Polislikten atıldıktan sonra Türkiye'deki Gülen cemaatinin polis içindeki yapılanmasını anlatan ilk kitap olan 'Fethullah'ın Copları' kitabını yazan Zübeyir Kındıra, darbe girişiminin ardından başlatılan 'paralel yapılanma'yla ilgili soruşturmalara ilişkin olarak, "Cemaatin beli kırıldı ama bitti diyemem. Cemaat’in iç çatışmalarında ayrışanlar bugün Cemaat mensuplarının boşalttığı yerlere başka adlar altında, Okuyucu, Menzilci, Yazıcı olarak geliyorlar" dedi. Cemaatle ilgili kitaplar kaleme alan eski polislerden Hanefi Avcı ve Sabri Uzun'a da atıfta bulunan Kındıra, "Hanefi Avcı’lar, Sabri Uzun’lar, Emin Arslan’lar... Bu cemaatin üyesi değil miydi?" diye konuştu.
Kındıra, "Hanefi Avcı bu cemaatçilerin kim olduğunu biliyor mu bilmiyor mu? Biliyor. Peki (Haliç’teki) Simonlar’ı yazana kadar herhangi bir açıklama yaptı mı? Tepki koydu mu? Ben kendisine sordum 'Hepsini sen kollamadın mı?' diye. 'Evet' dedi" ifadelerini kullandı.
Eski polis Zübeyir Kındıra, "Ben Hanefi’ye de, Sabri’ye de (Uzun), Emin Arslan’a da “Sizsiniz, siz yaptınız” dedim. “Evet, bilmiyorduk bu kadar olacaklarını” dediler" iddiasında bulundu.
Zübeyir Kındıra Hürriyet gazetesi röportaj verdikten sonra saldırıya uğradığı ortaya çıktı. Kındıra, 5 kişinini teknesi bastığını ve "tekme tokat girişirken 'öldürelim mi reis' diye bağırdıklarını" aktardı.
Zübeyir Kındıra'nın Hürriyet'ten Çınar Oskay'a verdiği yazılı söyleşi şöyle:
Neden burada, ıssız bir koydasınız?
13 yaşımdan beri bu ülkeye hizmet ediyorum. Dokuz kitap yazdım. Benim de bir hayatım var ve yaşamak istiyorum. Köpeğimle beraber teknedeyim. E bir de Fethullah Gülen örgütünün şikâyetleri yüzünden yazdırmadılar bana.
Nasıl yazdırmadılar?
Bizzat bakan göndererek. Bugün onlara ‘ahmak’ diyebiliriz. Beni işten attırdılar. Para kazanma imkânı bulamadım. Tekne aldım, yelken öğretmenliği ve mavi tur yapıyorum.
Neden nerede olduğunuzu gizli tutmamı istediniz? Tehdit mi alıyorsunuz?
Defalarca aldım ama MİT’ten bir arkadaş yakın zamanda tehdidin kalktığını söyledi.
Kim tehdit etti sizi?
Bir arkadaşım bir gün Ankara Swissotel’de bana Cemaat’le uzlaşıp uzlaşmayacağımı sordu. “Önce birkaç soruma cevap vermeleri gerekir” karşılığını verdim.
Ne gibi?
Niye böyle bir örgüt kuruyorlar? Neden ülkenin canına okuyorlar, gibi. Bana “Böyle devam edersen iyi olmayacak. Bence Ankara’dan uzaklaş, yoksa canına kastedebilirler” dedi. “Sen bana arkadaş olarak ‘Çok keskinsin, dikkat et’ mi diyorsun, yoksa bir bilgiye dayanarak beni uyarıyor musun” diye sordum. “İkincisi” diye yanıtladı.
İlk siz mi yazdınız Cemaat’i?
Türkiye’de kitap olarak ilk yazan kişi benim. Fethullah Gülen davasında delil olarak kullanıldı. Meclis tutanaklarına yansıdı. Kitabın ismindeki ‘cop’ aynı zamanda İngilizce ‘polis’ demek. Bu da Emniyet Teşkilatı içinde literatüre geçti.
Nasıl başladı bu iş, ne zaman polis oldunuz?
Gaziantepliyim, babam şofördü. Orta halli bir aileden geliyorum. Polis Koleji sınavına 10 bin kişi girdi, 158 kişi alındı. Bu ülkenin zeki çocuklarıydı. Üçüncü sınıfta sicilim bozuldu. Sınıf komiserleri, Cemaat’in elemanları 1984’te hesabımı kestiler.
Yani 1980’lerin ortasında bile polis okulları Cemaat’in elindeydi...
Evet. Şimdi Erdoğan “buradan Cemaatçi geliyor, engelleyemiyoruz” diye kapattı hepsini. 1979’da ilk girdiğimde sağ-sol gibi bir ayrışma vardı. Bir grup vardı, ‘Işıkçılar’, ‘Nurcular’ diyorlardı. Sonra Gülen Hareketi oldu. Yeni gelen zeki, fakir çocukları “hadi gel hemşerim” diye bir yerlere götürüyorlardı. Işık Evleri’ne... Bunlara ‘şarj evleri’ diyordu Fethullah Gülen. Beyinleri yıkanıyordu. Kitaplar, risaleler okuyorlar, o evde yemekler yeniyor. Abiler var. Bu çocukları koruyup kolluyor, cebine iki kuruş harçlık veriyorlardı.
Yoksul, gariban çocuklar hep...
Tabii. Ankara’yı bilmiyor. Hafta sonu izne çıkmış, nereye gideceğini bilmiyor. İşte ‘abi’si geliyor, götürüyor şarj evine. Zaten babası namaz kılan hacı amca, annesi başörtülü bir teyze... Dini duygularını sömürerek Cemaat’e bağlıyorlardı. Bir süre sonra bunların evliliklerine, içtiği içkiye, giydiği kıyafete kadar her şeyi belirliyorlardı. Sonra da teslim olmuş çocukları sınıf komiserleri himayesine alıyordu. Bizim gibi adamları da attılar okuldan.
Nasıl insanlardı?
Bunlar da Mars’tan gelmiyor ki! İçlerinde iyi, yumuşak huylu insanlar vardı. Bazıları din adına iyi bir şey yapıyorum diye düşünmüş olabilir. Ama bir polis koleji öğrencisi dine hizmet edecek diye bir şey yoktur. Mesleki, hukuki bilgiler vermeleri gerekir.
İlginç anılarınız var. Çiçeğe besmele çektirenler gibi...
Böyle oluyorlardı. O İsmail ilk geldiğinde böyle değildi ki. Bizim gibi birisiydi. Köyden gelmiş, okuyacak ama bunu aldılar. Dinden başka bir şeyle ilgilenmez oldu. Çiçekle konuşuyor, böcekle konuşuyor. Kadın hocaların yüzüne bakamaz, elini sıkmaz. Dışarda kızları görmemek için şapkalarıyla gözlerini örterlerdi. Ama bu mutaassıplığı aşılayan abiler kızlarla çıkardı. Kapalı kapılar arkasında neler olurdu...
Korkutuyorlar mıydı çocukları?
Bir tanesi çocuğun birine diyor ki: “Dün akşam seni uyurken gördüm. Hemen yanında Rus cini vardı!” Herhalde komünist cin! Böyle şeyler söylüyorlardı. Cinler, periler, hurafeler... Her türlü hile var bunlarda.
Peki tüm bunlar olurken bu okullardaki müfredat, hocalar filan etkisiz mi kaldı?
60 yıldır bu ülkede doğru dürüst bir sol iktidar olmadı. Menderes ile başlayan, din, muhafazakârlık eksenli iktidarlar vardır. Özal’ı, Erbakan’ı, Demirel’i, Çiller’i, hepsi... Oy tabanınız böyleyse siz de bu okullarda muhafazakâr çocuklar yetişsin istersiniz, olan bitene yol verirsiniz... Okul yönetimi ne yapsın? Bir tane müdür atamışsınız. Normal eğitim sürsün istiyor. Ama akşam yatakhanede ne konuşulduğunu nereden bilsin? Ben şikâyet ettim. 13-14 yaşında çocuğun şikâyetinden ne olsun? O şarj evini bile bulamayız.
Işık Evleri’nde anlattıklarınız, ‘Işık Süvarileri’ vs. gerçekten de Haşhaşi efsanelerini andırıyor...
Hasan Sabbah uyuşturucu verip, kızların koynuna sokup, Cennet’e götürüp getiririm diye kandırıyordu. Şimdi kandırma yöntemleri farklı. 13-14 yaşında girmiş, memur olarak çıkacak. Nereye gideceğini düşünüyor. Kars Kağızman’ı mı çekeceğim, İstanbul’u mu çekeceğim... Bir abi diyor ki: “Sen bizdensin, merak etme. Seni İstanbul’a veriyoruz. İstanbul Terör’ün başına vereceğim.” Şimdi kime borçlu bu adam? Cemaat’e... Haşhaşi’nin afyonunu yuttu. Diğer Cemaatçileri korur mu korumaz mı? Benim istediğim atamayı yapacaksın dedi, yapar mı yapmaz mı?
Peki din, şeriat kurmak filan fasa fiso mu?
Ne dini? Dinle filan ilgileri yok. Para ve güç elde etmek, nemalanmak... Aptal bir nesil yetişsin, bana bağlı olsun, ben bu ülkeyi yöneteyim... Arkasında da emperyalistler... Bunun çok emaresi var. Aşağıdaki adamların ‘rakı içilmesin, kızlar baldır bacak gezmesin’ gibi dertleri olabilir. Ama yukarıdaki mütevelli heyetinin yoktur.
Nasıl gizliyorlardı kendilerini?
Zaman zaman operasyonlar yapıldı, listeleri hazırlandı. Duyuyorduk Fethullah Gülen’den hemen talimat geldiğini: Karılarınızın başını açın. Sosyal ortamlara gidin. 10 Nisan polis gecesine gidin, orada rakı için. Rakı içemiyorsanız susuz içiyorum deyip su doldurun. Diskoda dans eder gibi oynayın... Böyle taktikler uygulandı. İlerleyemiyorsanız yerinizde sayın, hatta biraz geri çekilin...
Neden Süleymancılar ya da Nakşibendiler değil de Gülenciler böyle güçlendi?
Çünkü bence bunların arkasında birileri var. İlkokul mezunu, vaizlik sınavını bile geçemeyen bir adamın bütün bu operasyonları yapabilecek kapasitede olduğuna inanıyor musun? Arkasında bilimsel organizasyonu yapan bir güç var. O güç de CIA bence. Moon Tarikatı’nın teşkilatlanma şemasının hemen hemen aynısıdır. O da bir dini örgütlenme.
Cumhurbaşkanı’nın damadı Berat Albayrak “30 yıldır tanıdığım, benim IQ’mden çok daha yüksek IQ’lü insanlar var” dedi. Gerçekten zeki adamlar mıydı?
Evet. 10 bin kişi giriyor, 158’i kazandı. Ayrıca zeki çocukları arayıp buluyorlardı.
Kendilerini Hazreti Muhammet ve çevresindekilerden sonra gelen ‘İkinci İlkler’ olarak görüyorlarmış. Buna şahit oldunuz mu?
Tabii. ‘Mehdi’ diyorlar, tapıyorlardı. ‘Hocaefendi’ denince ayağa kalkan bakan gördüm.
Atatürk’e, Cumhuriyet’e bakışları nasıldı?
Sevmezler, hakaret ederler. Bunu televizyonda anlattım. Cemaatçiler bana dava açtı; Atatürk’e hakaret ettiğim gerekçesiyle! Kanun böyle, yayın yoluyla tekrarlamak da suç. Çıktım mahkemeye, savcı okudu: Beton Mustafa demişsin vs... “Evet efendim” dedim, “Ben suçluyum. Bana bir ceza verecekseniz kendinize de verin. Siz de tekrar ettiniz az önce! Kamuya açık iddianameye de koydunuz.” Beraat ettim. Benim gibi bir Atatürkçüye! Can damarımdan vurmaya çalışıyorlar. Bu davayı açan Bursa Emniyet Müdürü dün tutuklandı.
Yolda Cemaat’ten ayrılmak isteyen oldu mu? Onları rahat bıraktılar mı?
Asla bırakmazlar. Hesap sorarlar. Rafet Yılmaz isimli bir polis vardı. Cemaat’te nemalandı fakat bir kıza âşık oldu. Başı açıktı. “Bununla evleneceğim” dedi. “Hayır” dediler, “Şu kızla evleneceksin”.
İnsanların kimle evleneceğini belirliyorlar mı?
Tabii, başörtülü, Cemaat mensubu... Ramazan Akyürek’i de böyle bağladılar. Evlenince tamamen değişti.
Okulda şiddet uygulayan sert kişileri anlatıyorsunuz. Sonraları tarz değiştiriyorlar, daha güleryüzlü, çağdaş insanlar oluyorlar.
Kurmay sınıfı, yani üst düzey emniyet müdürü, vali, yargıç elbette zeki, okuyan yazan insanlar. Artık bağnaz dincilik bitiyor, Cemaat bağlılığı kalıyor. İstihbarat başkanı olmuş, Anayasa Mahkemesi üyesi, milletvekili olmuş... Ama Cemaat’in felsefesi: Cahil güruh, akıllı kurmay sınıf ve her söylediğini yapacak bütün ekip...
Poliste örgütlenmeleri nispeten kolay mı oldu? Neden Türk Silahlı Kuvvetleri’ne sızmaları daha zordu?
Çünkü polis siyasi iktidara çok bağlıdır. İlki Oğuzhan Asiltürk’ün İçişleri Bakanlığı yaptığı zamandır. O zamandan beri göz yumuldu, korundular...
Kamuoyunun kişiliğinden şüphe etmeyeceği, sol eğilimli Bülent Ecevit’in bile çok iyi ilişkileri olmuş. Nasıl oluyor?
Cumhurbaşkanı “Kandırıldık” diyor ya... Eğer birisi kandırılmışsa o Bülent Ecevit’tir. Yurtdışındaki okulları Türk kültürünü yaydığı, Türkçe eğitim verdiği için sevdi. Bunun iyi bir organizasyon olduğunu düşünüyordu. Gerçi sonra gördük, önce Özbekistan sonra Rusya bunları kapattı. Amerikan casusları var diye... Ecevit bunu göremedi.
Söyleyen de söylemiş. Başbakanlık Sivil Çalışma Grubu yıllar önce “Kalkışma yapacaklar. Şeyh Sait isyanından daha ağır sonuçları olacak” diye uyarmış.
Polisin en kritik birimindeki arkadaşlarım da “Biz yapacaklarını biliyorduk ama ne zaman yapacaklarını bilmiyorduk” diyor.
Gülen’e göre “Her şey kung fu, tekvando gibi bir oyundur. Yani her zaman insanın hasmını bir yumruk vurup yere yıkması şeklinde değildir. Bazen hasmından kaçmak bile bir manevradır. Kuvvet dengesi yoksa kuvvete başvurmayın. Çok iyi planlayacak, ona göre yürüyeceksiniz...” Bu kadar stratejik bakan bir adam, 35 yıl sonra bu kadar başarısız kamikaze operasyonu neden yaptı?
Bu iktidardan rahatsız kanatların kendilerine destek vereceklerini düşündüler. Ve artık mecbur kaldılar. Recep Tayyip Erdoğan kinlendi. Onun mahremine kadar giren bu Cemaat kendini geri dönülmez bir kavgaya soktu. Erdoğan ölümüne kavga ediyor. Öyle yerlerde vurdu ki Cemaat’i... Vurabilir çünkü atamaları kendileri yaptı. O listeler de duruyor.
Eskiden her sabah İstiklal Marşı, Andımız okumak, Kemalist ideolojinin bazı katı unsurları eleştirilirdi. Bunlar bir harç mıydı toplumu iyi kötü ayakta tutan? Bize illa böyle bir harç mı gerekiyor?
Eğitim durumu düşük olan toplumlarda birtakım harçlara ihtiyaç vardır. Bizde Atatürk milliyetçiliği, Andımız, 10. Yıl Marşımız, bayrağımız, ülkemizin şanlı tarihi filan, bunlardır... Andımız olmasa da olur, o düzeye gelmişsinizdir, demokratikleşmişsinizdir, çok da önemli değildir... Ama onu kaldırıp yerine 8 yaşında başörtülü kızlar getirirseniz, okul açmayıp sürekli cami açarsanız daha iyi bir yola girmiş sayılmazsınız.
Beli kırıldı mı Cemaat’in?
Kırıldı ama bitti diyemem. Cemaat’in iç çatışmalarında ayrışanlar bugün Cemaat mensuplarının boşalttığı yerlere başka adlar altında, Okuyucu, Menzilci, Yazıcı olarak geliyorlar.
Kimler?
Hanefi Avcı’lar, Sabri Uzun’lar, Emin Arslan’lar... Bu Cemaat’in üyesi değil miydi?
Hanefi Avcı, Sabri Uzun, Cemaat’le korkusuzca mücadele etmiş, hapis yatmış isimler değil mi?
Hanefi Avcı bu mesleğin en parlak adamlarından biri değil mi? En kritik görevlerde bulunmadı mı? Bu Cemaatçilerin kim olduğunu biliyor mu bilmiyor mu? Biliyor. Peki (Haliç’teki) Simonlar’ı yazana kadar herhangi bir açıklama yaptı mı? Tepki koydu mu? Ben kendisine sordum “Hepsini sen kollamadın mı?” diye. “Evet” dedi. Sabri Uzun da... Bunlar bir ekip. Kemalettin Özdemir, Cemaat’in tüm Türkiye’deki polis imamıydı. Sivildir, öğretmendir. Yıllar içerisinde çok güçlendi. Kaçakçılık, Organize, Narkotik, İstihbarat, İzmir, Ankara müdürü gibi bir ekipleri vardı. Özdemir Cemaat’in içinde çok güçlenince “Hocaefendi çok yaşlandı, ardılını söylesin bize” diyor. Kendisinin olacağını sanıyor, diğer adaylar zayıf çünkü. Hoca küplere biniyor. “Kopartın kellesini” emrini veriyor. Kemalettin’i alıyor, yerine birini atıyorlar: Osman Hamdi Özdil, yani Kozanlı Ömer, bilirsiniz... Demin bahsettiğim ekip bundan rahatsız oluyor.
Çok çarpıcı bir iddia...
Anadolu Ajansı haberi var: Gürsel Aktepe, 15 Temmuz’a karışan eski İstihbarat Dairesi Başkan Yardımcısı... Tanıdığım, bildiğim Fethullahçılar derken bu isimlerin hepsini saydı. Ben Hanefi’ye de, Sabri’ye de (Uzun), Emin Arslan’a da “Sizsiniz, siz yaptınız” dedim. “Evet, bilmiyorduk bu kadar olacaklarını” dediler. Bir Cemaat yemeğinde Kemalettin Özdemir -polis imamlığından ayrılmış ama hâlâ etkili- zehirleniyor ve çok korkuyor. Gidiyor MİT’te itirafçı oluyor. Ekibindeki isimlere “Bunlar beni öldürecekti, gereğini yapın” diyor. Kozanlı Ömer bir gün Amerika’ya gidiyor. Tak diye alıyor bunu Amerikan polisi. Alıyorlar çantasını. Bütün Cemaat belgeleri, operasyonlar, devletin gizli belgeleri...
FBI’a kim sattı?
Bu, CIA’e geçiyor; CIA de bizim Polis İstihbarat’a gönderiyor. Polis İstihbarat’ın başında Kozanlı’ya bağlı Recep Güven var, şu anda firarda. Recep “Abi, sen ne yaptın, bizi deşifre ettin” diye konuşuyor. Kozanlı “Bana operasyon yapıldı, bu normal bir arama olamaz” diye yanıtlıyor. “Bizi FBI’a kim sattı?” diye düşünüyorlar. Bir araştırıyorlar ki Emin Arslan kısa süre önce Amerika’ya gitmiş, FBI’ın özel konuğu olarak... Hatta helikopterle New York’un üstünde eşiyle tur atmışlar. Bu fotoğrafları bana kendisi gösterdi. “Emin’in arkasında Hanefi var, Sabri var” sonucunu çıkarıyorlar. İntikam almaya karar veriyorlar. Önce Kayseri’den Ankara’ya tayin olan Orhan Özdemir’e ihaleye fesat karıştırdı diye müdahale ediyorlar, sonra Sabri Uzun’u görevden alıyorlar... Emin Arslan’ın -ki adam Narkotik’ten sorumlu Genel Müdür Yardımcısı- uyuşturucu baronuyla ilişkisini gösteren resimler yayımlıyorlar. Bunun üzerine ekip Eskişehir’de toplanıyor. Hanefi Avcı oranın emniyet müdürü, “Ben bir kitap yazmıştım anılarımı anlatan. Buraya Cemaat’i de yazayım, mesajlarımızı verelim orada” diyor. Gözdağı verecek. Tabii Cemaat “Yoook” diyor, “biz artık çok güçlüyüz...” Hanefi Avcı’nın da defterini düreceğiz düşüncesiyle Devrimci Karargâh’tan içeri atıyorlar.
En çok neye üzülüyorsunuz?
İçinden çıktığım teşkilatın bu hale getirilmesine... Ama asıl üzüldüğüm başka... 13 yaşında çok iyi niyetlerle oraya gelen yüzlerce arkadaşım var. Cemaat hilelerle hurdalarla hepsinin posasını çıkarıp attı. Kendine bağlı olanları büyüttü. O gariban Anadolu çocukları ömürlerini kıyı köşe kasabalarda çürüyerek geçirdiler. Ne yiğitler, ne zeki çocuklar, bu ülkeye çok büyük hizmetler yapacak insanlar heba edildi. Ben en çok onlara üzülüyorum.
CIA bağlantısından emin konuşuyorsunuz. Sizce Obama’sı, Dışişleri’yle bu iş ABD’nin bir politikası olabilir mi gerçekten?
Obama da sorarsa öğrenir, başkan çünkü. Alttaki ‘bizim çocuklar’ “Bizim burada kontrolümüz var” diyor olabilirler. Ilımlı İslam projesi, Yeşil Kuşak’la başlayan bir şey. 40 yıl önce gelmişler, bunu bulmuşlar. Türkiye de buna müsait. Bizim halkımıza “Müslümanım” de, bir ekmeği varsa yarısını böler, verir. Yeşil Kartı iptal edildiğinde referans verenler Graham Fuller gibi CIA’in adamlarıydı.