Alper Görmüş
(Taraf - 14 Ağustos 2012)
Ergenekon ve Balyoz davalarının Türk Silahlı Kuvvetleri’nin “anti-Amerikan” (“millici”)kesimini saf dışı bırakmak üzere “tezgâhlandığı”; ABD’nin böylece “1 Mart 2003 tezkeresi sırasında ‘anti-Amerikan’ bir tutum alarak tezkerenin Meclis’ten geçmemesinde önemli bir rol oynayan askerlerden de intikam almış olduğu” tezleri son günlerde yeniden ısıtılarak piyasaya sürüldü. (Tahmin edebileceğiniz gibi bu yeni sürümün nedeni, eski Genelkurmay başkanıHilmi Özkök’ün Ergenekon davasındaki tanıklığı sırasında 1 Mart tezkeresi konusunda da konuşmuş olması.)
Oysa ulusalcı ideolojinin “anti-Amerikan”cılığının bir “kabuk” olduğuna dair yeteri kadar olgusal malzeme var elimizde... Kâh “Türkiye’nin en anti-Amerikan abisi İlhan Selçuk”un yazılarından, kâh Ergenekon iddianamesinin delil klasörlerinden bize “cee” diyen bu hâlin örneklerini son yıllarda yeri geldikçe gösterdim.
Hatırlayan okurlar olacaktır: Ben, bu örneklere bakıp da Türk ulusalcılığının anti-Amerikancılığının sahih ve samimi bir içeriğinin olduğunu öne sürmenin imkânsız olduğunu düşünüyorum... Yine, bu örneklerin, Türk ulusalcılığının gerçek ideolojisi olan demokrasisiz, laik bir diktatörlüğe ABD’nin“evet” demesi durumunda, ulusalcıların onunla ittifak etmekten çekinmeyeceklerini açıkça gösterdiğini düşünüyorum...
Ulusalcılığın “sivil” kanadından devşirdiğim bu örnekleri önümüzdeki yazıda toplu olarak bir kez daha dikkatinize sunacağım...
Bugün ise, yukarıda dile getirdiğim temel iddiamın, ulusalcı ideolojinin asker kanadı bakımından da doğru olduğunu gösteren 1 Mart 2003 tezkeresi örneği üzerinde duracağım... Tezkere tartışmaları sırasında Türk ordusunun tavrı, TSK’nın anti-Amerikancılığının gerçekte bir kabuk olduğunu, onun altında en süflisinden bir “Amerikan muhibliği”nin yattığını ortaya koyan bir turnusol kâğıdı işlevi gördü.
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AK Parti) 3 Kasım 2002 seçimlerini kazanıp iktidara gelmesi, bizzat Hilmi Özkök’ün mahkemedeki tanıklığı sırasında dile getirdiği gibi ordu içinde büyük bir“endişe”ye yol açmıştı...
Zaten belliydi, fakat Özkök’ün açıklamaları bir kez daha ortaya koydu ki, o günlerde “genç subaylar”dan ziyade “yaşlı subaylar” (generaller) rahatsız olmuştu bu iktidar değişiminden...
Hemen harekete geçtiler... Dört kuvvet komutanı, aralarına Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ü de alarak iktidarı devirmenin hesaplarını yapmaya çalıştılar. Artık herkes biliyor: Özkök bu harekete karşı durdu ve 2003-2004’te hükümetin eski usullerle “gönderilmesi” mümkün olmadı.
O günlerin kaotik ortamında dört kuvvet komutanı, halkı yanlarına çekmek için hükümetin iki büyük girişimi çerçevesinde yürütecekleri anti-propagandaya ve eylemlere büyük bel bağlamışlardı.
Bunlardan biri Kıbrıs’ta barış girişimleri, öbürü de yaklaşmakta olan Irak Savaşı’yla ilgili olarak ABD’nin Türkiye topraklarını kullanmak ve Türk ordusuyla işbirliği yapma istekleri karşısında hükümetin, bu talebe onay verir gözüken tavrıydı.
Dört kuvvet komutanının, hareketlerinin “millici” içeriği konusunda halkı ikna etmede bu iki meseleyi kullanma arzuları Darbe Günlükleri’nde çok açık bir biçimde görünmekteydi.
Hatta o kadar ki, dört kuvvet komutanının ortaklaşa hazırladıkları Sarıkız darbe planının anlatıldığ ıNokta dergisi haberinin başlığı “Kıbrıs’tan gelen Sarıkız” olarak tasarlanmıştı. (Biliyorsunuz, daha sonra Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur kendi başına, sonraki aşamaları Yakamoz ve Eldiven olan Ayışığı adlı darbe planını hazırlayacaktır.)
Darbe Günlükleri’nin Nokta dergisi versiyonunda (Mart, 2007) darbe girişimini meşrulaştırmak üzere kullanılan bu iki argümandan biri olan “Kıbrıs” hak ettiği vurguyla sunulmuştu ama aynı şeyi 1 Mart tezkeresi için söylemek mümkün değildi. Kuvvet komutanlarının, Amerikan askerlerinin Türkiye’de konuşlanmasına ve Türk ordusunun ABD askerleriyle birlikte Irak’a girmesine müzahir görünen hükümetin tavrını kendi siyasi amaçları doğrultusunda nasıl kullandığına dair bölümlerin hiçbiri yer almamıştı Nokta’da. Önemsizliğinden değil, “hızlı okuma tekniği”ne kurban gitmesinden...
Bu bölümler, Nisan 2012’de Etkileşim Yayınları tarafından basılan Darbe Günlükleri: Tam Metin... İmaj ve Hakikat adlı kitabımda yer aldı.
Bakalım, Türk ordusunun o günlerdeki “anti-tezkere” ve “anti-ABD” tavrı ne kadar sahici ve samimiymiş ve kamuoyuna yansıtılanla generallerin gerçek düşünceleri arasında nasıl bir fark varmış...
Konuya ilişkin en net ifadeler, 26 Aralık 2002’de yapılan Askerî Şûra toplantısının birinci gününde askerlerin kendi aralarında yaptığı “Kıbrıs” ve “Irak Savaşı” konulu tartışmalarda yer alıyordu.
Özden Örnek, o gün günlüğüne şu notu kaydetti:
“Toplantımızda önce Irak, sonra Kıbrıs konusunu tartıştık. Memnuniyet vericidir ki herkes aynı şekilde düşünüyordu. Kısaca herkes, Irak’a fiilen girilmesini, Kıbrıs’ta çözümsüzlüğün benimsenmesini tavsiye ettiler.”
Bu satırların asıl anlamına ulaşabilmek için, onları, o günlerde basında yürütülen “asker neden kendi fikrini açıklamıyor?” tartışmalarıyla birlikte değerlendirmek gerekiyor. Gerçekten de ortada çok tuhaf bir durum vardı. O güne kadar kendilerini ilgilendirmeyen her şeye karışan, fikirlerini açıklayan ve yeri geldiğinde hükümete aba altından sopa gösteren askerler, bu defa mesele doğrudan kendilerini ilgilendirdiği hâlde susuyorlar, hiçbir şey söylemiyorlardı.
Bu, kamuoyunda doğal olarak “askerler tezkereye karşı” algısının oluşmasına yol açtı. O günlerde başka şeyler de oldu... İmaj ve Hakikat’te ortadaki tuhaflığı şöyle yorumlamıştım:
“Komutanlar kendi aralarında ‘Irak’a girelim’ fikrini savunuyorlardı ama kamuoyuna bunun tam tersi bir izlenim vermeye çalışıyorlar, böylece hem kendileri hakkında ‘anti-Amerikan, ulusalcı’ bir imaj yaratıyorlar, hem de hükümetin ‘Amerikancılığı’nı halka göstermiş oluyorlardı.
“Bu utanç verici ikiyüzlülük, konuya ilişkin olarak TBMM’nin karar vereceği 3 Mart 2003’ten bir gün önce zirveye çıktı... Bir üst düzey komutan Milliyet’ten Fikret Bila’ya verdiği demeçte, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin tezkereye karşı olduğunu, tezkerenin geçmesi durumunda ordunun rahatsız olacağını söylemişti. Zaten Milliyet de 2 Mart 2003’te bu rahatsızlığı dile getiren bir manşetle çıkmıştı.
“Özden Örnek’in yukarıda okuduğunuz satırları, ordu üst yönetiminin o günlerde ABD’yle birlikte Irak’a girmek istediklerini net bir biçimde ortaya koyarak tarihî bir rol oynuyor.
“Bu satırları, o günlerde mazrufa değil de zarfa bakan ve böylece Türk ordusunun ‘anti-emperyalist karakteri’ne göndermelerde bulunan Türk ulusalcıları da dikkatle okumalıdırlar.”
Ne var ki evdeki hesap çarşıya uymamış, Meclis, 1 marttaki tarihî oylamada ABD’nin ve Türkiye hükümetinin isteklerini reddetmişti.
Bu, askerler bakımından her şeyin “berbat” olduğu andı. Çünkü onlar Türkiye’deki herkes gibi tezkerenin kesinlikle kabul edileceğini umuyorlardı. Böylece hem kendi istekleri gerçekleşmiş olacak hem de hükümetin “Amerikan uşaklığı” yönündeki ulusalcı propagandaya hız verilebilecekti.
Sonuçta, malum, kendi oyununun kurbanı olup tuşa gelen güreşçi misali kendilerini bir anda minder dışında buldular.
Tezkerenin reddinden sonra Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök, askerlerin hükümet gibi düşündüğünü, tezkerenin geçmesini istediklerini açıklasa da olan olmuştu.
Taze açıklamalara bakarak da anlayabileceğimiz gibi, askerden gelen “karşıyız” imaları olmasaydı... Tersine, askerler, kendi aralarında kararlaştırdıkları gibi Irak’a girmeyi desteklediklerini ilan etmiş olsalardı tezkere neredeyse kesin olarak Meclis’ten geçecekti.
Amerika hiç kuşkusuz, gerçek eğilimleri ve istekleri “tezkerenin geçmesi” olan askerlerin, sırf iç politik hesapları uğruna bu isteklerini kamuoyuyla paylaşmamalarını hiç affetmedi. “Türk ordusu iyi liderlik edemedi”nin anlamı bu olsa gerek...
“Pür Amerikancı” iken “pür ulusalcı”ymış gibi davranmak, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne pahalıya patlamıştı!
Fakat Türk ulusalcılarının şimdi o günleri “TSK’nın Amerikan emperyalizmine direniş günleri”olarak hatırlaması ve Ergenekon-Balyoz davalarını bu “direniş”in rövanşı olarak görmeye çalışması, tek kelimeyle hazin!