Gülen cemaati şeffaflık eleştirisine ne karşılık veriyor?

Gülen cemaati şeffaflık eleştirisine ne karşılık veriyor?

 

 

Erkam Tufan Aytav

Gazeteci / Gülen cemaati bünyesindeki GYV'de Me-Dialog Platformu Genel Sekreteri

[email protected]

 

Cemaat ve şeffaflaşma

 

Cemaat şeffaflaşmalı diye ağızlarda sakız bir cümle var. Malûm cemaat derken kastedilen Gülen Hareketi. Gelin bu cümleyi anlamaya ve cevaplamaya çalışalım. Öncelikle şunu söylemem gerekir ki cemaat dedikleri Sayın Gülen’in fikirleri etrafında örgülenmiş bir gönüllüler hareketidir. Yani ortada bir fikir ve mimarı vardır. Milyonlarca insan da bu fikre ve fikir mimarına gönül vermiştir. Demokrasilerde insanlar düşüncelerini özgürce ifade ederler insanlar da kendi özgür iradeleri ile istedikleri şahısların ve fikirlerin peşinden giderler. Böylesine demokratik arz talep ilişkisi içinde şekillenmiş bir oluşumdur Gülen Hareketi. Gönüllülük en temel kriterdir bu hareket için. İnsanlar ikna olurlar, makuliyet çerçevesinde biraraya gelirler. İş böyle olunca da ‘kardeşim siz niye Sayın Gülen’in fikirlerini benimsiyorsunuz, bu çerçevede çalışmalar yapıyorsunuz’ demeye kimsenin hakkı yoktur. Şimdi bu temel üzerine kim Gülen hareketinden/camiasından, kim değil sorusuna gelelim. Gelelim ki şeffaflaşma konusunu biraz daha açmış olalım. Hareket veya camia diye tabir edilen sosyal hareketlerin sınırlarını net çizmek mümkün değildir. Tabir-i diğer ile net bir çizgi çekip sizler harekete mensupsunuz veya değilsiniz diyebilmek oldukça zordur. Bu tarz sosyal hareketlerin tabiatı gereğidir bu. Biraz daha açalım bunu. Gülen’in fikirlerine etkilenmiş insanları hareketle olan ilişkileri açısından kabaca bir bakalım. Sayın Gülen’in fikirlerinin bütünü benimseyip, dinî pratikleri yüksek olanlar. Okul açalım, yurt açalım diye koşturanlar, bizzat mesai harcayanlar. Gönül vermiş ve benimsemiş olup da dinî pratiklerini yerine getirmeyenler. Yani dindar olmayıp da burs verenler, katkıda bulunanlar Sayın Gülen’in ‘bazı’ fikirlerini beğenip destek olanlar. Hiçbir desteği olmadığı halde sevenler. Bu nüaslar daha arttırılabilir. Ama kabaca böyle. İşte Gülen Hareketi olarak tanımlanan oluşum bu tarz insanlardan oluşuyor. Kim ne kadar inanırsa o kadar destek oluyor. Harekete illa girmek veya çıkmak şeklinde bir kavram kullanılacaksa ben varım demek yeterli olduğu gibi, çıkmak isteyenin de yokum demesi yeterli. Tamamen bir gönül hareketi. Gönül vermiş insanlar bulundukları şehirlerde vakıf, dernek ve şirketler etrafında biraraya geliyor, sivil toplum ruhu ile eğitim çalışmaları yapıyorlar. Bahsi geçen bütün bu kurumların bütün girdisi çıktısı net ve göz önünde. Dağın arkasında, ulaşılamaz, tel örgüler arkasında da değil. Şehrin göbeğinde. Şeffaflıksa işte şeffaflık. Peki, bu insanlar gelişen olaylara karşı nasıl orta tavır alabiliyorlar? Demek gizli bir örgütlenme var? Bir kere bu harekete gönül vermiş insanların ‘her konuda’ ortak bir fikirlerinin olduklarını söylemek insanın fıtratına aykırıdır. Belli bir ana fikir etrafında biraraya gelmiş olmaları her konuda aynı düşünmelerini gerektirmez. Bu insanlar akılları olmayan robotlar olmadığı gibi, her deneni tartmadan, düşünmeden yapacak zombiler sürüsü de değildir. Sayın Gülen’in kendine gönül verenlerle düşüncelerini aktarmasının muhtelif yolları vardır. 1. Bugüne kadar yapmış olduğu vaazlar, 2. Yazdığı makale ve kitaplar, 3. Her hafta http://herkul.org/index.php/bamteli/bamteli linkinden sohbetler.

1

İnsanlar Sayın Gülen ile olan gönül bağına göre, kendisine yakın hissettiği ölçülerde bu fikirleri dinlerler, akıllarını yatıyorsa tatbik ederler. Milyonlarca insanı hiçbir müeyyideniz olmadan emir komuta ile yönlendiremezsiniz. Söylediklerinizde eğer bir makuliyet varsa insanlar sizi dinler. Örnek vermek gerekirse, Sayın Gülen referandumda daha fazla demokrasi adına kendisini sevenleri ‘evet’ demeye çağırmıştır. ‘Dünyanın öbür ucundan dahi olsa gelin oyunuzu kullanın’ demiştir. Bu çağrı büyük ölçüde makes bulmuş, sevenleri sandığa ‘evet’ oyu vermek için koşmuştur. Sayın Gülen’in bu çağrısının sevenleri üzerinde hiçbir yaptırımı yoktur. İnsanlar bu çağrının makuliyetine inanıp hareket etmişlerdir. İnanmasalar, akıllarına yatmasa yapmazlar. Sayın Gülen’in sevenleri ile irtibata geçtiği bütün iletişim kanalları umuma açık ve şeffaftır. Ama bu okullardan yetişmiş veya Sayın Gülen’in fikirlerinden etkilenmiş olanlar devlette memur oluyorlar, bunların kim olduklarını bilmek isteriz derseniz, ki pek çoklarının şeffaflıktan kastı bu zannediyorum, bu soruya da cevabım şudur; Sayın Gülen’in fikirlerinden etkilenen, seven herkesin devlet memuru olmak hakkı vardır. Yeter ki ehliyeti ve yetkinliği olsun. Kaldı ki devlet memurluğuna giriş KPSS veya muhtelif sınavlarla olmaktadır. Çalışan, notu tutturan herkes devlet memuru olabilir. Sayın Gülen yıllarca bu millete çocuklarınızı okutun, devletin de, toplumun da her kademesinde yer alsınlar demiştir. Bunları da biraz önce bahsettiğim şeffaf iletişim kanalları ile yapmıştır. İnsanları kimlikleri, aidiyetleri, mezhepleri, ırkları ile değil de yaptıkları ile, işledikleri suç ile yargılamak zannediyorum demokrasi ve insan hakları diyen herkesin uzlaşabileceği bir söylemdir. Maalesef ülkemizde konjonktürel havaya bağlı olarak komünist, mason, Alevi avları hep olagelmiştir. Günümüzün takıntısı da cemaatçi avıdır. Aslında bu takıntı sadece günümüze ait olduğu da söylenemez. Ben kendimi bildim bileli bu hep vardır. 28 Şubat’ta bu doruk noktasına çıkmıştır. İnsanlar ‘cemaatçi’ olmakla suçlanmışlar, fişlenmişler, işlerinden atılmışlar, sürülmüşlerdir. Bırakın devlet memurlarını, bu ülkede köftecilerin bile cemaatçi diye fişlendiğini hepimiz biliyoruz. Evet, hepimiz biliyoruz ama ardından da bunları bilmiyor gibi ‘cemaatçi kalk ayağa, sizleri tek tek bilmek istiyorum’ demekten de geri kalmıyoruz. Gelin isterseniz bu insanların kapılarına kırmızı çarpı koyalım, alınlarına da damga vuralım, böylelikle paranoyamızı derinleştirelim isterseniz. Neden bu ülkede insanlar acaba kendilerini yani kimliklerini, etnik yapılarını, mezheplerini, Fethulah Gülen’i sevdiklerini gizliyorlar diyenlere ‘beyefendi siz İsviçre’nin hangi kantonundan geldiniz’ demek geliyor içimden. Eğer devlet içinde bazı insanlar örgütleniyor ve gayrı hukuki iş yapıyorlarsa üzerlerine gidilir, mezhebine aidiyetine bakılmaz. Yanlışından hareketle insanların üzerine gidilmelidir, yoksa aidiyetine göre değil. Bu konuda biraz daha somuta girelim. Deniyor ki, Emniyet ve yargıyı cemaat ele geçirdi. Fethullah hoca oturduğu yerden istediği gibi emniyeti ve yargıyı yönetiyor. Peki, buna deliliniz nedir? Bütün polis, hâkim ve savcıların cemaatçi olduğunu nasıl anladınız? Bu insanların neresinden belli Sayın Gülen’in fikirlerinden etkilendikleri? Evlerinin önündeki çöp kovalarını mı karıştırdınız içki şişeleri var mı diye, yoksa evlerine gizlice girip eşlerinin başörtülü olduğunu mu tesbit ettiniz? Peki, etkilenmiş insanlar diyorsunuz, ne düzeyde bir etki bu? Demek hâkim ve savcıların hazırladıkları iddianamelerin hepsi fasafiso, bütün bunları cemaat yaptırıyor. Hâkimler, savcılar, polisler kendi kariyerlerini yakmak adına böyle şeyleri nasıl yaparlar? Kimlikler üzerinden değil de suç üzerinden, o da somut deliller üzerinden hareket edilmeli değil mi? Cemaat yani Gülen hareketi bütün kurumları ile şeffaftır, göz önündedir. Yok, eğer neden kendilerini tek tek açıklamıyorlar diyorlarsa Türkiye’deki hâkim hastalıklı zihniyeti bir kere daha düşünerek bu soruyu sormalarını tavsiye ederim.

 

* Taraf gazetesinden alınmıştır / 19 Mart 2012