Guardian Yayın Yönetmeni: Telefon kayıtlarını tereddütsüz basardım

Guardian Yayın Yönetmeni: Telefon kayıtlarını tereddütsüz basardım

Yavuz Baydar

(Zaman, 21 Nisan 2014)

Guardian, dünyada gazeteciliğin yükselen yıldızı. Hız kesmek bir yana, peşindekilerle arayı ha bire açıyor. Yazılı basının çöküntü halinde olduğu dünyada, dijital ortamda yepyeni, gözüpek bir habercilik inşa ediyor.

Birkaç gün önce, aylık online tekil okunma oranının 100 milyonu aştığını duyurdu Guardian. Küresel dijital haber erişiminde, önünde sadece Mail Online var. Tabii aralarındaki fark, Guardian gazeteciliğinin köklü gelenekten destek alan ciddi gazeteciliği. Bu yıl ödüle doymayan bir Guardian var. ABD başta olmak üzere iktidarların, güvenlik gerekçesiyle vatandaşları George Orwell’in kehanet dolu romanı ‘1984’e taş çıkartırcasına elektronik ortamda nasıl denetim altına aldığı, nasıl bir küresel fişleme mekanizması kurulduğu, gazetenin Edward Snowden’ın sızdırdığı NSA dosyalarını gözünü kırpmadan sayfa sayfa, bölüm bölüm yayınlaması sayesinde anlaşılabildi.

Dünyayı sarsan, Beyaz Saray başta olmak üzere pek çok iktidar odağında köklü değişiklikleri getiren Snowden olayı, Guardian’a bu yıl en prestijli ödülleri getirdi. Mart ayı ortasında, Avrupa’nın gazetecilik Nobel’i sayılan EPP Basın Özel Ödülü’nü Guardian Genel Yayın Yönetmeni, saygıdeğer dost ve meslektaşım Alan Rusbridger ile paylaşmanın gururunu yaşamıştım. Peşinden, Britanya’nın görkemli basın ödüllerinin en önemlisi, ‘Yılın en iyi gazetesi’ ödülü de Guardian’a gitti. Ve geçenlerde, tahminim gerçekleşti: Columbia Üniversitesi’nin yönetimindeki ünlü Pulitzer Ödülü, ‘kamu hizmeti’ (en önemlisi) dalında, Guardian ve Washington Post arasında paylaştırıldı. Bir ‘yabancı’ gazetenin ABD medyasına verilen ödüle layık görülmesi çok ender bir hadise. Bunu, yeni gazeteciliğin sınırları aşmışlığı olarak görmeliyiz.

Guardian’a ödül, ‘Ulusal Güvenlik Ajansı NSA’nın kapsamlı ve gizli gözetim sistemini ifşa eden atak haberciliği ile, hükümetler ve kamu arasında güvenlik ve mahremiyet konularında tartışmalara yol açması’ gerekçesiyle verildi. Hiçbir ödül, günümüz haberciliğinde en güncel, en yakıcı konuyu bu kadar net işaret edemezdi. Rusbridger, Snowden öyküsünü ‘21’inci yüzyılın şu ana kadarki en önemli gazetecilik olayı’ olarak niteleyecekti. ‘Başka bir benzeri yok bunun. Bir haber kuruluşundan çıkan ifşaatlar direkt ABD Başkanı’na kadar ulaşıyor, Kongre yasaları değiştirmek zorunda kalıyor, haberler dünya başkentlerini sarsarken, dünyanın en büyük teknoloji şirketleri, ABD yönetiminden görüşme talep ediyor.’

Haklı. ABD, Almanya, İngiltere, Fransa ve tabii Türkiye, bu işle uğraşan bizler, internet eksenli elektronik dünyada eldeki bütün imkanları sıradan yurttaşları mutlak kontrol altına alıp fişleme için seferber eden ceberut devlet yapıları ile elindeki internet, sosyal medya araçlarını şeffaflık ve hesap sormak için kullanan yeni medya arasında olduğunu iyi biliyoruz. Habercilik kamu adına yapılırsa riskleri her yerde olur. Nitekim, Snowden dosyaları yayınlanmaya başlayınca, Britanya gibi ‘hür’ bir ülkede inanılmaz şeyler yaşandı. NSA dosyalarının İngiltere kısmı yayınlandıkça paniğe kapılan Cameron hükümeti, ‘ulusal güvenlik’ bahanesiyle önce gazeteyi tehdit etti ve polis geçen yıl temmuz ayında gazeteyi matkap ve çekiçlerle basıp bir yığın bilgisayarı paramparça etti. Bu sırada, Rusbridger, o her zamanki sakin, durgun sesiyle şunu söylüyordu: “Nafile uğraşıyorsunuz, kayıtları sadece burada saklamıyoruz, en az dört ülkede kopyaları var ve biz kamu yararı adına bunları yayınlamaya devam edeceğiz.”

Öyle oldu. Baskının ertesi gününden itibaren dosyalar, daha da yoğun bir içerikle yayınlanmaya devam etti. Halen de ediyor. Bu, bize, iyi ve gözüpek gazetecilik yapılırsa, halktan mutlaka olumlu karşılık bulacağını ve etkili olacağını kanıtlıyor. Snowden haberleri her gün ortalığı birbirine katarken, Guardian’ın genel yayın yönetmeni ‘hayatında ilk kez’ yollarda tanımadığı insanlar tarafından tebrik edilmiş, ‘devam edin’ mesajları almış. Yığınla insan gazeteye para yağdırmış, ‘işte böyle gazetecilik istiyoruz’ notlarıyla beraber. Meslekî duruşunu açıklarken, ‘dik durmak ve iktidardan hesap sormak’ diyor Rusbridger. ‘Sağlam durmak, gerçeği anlatmak ve bu tür gazeteciliği her türlü saldırıya karşı savunabilmek. Bizim değerlerimiz...’

Ödülünü kutlarken ‘eh, artık polis Guardian’ı en azından bir süre basamaz’ diye şakalaşmıştık. Avrupa Basın Özel Ödülü’nü gazete barında beraber kutlarken Rusbridger’a Türkiye’yi sarsan telefon kayıtları ve sosyal medya etkisini anlattım. Tüm örnekleri anlatıp sordum: ‘Bunları basar mıydın?’ Cevabı netti: ‘Hiçbir şüphen olmasın.’

Türk medyasında ‘kamu yararı’ korkusu

EPP ve Pulitzer ödülleri, tüm dünyaya kamu yararı adına riskler göze alınarak yapılan bir haberciliğin ne denli değerli ve gerekli olduğunu anlattı. Kusursuzu arayan gazeteciliğin artan önemini de vurguladı. Bu bakımdan tarihî anlam taşıyorlar. Bunlar olurken, iktidar-patron çifte baskısı altında boynu iyice bükülmüş Türkiye medyasında, hem sızdırılmış kayıtların yayını hem de internet özgürlükleri aleyhine, kendisine ‘gazeteci’ sıfatı takıştıranların açtığı kampanyanın utanç vericiliği daha da bariz biçimde ortaya çıkıyor. En tecrübeli bildiğimiz meslektaşlarımız bile ‘ama bunları yayınlarsak, yarın bizimle ilgili kayıtlar çıkarsa ne yaparız?’ diye yazabildiler. Zaman, Cumhuriyet, Taraf gibi tek tük gazeteler dışında kamu hizmeti nedir, hatırlayan olmadı. Kamu yararı ile özel hayatın gizliliği arasındaki hassas dengeyi anlamak istemeyenler hâlâ ağır basıyor. Hazin.

Bu vesileyle, bazı hatırlatmalarda bulunayım. Bağımsız Medya Platformu P24’e yazdığım bir analizde altını çizdiğim noktaları buraya alıyorum:

Gazeteci, her şeyden önce eline ulaşan kayıtların doğru, gerçek ve otantik olup olmadığına bakar. Bunları yayınlamanın sonuçları onu ilgilendirmez. Bu hesap kitap üzerinden kurgulanan bir gazetecilik oto-sansür ile çepeçevre, başka türlü bir meslekî yaklaşımı ifade eder. Gazeteci, ‘ben ne yapıp edeyim de bunları yayınlamayayım?’ diye işe koyulmaz.

Ele geçen kayıtlar yasa dışı veya yasal yollardan elde edilmiş, bu hiç mi hiç fark etmez. Suç, kaydeden ve sızdıranda olabilir, öyledir, ama eline geçeni sorumluluk içinde tartıp, kamu yararı süzgecinden geçirip yayınlayan gazeteci sadece görevini yapmış olur. Zahmet edilip bakılsa, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin Hak ve Sorumluluklar Bildirgesi’nin bu konuya ayrıntılarla yer verdiği görülecek.

TGC Bildirgesi şunu söylüyor:

‘Özel hayat: Asıl olan kamu yararıdır. Özel hayatın gizliliğinin geçersiz sayılabileceği başlıca durumlar şöyle sıralanabilir:

a) Büyük bir suç yahut yolsuzluk üstüne araştırma ve yayın

b) Toplumu kötü etkileyici bir tutumla ilgili araştırma ve yayın

c) Toplumun güvenliğinin veya sağlığının korunması

d) İlgili kişinin sözleri yahut eylemleri sonucu halkın yanılmasının, yanıltılmasının veya yanlış yapmasının engellenmesi.’

Gelelim bu konuya en çok kafa yormuş, tecrübeler üzerine bir içtihat oluşturmuş olan yayın kurumu BBC’nin ilkelerindeki ‘mahremiyet’ başlıklı bölüme:

‘Kamu yararına olan ifade özgürlüğünü bireylerin özel yaşamlarının mahremiyetine dair meşru beklentileriyle dengelemeyi; bireyin özel yaşamının ihlali halinde bunun açıkça kamu yararına olduğunu göstererek savunabilmeyi hedefleriz.’

‘Kamu yararı, pek çok şekilde tanımlanabilir; aşağıdakilerin yapılması kamu yararınadır:

a) Bir suçun ifşa edilmesi veya ortaya çıkması,

b) Yolsuzluk veya adaletsizliklerin ifşası,

c) Ciddi yetersizlik veya ihmalin açıklanması,

d) Halk sağlığı ve güvenliğinin korunması,

e) Bir birey veya kurumun açıklaması veya eyleminin halkı yanıltmasını önlemek.’

Son dönemin tapeleri şunu gösterdi ki, ‘mahremiyet’ adı altında yasaklanmaya çalışılan bir alanda, yukarıdaki tanıma rahatlıkla giren pek çok konuşma olmuş. Bakın, biz kendimizle meşgulüz ama Le Monde’un eski genel yayın yönetmeni Edwy Plenel’in haber portalı www.mediapart.com’a girin. Hem İngilizce hem de Fransızce içerikte en son, Fransa’nın eski Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin gizli kaydedilmiş telefon konuşmaları üzerine sayfalar dolusu haber göreceksiniz. Keza Batı basını geçenlerde, ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Victoria Nuland’ın AB’ye Ukrayna yüzünden küfürler savurduğu telefon konuşmalarını yayınladı. İtalyan basınına yansıyan Berlusconi kayıtları da hatırlarda.

Kamu yararına olduğu sürece bu tür kayıtlar yayınlanır. Bunların tartışması olmaz. Yasa dışıymış, yasalmış üzerinden asla ve asla gazeteci muhakemesi yürütülmez. Böyle yaparsanız sizi ciddiye almazlar. Hâlâ itirazları olanlara da, AİHM içtihadını anlatan eski yargıç Rıza Türmen’in 8 Mart tarihli Milliyet’teki yazısını okumalarını tavsiye ediyorum. Özetle diyor ki: ‘Kamu çıkarını ilgilendiren konularda, medya ve ifade özgürlüğünün sınırlandırılması ancak çok istisnai olarak kabul edilebilir.’ Bunlar da sizi ikna etmiyorsa, EPP ve Pulitzer’e başvurup ‘çok kötü örnek olacak ödüller vermişsiniz, ayıp size’ diyebilirsiniz.