T24 - Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Avrupa Konseyi ziyareti sırasında kendisni izleyen gazetecilerle dün akşam bir araya geldi ve önemli açıklamalarda bulundu. Gazetecilerle sohpet de eden Gül, Hrant Dink cinayetinin çıkmaza girmesini üzüntüyle karşıladığını ve olayın aydınlatılması için Devlet Denetleme Kurulu'nu devreye sokmaya hazırlandığının belirtti. Gül, yaptığı açıklamalrda Türkiye'de yargı sisteminin köhneleşmiş yapısından bahsetti. Milliyet gazetesi yazarı Hasan Cemal'in bugün (27 Ocak 2011) kaleme aldığı 'Köşk, Dink için düymeye basacak' adlı yazısı şöyle: KÖŞK, DİNK İÇİN DÜĞMEYE BASACAK Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Hrant Dink davasında Türkiye’nin mahkûm edilmesi için, “Kendimi mahçup hissettim” diyor ve Devlet Denetleme Kurulu Başkanı ile cinayetin incelenmesi konusunu görüşeceğini söylüyor STRASBOURG Cumhurbaşkanı Gül, Hrant Dink cinayeti için Devlet Denetleme Kurulu düğmesine basmaya hazırlanıyor. Bu arada Dink cinayeti ve davasının çıkmaza girmiş olmasını da ‘vahim bir durum’ diye niteliyor. Avrupa Konseyi’ne yaptığı iki günlük ziyareti izleyen gazetecilerle önceki gece uzun bir sohbet yapan Cumhurbaşkanı Gül, yerel yönetimler konusuna da değindi, Bölgesel Kalkınma Ajansları’nı savunarak “Kamu Reformu mutlaka yapılmalı” dedi. Türkiye’deki yargı düzeniyle de ilgili olarak da Gül şöyle konuştu: 'Türkiye’nin en köhneleşmiş yapısı yargıdır' Cumhurbaşkanı Gül’le gece yarısı sohbeti şöyleydi: Devlet katında, “Bir Ermeni var, bunu yok edelim” kararıyla öldürüldüğü hissiyatı var. Avrupa Konseyi’nde 1915’le ilgili soruları yanıtladınız. Ama hâlâ 2007’de öldürülen Hrant Dink cinayetiyle ilgili sorular cevaplandırılamıyor. Önce onun bir komisyonunu kursak da, 1915’e sonra gitsek daha doğru olmaz mı? Gül: Devlet Denetleme Kurulu (DDK) Türkiye’nin her şeyini ele alıp inceleyecek değil, bir mahkeme de değil. Her problemli işi de DDK’ya sevk edelim diye bir şey mümkün değil. Önemli olaylar olduğunda gerek görülüyor. Hrant Dink cinayeti de bu olaylardan biri değil mi? Gül: Bununla ilgili bir dava açıldığı için, mahkemede epey bir merhale kat edildiği için böyle bir şey aklımıza gelmedi doğrusu. Ama olmaz diye bir şey yok tabii... HİÇ TEREDDÜT ETMEZDİM Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Türkiye’yi 4 başlıkta mahkûm etti. Yaşam hakkından ihlal verdi. İhlallerden biri istihbarat olduğu halde önlem almayanlar için etkili bir soruşturma yürütülmediği nedeniyle mahkûm oldu. Doğrudan idarenin tasarruf alanıyla ilgili konularda DDK’nin yetkisi var. AİHM’nin verdiği bu ihlalle ilgili inceleme yaptıramaz mısınız? Bir de kamu görevlilerinin delillerin yargıya ulaşmasını önlemek için seferber oldukları anlaşılıyor. McDonalds bombalaması... Aynı sanıklar. O zaman himaye görüyorlar Trabzon’da... Trabzon’dan alıp bugüne getiren bir soruşturma talimatı veremez misiniz? Gül: Veremezsiniz diye bir şey yok. Ben bir konu hakkında talimat vermeden önce çağırıyorum, bu sizin alanınıza girer mi diye soruyorum. Girerse, hemen veriyorum talimatları. Açıkçası bu olayın olduğu sıralarda, ondan sonra olsaydı hiç tereddüt etmezdim yine... Mahkemeler son noktalara herhalde geldi, o açıdan söylüyorum... İdari soruşturmalar sonuçsuz kaldı, bazı davalar dosyadan ayrıldı ve tıkandı... Dink’i uyaran MİT görevlileri hakkında hiçbir şey yapılmadı. Bütün bu konular karanlıkta kaldı. Şu an sadece tetikçilerin yargılandığı bir süreç var. Ne Başbakanlık Teftiş Kurulu raporu, ne TBMM Komisyonu raporu yol alabildi. Ciddi olarak devlet içinde asker-sivil gerginliği ya da polis içinde farklı grupların gerginliğine hapsolan bir tablo çıkıyor karşımıza...Gül: Ben Ankara’ya gidince konuşacağım. DDK bir sorgulama, insanların ifadelerini alma kurulu değil. DDK araştırmalar yapıyor, sonunda hazırladığı raporu savcılığa, Başbakanlığa, ilgili kurumlara gönderiyor. Bilmiyorum yapabilecekleri bir şeyse, tereddüt etmem doğrusu. GÖZ GÖRE GÖRE Bugün “1915 için komisyon kurulsun gelin belgelere bakılsın” diyorsunuz. Biz bir tek Ermeni vatandaşımızın ölümü üzerindeki perdeyi hem yürütme, hem yargıya dönük müdahaleler nedeniyle aydınlatamıyoruz. Bu Türkiye için daha uzun vadede de sıkıntı yaratabilecek bir konu...Gül: Bir taraftan göz göre göre cereyan etmiş... Bunu geçenlerde de açıkça söyledim. Diğer taraftan, yargılamada bir aksaklık söz konusu olursa bu ayrı bir utanç olur şüphesiz ki... Ben gidince konuşacağım. Eğer DDK’nın yapabileceği bir şey olursa tereddüdüm olmaz doğrusu... Bütün bunlar üstüne gidilmezse büyük bir şaibe bırakacak... Gül: Tabii şaibe bırakma çok önemli. İkincisi, herhangi bir şekilde buna benzer olayların tamamen olmamasını garanti etmenin yolu da bunları tam aydınlatmaktan geçiyor. Geçen hafta ölüm yıldönümüydü Hrant Dink’in. Slogan atılıyor: Katil devlet hesap verecek... Bir amme vicdanı varsa, bu işin devlet içinden tezgâhlandığı kanaati yerleşmiş durumda. Siz devlet başkanısınız, devletin içinden olan şeyden sorumlu değilsiniz. Tersine, o devleti devlet haline getirmek amme vicdanıyla buluşturmak durumundasınız. Onu temizlemek için de bu konuların üstüne gidilmesi gerekiyor... Bu arada, AB Genel Sekreterliği sınavını bir Ermeni asıllı vatandaş kazandı, Danıştay iki yıldır bu sınava yürütmeyi durdurma verdi. İki yıldır AB Genel Sekreterliği’ne bu çocuk girmesin diye eleman aldırtmıyor. VAHİM DURUM TABİİ Gül: Olur mu böyle bir şey ya... Böyle bir şey utanç verici olur, kendi kendimizi reddetmek olur. Ama size bir şey söyleyeyim, ileride belki duyarsınız, bütün bunları arkada bırakacak ve bu memlekette kıymetli bütün vatandaşların Müslüman ya da Müslüman olmayanların eşit olduklarını ve herkesin her mevkie gelebileceğini yakında göreceksiniz... Şimdi bu kadarını söyleyeyim.İki gündür Strasbourg’da birlikteyiz. AİHM’in Avrupa hukuk düzeni için taşıdığı önemi anlatıyorsunuz. Bu mahkeme Türkiye’yi mahkûm etti, Hrant Dink cinayetinden dolayı. 4 yıl olmuş, daha mahkeme sonuçlanmış değil. İdari soruşturmaların hepsi boşlukta kalmış. Tam bir keşmekeş içinde...Gül: Vahim bir durum tabii... Hiçbir kamu görevlisi bundan dolayı bedel ödemiş değil... AİHM’nin Türkiye’yi böyle bir konudan dolayı mahkûm etmesini nasıl karşılıyorsunuz? Gül: Tabii ki hazmedemem... Şundan dolayı hazmedemem... Böyle bir konuda, böyle bir konu, böyle bir mahkûmiyet bizim başımızı dik tutmaz. Şimdi söylüyorum işte... Zaten kendi vatandaşını koruyamamışsın. Oradaki ihmaller belli. İkincisi, insanlar yakalanmış ama yakalanmış olmasına rağmen, bu kadar süre geçmesine rağmen her şey daha neticelenmemiş. Bu bizim için büyük bir zaaf, tabii çok mahcubiyet... Kendimi çok mahcup hissederim açıkçası, çıkıp da savunmam yani “hayır biz her şeyi doğru yaptık şöyle yaptık da böyle yaptık” diye gerekçe bulmamam. Bunların olmaması lazım. Mahkeme kararını duyduğumuzda ne hissettiniz?Gül: Mahcup hissettim... Sizin için ayrı bir yönü de var Dink cinayetinin. Bu cinayet, sizin Cumhurbaşkanlığınıza giden yolun önüne set çekmek için de işlendi. Gül: Bunlar, bu tip şeyler hiçbir zaman Türkiye’yi onurlandırmaz, tam tersine mahcup eder. Bir de mahcup olmayıp pişkinlik gösterirsen, o zaman daha kötü bir durum ortaya çıkar. Bunların Türkiye’ye zararı çok büyük, Türkiye içinde ve dışında Türkiye imajına zararı, Türklük imajına zararı o kadar büyük ki... Bunları telafi etmek için dünya kadar uğraşsan edemezsin. Bunlar daha çok eski dönemin şeyleri... Bunlar bir daha Türkiye’nin karşılaşmaması gereken şeyler... Toparlamak gerekirse Devlet Denetleme Kurulu (DDK) Başkanı’nı çağıracaksınız, yapabileceği yolunda mütalaa verirse, talimat vereceksiniz Dink cinayeti konusunda... Gül: Evet... Geleceğe yönelik olarak ademi merkeziyetçiliğe doğru bir gidişi, ille federalizm denmese de, bir şekilde yerinden yönetime doğru bir gidişi görüyor musunuz... Gül: Yerinden yönetim konusuyla ilgili olarak Türkiye’de büyük bir fırsat kaçtı. Bir Kamu Reformu vardı. Bu aslında çok iyi bir şekilde hazırlandı. Bölgesel Kalkınma Ajansları kuruldu. Kalkınma Ajansları Türkiye’nin ‘üniter yapısı’na aykırı diye durduruldu. ZATEN ÇOK TARTIŞMALI Kim, hangi güç durdurdu? Gül: Şimdi bu konuya girmeyeyim. (Cumhurbaşkanı Sezer veto etmiş, asker de karşı çıkmıştı perde arkasında, HC) Beş sene durdu iş. Şimdi hangi ile giderseniz göreceksiniz, o ilin en parlak, en vizyoner bürokratları Kalkınma Ajansları’nda çalışıyor. O kadar güzel çalışmalar yapıyorlar ki... Ben Türkiye’nin Kamu Reformu’nu muhakkak yapması gerektiğine inanıyorum...Yargıtay Başkanı sizi ziyaret etti... Anayasa Mahkemesi’nin yargı üstü olacağı yolundaki görüşlere ne diyorsunuz? Gül: Bireysel başvuru hakkı Anayasa Mahkemesi’ne verilirken bunun hiçbir zaman yüksek mahkemelerin temyiz makamı gibi olmayacağı zaten söylendi. Yüksek Mahkeme’nin verdiği bir kararı doğru mu, yanlış mı diye temyiz edecek bir makam olmayacak dendi. Bu zaten çok tartışmalı bir konuydu, Anayasa Mahkemesi’ne verilmeli mi verilmemeli mi sorusu... Bununla ilgili hazırlanan taslaklar nedir görmedim henüz. Meclis’e yeni verildi sanıyorum. BİR TEZAT İÇİNDEYİZ Hizbullah tahliyeleriyle gündeme gelen tutukluluk süreleri konusu... Gül: Burada durum çok açık... Bir tarafta tutukluluk süresi uzun diyorsun, diğer tarafta 10 yılı yeterli görmüyorsun. Bir tezat içindeyiz. Türkiye’nin en köhneleşmiş yapısı açıkçası yargı... Yargının objektif bir biçimde reformlara tabi tutulması lazım. Avrupa’daki bütün yüksek mahkemelerin önündeki dosyaların belki de 10 misli kadar dosya Yargıtay’ın önünde bekliyor. Amiyane bir tabirle asacaksan as, keseceksen kes, serbest bırakacaksan bırak derler değil mi? Ama Avrupa ülkelerinde Yargıtay’ın önüne bizimki kadar dosya gitmiyor ki... Gül: Doğru gitmiyor... Orada istinaf mahkemeleri var, ombudsmanlık var... Bizde her şey otomatik olarak en yüksek mahkemeye çıkıyor. Türkiye’de herkes yurtdışına gider, askerler gider NATO çerçevesi içinde. Kaymakamların her biri yurtdışında bir yıl master yapar. Emniyet müdürleri içinde o kadar çok masterlı doktoralı olan var ki... Öğretim üyeleri zaten öyledir. Bir tek dışarıyla irtibatı olmayanlar bizim hâkimlerdir. Biz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne aday seçeriz. Hep Dışişleri’nden gider. Ben Dışişleri Bakanı’yken israr ettim, böyle şey olur mu dedim. Burası mahkeme, bana fiili hâkimlik yapan üç kişi bulun dedim lisan bilen. Bulamadılar, yok. Bunun üzerine hariciyeden değil, üniversiteden aday gösterdik... Kaç yıldır yeni yeni kontenjan veriyoruz, hâkimlerimizin yurtdışına master yapmaya gitmeleri için... Öyle ki, hâlâ bir pasaport alıp yurtdışına gitmemiş hâkimleriniz var.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Avrupa Konseyi’ne yaptığı ziyareti izleyen gazetecilerle güncel konularda sohbet etti. Gül’den ilginç bir Avrupa eleştirisi... Cumhurbaşkanı Gül’ün konuşmasını dinliyorum Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nde önceki gün. Avrupa’yı eleştiriyor. Avrupa’yı uyarıyor. Üstelik nerede? Demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve özgürlükler gibi Avrupa’yı Avrupa yapan değerlerin temsilcisi olduğu için Avrupa’nın vicdanı sayılan Avrupa Konseyi’nde eleştiriyor, uyarıyor Avrupa’yı.Avrupa’da ekonomik krizle birlikte elele yükselmekte olan ırkçılığa, yabancı düşmanlığına, milliyetçilik ve hoşgörü eksikliğine işaret ediyor. Avrupa ülkelerinde Müslümanlara, Romanlara, Yahudilere, göçmenlere karşı gitgide yoğunlaşan olumsuz duyguların kaygı verici olduğunu belirtiyor. Bu eğilimlerin ‘Avrupa değerleri’yle taban tabana zıt olduğunu belirtiyor Cumhurbaşkanı Gül. Kendi içine kapanacak, etrafını yüksek duvarlarla çevreleyecek, yani bir ‘Avrupa Kalesi’ yaratacak bir Avrupa’nın kendi değerlerinden daha beter uzaklaşacağının tüm eleştiri ya da uyarılarını taşıyor Gül’ün konuşması. Demek istiyor ki: Ey Avrupalılar, dikkat edin, bu gidişle ‘eksen kayması’nı yaşayacak olan biz değil, asıl siz olacaksınız; çünkü ‘Avrupa değerleri’ne sırtını dönecek olan biz değil siz olacaksınız; çünkü biz Avrupa değerlerini benimsemeye çalışırken, görüyoruz ki, sizler uzaklaşmaya başladınız.Sanıyorum, bu bir ilk. Bir Türk devlet adamının Avrupa Konseyi kürsüsünden Avrupa’yı kendi değerleri açısından eleştirmesi... Cumhurbaşkanı Gül’ü dinlerken, Nilüfer Göle’nin ‘Avrupacılık-sonrası Türkiye’ tarifi aklıma takılıyor.Yılın ilk günleri bu köşedeki söyleşimizde şunları söylemişti: “Avrupa kendi kimliğini tartışıyor. Avrupa ideallerinden vazgeçen, Türkiye ideallerinin peşine düşen bir garip ikili yaratıyor. Avrupa ülkelerinde içe kapanma, milli sınırlarına çekilme, Avrupa Birliği Projesi’ne karşı şüphecilik ve sırtını dönme eğilimleri baş gösteriyor. Türkiye ise artık Batı’nın pasif bir müttefiği olmaktan çıkıp, kendi çıkarlarının farklı olabileceğini hatırlatıyor, yöresel ve küresel aktör olmaya heves ediyor. Avrupa’da yeni popülist sağ hareketler ve islamofobi söylemleri yükseliyor, siyasi yelpazenin kenarında köşesinde kalmış hareketler ve siyasi figürler kamuoyunun ilgi odağı oluyor, siyasetin merkezini belirleme riski taşıyor. Türkiye’de ise alternatifler merkezden gelmeye devam ediyor.” (*)Belirtmekte yarar var: Nilüfer Göle’nin ‘Avrupacılık-sonrası Türkiye’ diye tarif ettiği süreç, Avrupa-karşıtlığı değil, Avrupa değerlerini reddetmek de değil, tam tersine o değerlere sahip çıkmak... Cumhurbaşkanı Gül’ün konuşması da öyleydi. Ayrıca bu konuşma, Türkiye’nin ne kadar değiştiğini, kendi özgüveninin ne kadar artmaya başladığını gösteren bir örnek. Elbette daha yapacak çok şey var, demokrasi ve hukukun üstünlüğü konularında. Nitekim Cumhurbaşkanı da Konsey konuşmasında bunu belirtti. Ancak, Avrupa Konseyi gibi platformlarda yıllar boyu -hele 1990’larda- hep ‘savunmada’ kalmış bir Türkiye’den bir devlet adamının, Avrupa’ya karşı böylesine bir eleştirel söylemle konuşabilmesinin önemi ileride daha iyi anlaşılacak