Evrensel yazarı Fatih Polat, 'tek adam' yönetiminin son yayımlanan KHK ile parlamentoyu tamamen işlevsiz hale getirmesiyle buradan çıkış için kurtarıcı arayışı tartışmalarının yaşandığını ve bu tartışmanın anlamlı olduğunu belirterek "Ancak, sorun olan diktatör tipi bir siyasetçiye karşı ‘muhafazakar demokrat’ bir seçenek olarak Abdullah Gül’ün öne çıkarılmasının aşılamaması" dedi.
Abdullah Gül'ün 7 yıllık cumhurbaşkanlığı boyunca önüne gelen 886 yasadan sadece 4’ünü veto ettiğini söyleyen Polat, "Erdoğan ile ikisi arasında Milli Türk Talebe Birliği’nden bugüne kadar gelen yol arkadaşlığı, son 16 yıl içinde böylesi bir güç ve taktikler savaşı olarak yürüyor" dedi.
Fatih Polat'ın "'Tek adam’ın alternatifi muhafazakar demokrat adam mı?" başlığıyla (3.01.2018) yayımlanan yazısı şöyle:
Siyasal alanda yaşanan sıkışma, ‘tek adam’ yönetimi pratiklerinin son KHK’lerle de görüldüğü gibi parlamentoyu giderek tamamen işlevsiz hale getirmesi, buradan çıkış arayışlarına dair tartışmaları da alevlendirdi. Türkiye’nin bir gazeteci ve siyasetçi hapishanesine döndüğü, siyasetin sürekli gerilim ve kutuplaşma üzerinden kurulduğu, Kürt fobisiyle sınır ötesi bir savaşın iç siyaseti de koşullamak üzere sürekli gündemde tutulduğu koşullarda böylesi bir çıkış arayışı kuşkusuz anlamlı.
Ancak, sorun olan diktatör tipi bir siyasetçiye karşı ‘muhafazakar demokrat’ bir seçenek olarak Abdullah Gül’ün öne çıkarılmasının aşılamaması. Ülkenin kaderinin ancak sağın çeşitli renkleri üzerinden yapılan tercihlerle değişebileceğinin düşünülmesi. AKP’yi görece zayıflatmak bakımından Meral Akşener’in umut noktalarından biri olarak işaretlenmesi de yine aynı sıkışmışlıktan kaynaklanıyor.
Muhafazakar siyaset zemini ülkeyi öyle bir karabasanın içine itmiş durumda ki, siyaseti farklı bir ufukla ve örgütsel seçeneklerle düşünmek pek de realist olmayan bir arayış olarak ‘ana akım’ tartışmanın dışında görülüyor. Öyle muamele yapılıyor. Muhafazakar siyasetin diktatörlük varyasyonu karşısında ‘muhafazakar demokrat’ seçenek bir umut olarak sunuluyor. Bu eğilimin, topluma özgürlükler, komşularıyla barışa dayalı bir dış politika ve geniş emekçi yığınların ihtiyaçlarına yaklaşım bakımından muhafazakar siyasetin dışında seçenekler sunması gereken kesimlerini bile etkilediğini söylemek abartı olmaz.
Abdülkadir Selvi ve Ahmet Hakan gibi isimlerin yanı sıra, Aydınlık gazetesi de ‘Seçim trafiği’ başlığını taşıyan dünkü manşetinde Abdullah Gül’ün 2019’da Erdoğan’ın karşısındaki isim olarak hazırlandığını ve hazırlatıldığını ele almış. Aydınlık’ın bildik performansıyla kıyaslandığında görece daha dengeli bir dil kullandığını söyleyebileceğimiz bu manşetin yine son tahlilde, arkasında durduğu Erdoğan’ı uyaran ve destekleyen bir siyasal hatta bağlandığı açık.
Bu arada Gül’ün yakın dönem karnesini de bazı yönleriyle bir hatırlatalım.
11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 7 yıllık cumhurbaşkanlığı boyunca önüne gelen 886 yasadan sadece 4’ünü veto etmiş bir isim. Gül, kamuoyunda ‘sansür’ olarak adlandırılan internete ilişkin yasayı da, Macaristan dönüşü jet hızıyla onaylamıştı. Sayısız özelleştirmede yine Gül’ün onayı bulunuyor.
Gül, rektör atamaları bakımından da Erdoğan’dan çok da farklı olmayan kararlara imza atmış bir isimdi. Örneğin 2012 yılında Gazi Üniversitesi’nde seçimde beşinci gelen adayın rektörlüğü atanması çok tartışılmıştı. Tam 4 üniversitede, YÖK sandıktan çıkan sıralamayı değiştirerek kendi listesinde birincileri ikinci ya da üçüncülüğe çekerek seçimde daha az oy alan adayları birinciliğe çıkarmış, Gül de bu tercihlere onay vermişti. Bunlar, Fırat, İTÜ, Gaziantep ve Trakya Üniversiteleri. Bir üniversitede de özel bir durum vardı. YÖK, kendi listesinde birinci gelen adayı ikinciliğe, ikinciyi ise birinciliğe yerleştirirken, sandıktan beşinci gelen adayı üçüncülüğe çekiyor ve listeyi bu haliyle Çankaya’ya gönderiyor. Gül de YÖK’ün listesindeki üçüncü adayı rektör atıyor. Sedat Ergin, bu rektör seçimlerinde Gül’ün tercihlerini tartıştığı yazısında tam da bu noktada şu notu düşüyordu: “YÖK’ün, Köşk’ün tercihini bilerek mi Kayseri doğumlu bu adayı üçüncü sıradan listeye koyduğu sorusunun yanıtını bilemiyoruz.” Ergin’in yazısında vardığı sonuç şöyleydi: “Bütün bu tercihler ne anlama geliyor? Gül’ün geçmişte rektör atamaları yaparken seçim sonuçları, YÖK ve kendi tercihleri arasında karma bir model uyguladığı, ancak kullandığı tercihlerde ibrenin sıkça muhafazakar adaylara döndüğü söylenebilir.” (Sedat Ergin, Gül’ün rektör tercihleri çok tartışılacak, Hürriyet, 17 Temmuz 2012)
2018 yılında Erdoğan ile Gül arasında yapılan tercihler üzerinden yürüyen tartışmanın AKP içinde de bir karşılığı olacağını ve Gül’ün bu noktada teşkilat içinde olumlu bir etki yaratmayı esas alan bir hatta yürüyeceğini öngörmek zor değil. Son dört yıldır, Gül’ün bu açıdan kritik zamanlarda tarlaya tohum bırakan ve gerektiği zamanlarda da onları sulamayı ihmal etmeyen bir pratik sergilediği, kendini boşa düşürecek bir erken adımdan kaçındığı da açık. Gül’ün AKP teşkilatlarında şu anda Erdoğan’ın ağırlığının kendisini düşmanlaştıracak bir sonuca yol açmaması için bu ince ayarda devam edeceğini söyleyebiliriz. Erdoğan ile ikisi arasında Milli Türk Talebe Birliği’nden bugüne kadar gelen yol arkadaşlığı, son 16 yıl içinde böylesi bir güç ve taktikler savaşı olarak yürüyor.
Peki toplumun ‘tek adam’ yönetimi ile mücadele eden kesimleri, demokratik ve özgür bir ülke arayışlarını bu iki adamın farkları arasındaki bir nefes alma aralığına sıkıştırabilir mi? Sıkıştırmalı mı? Bu soruya doğru bir yanıt vermeden doğru bir gelecek kurmak da mümkün görünmüyor.