Gökhan Özgün: Korkunun çehresi Erdoğan olabilir ama çaresizliğin fotoğrafı sensin Kılıçdaroğlu

Gökhan Özgün: Korkunun çehresi Erdoğan olabilir ama çaresizliğin fotoğrafı sensin Kılıçdaroğlu

*Gökhan Özgün 

Benim indimde, bu haftanın değil, gelecek on yılın en büyük bombalarından biri geçen hafta siyasete düştü. Bombanın faili CHP, bombayla birlikte kendini havaya uçuran da Kemal Kılıçdaroğlu. Kılıçdaroğlu, aklın, izanın, ifadenin bütün imkanlarını kendiyle beraber patlatarak T.B.M.M’yi berhava etti.

Bomba haberin özetini, ilk cümlesini, T24’den olduğu gibi aktarıyorum.

“CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, AKP’nin sunduğu dokunulmazlık teklifine evet diyeceklerini açıkladı. Kılıçdaroğlu, AKP’nin teklifinin anayasaya aykırı olduğunu belirtirken; teklife ‘evet’ dememeleri durumunda AKP’nin bu durumu istismar edeceğini söyledi.”

Yani, yaşlı başlı bir adam, bir siyasi lider, bir parti başkanı, halkın yüzde 25’nin temsilcisi, böyle bir izahat veriyor, böyle bir gerekçelendirme yapıyor ve hitap ettiği kitle de bunu anlıyor.

Gerçekten anlıyor mu? Yoksa CHP, kitlesiyle bir nevi telepati yoluyla mı iletişim kuruyor? Sanki CHP’nin yaptığı herhangi bir şeyi, aldığı herhangi bir kararı izah etmesi gerekmiyor da, askeri bir birlik gibi, sadece nereye konuşlandığını, hangi bölgeye mevzilendiği kitlesine bir işaret fişeğiyle göstermesi yetiyor. Bunun dışında, kullanılan diğer bütün ifadeler, açıklamalar, bir bilgisayar tarafından rastlantısal olarak bir araya getirilmiş sözcüklerden oluşmuş anlamsız bir metin kıvamında olsa da fark etmiyor.

Gerçekten hayretler içindeyim. T24’de yer alan bu haberin

24 saat içinde Facebook’da yalnızca 185 kere paylaşılmış olması beni daha da büyük bir hayrete düşürüyor. Kendimden de şüphe ediyorum.

Yok, biliyorum, aptal değilim, CHP, AKP’nin dokunulmazlıkların kaldırılması teklifine destek vermiş, bunun bu ‘milli memlekette’ maalesef pek bir haber değeri yok. Bunu anlayacak hem yaşta hem baştayım. Ama gerekçelendiriliş şeklinin, yalnızca Türkiye için değil, resmi dilimiz Türkçe için, insanlık ve hatta psikoloji ilmi için büyük bir haber değeri taşıdığını düşünüyorum. Binlerce paylaşım almalıydı bu haber.

Kılıçdaroğlu’nun AKP’nin dokunulmazlık teklifini niye kabul ettiğinin izahını her haber sitesinden tekrar tekrar okudum, hiçbir şey anlamadım. İki cümleyi birbirine bağlayamadım.

Bu haberi tekrar tekrar okursanız, iddia ediyorum, bu bir teşbih değil bir hakikat, beyniniz dumura uğrayacaktır. Bu yüzden bu yazıdan da çok şey beklemiyorum, okur beni affetsin, çünkü bu yazıyı, bu haberi tekrar tekrar okumuş olmanın verdiği bir ’sarhoş boşluk’ta yazıyorum. Astronotların uzayda yaşadığı bir bulantıdan söz edilir, onun gibi bir şey bu ‘sarhoş boşluk’. Yerçekimsiz, yönsüz, aşağı yukarı, sağ sol hissinin, hatta zaman duygusunun kaybolduğu ortamlarda yaşanan büsbütün bir kaybolmuşluk hissi.

Lütfen Kılıçdaroğlu’nun bizzat sarf ettiği birkaç cümleye tekrar bakalım (bütün açıklamayı hakkıyla analiz etmek için bir yazı yetmez, bir kitap yazmak gerekir. Hiç abartmadan söylüyorum.)

Kılıçdaroğlu: ”Anayasaya aykırı düzenleme geliyor. Buna rağmen, biz (CHP) evet diyoruz.

a) Yukardaki cümlede, “buna rağmen” bir cesareti işaret ediyor.

b) Bir çaresizliği, köşeye sıkışmayı ifade ediyor.

c) Anayasaya karşı işlenmiş bir suçu itiraf ediyor.

d) Ya da, köşeye sıkışmanın getirdiği gözü karalıkla anayasaya karşı bir suça iştiraki kabul ediyor.

Kılıçdaroğlu: “Halkı kandırmaya yönelik bu teklife her şeye rağmen evet diyeceğiz”. Buradaki şıklar da sanırım şöyle olmalı.

a) Halkın kandırılmasına evet diyeceğiz.

b) Halkın kandırılmasına her şeye rağmen evet diyeceğiz.

c) Halkın kandırılması mecliste bir ‘teklif’ olarak önümüze konduğu için evet diyeceğiz.

d) Hep mi hayır diyeceğiz, bu sefer evet diyoruz, her şeye rağmen.

Kılıçdaroğlu: “Dokunulmazlıkların kalkmasını istiyoruz. Siyasetçi bedel öder. Biz bedel ödemekten korkmuyoruz… Nasıl bu ülkede demokrasi mücadelesi verilirken aydınlar bedel ödüyorsa, biz de bedel ödemek istiyoruz.

a) Fikir suçundan birileri tutuklanıyor, yargılanıyorsa, milletvekilleri de yargılanmalıdır. Yani, meclis dokunulmazlığı zaten abesle iştigaldir. Bizi de içeri atın ki, dışarda ve siyasetin içinde olmak, her gün siyasi kararlar almak yükünden kurtulalım.

b) Aydınları içeriye atmak kolay, sıkıysa CHP milletvekillerini içeri atın da görelim.

c) Ben de bir Can Dündar olmak istiyorum, benim ne eksiğim var?

Bu sözlerin ''d şıkkı yok, çünkü o şık, bundan sonra gelen sözlerin anlamı ve/veya anlamsızlığında gizli.

Kılıçdaroğlu: “Asıl mesele HDP’lileri yargılamak. Biz ‘hayır’ desek, ‘vay HDP’lileri destekliyorlar’ diyecekler.”… “Bağımsız olmayan bir yargı herhangi bir yazarı çizeri hapse atıyor, biz buna itiraz ediyorsak, bir siyasetçi de bunu göze almalı. Biz bunu göze aldık. 4 akademisyen hapiste, bildiriye imza attılar diye."

a) HDP’yi destekliyor diye adımız çıkmasındansa anayasaya karşı suç işlemek evladır.

b) Bağımsız olmayan bir yargıyla bütün meclisin yargılanmasını istiyoruz, nedenini de tam olarak bilmiyoruz.

c) 4 akademisyen HDP’yi desteklediği için hapiste, o halde HDP’lileri de içeri atsınlar.

d) Zaten 4 akademisyeni destekleyerek istiap haddimizi aştık, bir de üstüne koskoca HDP’yi mi destekleyeceğiz.

Bir de bir cümle daha var ki, şıklığından şıkka gerek duymuyor, ama yine de açalım ve anlamaya çalışalım.

Kılıçdaroğlu: “Bu süreci daha sert geçiştirmezsek geniş kitleleri ayağa kaldıramayız.”

a) Süreci sertleştirerek çelişkileri derinleştirmek ve devrim koşulları oluşturmak istiyoruz.

b) “Sert geçiştirmek” diye yepyeni bir devrimci kavram yarattık.

Dikkatinizi çekerim. Hem sertleştiriyorsunuz hem de geçiştiriveriyorsunuz. Bıçaksız, neştersiz ameliyat gibi.

c) Geniş kitleler sertlikten anlar (Kimden öğrendiyse…)

d) Bu benim repliğim değil, nerden çıktı?

54 yaşındayım, neredeyse 35 senedir iyi kötü bu memlekette olanı biteni takip ediyorum, ben, böyle darmadağınık, bu kadar basiretsiz, siyaseten böylesine tarumar olmuş bir açıklama ömrümde duymadım.

Siyasi görüşün ne olursa olsun, bu raddede itinasızlığın mesnedi nedir merak ediyorum, son yılların en vahim siyasi kararlarından birini alıyorsun, nedenini, niçinini izah ederken bari meramın ne olursa olsun, başı sonu olan, izanlı bir metnin olsun elinde, etrafında eli kalem tutan kimse yok mu? Hadi başkası umurunuzda değil, kendi seçmeninize de mi saygınız yok?

Tamam, Reis ve Asker yüklendi, hiç ayrılamadığınız ‘milli ve yerli’ köşeye sıkıştınız, meclisi ‘anayasaya aykırı’ olarak bir nevi feshediyorsunuz, bunun siyaseten daha münasip bir lisanı yok mudur? Bütün Türkiye’ye karşı olması mümkün değil de, en azından kendi seçmeninize karşı daha dikkatli olunamaz mı?

Bütün bir CHP kitlesi ‘şizofreni’ teşhisini hak ediyor mu?

Şizofreninin en belirgin semptomu, zamanın ileriye doğru aktığını kavrayamamaktır. Şizofren zamanda nedenselliği kavrayamaz, onun dünyasında sonuç, sebepten önce vuku bulabilir.

Bu yüzden şizofren, cinayet bile işlese, kendinin cinayet işlediğini değil, cinayetin kendisini seçtiğini düşünebilir.

Bu yüzden şizofrenin yazdığının, söylediğinin, başı, sonu, ortası olmaz. Anlamları bir oraya kayar, bir bu yana. Çağrışımları dört bir yana dağılır, kimse toplayamaz. Şiire bazen iyi gelebilir ama, hitaba, iletişime, ilişkiye, siyasete, asla.

Korkunun ve tehdidin çehresi Tayyip Erdoğan olabilir bu memlekette, ama çaresizliğin vesikalık fotoğrafı maalesef sensin Kılıçdaroğlu.

Ne diyelim, anayasanın üzeri çizildi, siyaset iyice ezildi, içerisi dışarısı düşman, terörist, ajan dolu, meclisin de son günleri geldi. Allah hepimize Kürt sabrı versin.

Not: Seçtiğim alıntılarla Kılıçdaroğlu’nun ifadesinin ’bütünlüğünü’ tahrif ettiğimi düşünen varsa, haber metni her yerde mevcut. Okumanızı özellikle tavsiye ederim, siyasi olarak gelecek 10 yıla damgasını vuracak olabilir, ama ifadesizliğin bir resmi olarak bütün bir yüzyılda iz bırakacak.

Bu yazı Nokta Dergisi'nde yayımlanmıştır