Gezi’den önce “Sayın Tayyip Erdoğan” idi. Gezi’den sonra “Gazi Tayyip Erdoğan” oldu. Becerikli Tayyip Erdoğan, Gezi’den göğsünde mareşal madalyasıyla ayrıldı.
Ve Gazi Tayyip Erdoğan bir kesimin adeta ’Atatürk’ü haline geldi.
Artık onu sadece yaptıklarıyla ettikleriyle değil, psikolojisiyle, meşrebiyle, olduğu gibi kabul etmemiz gerekiyordu. Samimiyetin sınırları aşıldı, kimileri onu babasına, kimileri daha da kıymetlisine benzetmeye başladı. Tayyip Erdoğan’ın, üzerine gidilmezse demokrat, üzerine gidilince otoriter olduğunu öğrendik. Madonna’yla Stalin karması biri yani. Kimilerine göre bir süper star, kimilerine göre yalnızca tarihin yargılayabileceği biri.
Hani ünlü futbolcuların kolundan eksik olmayan bir dövme var ya “Only God can judge me” (Beni yalnızca Allah yargılayabilir) o kıvamda hani.
Bu becerikli manevra nasıl mı yapıldı? Her şey tersyüz edilerek yapıldı.
Gezi belki de Türkiye’nin ilk Batılı sivil siyasi ayaklanmasıydı. Batı medyası da Gezi’yi 2011 Londra, yine 2011 Occupy Wall Street hareketlerine benzetmeye eğilimliydi, teşneydi.
Bu eğilim tersyüz edildi. Çünkü edilmese, buradan kahraman ve mağdur bir Gazi çıkmayacaktı. Tayyip Erdoğan Gezi’yi, ardından Sisi darbesi gelen Mısır ayaklanmasına benzetti. Kendini de Müslüman Kardeşler mağduriyetine yerleştirdi.
Böylece Türkiye’nin ilk Batılı ayaklanması Doğulu bir darbe girişimi olarak vaftiz edildi. Bir günde AKP medyası tarafından emperyalist ilan edilen Batı Medyası da çok direnmedi, bu tersyüz versiyonu satın aldı.
Artık Gezi yalnızca ve yalnızca Tayyip Erdoğan’a karşı yapılmıştı.
Garip ama çok garip şekilde, AKP medyası, hain ilan ettiği Batı Medyası’yla işbirliği içinde bunu bir 3. dünya ayaklanması olarak paketledi ve sattı. Batı Medyası artık Gezi’nin bir diktatöre, AKP medyası da bir devrimciye karşı yapıldığını söylüyordu.
Ama sonuç aynıydı, olay Batı’da geçmiyordu.
Halbuki doğru bir iletişimle Gezi, Türkiye’nin Batı’daki yerini zayıflatmak bir yana güçlendirebilirdi. Gezi de en az “Occupy Wall Street” kadar Batılı ve şehirli hassasiyetlerle ortaya çıkmış, kapitalizme, globalizme karşı bir azınlık uyarısı niteliğindeydi.
Ve böylece Gezi’den önce burnu Batı’ya dönük Türkiye, Gezi’yle birlikte burnunu 180 derece Doğu’ya çevirdi. Aniden, bir günde.
Yiğit Bulut çarkçıbaşılığa terfi etti.
Ne önemi var Batı’nın Doğu’nun diyorsanız, şöyle söyleyeyim.
Aslında bu garip memlekette başka hiçbir şeyin bu kadar önemi yok.
Çünkü Türkiye’de siyaset sağ sol liberal milliyetçi vesaireden önce Batıcı ve Doğucu olarak bölünür. Ve bu ayırım Türk siyasetini dikine keser.
Yani her partinin, her akımın içinde Batıcı da vardır Doğucu da.
CHP’nin Doğucusu vardır, az da olsa Batıcısı da vardır. AKP’nin Doğucusu boldur az da olsa Batıcısı da vardır. Ne oldu Ali Babacan’a? Kimse bir soru olsun dahi sormayacak mı Davutoğlu’na, ne oldu Ali Babacan’a?
Ama en önemlisi, Türkiye’de derin devlet her zaman Doğucudur. Ergenekon ne kadar Doğudaysa o kadar Doğucudur. Asker hakeza.
Burun Doğu’ya çevrildimi olacaklar bellidir. Korku siyaseti. Gücün merkezde toplanması. Savaş. Reislerin (isimlerini ağzına almaya korkuyor insan) önlenemez yükselişi. Ve mesela, son seçimin ardından Perinçek’in gazetesinin adeta seçim sonuçlarını kutlar gibi “ordu hiç bu kadar güçlü olmamıştı” başlığı atması.
Devletin gittikçe büyümesi ve derinleşmesi ve ona karşı işlenen suçların da tabii her geçen gün daha da büyümesi ve bu suçu işleyenlerin yaşının gittikçe küçülmesi.
Bildiğiniz Türkiye işte, her şeyin failinin meçhul olduğu ve meçhul kalacağı Türkiye.
Tabii burun bu kadar Doğu’ya çevrilince bunun görünür bir anıtı, kanıtı da olması gerekiyor. Ve Aksaray yükseliyor aniden Ankara’da.
Aksaray Türkiye Cumhuriyet’ine yakışır mı? Yakışır.
AKP döneminin en önemli erdemi budur belki de. AKP döneminde Türkiye görünür oldu. Artık Aksaray’ın karşısında küçüldüğünüzde nerede yaşadığınızı anlıyorsunuz.
Laiklerin siyasi Las Vegas mimarisi son buldu. Yani fasad İsviçre, küçücük bir Cumhurbaşkanlığı köşkü, içerde bambaşka bir terane.
Aksaray sayesinde artık bizi ezeni, yukardaki, merkezdeki kibri ta Fizan’dan görebiliyoruz. Sağolasın Gazi Tayyip Erdoğan.
En azından artık bir yerlerimizde nal gibi hissettiğimiz şeylerin varlığı yokluğu tartışmasına girmiyoruz.
White House’ı Türkçe’ye “Beyaz ev” değil de, “Beyaz Saray” diye kim tercüme eder? Platon’un Republic’ini Türkçeye kim Cumhuriyet değil Devlet diye çevirirse işte o Doğulu.
Beyaz Saray gafının üzerine Aksaray diye kim atlar? Cumhuriyetin üzerine kim Devlet benim diye atlarsa, o.
Batılı siyaset halbuki çıplak otoritedense içselleştirilmiş otoriteyi, merkezden emretmektense yerel olanı koordine etmeyi tercih eder.
Bundan neredeyse 40 yıl önce eyalet sisteminden bahseden Turgut Özal mesela Batıcıydı. Kim bilir belki de o yüzden aniden ölüverdi. Tansu Çiller mesala Doğucuydu. O yüzden kimse ilişmeyecek ona.
Gezi’den önce Türkiye kısa süreliğine Batı’nın bir parçası olmuştu. Bunun sınavı basittir. Eğer Batı’nın içinde bir siyaset sizi destekliyor bir siyaset sizi desteklemiyorsa Batı’nın bir parçasısınız demektir.
Gezi’ye kadar Batı da liberal, demokrat ve yeşiller açıkça AKP’yi destekliyordu. Batılı Cumhuriyetçi ve Muhafazakar kanat ise Ortadoğulusun sen Türkiye, Ortadoğulu kal, giy artık postallarını havasındaydı. Sonunda giydik de.
Artık Batı’nın içinde değiliz. Batı’da bir iç politika unsuru olmaktan çıktık, değişmez bir dış politika unsuru haline geldik.
Hangi Batı ülkesinde kim iktidara gelirse gelsin, artık Türkiye politikası değişmez. Bu Gazi Tayyip Erdoğan’ın ilk zaferiydi.
Onurlu yalnızlığa geçmiştik artık. Bağımsız Türkiye, sadece Batı’dan, Batılılıktan bağımsız bir Türkiye demektir. Başka hiçbir şey demek değildir. En soldan en sağa en sevilen sloganlardan biridir Bağımsız Türkiye.
Bağımsız Türkiye’de nedense hep savaş vardır, yine var.
Kimse Güneydoğu’daki savaş dün çıkmış gibi konuşmasın.
40 yıldır vardı. Ve özerklik talebi de o kadar eski.
Aşağıdaki sabırlılar eyalet sistemi konuşmak istiyor. Yerinden yönetim konuşmak istiyor. Yukardaki, merkezdeki kibir yalnızca başkanlık konuşmak istiyor.
Ve bilen biliyor, artık bu ülke tek merkezden yönetilemez hale geldi.
Benim dedem de, Tayyip Erdoğan’ın dedesi de, Lazistan sancağı altında doğdu.
Artvin’de Kafkasör’de altın aramak için izin veriliyor merkezden.
Bu olacak iş değil. Bu merkez keyfiyeti, Artvin’i bilen tanıyanı cinnete götürebilir. Bunun yeşili, doğayı korumakla da bi alakası yok.
Kafkasör, bir dağ yamacına kondurulmuş Artvin’in en tepesindeki Taksim meydanıdır, düğün dernek, boğa güreşleri orda olur, insanlar orada bir araya gelir.
Taksim’in altı baştan sona altın olsa, orda altın aranır mı? Aratır mısınız?
Kim bilir belki onu da yaparsınız, merkezden.
Artık özerklik konuşulmasının, eyalet sistemi konuşulmasının, yerinden yönetim konuşulmasının zamanı gelmedi mi? Bunun üzerine ister başkan gelsin ister Padişah farketmez. Anayasa dediğin bu en tepedekinin haklarını sınırlamaktan başka bir şey değildir temelinde.
Ama biliyoruz ki burnu Doğu’ya dönük Türkiye’de bunlar konuşulamaz. Bunu konuşmaya çalışanlar özenle cezalandırılır.
Bunları konuşturmayacak çeteler çoktan tekrar ortalığa salınmıştır.
Duydum. Aşağıdan gelen bir özerklik talebi yok diyorlar.
Duydum. Özerkliği meclis çoğunluğuyla elde etsinler diyorlar.
Yani özerklik verilmez alınır diyorlar.
Burunu Doğu’ya dönük Türkiye savaş sahnesini tekrar tesis etmiştir. Televizyonlarda politika konuşanlar yerini, insan hayatını bir teçhizat olarak telakki eden o kadim, o vazgeçilmez jeopolitik, askeri uzmanlara terketmiştir.
Savaşın sahnesi bu kadar özenle kurulmuşsa, aktör bulmakta güçlük çekilmez Doğu’da. Bunu bilmeyen yok aramızda. Ama bilmezden gelen çok.