayasalarında Ankara’nın devlet gücünü bölünmez, bölüşülmez kılmışlar. Çok sevdikleri Fransız anayasasında öyle değil ama, bir küçük cümle var orada, Fransa anti merkeziyetçidir, diyor.

Şimdi tane tane anlatacağım Kahraman İsmail, kahramanlığa hiç gerek yok, ben, yok eyaletti, yok vilayetti, yok demokrasiydi diye döndüm dolaştım, sonra aniden durdum. Bir de baktım benim durduğum en kanlı bıçaklı yerde en keskin Kemalistler, en azılı ulusalcılar duruyor. MHP’li ler durmaya çalışıyor, tutunamıyor.

CHP, en ‘derin’ yerlerde benden uzaklaşmaya cesaret edemiyor. İşte o zaman bir ilham geldi bana, adını ‘Türk tipi başkanlık’ koydum.

Şimdi sana bir sır vereyim İsmail, benim her şeyim sır zaten, hayalim tam teşekkülüyle teşrif etmeden, kimse neyin peşinde olduğumu anlayamaz.

Benim Türk tipi laik anayasayla ilgili hiçbir derdim yok.

Tabii, laiklik Türk tipi olduğu sürece. O değiştirilmesi teklif edilemez maddelerle de hiçbir sorunum yok. Dahası, Türk tipi başkanlık sistemini, Türk tipi laik devlet kaidesi üzerine oturttuğum zaman ortaya çıkacak resme bakınca bütün millet gibi sen de apışıp kalacaksın, gerçekten büyük bir “usta” olduğumu anlayacaksın. Büyük usta, kullandığı malzemeyi herkesten daha iyi tanıyandır.

Yok, hayat tarzlarına falan da dokunmayacağız, hayatlarını ve tarzlarını iyice köşeye sıkıştıracağız, Osmanlı’nın gavura yaptığı gibi, hayat tarzlarının bedelini, maddi manevi vergisini iyice yükselteceğiz, o kadar.

Dindar herkes bilir, din eğitimi aslında ailede verilir.

Orta öğrenimde mecburi kıldığımız din dersleri, zamanında onların verdiği “Milli Güvenlik” derslerinin bir muadili olacak senin anlayacağın, memleketin patronunun kim olduğunu belleteceğiz bu derslerde. Dindar nesil, palavra.

Onun için İsmail, gölge etme başka ihsan istemem demek istiyorum sana, işgüzarlık yapıp işimi bozma.

Allah Türk tipi laiklikten razı olsun, Allah Türk tipi laikliğe Türk tipi başkanlık nasip eylesin. Allah sanki onları birbiriyle Ankara’da, Saray’da kucaklaşsın diye yaratmış. 

Bu yazı Nokta Dergisi'nden yayımlanmıştır