Görme işlemi dünyayı algılamamızda olduğu kadar etrafımızdakilerle kurduğumuz iletişimde de çok önemli bir yere sahiptir. Arkadaşımızın üzgün ya da mutlu olduğunu gözlerine bakarak anlayabiliriz. “Gözler kalbin aynasıdır” deyimi de bunu anlatıyor. Gözlerden ne kadar çok şey anlayabileceğimiz yeni bir şey değil. Asıl soru; fiziksel olarak bu nasıl mümkün oluyor? Dünyaya gelmemizden itibaren, göz ile iletişim kurmayı nasıl öğreniyoruz, bu süreç nasıl işliyor?
Alison Gopnik'in Wall Street Journal’da “İnsanlar gözleriyle iletişim kurmayı nasıl öğrenir?” başlığıyla yayımlanan yazısında detaylı bir şekilde bu sorular ele alınıyor. Konuya ilişkin olarak yeni bir araştırmadan da bahsedilen yazı şöyle devam ediyor:
“Çok açık bir şekilde gözler ruhun penceresidir diyebiliriz. Dünyaya gözlerim aracılığıyla bakıyorum. Aynı zamanda diğer insanların zihinlerine de gözlerim ve onların gözleri aracılığıyla bakıyorum.
Bir sevgilinin bakışından şefkati ve tutkuyu ya da bir düşmanınkinden korkuyu ve kini anında görebilirim. Yüzlerce öğrencinin olduğu bir sınıfta, kimin derse dikkatini verdiğini, kimin vermediğini kolayca bulabilirim. Ve tabi ki, kalabalık bir odada yabancı bir kişiyi bakışlarından anında tanıyabilirim.
Fakat ilginç olan, pencere benzetmesi yapılsa da, gözlerimiz tüm bunları anında gösterebilecek pencere kadar basit bir yapıda değildir. Göz çukurunda bulunan, iki-üç cm uzunluğunda, beyaz ve siyah renkli jöle topları gibi duran organlardır. Peki öyleyse, bu parlayan küçük bilyemsi şeyler bana sevgi, korku veya dikkat hakkında bir şeyleri nasıl anlatabiliyor?
The National Academy of Science’ta Sarah Jessen tarafından yürütülen yeni bir çalışmaya göre, gözlerle iletişim kurabilme yeteneğimiz çok karmaşık ve derindir. Üstelik bu yetenek çok erken yaşlarda gelişmeye başlar.
İnsan gözlerinde diğer hayvanların gözlerindekine göre daha geniş bir beyaz bölge(göz akı) vardır, bu yüzden insan gözünü takip etmek çok daha kolaydır.
Küçük bebekler de dâhil, çoğu insan bir surata baktığında, karşısındakinin gözlerine odaklanır. İletişim için göz ile kurulan temas çok önemlidir. Örneğin diğer insanların zihninden geçenleri anlamakta zorluk yaşayan otizmli kişiler karşılarındakinin gözlerine dikkat etmezler ve çok fazla göz iletişimi kurmazlar. Tüm bunlar, hemcinslerimizin ne gördüğünü çözmeye ve bunu onların gözlerinden yola çıkarak hissetmeye adapte olmuş canlılar olduğumuzu gösteriyor olabilir.
Eğer bu doğruysa, çok küçük bebekler bile duyguları gözlerden anlıyor olabilir. Bu anlama sürecinde araştırmacılar özellikle 'göz akının' çok önemli olabileceğini söylüyor. Yapılan araştırmada 7 aylık bebeklere, 'korkmuş veya nötr hisseden insan gözleri'nin bazı şematik resimleri gösterildi(Resimlerde duygunun ne olduğuna yönelik ipucu göz akının oransal pozisyonuydu).
Araştırmacılar, bebeklerin gösterilen resimlerde hangi farklılıklara tepki verdiğini, böylece gözle iletişimde neyin önemli olduğunu belirleyebilmek için resimleri iki farklı şekilde gösterdiler. Bir seferinde gözlerden bazıları bebeklere doğrudan bakarken, bazı resimlerde başka yöne doğru bakıyor. Buradaki amaç göze doğrudan bakmanın iletişimi etkileyip etkilemediğini anlamaktı. Diğer seferindeyse, birbiriyle aynı olan, fakat sadece siyahların beyaz, beyazların siyah olduğu ikişerli göz resimleri gösteriliyor. Buradaki amaç da göz akının ve pozisyonunun etkileyip etkilemediğini anlamaktı.
Ayrıca resimler bebeklere 'bilinçli olarak görmek için çok kısa bir süre olan 50 milisaniyelik' bir zaman dilimi içinde gösterilirken, sonrasında beyin dalgalarını analiz edebilmek için de “Event-Related Brain Potentials (olayla ilişkili beyin potansiyelleri)” ya da ERP adı verilen bir teknik kullanıldı.
Bebeklerin beyin dalgaları, korkmuş gözlere ve nötr gözlere baktıklarında, ya da tam gözlere ya da başka yere doğru baktıklarında değişiklik gösterdi. Farklılıklar özellikle beynin frontal bölgelerinde oldukça netti. İnsanlarda “dikkat”i kontrol eden beynin bu bölgesi aynı zamanda “korku”yu belirleyen bölgelerle bağlantılı.
Ayrıca bebeklere siyah-beyaz renklerin yer değiştirildiği resim çiftleri gösterildiğinde de, beyin dalgaları bu iki resimdeki farklılığı gözetti. Bu durum, beynin gördüğü bir şeyi tanımlamada, karşısındakinin göz akının da önemli bir rolü olduğunu gösteriyor.
Sonuç olarak, gözler ruhun penceresi evet. Öylece dışarı baktığımda ve önümde bir masa gördüğümde bunu sağlayan aslında beynimin gözüme düşen ışıklarını algılayıp karmaşık hesaplamalarla bu görüntüyü yorumlaması. Ve tüm bu işlem torunum Georgiana’nın beyninde de aynı şekilde gerçekleşiyor.
Bu yeni araştırma gösteriyor ki, beynim gözüme düşen görüntüyü 'görmemi' sağlayacak hesaplamaları yapmanın dışında, ne gördüğümle ve ne hissettiğimle ilgili de bazı sinyalleri gözüme aktarıyor. Böylece beynim için gözüm hem görmeyi sağlayan hem de ne hissettiğimi söyleyen bir araç haline geliyor. Ne gördüğümle ve ne hissetiğimle ilgili gözüme aktarılan sinyalleri de torunum Georgie görüyor ve beyni bunları yorumluyor. Araştırmaya göre, bu süreçte göze direk bakıp bakmama ve göz akının konumu önemli bir yere sahip.