Fethullah Gülen'in 12 Eylül 1980 darbesinden sonra askere verdiği bazı destek mesajlarına ilişkin tartışma sürüyor. Gülen cemaatinin kurumsal yüzü olarak bilinen Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı bünyesindeki Medialog Platform'un Genel Sekreteri Erkam Tufan Aytav, Gülen'in "askerin gururunu okşayarak müspete kanalize etmeye çalıştığını" dile getirdi.
Aytav bu görüşü,
haber7.com'da "Fethullah Gülen ve 12 Eylül darbesi" başlığıyla yayımlanan (10 Nisan 2012) yazısında dile getirdi. Aytav'ın yazısı şöyle:
Fethullah Gülen ve 12 Eylül darbesi
Önce o dönemin şartları neydi kısaca hatırlayalım, arkasından Sayın Gülen’in zihin dünyası açısından konuya bakalım.
10 Nisan 2012 09:05 - 0 Yorum - 3,736 Okunma
12 Eylül darbecilerinin yargılanması ile birlikte darbe dönemi ve o günlerde kim ne yazmış tekrar gündeme geldi.
Gelmesiyle de birlikte Fethullah Gülen Hocaefendi’nin darbelerle olan ilişkisi sorgulandı. Özellikle Sızıntı dergisinde çıkmış bir makalesi üzerinden darbe taraftarı olduğu çıkarsamaları yapılmaya başlandı.
30 yıldır Sayın Gülen’i takip edip anlamaya çalışan biri olarak bu konudaki fikirlerimi sizlerle paylaşmak istedim. Öncelikle şunu belirtmem gerekir ki; Sayın Gülen her fırsatta ‘demokrasiden dönüş olmaması gerektiğini’ belirtmiş ve darbelere karşı tutum içinde olmuştur.
Sayın Gülen’in bütün hayatına ve bütün söylemlerine bütüncül bir göz ile bakıldığında bu çok net görünür. Ne var ki önyargılı bakış açıları, beraberinde cımbızlanarak yapılan alıntılarla yanlış kanaatlere varılmak istenmektedir.
Bu ön girişten sonra şimdi ‘darbeciliğine delil’ olarak göstermeye çalıştıkları Son Karakol başlıklı yazıya dönelim. Bu yazı Sızıntı dergisinin Ekim 1980 Yıl: 2 Sayı: 21’de yayınlanmıştır. (http://www.sizinti.com.tr/konular/ayrinti/son-karakol.html)
Eğer bu yazıyı dönemin şartları ve Sayın Gülen’in zihin yapısını bilmeden okursanız, darbeleri alkışlama gibi yanlış bir yargıya varabilirsiniz.
Önce o dönemin şartları neydi kısaca hatırlayalım, arkasından Sayın Gülen’in zihin dünyası açısından konuya bakalım.
Yaşım itibarı ile 12 Eylül öncesi günleri hatırlıyorum. O günler dönemin 68 kuşağı gibi genç değildim ama çocukluktan gençliğe adım attığım günlerdi. Kardeş kavgası ile her gün onlarca genç ölüyordu. Kurtarılmış bölgeler, mahalleler vardı ve örgütler buralarda kendi halk mahkemelerini kurarlardı. Ülkede tam bir kaos hakimdi. Aileler çocuklarını okuluna gönderemez noktaya gelmişti. Anarşi liselere kadar inmiş, siyaset tıkanmıştı. Kolluk kuvvetleri anarşiyi bitirmek adına üzerine düşeni yapmıyordu. Her gün TRT’nin siyah beyaz haber bültenlerinde listeler halinde bu gün kaç genç öldürüldü haberleri yayınlanırdı.
Özeten toplumun terör batağında sürüklendiği, polisin siyasal kamplaşmadan nasibinin aldığı, siyasetin olayları seyretmekten öteye gidemediği, partilerin birbirini yemekle meşgul olduğu bir dönemdi. Toplum bu yaşananlardan ciddi bunalmış bir vaziyetteydi. Gelecek adına bir umut ışığı da gözükmüyordu.
Bir yönü ile darbenin bütün şartları hazır hale gelmişti/ getirilmişti.
Ve tarih 12 Eylül’e geldiğinde TSK darbe yaptı. Ve terör bir günde kesiliverdi. 11 Eylül de kan gövdeyi götürürken, kan birden bire duruvermişti. Darbe olduğu gün toplumun derin bir oh çektiğini çok iyi hatırlıyorum.
Sayın Gülen’in Son Karakol yazısı Sızıntı dergisinde 1 Ekim 1980’de yayınlandığında darbenin yapıldığının üzerinden tam 19 gün geçmişti. Derginin yayına hazırlanması, matbaa süreci dikkate alındığında bu makalenin kaleme alındığı tarihin muhtemelen darbeden birkaç gün sonra olduğu anlaşılabilir. Yani bu makale darbecilerin işkence ve zulümlerin henüz başlamadığı bir tarihte yazılmıştı.
Ortada defakto bir durum vardı. Darbe olmuştu, Türkiye’nin önüne yeni bir sayfa açılmıştı. Ve bu durumda yapılabilecek iki şey vardı. Ya gücü ve milletin kaderini elinde tutanları bu tarz yazı ve söylemlerle yönlendirmek, müspete kanalize etmeye çalışmak ya da çatışmak.
İşte bu yazı ile Sayın Gülen askere, tarihindeki misyonunu hatırlatıp, gururunu okşayarak müspete kanalize etme gayreti içine girdi. Artık güç askerdeydi, ‘ne kadar mümkün ise o kadar yönlendirilmesi’ gerekliydi.
Sayın Gülen çatışmayı değil, birinci yöntemi tercih etmiştir. O şartlarda çatışmanın ne anlama geleceği o günleri yaşayanlar daha iyi bilirler. Sayın Gülen hayat felsefesi olarak halkın kendi ülkesinin silahlı güçleri ile halkın çatışmasını hiçbir zaman doğru bulmamıştır. Bu anarşidir, anarşiden de hiçbir sağlıklı sonuç elde edilemez. Böyle davranmakla da kendisini dinleyenleri kumara atmamış oldu.
Ayrıca şunu da söyleyeyim Sayın Gülen’i darbecilikle suçlayanların, bugün darbecilere diklenenlerin hiç biri o gün tankın üzerine çıkmamıştı. Neyse biz kendi konumuza dönelim.
Peki, Sayın Gülen’in askere vermek istediği mesaj neydi? Bunu Son Karakol yazısında açıkça bulmak mümkün.
Birkaç örnek vereyim;
‘Karakol, sükunet’in, huzur’un ve emniyetin remzidir. Orada düzen, orada huzur ve onda gözlerin uyanık oluşu, umumi emniyet ve muvazenenin en büyük teminatıdır. Orada kargaşa ve bunalımlar ise, arkasındaki topluluklar için en büyük felakettir.’
‘Bu türlü kendinden kaçışlar ve harici asimilasyonlarla iç değişiklikler, endişe verici buudlara ulaşmıştı. Cinnet nöbetleri içinde bütün bir nesil, Hasan Sabbahın yalancı cennetlerine benzeyen bu cennetlere davet ediliyordu’.
‘Tatmin edilememiş, doyurulamamış ve hatta terk edilmiş bir neslin, çeşitli kamplara ayrılması ve birbirini kıran kırana öldürmesi gayet normal değil mi?.. Bu güne kadar onun iç inkırazını sezebildik mi? Onu soysuzlaştıran sebeplere inebildik mi? Halbuki, ona canavarlık öğreten tiranlar karşısında, siyanet meleği gibi onun yanında olmalı değil miydik.. Heyhat!. Binbir vahşet senaryosunun sahnelendirilmesi karşısında, sessiz ve infialsiz kaldık.. Evet.. Bütün bir millet olarak arenalardaki kavgayı seyreder gibi, bu kanlı boğuşmadan hiçbir şey anlamadık’.
Özet olarak Sayın Gülen’in bu yazısında askere verdiği mesaj şudur; ülkenin asayiş ortamının sağlanmasının ancak kendi ruh dünyamıza dönmekle olabileceğini, gençlerin ruh dünyalarına inilmesi gerektiği, kendi köklerine dönen, toplumuna yabancılaşmamış bir neslin anarşinin kucağına düşmeyeceğidir. Askeri metotlarla anarşiyi geçici bir şekilde durdurabilirsiniz ama bunu devam ettirmeniz eğitim ile mümkün olacaktır demek istemektedir.
Bu yazının sonlarındaki şu cümleler çok önemlidir.
‘Ve bir zaferdir. İçtimaî bünyenin harici bir kısım eracifden temizlenme, arındırılma düşüncesiyle onu aslına irca zaferidir. Bu zafer, kendinden ümit edilenleri getirdiği takdirde, Türk’ün zaferler hanesinde en mualla yeri işgal edecektir.’
Burada Sayın Gülen askerin anlayacağı bir dil ile terörü bitirmenin bir zafer olduğunu söylemiş, gururunu okşamıştır. Ama bunu şu şarta bağlamıştır. O şartta ‘kendinden ümit edilenleri getirdiği takdirdedir’. Neyin ümit ettiğini de yazının başından sonuna gayet iyi anlatmıştır.