11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, darbe girişimini tüm yönleriyle araştırmak ve alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan Meclis Araştırma Komisyonu'na gönderdiği yanıtta, kutuplaşma tartışmalarının odağına oturduğu siyasal atmosfere ilişkin olarak da mesaj verdi. "Önemli olan husus, bir ülkede darbe düşüncesinin hiçbir zaman akla hayale gelemeyeceği bir iklimi oluşturabilmektir" görüşünü dile getiren Gül, "darbe girişiminden çıkarılması gereken ders" ifadesi eşliğinde "Demokrasi, hukukun üstünlüğü ve temel insan haklarını garanti altına alacak, kuvvetler ayrılığına dayalı yüksek standartlarda demokratik bir sistemi inşa edilmelidir" vurgusunu yaptı. Gül, Meclis Araştırma Komisyonu'nun kendisine gönderdiği 27 soruya, 9 sayfalık bir yanıt gönderdi. "12 Eylül 2010 Anayasa referandumu sırasında Gülen cemaatine bağlı olduğu bilinen bazı yayın organlarının aşırı ve saldırgan propagandalarının kendisini ilk rahatsız eden hususların başında geldiğini" ifade eden Gül, bu konu hakkında "ilgili herkesin dikkatini çektiğini" belirtti ve "Muhtemel olumsuz sonuçları hakkında uyarılarda bulundum" dedi.
Gül, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içindeki cunta yapılanması tarafından düzenlenen darbe girişimiyle ilgili olarak "Bu akımın şimdilerde tüm açıklığıyla deşifre edilen çok karmaşık örgüt yapısının, hiyerarşisinin ve işleyişinin neticede bir darbe teşebbüsünde bulunacak güç ve cüretkârlığa ulaşmış olması, şahsım da dâhil pek çok kimsenin öngöremediği bir durumdu" açıklamasını yaptı. 11. Cumhurbaşkanı, 2004 yılında Milli Güvenlik Kurulu toplantısında 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'ün Gülen cemaati yapılanmasına dikkat çektiklerine işaret etti. "Böyle bir darbe teşebbüsünden bilhassa bazı müttefiklerimizin habersiz olmasının mümkün bulunmadığı yönündedir" görüşünü de dile getiren Gül "Batılı müttefiklerin" darbe girişimi karşısındaki tavrını eleştirdi.
MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın Oslo görüşmeleri öne sürülerek ifadeye çağırılması üzerine polise gitmemesi konusunda kendisinin devreye girdiğini vurgulayan Gül, "O gün kendisine tek sahip çıkan bendim ve kesinlikle savcılığa gitmemesi gereğini tembihledim ve kendisini bu şekilde talimatlandırdım" açıklamasını yaptı.
"Birlikte siyaset yaptığı partili arkadaşları ve siyasete kazandırdığı kişiler içerisinde 'FETÖ/PDY' mensubu kişilerin bulunmadığını" kaydeden Gül, "Devlet memurlarının Anayasa, kanunlar ve hukuk düzenine sadakatlerinde herhangi bir gevşeklik gördüğümde veya devlet kurumlarında farklı dayanışma içerisinde olduklarını hissettiğimde, bu karakterdeki kişileri etrafımdan hep uzaklaştırmışımdır" ifadesini kullandı.
Balyoz ve Ergenekon davaları sürecinde yapılan tutuklamalarla ilgili olarak uyarılarda bulunduğunu hatırlatan Gül, "Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaptığım konuşmalarla tutuklulukların cezaya dönüştürülemeyeceğini hatırlatıp, bir çıkış yolu olarak bireysel başvuru hakkının kullanılması hususunda Anayasa Mahkemesi’ni bizzat teşvik ettim" dedi.
Abdullah Gül, Gülen cemaati ile iltisaklı vakıf, dernek ve şirketlerin kolektif mülkiyetlerindeki şirketlere ve mallara el konmasını doğru bulduğunu belirtti, ancak "Gelirlerinin ve sermayelerinin teşekkülünü meşru dayanaklarla temellendirebilen, ticari ve sınai faaliyetleri tamamen göz önünde olan kişilere ve ailelere ait şirketlere, mallara el konulmasını gerek FETÖ/PDY ile mücadelenin başarısı gerek ülkemiz ekonomisi bakımından yaratacağı kısa ve uzun dönemli mahsurlar açısından doğru bulmadığımı da belirtmek isterim" görüşünü dile getirdi.
Gül, komisyonun "Gazeteci Fehmi Koru, 17 Aralık darbe girişiminin hemen sonrasında sizinle ve dönemin Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan ile görüşerek, konuyla ilgili olarak Fethullah Gülen’le görüşmek üzere Amerika’ya gitti. Bu yönde bir talep sizden mi geldi, yoksa kendisi mi size teklifte bulundu" sorusunu da şöyle yanıtladı:
"Hükümetin dershanelerle ilgili tasarrufu karşısında yıkıcı bir yayın faaliyetinin başlaması üzerine bunun arka planını daha iyi anlamak için gazetecilik hayatından dolayı bu yapıyla ilgili bilgisine güvendiğim Fehmi Koru’yu davet ederek konuşmam üzerine, kendisinin ABD’ye gidip meseleyi etraflıca araştırması hususu gündeme geldi. Fehmi Koru’nun ABD’ye gitmeden önce Sayın Başbakanla yaptığı görüşmeyi Komisyonunuza etraflıca anlattığını basına yansıyan haberlerden takip ettim. Fehmi Koru’yla birlikte bana gönderilen mektubun inandırıcılıktan ne kadar uzak olduğu da hemen akabinde vuku bulan gelişmelerle ortaya çıktı."
Komisyonun kendisine yönelttiği bazı soruları eleştiren ve adlarını anmadan iktidara yakın bazı yayınlara tepki gösteren Gül, "Komisyonunuzca hazırlanan bazı soruların kaleme alınış şeklinden, çeşitli vesilelerle tekzip ettiğim yanlış ve çarpıtılmış haberlerden yola çıkıldığını üzülerek görüyorum" yorumunu yaptı.
Abdullah Gül'ün Meclis Araştırma Komisyonu'na gönderdiği ve bazı bölümleri "toplumsal kutuplaşma, kuvvetler ayrılığı ve hukuk devleti ihlalleri" tartışmalarına göndermeler içeren dokuz sayfalık yanıtın tam metni -ara başlıklar T24'e ait olmak üzere- şöyle:
"15 Temmuz darbe girişimi tarihimizin en utanç verici sayfalarından birisi olmuştur. Bu kalkışma devasa emeklerle yücelttiğimiz ülkemizin itibarına büyük darbe vurmuş; toplumun her kesiminde büyük travmalara sebep olmuş; Türkiye’ye her anlamda büyük zarar vermiştir.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Genelkurmay Başkanı’nın ve Kuvvet Komutanlarının Anayasa’ya bağlılıklarını koruyarak darbe girişimi dışında kalmaları, Sayın Başbakanın bunun ordu içerisindeki münferit bir grubun kalkışması olduğunu ilan etmesi, ardından Sayın Cumhurbaşkanının halkı meydanlara çağırarak ülkemize ve demokrasimize sahip çıkmaya davet etmesi ve vatandaşlarımızın büyük fedakârlıkları sayesinde darbe girişimi akim bırakılmıştır.
15 Temmuz gecesi şehit düşen sivil, polis ve asker tüm vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, ailelerine başsağlığı diliyorum; gazilerimizin büyük kısmının tedavisinin başarıyla sürdüğünü biliyor, onlara da acil şifalar temenni ediyorum.
17 Aralık süreci öncesine kadar ‘Fethullah Gülen Cemaati’ veya ‘Hizmet Hareketi’ namıyla tanınan dini motivasyonlu bir akımın varlığı ve özellikle basın ve eğitim alanlarında faaliyetlerde bulunduğu uzun yıllardır herkes tarafından bilinen bir gerçekti. Bu akımın şimdilerde tüm açıklığıyla deşifre edilen çok karmaşık örgüt yapısının, hiyerarşisinin ve işleyişinin neticede bir darbe teşebbüsünde bulunacak güç ve cüretkarlığa ulaşmış olması şahsım da dâhil pek çok kimsenin öngöremediği bir durumdu.
Esasen bu yapı, ana akım dindar ve muhafazakâr siyaset ve sivil toplum hareketlerinden kendisini hep uzakta tutmuş; bu bakımdan da erken dönemdeki gelişmeleri çok da göze batmamıştır. Gerek siyaset öncesi, gerek siyaset-devlet hayatımda bu yapıyla veya lideri olan şahısla bir ilişkim olmadığı cihetle haklarında ne şahsi tecrübeye ne de kayda değer bir bilgiye sahip değilim.
Yakın siyasi hayatımıza ve demokrasi tarihimize bakıldığında kamu yönetimi bağlamında sivil ve askeri kanat arasında bilhassa bazı konularda yeterince samimi işbirliği imkânlarının değerlendirilemediği bir vakıadır. Bu meyanda askeri kanat hassasiyetlerini daima genel irtica başlığı altında ön plana çıkarmayı tercih etmiştir. Siyasi tarihimizin özellikle 1980 sonrası dönemi gözden geçirildiğinde; Refah Partisi’ne ve Fazilet Partisi’ne yapılan irtica suçlamalarıyla anılan partilerin kapatılması, 28 Şubat sürecinde laiklik adı altında icra edilen hukuksuz ve yanlış uygulamalar, 2007 Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde TSK adına yayınlanan bildiri, Anayasa Mahkemesi’nin 367 kararını alması için yapılan baskılar ve AK Parti kapatma davası, hep irtica ve laiklik karşıtlığı suçlamaları çerçevesinde oluşturulduğu için irtica konusundaki çıkışların da inandırıcılığı hep kuşkuyla karşılanmıştır. Bütün bu süreçlerde Gülen Cemaati olarak adlandırılan yapı ve faaliyetleri, söz konusu suçlamaların ana hedefinde hiçbir zaman bulunmamıştır.
2004 yılında Milli Güvenlik Kurulu’nda yapılan genel irtica sunumları içerisinde 10. Cumhurbaşkanı Sayın Ahmet Necdet Sezer’in ve dönemin Genelkurmay Başkanı Sayın Hilmi Özkök’ün bizzat bu yapı üzerine dikkat çektiklerini hatırlıyorum. Öte yandan, devletin sivil-asker güvenlik ve istihbarat birimleri tarafından “Fetullah Gülen Yapılanması” başlıklı bir rapor şahsıma sunulmadığı gibi o dönem Gülen Cemaati olarak anılan veya bugünkü adıyla FETÖ/PDY hakkında kapsamlı bir rapor iletilmesi veya sunum yapılması talebi de söz konusu olmamıştır. Başbakanlık ve Dışişleri Bakanlığı görevlerim sırasında veya Cumhurbaşkanı olarak Milli Güvenlik Kurulu Başkanlığı’nı üstlendiğim dönemde de Komisyonunuzca sorulduğu şekilde “sivil veya asker üyeler tarafından ‘Fethullah’ ön adıyla başlayan illegal bir yapıya dair herhangi bir husus (takibat, soruşturma veya bu yönde bir izin talebi vs.)” gündeme getirilmemiştir.
Nihayetinde malumunuz olduğu üzere 30 Ekim 2014 tarihli Milli Güvenlik Kurulu toplantısında alınan tavsiye kararıyla söz konusu örgütün Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’ne “Ulusal Güvenliği Tehdit Eden Unsur” olarak kaydedilmesi kararlaştırılmıştır.
12 Eylül 2010 Anayasa Referandumunda bu yapıya bağlı olduğu bilinen bazı yayın organlarının aşırı ve saldırgan propagandaları beni ilk rahatsız eden hususların başında geldi ve bu anormallik hakkında ilgili herkesin dikkatini çektim ve muhtemel olumsuz sonuçları hakkında uyarılarda bulundum.
Balyoz ve Ergenekon süreçlerine bağlı olarak askerlerin yargılanması ve tutuklanmasıyla ilgili gelişmelerde beni rahatsız eden uygulamalarla ilgili bazen yazılı bazen sözlü açıklamalar yaparak usul ve yöntem yanlışlıklarına bilhassa dikkat çektim.
Genelkurmay Başkanı, milletvekilleri ve gazetecilerin tutukluluklarıyla ilgili açık beyanlarımla ikazlarda bulundum. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaptığım konuşmalarla tutuklulukların cezaya dönüştürülemeyeceğini hatırlatıp dikkat çektim ve bir çıkış yolu olarak bireysel başvuru hakkının kullanılması hususunda Anayasa Mahkemesi’ni bizzat teşvik ettim.
Nitekim o dönemde önde gelen ve bugün yurtdışında kaçak durumunda bulunan bir savcının bu ikazlarım karşısında haddini aşarak Cumhurbaşkanlığı makamını hedef alan bir açıklama yapması üzerine HSYK tarafından görevinden alındığı herkesin malumudur.
Komisyonunuzca hazırlanan bazı soruların kaleme alınış şeklinden, çeşitli vesilelerle tekzip ettiğim yanlış ve çarpıtılmış haberlerden yola çıkıldığını üzülerek görüyorum.
Doğru olmayan bu konulardan ilki, 2004 yılında Türk mahkemelerince yargılanması devam ederken yurtdışına gitmiş bir kişi hakkında Dışişleri Bakanı ve siyasetçi olarak benim, hem de bir Büyükelçi vasıtasıyla yabancı bir ülke yönetimine yazılı bir mektupla tavassut talebinde bulunabileceğimin düşünülmesidir. Söz konusu iddia tamamen yalan, yakışıksız ve maksatlıdır.
Bir diğeri ise, MİT Müsteşarının 7 Şubat 2012 tarihinde ifade vermeye gitmesini istediğim yolundaki iddialara dair sorunuzdur. Bu iddia 2014 yılı Şubat ayında Türkiye Gazetesi’nde neşredilmiş “yalan/yanlış” bir habere dayanmaktadır. Bu haber aynı gün talimatım üzerine Cumhurbaşkanlığı Basın Sözcüsü tarafından Anadolu Ajansı’na yapılan bir açıklamayla yalanlanmıştır. Ayrıca, MİT Müsteşarlığı da bilahare bu haberin gerçek dışı olduğunu beyan ve teyit etmiştir.
7 Şubat 2012 tarihinde MİT Müsteşarı acil notuyla bana gelerek durumu arz etti. O gün kendisine tek sahip çıkan bendim ve kesinlikle savcılığa gitmemesi gereğini tembihledim ve kendisini bu şekilde talimatlandırdım. Ayrıca konunun hassasiyetine binaen süreci yakından takip ettim, devlet kurumlarının arasında gerekli eşgüdümün sağlanması ve konunun usule uygun şekilde çözüme kavuşturulması için ilgililere gerekli talimatları verdim. Bu konuda yapılan tüm açıklamalar ve tekzipler arşivde olmasına rağmen keyfiyetin tekrar gündeme getirilmesinden, bu hususla ilgili kasıtlı bir kanaat oluşturma gayreti içerisine girildiğini üzülerek görüyorum.
Ben bu grubun üyelerinin bireysel cemaat mensupları olmanın ötesinde devlet kurumları içerisinde bir dayanışma halinde bulunduklarını ve birlikte hareket ettiklerini, MİT Müsteşarı’nın sorguya çağrılması ile ilgili savcı değişikliğinin HSYK’da kilitlenmesi üzerine net olarak gördüm. 17-25 Aralık sürecinde ise bunun tamamen organize bir hareket olduğuna dair kanaatim pekişmiş oldu. Daha sonra Sayın Başbakan başta olmak üzere diğer ilgili muhataplarımla birlikte bu yapıya karşı gerekli adımların atılması hususunda yoğun çalışma içerisinde olduk.
17-25 Aralık girişimini takip eden dönemde yüksek yargı ve diğer devlet organları arasında eşgüdümün sağlanması için sarf ettiğim yoğun çabalar neticesinde bugün çoğu yurtdışında kaçak veya ülkemizde tutuklu bulunan hakim ve savcıların görev yerlerinin değiştirilmesiyle ilgili kritik kararnamenin çıkartılmasının ne kadar büyük bir önemi haiz olduğu bugün geriye bakıldığında daha iyi anlaşılacaktır.
Hükümetin dershanelerle ilgili tasarrufu karşısında yıkıcı bir yayın faaliyetinin başlaması üzerine bunun arka planını daha iyi anlamak için gazetecilik hayatından dolayı bu yapıyla ilgili bilgisine güvendiğim Fehmi Koru’yu davet ederek konuşmam üzerine, kendisinin ABD’ye gidip meseleyi etraflıca araştırması hususu gündeme geldi. Fehmi Koru’nun ABD’ye gitmeden önce Sayın Başbakanla yaptığı görüşmeyi Komisyonunuza etraflıca anlattığını basına yansıyan haberlerden takip ettim. Fehmi Koru’yla birlikte bana gönderilen mektubun inandırıcılıktan ne kadar uzak olduğu da hemen akabinde vuku bulan gelişmelerle ortaya çıktı.
Devlet adamı kimliğimin bir parçası olan siyaset yapma tarzımın, problemleri Anayasa’ya ve kanunlara uygun ama kararlı bir şekilde çözmeye yönelik olduğu iyi bilinir. Başta HSYK olmak üzere, internet ve bazı yasalarla ilgili değişikliklerin ilerde daha büyük başka sorunlara yol açmadan, konjonktürel mülahazalarla değil ama hukukun üstünlüğü çerçevesinde çözülmesi için sarf ettiğim gayretler bazı çevreler tarafından yeterince takdir edilememiş hatta bazı kötü niyetliler tarafından çarpıtılmıştır.
28 Şubat dönemine dayalı bilgilerim ile iç ve dış siyasetteki tecrübelerime dayanarak kanaatim, böyle bir darbe teşebbüsünden bilhassa bazı Müttefiklerimizin habersiz olmasının mümkün bulunmadığı yönündedir.
Maalesef Batılı Müttefiklerimiz darbe teşebbüsü karşısında sahiplendikleri ilke ve değerler doğrultusunda hareket ederek Türk Hükümetine ve demokrasisine sahip çıkmakta oldukça geç kalmışlar ve tereddüt göstermişlerdir. Velev ki Hükümetle ilgili bazı olumsuz kanaat ve kaygıları olsa bile, konu demokrasiyi sahiplenmek olduğunda bunları bir yana bırakıp güçlü bir şekilde seçilmiş Hükümetin yanında olduklarını söylemeliydiler. Ne yazık ki ikircikli davranmış olmaları çok büyük bir yanlışlık teşkil etmiş aynı zamanda Türk milletine karşı haksızlık ve vefasızlık anlamına da gelmiştir ve derin bir güven bunalımına yol açmıştır.
Darbe girişimini ikametgâhımda Koruma Müdürümden öğrendim. Koruma ekibimin mevcut silah ve mühimmatlarıyla evimi ve ailemi koruma altına aldıklarını ve herhangi bir müdahaleye karşı çatışmaya hazır ve kararlı olduklarını gördüm. Hemen arkasından halkımıza ve askere TV’ler üzerinden yaptığım güçlü çağrılar da tahminim ki malumunuzdur.
Bana içeride ve dışarda iştirak ettiğim çeşitli toplantılarda Türkiye’de herhangi bir darbe ihtimali bulunup bulunmadığını soranlara bunun hep ihtimal dışı olduğunu söyledim; zira Türkiye’nin AB’yle katılım müzakerelerine başlamış, sivil-asker ilişkilerini demokratik teamüllere uygun şekilde yoluna koymuş, demokratik ve siyasi standartlarını büyük ölçüde AB seviyesine yaklaştırmış bir ülke olarak böyle bir cüretkarlıkla karşılaşmayacağına samimiyetle inanıyordum.
Finansal konularda bu yapının çirkin yüzünü göremeyen ama özellikle görünen eğitim faaliyetlerini takdir eden iş dünyasından bazı vatandaşların açık yardımları hariç diğer mali kaynakları hakkında herhangi bir malumatım bulunmamaktadır. Bu çerçevede örgütün vakıf/dernek ve kolektif mülkiyetine ait şirket ve mallarına el konulmasını doğru bulmakla birlikte, gelirlerinin ve sermayelerinin teşekkülünü meşru dayanaklarla temellendirebilen, ticari ve sınai faaliyetleri tamamen göz önünde olan kişilere ve ailelere ait şirketlere, mallara el konulmasını gerek FETÖ/PDY ile mücadelenin başarısı gerek ülkemiz ekonomisi bakımından yaratacağı kısa ve uzun dönemli mahsurlar açısından doğru bulmadığımı da belirtmek isterim. Bu ayrım gözetilmeksizin yürütülecek adli soruşturmalar, ileride ülkemiz açısından çok daha büyük hukuki ve ekonomik sorunlara yol açabileceği cihetle, bu hususa özellikle adli makamlarımız tarafından dikkat edilmesi gerektiği kanaatindeyim.
TSK’nın hüviyeti ve çizgisi ile en asgari ölçüde dahi örtüşmeyen, yerlilik ve bağımsızlıkla tavsif edilmesi hiçbir şekilde mümkün olmayan bu menfur kalkışmanın failleri ülkede kontrolü ele geçirebilseydi, Türk Silahlı Kuvvetleri tarihinde benzeri görülmemiş bir kırılma ve ayrışma içerisine düşer ve telafisi mümkün olmayan büyük yaralar ülkemizi korkunç bir felakete sürüklerdi.
YAŞ Toplantılarında ele alınan terfilerde, en azından benim dönemimde, ağırlıklı olarak TSK’nın kendi iç işleyişi ve kuralları belirleyici rol oynamıştır. Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanlarının atanmasında ise Cumhurbaşkanı olarak tabiatıyla gerektiğinde inisiyatif kullandım. Yaverlerin tespitinde her zaman Genelkurmayın teklif ettiği üç aday arasından birinci sıradakini onayladığımı da bu vesileyle bilmenizi isterim.
FETÖ/PDY olarak bilinen yapının mensupları şimdi anlaşıldığı üzere Türkiye Müslümanlığında hiç örneği görülmemiş şekilde gizlenme (takiyye) usullerini tatbik etmişler ve nihai hedeflerine ulaşmada her şeyi mubah gördüklerinden irtica damgası yemeden TSK içerisinde varlıklarını ve yükselmelerini sürdürmeyi başarabilmişlerdir.
YAŞ toplantıları neticesinde TSK ile ilişiği kesilenlerin, PDY mensubu takiyye yapanlardan ziyade çoğunlukla dindarlığını ve muhafazakâr kimliğini aile boyunca saklamayan veya saklayamayanların olduğu aşikârdı. Esas problem de aslında samimi bir şekilde dini vecibelerini yerine getiren ve devlete sadakatini/bağlılığını koruyan insanların haksız yere cezalandırılmasından kaynaklanıyordu. Bu nedenle gerek ben gerek diğer arkadaşlarım YAŞ kararlarına çeşitli zamanlarda şerhimizi koyduk.
Bir TV programında sarf ettiğim bir cümlenin maalesef genel bağlamından çıkartılarak sorulduğunu da görüyorum. Söz konusu programı başından sonuna dikkatlice izlediğinizde neyi kast ettiğim açıkça anlaşılacaktır.
Ben devlet kademesinde maiyetimde çalışan devlet memurlarının ve özellikle yakın çevremdeki görevlilerin tayin ve atamalarında liyakati daima esas aldım. Ayrıca devlet memurlarının Anayasa, kanunlar ve hukuk düzenine sadakatlerinde herhangi bir gevşeklik gördüğümde veya devlet kurumlarında farklı dayanışma içerisinde olduklarını hissettiğimde, bu karakterdeki kişileri etrafımdan hep uzaklaştırmışımdır.
Tüm siyasi çalışmalarımda, İl ve Genel Merkez bazında parti teşkilatlarımızda bu yapıya mensup kişilere hiçbir zaman yer vermedim. Ayrıca, birlikte siyaset yaptığım partili arkadaşlarım arasında; partime ve siyasete kazandırdığım kişiler içerisinde FETÖ/PDY yapısı mensubu veya iltisaklı olduğu bilahare anlaşılan kişilerin bulunmadığı da iyi bilinir.
Devletlerin bekalarını korumaları ve ülkenin iç ve dış güvenliğini sağlamaları için kuvvetli istihbarat teşkilatlarına ihtiyaç duyduğu açıktır. İstihbarat teşkilatlarının her türlü ideolojik düşünce ve görüşlerden uzak şekilde devlete karşı sadakat içerisinde bütünüyle modern teknolojiyle donatılmış şekilde görev yapması önem taşımaktadır. Her ülkede olduğu gibi farklı kurumların farklı istihbarat birimleri bulunmakta ve kurumların önceliklerine göre farklı alanlarda uzmanlıkları gereği değişik kurumsal yapı ve süreçleri benimsemektedirler. Burada önemli nokta istihbarat kurumları arasındaki kuralları iyi çizilmiş samimi ve dürüst bir işbirliği ve eşgüdüm sisteminin kurulabilmesidir. Şüphesiz ki sivil-asker işbirliğine önyargılardan uzak bir şekilde yaklaşarak amaca matuf şekilde hareket edilmesi önem taşımaktadır. İstihbarat teşkilatlarının başarısı, etkinliği ve ülkeye hizmet edebilmesi, ancak doğasına uygun demokratik denetim süreçlerine tabi tutulması ve kontrolü ile mümkündür.
Önemli olan husus, bir ülkede darbe düşüncesinin hiçbir zaman akla hayale gelemeyeceği bir iklimi oluşturabilmektir. Bu iklim bozulduğunda çıkar çatışması içerisinde olduğumuz büyük küçük dış güçler kaynaklı her türlü müdahaleye açık bir ortam yaratılır. Elbette ki gerek bölgesel gerek küresel rakipleriniz/ortaklarınız ülkenizin içişlerine müdahale etme fırsatından istifade etmeye çalışacaklardır. Evin içerisi düzenli tutulduğu ve kendi sorunlarınıza kendi iradeniz ve inisiyatifiniz doğrultusunda çözümler getirdiğiniz müddetçe kimseye böyle bir fırsat verilmeyecektir.
Bütün bu acı ve ülkemize büyük tahribat yapan hadiselerden alınacak ders kanaatimce şudur. Demokrasi, hukukun üstünlüğü ve temel insan haklarını garanti altına alacak, kuvvetler ayrılığına dayalı yüksek standartlarda demokratik bir sistemi inşa etmek gerekmektedir. Böyle bir ülkede insanlar inançlarından, düşüncelerinden, etnik farklılıklarından dolayı hiçbir ayrımcılığa tabi tutulmadan eşit vatandaşlık ilkesi çerçevesinde muamele görecektir. Şeffaf olmak şartıyla şiddet içermeyen düşünce ve örgütlenmenin serbest olduğu böyle bir toplumda hiçbir grup veya kişi kendisini saklama, gizleme veya herhangi bir devlet hizmetinde hak ettiği konuma yükselmek için farklı bir dayanışma içerisine girme ihtiyacı hissetmeyecektir.
Bütün bu olaylar şunu bir kez daha göstermiştir ki insanlar gerek dini gerek ideolojik gerekse siyasi mülahazalarla akıl ve fikirlerini bir kişiye veya gruba emanet etmemeli, özgür ve hür iradeleriyle muhakeme kabiliyetlerini hiçbir zaman kaybetmemelidir. Nesilleri bu anlayış içerisinde yetiştirerek fikri hür ve vicdanı hür bir toplum oluşturmamız gerekmektedir."
Komisyonun Gül'e yönelttiği 27 soru
1) Bakanlık, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığınız süresi içerisinde FETÖ örgütlenmesi hakkında resmi veya gayri resmi herhangi bir istihbarî bilgi aldınız mı? Aldıysanız bu bilgilerin niteliği, içeriği ve kapsamı hakkında bilgi verebilir misiniz?
2) Görevde olduğunuz süre içerisindeki Milli Güvenlik Kurulu toplantılarına, özellikle 17-25 Aralık öncesinde, asker veya sivil üyeler tarafından “Fetullah” ön adıyla başlayan illegal bir yapıya dair herhangi bir husus (takibat, soruşturma veya bu yönde bir izin talebi vs.) gündeme getirildi mi? Getirildiyse sizin ve diğer üyelerin tavrı ne oldu?
3) Gazeteci Fehmi Koru, 17 Aralık darbe girişiminin hemen sonrasında sizinle ve dönemin Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan ile görüşerek, konuyla ilgili olarak Fetullah Gülen’le görüşmek üzere Amerika’ya gitti. Bu yönde bir talep sizden mi geldi, yoksa kendisi mi size teklifte bulundu?
4) FETÖ ile Türkiye’ye karşı terör faaliyetleri yürüten örgütler hakkındaki ilişki hakkında bilginiz var mı, işbirliği iddiaları hakkındaki kanaatiniz nedir?
5) Müttefiklerle ilişkiler bağlamında ABD ve AB’nin FETÖ hakkındaki tutumlarını değerlendirebilir misiniz? Bu darbe girişiminin dış ayağına yönelik bir bilginiz ve değerlendirmeniz var mı?
6) Bakanlık, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı görevleriniz sırasında daha sonra Fetullah Gülen cemaatine / FETÖ’ye mensup olduğunu anladığınız kişilerle çalıştınız mı?
7) 2004 yılında zamanın Dışişleri Bakanı olarak dönemin ABD Büyükelçisi Faruk Loğoğlu eliyle Amerikalı yetkililere bir mektup gönderdiğiniz ve mektupta Fetullah Gülen’i eğitimci sıfatıyla methettiğiniz şeklindeki iddialara açıklık getirir misiniz?
8) 7 Şubat 2012 tarihli MİT Müsteşarı’nın ifade vermeye çağrılması hadisesinde MİT Müsteşarına ifade vermeye gitmesinde bir sakınca olmadığını telkin ettiğiniz şeklindeki iddialara açıklık getirir misiniz? 7 Şubat hadisesinde söz konusu yapının niyeti hakkında bir kanaat edinmiş miydiniz, söz konusu hadiseyi o tarihte nasıl değerlendirdiniz, bugün nasıl değerlendiriyorsunuz?
9) İptal edilen 2010 KPSS sınavının araştırılması için Devlet Denetleme Kurumunu görevlendirdiniz. Bu çalışma neticesinde FETÖ’yü gösteren işaretler gördünüz mü?
10) 29 Eylül 2015 tarihli NTV Canlı Yayınında paralel yapıya karşı önlem alınması için uyarılarda bulunduğunuzu söylediniz. Hangi sebeple bu uyarıda bulunma ihtiyacı hissettiniz, siz görevdeyken örgüte karşı hangi önlemleri aldınız? Aynı programda “Öyle şeyler vardır ki devlet idaresinde her düşündüğünüzü aleni de konuşamazsınız. Demin de söylediğim gibi bunların neticeleri vardır” şeklindeki açıklamalarınızda “konuşamadığınız” hususlar nelerdi, bugün içinde bulunduğumuz sürecin işaretlerini almış mıydınız?
11) Darbe girişimini ilk kez nerede ve nasıl duydunuz? Darbe girişimi ile ilgili olarak kimlerle hangi temaslarda bulundunuz?
12) Darbe girişimi hakkında ön duyum, bilgi, kanaat, sezgi veya şüpheniz var mıydı?
13) 17-25 Aralık sonrası örgütle mücadelede gerekli hassasiyet ve gayretin gösterildiğini düşünüyor musunuz?
14) FETÖ/PDY’nin 40 yıla dayanan bir geçmişi var. Bu örgütün kurumsallaşması ve finansal olarak süratle büyümesi ise 90’lı yıllarda gerçekleşmiştir. 1979 yılında kurulan Kaynak Holding ve 1996 yılında kurulan Bank Asya, 90’lı ve 2000’li yıllarda örgüt sermayesi ile hızla büyümüştür. Sonuç itibariyle; küçük şirketler, devasa holdingler haline gelmiştir. Devlet aklı, himmet paraları ile örgüte böyle devasa finansal güç oluşturulmasını nasıl tespit edememiştir? Tespit edebildiyse, gereğinin yapılması konusunda nerede sorun yaşanmıştır?
15) Görev süreniz içerisinde, FETÖ/PDY örgütünü güvenlik açısından tehdit olarak gören herhangi bir rapor ya da bilgi size sunuldu mu? Olduysa, bu örgütle mücadele kapsamında herhangi bir girişiminiz oldu mu?
16) Refahyol ve AK Parti hükümetleri döneminde MGK toplantılarındaki bilgilendirme sunumları FETÖ ile mi yoksa genel irticai faaliyetlerle mi ilgiliydi?
17) 15 Temmuz FETÖ darbe ve işgal girişiminin sizce en önemli hedefi neydi?
18) Görev yaptığınız dönemlerde YAŞ’ta askerler gündemle ilgili önceden bilgilendirme ve onay alıyorlar mıydı? İrticai sebeplerle disiplinsizlik adı altında TSK’dan uzaklaştırılan subay ve astsubayların dosyalarını önceden inceleme imkânınız oluyor muydu? Dosyaların içeriğine hâkim olabiliyor muydunuz? Atılanlar içerisinde o zamanki adıyla “Fetullah Gülen Cemaati mensupları” var mıydı?
19) FETÖ’nün elebaşı Fetullah GÜLEN’in, “fert” olarak kişilerin ve “gruplar” olarak toplumun dinî duygularına hitap ederek onları ikna ettiği, bir müddet sonra bu samimi duyguları, şahsının veya cemaatin / örgütün menfaatleri doğrultusunda kullandığı müşahade edilmiştir. Din eğitimi ve dinin topluma anlatımında eksiklik ve/veya yetersizlikler olduğu, bu eksiklik ve/veya yetersizliklerin ortaya çıkardığı boşluğun, cemaat ve/veya tarikatlar tarafından doldurulduğu iddia edilmektedir. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz?
20) FETÖ’nün elebaşı Fetullah GÜLEN’in, 1970’li yılların başından itibaren örgütlenmeye başladığı bilinmektedir. Örgütün ortaya çıkışı ve özellikle 1970’li yılardaki niyeti ve kuruluş maksadı sizce farklı mıydı? Kanaatinize göre örgüt, devleti ele geçirme hedefini ve darbeci kimliğini sonradan mı edinmiştir?
21) Türkiye’deki güvenlik ve istihbarat hizmetlerinin MİT, Genelkurmay Başkanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü ile Jandarma Genel Komutanlığı arasında bölüşülmüş olması ve dağınık bir görünüm arz etmesinin muhtelif hizmet aksaklıklarına sebep olduğu iddia edilmektedir.
- Genelkurmay Başkanlığı, MİT’ten istihbarat alamadığını,
- MİT, asker kişiler hakkında istihbarat toplanmasının kendi mevzuatı açısından mümkün olmadığını,
- Genelkurmay Başkanlığı ise Emniyet ve Jandarma’dan istihbarat temin etmenin güçlüklerini gündeme getirmektedir.
- Ayrıca bazı üst düzey bürokratlarca Komisyonumuza verilen beyanlarda kurumsal taassup ya da yetersiz eşgüdüm ve işbirliği sebebiyle kurumların ellerindeki istihbarî bilgileri zaman zaman başka kurumlarla paylaşmaktan imtina ettikleri ifade edilmiştir. Tecrübeleriniz ışığında güvenlik ve istihbarat alanındaki cari kurumsal düzenin eksiklik ve zafiyetleri nelerdir? Bu zafiyetler nasıl giderilebilir? Kurumsal yeniden yapılanma kapsamında güvenlik ve istihbarat kurum ve kuruluşlarının görev ve teşkilatları ile bu kurumlar arasındaki ilişkiler hakkındaki tavsiyeleriniz nelerdir?
22) FETÖ mensuplarının, başta emniyet teşkilatı, yargı ve orduya ait kadrolar olmak üzere,
bütün kamu kurumlarına sinsice sızdığı ve 15 Temmuz öncesinde bazı birimlerde söz sahibi olduğu değerlendirilmektedir. İnanç, ibadet ve vicdan özgürlüğü önündeki bazı engeller sebebiyle, insanların dinî inançlarının icaplarını yerine getiremedikleri, kendilerini
gizledikleri, bu sebeple kamu kurumlarına ancak takiyye yaparak girebildikleri ve halk nazarında da bu tür bir usulün takip edilmesinin belli ölçülerde kabul gördüğü, bu durumun FETÖ’nün devlete sızmasını kolaylaştırdığı ileri sürülmektedir. Bu konudaki düşünceleriniz nelerdir?
23) MİT’in 1990’lı yılların başından itibaren sivilleştirilmesinin özellikle askerî istihbaratın toplanmasında zafiyete sebep olduğu yönünde iddialar ileri sürülmektedir. Komisyonumuza beyanda bulunan bazı eski Genelkurmay Başkanları MİT’in askerî yönetici ve personelden tamamen arındırılmasının sakıncalarından söz etmiştir. MİT’te tekrar askerî yönetici istihdam edilmesi, örneğin MİT Müsteşar Yardımcısının bir asker olması önerisi hakkındaki kanaatiniz nedir?
24) Yetkili makamlarda bulunduğunuz süre boyunca FETÖ’nün kayıt dışı para kaynakları ve transferleri hakkında şüpheleriniz oldu mu? Bu konunun araştırılması talimatı verdiniz mi? Ne tür bilgiler elde ettiniz?
25) Bakan, Başbakan ve Cumhurbaşkanı olarak görev yaptığınız süre zarfında FETÖ yapılanmasına karşı, birlikte çalıştığınız Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakan ya da Genelkurmay Başkanlarıyla herhangi bir değerlendirmeniz oldu mu?
26) Darbe girişimleri, bürokratik makamların siyasi veya ideolojik gayelerle sistematik olarak ele geçirilmesine yönelik faaliyetler, kamu yetki ve otoritesinin usulsüz ve hukuksuz bir şekilde gasp edilmesi ve siyaset ile kamu hayatına yönelik diğer gayrimeşru müdahale teşebbüslerinin tekerrür etmesini önlemek bakımından, bilgi, gözlem ve tecrübeleriniz ışığında; hukuk, eğitim, din-devlet ilişkileri, güvenlik ve istihbarat gibi alanlarda alınması gereken tedbirler ile kurumsal yeniden yapılanma önerileriniz nelerdir?
27) Komisyonumuzun çalışma alanıyla ilgili başkaca tespit ve önerileriniz var mıdır?