Gözde İlkin'in eserinde, 'Terra Mater'in izinde

Gözde İlkin'in eserinde, 'Terra Mater'in izinde

Yeşim Vesper - Paris

Kendini dünyanın merkezine ve aklın dogmasına yerleştirdiğinden beri iyice yoldan çıkan insan, ilksel zamanlarından itibaren kendisine kılavuzluk eden doğal sınırları çiğneyerek, gerek hemcinsleriyle gerekse insan-dışı tüm varlıklarla etkileşimini büyük oranda istismar ve tahakküm üzerinden deneyimler oldu. Geleneksel toplumların yönlendirici dinamiği kabul edilen kâinattaki tüm oluşların birbiriyle bağımlılık ilişkisi içinde yaşadığı ve insanın toprağa ait olduğu inancı, modern insanı toprağın kendisine ait olduğu yanılgısına düşürerek yerkürenin talan edilmesinin önünü açtı. Böylece dünya, insanın kendi bindiği dalı giderek artan bir ivmeyle kestiği bir meskûn mahale dönüştü. Ancak bunun yanı sıra, her ne kadar binyıllar boyunca unutturulmaya çalışılsa da insan varlığımızın inşa edildiği ve tamamen toprakla ilişkilendirilen Ana Tanrıça imgesi kök saldı bir kere kolektif hafızamıza. Bereketin ve daimi yaşam döngüsünün, değişimin ve doğanın yeniden canlanışının tüm-güçlü sembolü olarak. İnsan suretinde olmakla birlikte, gereğinde taşa, kuşa ve ağaca dönüşebilen, her canlıyı bağrına basan, onunla sürekli doğal bir etkileşimde olan bu kudretli Toprak Ana, ataerkil tahakküme girmeden önce, temsil ettiği dişillik ve doğurganlıkla varlığın en büyük gizemini barındırıyordu özünde.

İnsanın hemcinsleriyle, insan-dışı varlıklarla ve toprakla kurduğu ilişki biçimlerinin kaçınılmaz bir sonucu olan kentleşme olgusu, kentsel mekânın mekânsal soruna dönüşmesiyle bu alanda çalışan teorisyenler kadar sanatçıları da yakından ilgilendiren bir konu haline geldi. Kentsel belleğin silinmesine yol açan mekânsal dönüşümler ve kentleşmeyle birlikte doğal çevrelerinden koparılan insan dahil tüm canlılar üzerine hassasiyetle düşünen bu sanatçılardan biri de Gözde İlkin’dir. Sanatçının “Örgütlü İkamet” başlıklı kişisel sergisi, şu sıralar Paris’te Galerie Paris-Beijing’de izlenebilir.

Birbirleriyle karşılıklı diyalog halinde olan ve bir durumun (“Lekeli Mülk”) açtığı derin yarayı bir diğeriyle (“Örgütlü İkamet”) kapatmaya çalışan İlkin’in işlerini iki temel diyalektik izlek üzerinden okumak mümkün. Birincisi, yok etmeye dair: “Lekeli Mülk” adlı video çalışmasında İlkin, Taksim İlkyardım Hastanesi binasının yıkılışına tanıklık eder ve tarihe düştüğü görsel kayıtla, bu yok oluşu izleyicisiyle paylaşır. Bu video işine eşlik eden diğer bazı eserlerde (“Refakatçi II”, “Refakatçi V”, “Nature Escape”) inşaat makinelerinin, kepçelerin toprağa yaptıkları mütecaviz müdahalelere, toprağın doğal müdavimlerinden olan hayvanların direncini görürüz. Yok oluş izleğinde, bir yandan kimliğimizin en somut tanıklarından ve kültürel sürekliliğimizin yapı taşlarından olan ve yılların, yüzyılların birikimiyle bizlere ulaşan kentin mimari dokusunu, hayatımızın önemli tutunma noktalarını hırçın bir devingenliğin içinde kaybedişimiz; diğer yandan da, giderek büyüyen kentlerdeki sürekli yapılaşmayla doğanın katledilmesi, ekosistemin bozulması, toprağın yağmalanması gözler önüne serilir.

İkinci izlek ise var etmeye dair: “Örgütlü İkamet” isimli eser serisi (I-IV) başta olmak üzere ve bu izleğin etrafında ele alabileceğimiz diğer çalışmalarında (“Hışırtı”, “Kulak Misafiri”, “Krallık”, “Şelale”, “Dipsiz Düş”) İlkin, belki de insanlığın en büyük ilksel güçlerinden olan Ana Tanrıça kültünün yeniden inşasını önererek dişil varlığın tabiata değmesiyle, uzunca bir süredir ataerkil bakışın dayattığı kendimizi doğanın efendisi olarak görmek yerine, aslında onun bir parçası olduğumuzu hatırlatmakta. Gözde İlkin, kadın bedeni üzerinden tanımlanan ve üreten toprakla, bu toprağı paylaşan tüm canlılar arasında hiyerarşiden uzak, eşit, uyumlu, evrendeki işleyişin doğal zekâsına kendisini teslim eden bir ortak yaşamın mümkün olduğunu göstermekte. Sanatçı, doğadaki evimize köklenerek, toprağın bir enkaza dönüştürülmesi karşısında, insan-hayvan-bitki oluşun birbirine eklenmesiyle yeniden inşa ettiği aidiyet alandan “Lekeli Mülk” ile vurgulanan köksüzleştirme ve belleksizleştirme çabalarına başkaldırır.

Fırsatını bulursanız mutlaka izleyin, İstanbul’da sergilenirse de hiç kaçırmayın derim.