Gözaltında işkence iddiaları: Konuşmazsan karına gözünün önünde tecavüz edeceğim!

Gözaltında işkence iddiaları: Konuşmazsan karına gözünün önünde tecavüz edeceğim!

Birleşmiş Milletler'in işkence özel raportörü Nils Melzer, hükümetin davetiyle geldiği Türkiye'de bu hafta incelemelerde bulunacak. Ankara, bir önceki raportörün ziyaretini iptal etmişti. Melzer ziyareti çerçevesinde polis merkezlerini ve hapishaneleri ziyaret etmeyi planlıyor. Ancak darbe girişimi ve OHAL ilanından bu yana Türkiye'de işkence iddialarında artış gözleniyor. Selin Girit araştırdı.

Kâğıdın başına darbe girişiminden bir gün sonrasının tarihi atılmış. Tam ifade: "16 Temmuz 2016 tarihi itibarıyla gözaltı sürecinde yaşadıklarım."

Darbe girişimi sonrası gözaltına alınan üst düzey generallerden birinin ifadesinin bir kopyası elimizde. Avukatından teslim alıyoruz.

Bazı yerlerin üzerini renkli kalemle çiziyor avukat. Bazılarının yanına ben notlar düşüyorum.

"Asfalt çok sıcaktı. Ayaklarım yanıyordu. Yanığa bağlı oluşan yaralarım 52'inci günde hala iyileşmedi.

"Üzerimde sadece iç çamaşırlarım vardı. Biri elinde 40-50 cm'lik bir şeyi yüzüme yaklaştırarak 'fantezi yapabilirsin, zevk alacaksın' gibi ifadelerde bulundu. Utancımı anlatamam.

"Anneme, eşime, kız kardeşlerime, çocuklarıma, akıllarına gelen her şeye küfrediyorlardı. Keşke beni öldürselerdi diye düşündüm sık sık.

"Evlerimize gidip eşlerimize........ Bunları yazarken inanın çok zorlanıyorum."

Altı sayfalık ifadenin sonuna bir de not düşülmüş: "Eşime söylemeyin ama yaşadığım süreçten psikolojim çok olumsuz etkilendi."

Ankara İl Emniyet Müdürlüğü'nde çekilen ve Anadolu Ajansı tarafından da yayımlanan bir videoyu Avukat Selcen Bayun'un cep telefonunda izliyoruz.

Videoda hükümetin TBMM'yi bombalama, tankları sokağa çıkarma, vatandaşların üzerine ateş açma gibi birçok emri vermekle suçladığı üst düzey generallerin gözaltı görüntüleri var. Görüntülerde bir generalin başında bir kızarıklık görülüyor, diğerinin yüzü kesik içinde, bir diğerinin kulağı sargıda, bir başkasının burnu kanıyor.

Avukat Selcen Bayun, müvekkillerinin suç duyurusunda bulunması ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne başvurması için kendisine anlattıklarını şöyle sıralıyor:

"Müvekkillerin kızgın asfalta oturtulması, ayaklarının üstünün ve dizlerinin yanması, ters ve sıkı takılan kelepçe nedeniyle bileklerinin kesilmesi, kafalarının duvara vurulması sebebiyle başlarında yaralar oluşması, atılan tekmeler nedeniyle oluşan kaburga kırıkları veya çatlamaları veya aşırı şiddetli vurmalar, özellikle başa alınan darbeler nedeniyle kafatası kırıkları..."

Bayun bazı kötü muamele uygulamalarına bizzat tanık da olmuş. Müvekkilinin kafasının duvara vurulduğunu, bir ifade sırasında bir kolluk kuvveti mensubunun bir başka müvekkilinin boğazına yapıştığını görmüş.

"Benim gördüklerim hiçbir şey. Yaşananlar karşısında bunlar hiçbir şey" diyor.

15 Temmuz darbe girişimin ardından geçen dört ay zarfında yaklaşık 40 bin kişi gözaltına alındı. Bu kişiler arasında üst düzey generaller, yargıçlar, savcılar, avukatlar, öğretmenler, gazeteciler de bulunuyor.

Hükümet, bu kişilerin darbe girişimini planlamakla suçladıkları Fethullah Gülen cemaatiyle bağlantılı olduğunu söylüyor.

Ancak işkence ve kötü muamele iddiaları sadece FETÖ/PDY soruşturmasıyla ilgili gözaltına alınanlardan ibaret değil…

Bir diğer avukatın, Gülhan Kaya'nın müvekkilleri örneğin, 23 Temmuz'da Marksist Leninist Komünist Parti MLKP üyesi oldukları suçlamasıyla Şanlıurfa'da gözaltına alınmışlar.

Kaya, müvekkilleriyle gözaltına alınmalarından üç gün sonra görüşebildiğini, bu üç gün zarfında çok ağır kaba dayak ve cinsel tacize, hatta copla tecavüz girişimine maruz kaldıklarını söylüyor.

Ancak birçok işkence vakasının aksine, müvekkillerinden birinin yaşadıklarını adli tıp raporuyla belgeleyebildiğini anlatıyor.

Bizim de bir kopyasına ulaştığımız raporda, Kaya'nın müvekkilinin kafasında, sağ böbreğinde, kaburgalarında darp izleri olduğu, ayrıca cinsel organında 0,5 cm çapında bir "cilt yırtığı" bulunduğu ve cinsel organlarının sıkılmak suretiyle işkenceye uğradığının anlaşıldığı ifade ediliyor.

İşkence iddiası olan kişilerin nasıl muayene edilmeleri gerektiğine dair doktorların uymaları gereken birtakım kurallar var. Bu kurallar İstanbul Protokolü çerçevesinde listeleniyor.

Ancak Gülhan Kaya birçok durumda bu kurallara uyulmadığını, bazı doktorların müvekkillerini görmeye bile gerek duymadan rapor yazdığını, bazılarının ise kötü muamele bulgularını rapora geçirmek istemesine karşın polis tarafından engellendiğini söylüyor.

Gülhan Kaya'nın müvekkillerinin işkence iddialarıyla ilgili henüz dava açılmamış. Kaya, müvekkillerinin ifadesinin bile henüz alınmadığını söylüyor.

Bu haber için görüştüğümüz avukatlar, özellikle OHAL ilanından sonra çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnameler'le (KHK) mesleki haklarının çok sınırlandırıldığından da şikayet ediyorlar.

Bakanlar Kurulu'nun çıkardığı 667 sayılı KHK 23 Temmuz'da, 668 sayılı KHK da 27 Temmuz'da yürürlüğe girmişti.

Birinci KHK ile terör ve organize suçlar için azami gözaltı süresi 30 güne çıkarılmış, ikinci KHK'ya göre de savcılığa gözaltına alınan kişinin avukatıyla görüşme hakkını beş güne kadar sınırlandırma yetkisi verilmişti.

Ayrıca, bir terör örgütüne bilgi iletmekle suçlanan bir avukatın müvekkiliyle görüşmesi de yasaklanmıştı. Ancak avukatlar uygulamada, bu yasağın herkesi kapsayacak şekilde genişletildiğini, müvekkilleriyle yalnız kalamadıklarını söylüyorlar.

Gülhan Kaya, "OHAL'le birlikte uzun gözaltı süreleri işkencenin önünü açtı. Avukat-müvekkil görüşmesi gizli yapılamıyor, işkence mağdurları açıkça konuşamıyor," diyor.

Selcen Bayun da avukat-müvekkil gizliğinin olmadığını, her görüşmenin kameralarla kayıt altına alındığını ya da bir gardiyan tarafından konuşmaların dinlendiğini anlatıyor.

Bayun, "Hatta o kadar sıradanlaştı ki bu durum, müvekkilinizle sohbet ediyorsunuz diyelim, oradan gardiyan laf atarak sohbete girebiliyor. Savunma hakkı falan kalmadı," diyor.

Avukat Selcen Bayun, yaşadıkları duruma tepkisini şu sözlerle dile getiriyor: "15 Temmuz günü yaşananlar nasıl meşru değilse, bugün yaşananlar da meşru değil. Biz sadece hukuk istiyoruz."

Görüştüğümüz bir diğer avukat ise kendisinin de kötü muameleye maruz kaldığını savunuyor.

Avukat Günay Dağ, yasadışı silahlı örgüt propagandası yapmakla suçlanan 17 yaşındaki müvekkilinin fiziki işkence, küfür, tehdit ve hakaret gördüğünü, bunları tutulduğu Maltepe Çocuk ve Gençlik Kapalı Ceza İnfaz kurumunun nöbetçi müdürüyle görüşmek istediğini, bu sırada kendisinin de darp edildiğini söylüyor:

"Müdür bey ısrarla benimle görüşmek istemediğini, odadan çıkmamı istediğini söyledi. İnfaz koruma memurlarını, gardiyanları çağırarak beni zorla dışarıya attırdı.

"Bu dışarıya atılma sırasında ben de işkenceye maruz kaldım. Koridor boyunca yerlerde sürüklendim. Merdivenlerden sürüklenerek indirildim. Hapishanenin dışına atıldım.

"Dışarı atılırken de bir infaz koruma memuru dizini sırtıma dayayarak beni kendisine doğru çekip yere yapıştırdı. Kafamı beton zemine çarptı. Bu sırada elimden ve başımdan yaralandım."

Günay Dağ, kendisinin yaşadıklarının işkence iddialarının gerçekliğini gösterdiğini öne sürüyor ve şöyle diyor:

"Bir avukat hapishane içerisinde kapalı bir ortamda, kameraların önünde, üstelik cezaevinin yetkili bir kişisiyle görüşmesi sırasında bu kişinin talimatı üzerine işkenceye maruz kaldı. Bir avukat olarak ben bunu yaşarken, içeride müvekkilim ve onun gibi savunmasız durumda olan tutuklu insanlar çok daha ağır işkencelerle karşı karşıya kalıyorlar muhtemelen."

Konuyla ilgili olarak Adalet Bakanlığı Ceza Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü'nden de görüş istedik. Gönderilen açıklamada Günay Dağ'ın güç kullanılarak odadan dışarı çıkarıldığı kabul edilirken bu gücün "orantılı olduğu" belirtildi ve şu ifadeler kullanıldı:

"Yapılan ilk incelemede, kurumda bulunan güvenlik kameralarından olayın kayıt altına alındığı, infaz koruma memurlarınca avukat G.D.'nin kurum dışına çıkarılması esnasında herhangi bir darp ve cebir uygulanmadığı, kurum müdürü talimatıyla avukatın darp edildiği iddiasının tamamen gerçek dışı ve asılsız olduğu tespit edilmiştir. Olayla ilgili adli ve idari soruşturma devam etmektedir."

Türkiye'de özellikle OHAL ilanının ardından işkence ve kötü muamele olaylarında artış görüldüğü çeşitli uluslararası kuruluşlar tarafından da dile getirilmiş, Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün bu doğrultuda eleştiriler içeren raporları hükümet tarafından sert bir dille yalanlanmıştı.

Gerek Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan gerekse hükümet yetkilileri, işkence ve kötü muamele iddialarıyla ilgili yaptıkları açıklamalarda, "Türkiye'nin işkenceye sıfır tolerans gösterdiği" vurgusu yapmış, ancak bunun yanında bu iddiaları dile getirenler yalancılıkla ya da örgüt propagandası yapmakla suçlanmışlardı.

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, 24 Temmuz'da verdiği bir mülakatta Uluslararası Af Örgütü'nün raporuna karşılık olarak şu ifadeleri kullanmıştı:

"Kim Türkiye'nin cezaevlerinde işkence var diyorsa yalan söylüyordur, iftira ediyordur. Cezaevlerimizde işkencenin olması kesinlikle mümkün değildir. Eğer böyle bir şey varsa herhangi birisi şuna yapıldı diyorsa bakanlığa yazsın, ismini yazsın, kim yaptıysa onun da ismini yazsın biz gereğini derhal yaparız. Ama böyle bir algı oluşturmaya çalışıyorlar özellikle bu FETÖ'cü örgütün mensupları ve onu destekleyenler bunu yaymaya gayret ediyorlar."

Ancak işkence iddialarını başka muhalif kesimler de dile getiriyor, gözaltı süreçlerinde kötü muameleyle karşılaştıklarını söylüyorlar.

HDP milletvekili Hüda Kaya'nın oğlu Cihad Saatçioğlu, bu iddiaları seslendirenlerden biri. Saatçioğlu, HDP milletvekillerinin gözaltına alınması nedeniyle yapılan bir protesto gösterisi sırasında gözaltına alınmıştı.

Cihad Saatçioğlu'yla darp edilmesi sonucu sevk edildiği hastanede görüşme fırsatı buluyoruz. Hasta yatağında acı içinde konuşan Saatçioğlu'nun adli tıp raporunun bir örneğine de ulaşıyoruz.

Raporda, darp edildiği, kafa travmaları oluştuğu, lezyonlara rastlandığı belirtiliyor. Sırtındaki büyük yarayı kameraya rahatça gösterebilmesi için odanın dışına çıkıyorum.

Geri dönüp mikrofonu Cihad Saatçioğlu'na uzattığımızda yaşadıklarını şöyle anlatıyor:

"Şiddetli bir şekilde darp edilerek gözaltına alındım. Hastaneye getirilene kadar aralıksız fiziki darpa maruz kaldım. Gelen geçen bütün polisler tekme tokat daldılar bize, ayrım yapmadan. Hepimizi istisnasız duvarlara vurarak işkencede bulundular karakolda.

"Daha sonra beni ayırdılar. Ben dedim acaba ben vekil oğluyum diye biraz daha mı az müdahalede bulunacaklar. Tam tersi oldu. Bana yönelik daha yoğun bir müdahaleye başladılar.

"Kasık bölgemden boynuma kadar her yerim ağrıyor. Bütün kemiklerimde zedelenme var, kızarıklıklar, morluklar var. Kırık olmasa bunların hiçbiri işkence diye geçmiyor zaten. Ama kırık olduğu için bu polisleri biraz korkuttu.

"Omuriliğe bağlı L4 kemiği kırık, raporda o şekilde yazıyor. Röntgende, tomografide, MR'da, hepsinde teyitli. Polis üstünü örtmek için çok uğraştı. Ama olmadı.

"Bir polis ekibi birkaç polis yapmış olsa dersin ki bu istisnai bir durum, kötülere denk geldik falan. Yunus polisi, sivil polisler, terörle mücadele şubesi, güvenlik şubesi hepsi, aralıksız, ortalık yerde, hiç çekinmeden, özgüvenli bir şekilde işkenceye maruz bıraktılar bizi."

Türkiye İnsan Hakları Vakfı Genel Sekreteri Metin Bakkalcı, işkence ve kötü muamele meselesinin darbe girişimi ve OHAL ilanı öncesinde de gerek ulusal gerek uluslararası raporlara yansıyacak seviyede olduğunu, buna karşın sorunun bugün daha kaygı verici boyutlara ulaştığını belirtiyor.

Bakkalcı, "BM İşkenceyi Önleme Komitesi'nin 15 Temmuz öncesi raporu ortada, işkencenin ne denli yaygın olduğunu gösteriyor. Ama darbeden sonra gözaltı sürelerinin 30 güne çıkarılması kabul edilemez. Bu işkencenin önünü açan bir yasal düzenlemedir," diyor.

KHK'larla işkencenin önlenmesine yönelik usul güvencelerinin de ortadan kaldırıldığını, avukatlara erişimin sınırlandırılması gibi uygulamaların işkence konusunda bir alan oluşturmak anlamına geldiğini savunan Bakkalcı, doktor muayenelerinin de önemli bir sorun haline geldiğinin altını çiziyor ve kendilerine işkence gördüğü iddiasıyla yapılan başvuruların artmasını beklediklerini söylüyor.

İnsan Hakları İzleme Örgütü'nden Emma Sinclair Webb de hükümete şu tavsiyelerde bulunuyor:

"Hükümetin ortaya atılan işkence iddialarını kapsamlı bir şekilde araştırması gerekir. Ama yapılan açıklamalarda bu alanda bir istek görmüyoruz. Açıklamalar aksine, işkence yapmakla suçlanan kolluk kuvvetlerine yaptıklarının neredeyse yanlarına kar kalmasına yol açacak şekilde garanti veriyor.

"Cumhurbaşkanı Erdoğan 'Darbecileri öldürmedik, hukuka teslim ettik' diyebildi. Bakanlar, 'Gözaltındakilerin hepsi terörist zaten' gibi şeyler söyledi. Kötü muamele edilenlerin fotoğrafları devletin resmi haber ajansında yayımlanabildi. Bunlar işkencenin hoş görüldüğü, hatta neredeyse teşvik edildiği gibi bir mesaj yollayabilir.

"Hükümetten işkence iddialarının kabul edilemez olduğu yönünde kuvvetli açıklamalar gelmesi gerekiyor. 30 günlük gözaltı süresinin aşağıya çekilmesi gerekiyor. Beş gün avukatla görüştürülmeme uygulamasına son verilmesi gerekiyor. Hiçbir işkence vakasının cezasız kalmayacağının gösterilmesi gerekiyor."

"2000'lerin başında AKP hükümeti Türkiye'nin korkunç işkence tarihiyle yüzleşmiş ve bunu değiştirmek için çok önemli adımlar atmıştı. Hükümet, Türkiye'nin insanların işkence gördüğü bir yere dönüşmesine izin vermemeli. Bu iş daha da ileri gitmeden bitirilmeli."

Ağustos ayında PKK'yla bağlantılı olduğu suçlamasıyla gözaltına alınan Kamil Uluç, 18 gün nezarette tutulduğunu söylüyor.

Esenler Atışalanı'nda tutulduğu süre zarfında -nezarethaneye silah sokma yasağına karşın- üzerlerine silah doğrultulduğundan, tuvaletlerini üzerlerine yapmak zorunda bırakılmalarına kadar çeşitli kötü muamelelere maruz kaldıklarını anlatıyor.

"Ama," diyor, "asıl celladımızla Vatan'da tanıştık." Yaşadıklarını uzun uzun anlatıyor. Asansörden başlayarak kaba dayağa maruz kaldıklarını söylüyor, vücudundaki sigara sönüğü izlerini gösteriyor.

Uluç, kendisine 150-200 kişinin resimlerinin gösterildiğini, bu kişilere yönelik suçlamaları dile getirmesinin istendiğini, bunu reddettiği zaman da işkenceye uğradığını ileri sürüyor ve şöyle konuşuyor:

"İşkenceler gece yapılıyordu. Kimse duymasın diye. Özellikle bir oda seçmişlerdi. Kelepçedir, duvar askısıdır, falakadır gösteriyorlardı.

"Cinsel organımıza kilo bağlıyorlardı. Saatlerce sancı içinde kaldık. 'Bakın size bu işkenceleri yaptığımız kesinlikle bir yerde söylenmeyecek, kesinlikle adımız bir yerde geçmeyecek,' diyorlardı.

"Çırılçıplak soyarak, üzerimize su dökerek, odunlarla kalaslarla dövmeye başladılar. Biri 'Sen evlisin değil mi?' dedi. Konuşmazsan ben senin karını alacağım, senin gözünün önünde tecavüze uğratacağım."

"Sorgunun son gününe geldik. Dediler ki işkencenin dozunu yükselteceğiz. Çırılçıplak soydular, resimlerimizi çektiler.

"Beni karanlık odaya aldılar, copla bize resmen tecavüz etmeye çalıştılar. Kemiğim şu an hala kırıktır, üzerine oturamıyorum.

"O taciz olayının hala şokunu atlatmış değilim. Belki ben işkenceleri unuturum ama o cinsel organın üzerindeki kirli işkenceler asla unutulmaz. Yüreğimin en pis yerine de yazmışım ben onu."