[email protected]"Mustazaf", Kuran’da geçen bir kelime, "Ezilenler" demek. Diyarbakır merkezli Mustazaflar ile Dayanışma Derneği Başkanı Hüseyin Yılmaz ile yaptığımız söyleşiden önce filmi biraz geriye saralım. Mustazaf-Der 2004'te, aralarında Hizbullah davasından yargılanan ve hüküm giyen kişilerin de bulunduğu bir grup tarafından Diyarbakır'da kuruldu. Türkiye genelinde 20 ilde şube, 19 ilçede temsilcilik açan Mustazaflar, özellikle Diyarbakır, Adana, Bingöl, Gaziantep, Konya, Mardin, Siirt, Şanlıurfa, Van, İstanbul, Osmaniye ve Ağrı’da faaliyet gösteriyor. Mustazaflar, Hizbullah şiddetini unutturmak için yardım faaliyetlerine yönelip örgüte yeniden taban kazandırmaya çalıştıkları iddiasını kabul etmiyorlar. Yoksulluk ve cehaletle mücadele ettiklerini savunuyorlar. Aktiviteleri bununla da sınırlı değil; eğitim ve basın-yayın alanında da faaliyetleri mevcut. ''Terör örgütü Hizbullah ile bağlantısı olduğu'' nedeniyle hakkında kapatma kararı verilen Mustazaf-Der’in Başkanlığını, bir dönem Hizbullah sanıklarının savunmasını üstlenen ve örgüt üyeliğinden altı yıl mahkumiyeti olan avukat İshak Sağlam yapıyordu. Sağlam'ın cezaevine girmesiyle başkanlığa yine Hizbullah'ın avukatlığını yapan Mehmet Hüseyin Yılmaz getirildi. Referandum sonuçlarından PKK'nın “eylemsizlik” kararının akıbetine, Güneydoğu'daki dini cemaatler ile örgütlerin neler yaptığına dek uzanan, T24’ün “Güneydoğu’da neler oluyor?” dosyası için Mustazaf-Der Başkanı Hüseyin Yılmaz anlattı: Bölgedeki insanlara Hizbullah şiddeti için özeleştiri yapıldı mı? Mustazaflar AKP’ye mi, Saadet Partisi’ne mi yakın? Referandumda neden “evet” dediler? Mustazaflar’ın çağrısıyla birlikte ne kadar insan sandığa gitti, hangi şubeleri oy veremedi? PKK’nın öldürdüğü İdil’deki imam Mehmet Emin Adıgüzel Hizbullahçı mı? Cezaevindeki Hizbullahçılar neden “İslamcı olmasaydım, dağa değil Mars’a çıkardım” diyor? Murat Karayılan, Mustazaflar ile ilgili olarak ne dedi? Cemaatlerine yönelik saldırıların neden “Kandil onaylı” olduğunu düşünmüyorlar? BDP ve PKK’nın talep ettiği özerklik konusundaki tavırları ne? Bölgede Mustazaflar ile Gülen cemaati arasında nasıl bir rekabet var? Cemaatlerinin illegaliteye itilmek istendiğini neden düşünüyorlar? Mustazaflar için demokrasi ne demek? “Ergenekon ve Fergenekon”un hedefi olduklarını neden düşünüyorlar? 2011 seçimlerinde bağımsız aday çıkaracaklar mı? ‘Kendini Hizbullah içinde görenlere, çalışmalarımızda yer vermiyoruz’ Önce şunu netleştirmenizi isteyeceğiz; Mustazaflar için Hizbullah nedir? Belli bir tarihte Hizbullah diye illegal bir yapı vardı. Bu yapı 2002 yılında silahlı mücadeleyi bıraktı. Ha şu anda da tabanda, halk arasında bu akıma karşı sempati besleyenler olabilir. Fakat bizim nezdimizde şu an legal çalışan, kesinlikle yasal düzeyde faaliyet düzenleyen Mustazaflar vardır. Mustazaflar hareketi de diyebilirsiniz. Ve bu hareket, halka İslami hizmet noktasında legal çalışmayı esas alıyor. Geçmiş geçmişte kalmıştır. Tarihçemizi derneğimizin kuruluş yılı olan 2004’ten başlatıyoruz. Kendini Hizbullah’ın içinde gören varsa da, o kişilere legal çalışmamızda yer vermiyoruz. Legal alanda çalışacak olan insan bizim yanımızda yer bulur. ‘Hizbullah, kendi içindeki devlete çalışan ajanları infaz etmiştir’ Söz ettiğiniz tarihe kadar Hizbullah bölgede ve bölge dışında şiddeti de temsil ediyordu. Medyada “Hizbul-vahşet” başlıklarına neden olan olaylar, domuz bağı ile işlenen cinayetler ve bir dönem örgütün imzası sayılan enseden tek kurşunlu infazlar hafızalarda. İllegalitenin reddedildiği bugün, o dönemin “muhasebesi” yapıldı mı? Kendi kamuoyunuza ve bölgedeki insanlara geçmiş dönemin özeleştirisi nasıl anlatıldı? Bu sorunun muhatabı ben değilim. İlgililerine sormak lazım. Fakat şunu söyleyebilirim. Ben yıllarca bu insanların avukatlıklarını yaptım, davalarına girdim. Dosyalarda gördüğüm ve öğrendiğim domuz bağı ile öldürülmüş tek bir şahıs yoktur. 2000 sürecinde devlet yetkililerinin kamuoyunu ve basını yanlış bilgilendirmesi sonucu oluşmuş galatı meşhurdur. Hizbullah kendi içinde devlete çalıştığını tespit ettiği ajanları yakalayıp sorgulamış ve infaz etmiştir. Olay bundan ibarettir. Dava dosyalarındaki otopsi tutanakları da, maktullerin fotoğrafları da domuz bağı iddiasını yalanlamaktadır. Beykoz’da ele geçen sorgu kasetlerini de mahkeme heyeti ile birlikte izledik. Bu sorgu kasetleri halktan gizlendi. Yayınlanmadı. Tamamı yayınlanmış olsaydı, halk devlete, devlet adına hareket eden çetelere karşı galeyana gelirdi. Hizbullah’a karşı sempati oluşabilirdi. O kasetlerde JİTEM ve Emniyet’e çalışan, her türlü suça bulaşmış Ergenekon vb. yapıların izleri var. İşte Hizbullah bu kişileri infaz etmiş. ‘1990’lar Hizbullah’ta intikam hislerinin galip geldiği zamanlardı’ Bu söylediğiniz, sebebi her ne olursa olsun, insan öldürmeyi rasyonelleştirmek değil mi? Bakın, sebepsiz yere insan öldürmeyi en başta İslam yasaklamıştır. O dönem sapla samanın birbirine karıştığı, mantık içinde düşünmenin gerçekleşmediği, intikam hislerinin galip geldiği bir zaman. 1990’dan sonra PKK’nin dindar insanları, özellikle de imamları öldürmeye başlamasından sonra Hizbullah misillemede bulunmuştur. Cemal Tutar (Hizbullah’ın askeri kanat sorumlusu Tutar, müebbet hapis cezası almıştı) o günleri anlatırken, hatta Hizbullah ana davasındaki savunmasında da dile getirir bunu. “Allah o günleri bir daha bize göstermesin” der. Hizbullah geçmişte de hiç kimse ile çatışma gibi bir derdinin olmadığını, PKK’nin dayattığı bir savaşa karşı misillemede bulunduklarını, PKK saldırıları kesilince kendilerinin de karşılık vermediğini ve çatışmaların sona erdiği söylenmekte ve yazılmaktadır. ‘Referandumda Mustazaflar olarak yetmez ama evet dedik’ Hizbullah’ın 1990’lı yıllardan bugüne uzanan süreçteki “kimliği” elbette bir söyleşiye sığmayacak kadar geniş. Söyleşi talebimizi iletirken sormuştuk; “Bugün ne oluyor?” Bu soruyu irdelemeye, referandumdaki “Evet” kararınızla başlasak? Biz, “Yetmez ama evet” dedik. Kayıtsız, şartsız bir “evet” değildi. Sonra bizim referandum çağrımız ne AK Parti yandaşlığı, ne de muhalefet yapmaktı. Aslında sloganımız neden “evet” dediğimizi açıklıyor. Neydi sloganınız? Dinimin ve dilimin önündeki engelleri kaldır. Paketteki eksikliklere rağmen yine de millete faydalı olacağını düşünerek “evet” dedik. Sizin “eksik” bulduğunuz unsurlar neydi? Bir kere bu pakette 28 Şubat’ın tahribatlarına dokunulmadı. Özellikle İslamcı camianın temel sorunu olan başörtüsü sorunu, dilediği yaşta, yerde, Kuran kursu eğitimi alma gibi konularda yine hiçbir adım atılmadı. Temelde bu iki eksiklik vardı. Onun dışında, bu coğrafyada yaşayan insanların kimliğine, diline yönelik alanlarda yine hiçbir şey yapılmadı. Devlet halkının inancı ve diliyle barışmalı. Sistem bunu yapabilirse, gerçekten kaynaşma olacağını düşünüyoruz. ‘Biz kaç kişiyiz; meydanlarımızdaki kalabalığa bakın’ Sizce Mustazaflar’ın çağrısıyla birlikte ne kadar insan sandığa gitti? Bunu bizim dememiz doğru olmaz. O zaman şöyle soralım; siz kaç kişisiniz? Bizim bu konuda kendimizi illaki sayıyla ifade edelim, gibi bir sıkıntımız yok. Önemli olan sizin etkileyebildiğiniz kitledir. Kitleler de meydanda belli olur, sayı vermek anlamsız. En kalabalık meydanlarınız? 2006’daki karikatür krizinde Diyarbakır’daki mitingimizde beş yüz bin insan vardı. (Bilgisayarının masa üstü fotoğrafını göstererek) Bakın bu yıl, yine Diyarbakır’daki Kutlu Doğum Haftası etkinliğimize 380 bin insan katıldı. ‘Referandum kararımız, Diyarbakır’da boykotu yıktı’ O meydandaki insanlar daha çok kimdi; AKP’li, Saadetli, bağımsız?AK Partili de, Saadetli de, BDP’li de, hiçbir partiye mensup olmayan İslamı, imanı kalbinde yaşayanlar da oradaydı. Şimdi az önce şunu atladık; biz referandumda “evet” diyeceğiz dedik, ama aktif olarak hiçbir partiyi desteklemedik. Bu tutumumuz, bölgede, özellikle Diyarbakır’da boykotu kırdı. Aktif olarak destekleseydik, propagandasını yapmış olsaydık, katılım çok daha fazla olurdu. Çünkü bölge halkı bize güveniyor, çağrımıza olumlu yanıt veriyor. ‘Yüksekova’daki arkadaşlarımız sandığa gidemedi’ Bölgede boykotun kırılmadığı en etkin yer Hakkâri’ydi. Sizin orada şubeniz var mı? Yüksekova’da şubemiz var. Zaten oradaki başkanımıza ve üyelerimize, “Sıkıntılı bir durum, karşı karşıya gelme hali oluşacaksa, o ortama girmeyin” dedik. Şimdi, Yüksekova özellikle çok farklıdır. Sandığa gittiler mi? Bazı arkadaşlarımız sıkıntı olacağı için gitmedi. Hem PKK’nin, hem devletin derin yapılarının pilot bölgesidir. Dolayısıyla insanlarımıza zarar gelsin istemedik. 15 gün önce Adana’daki büromuz yüzü maskeli üç kişi tarafından kurşunlandı. Yine biliyorsunuz, bu süreç içinde imamlar öldürüldü, Kuran kursu eğitmenleri kaçırıldı, PKK’nın infaz listesi yayımlanıyor. Şimdi böylesi bir ortamda ne yapsaydık; tabii ki bölgedeki arkadaşlarımıza kaostan uzak olmalarını telkin ettik. ‘PKK’nin baskısı sadece Gülen cemaatine yönelik değil’ Hakkâri’de görüştüğümüz bir kaynağımız, İdil’deki Mehmet Emin Adıgüzel adlı imamın Hizbullahçı olduğu için öldürüldüğünü söylemişti. Bu konuda size ulaşan bilgi nedir? Öldürülen imamların bizim camiamızla ilgisi yok. Öldürülen bu insanların bizce ortak özelliği PKK’ye karşı olmaları. Şu anda özellikle Hakkâri’de ve onun kırsalında İslami düşünce üzerine çalışma yapan her kesim fişleniyor. Şimdi, “PKK, Gülen cemaatine savaş açtı” gibi şeyler duyuyoruz. Baskı ortamının sadece bu cemaate yönelik olduğuna katılmıyoruz. Tabii şu doğru; Kürt halkının İslam’a yönelmesi PKK’nin aleyhinedir. Bu coğrafyanın insanı zulüm görmüştür, ezilmiştir, horlanmıştır. Kürt halkının İslami hassasiyetleri olmasaydı PKK bölgeden daha çok taraftar bulurdu, bu da bir gerçek. Daha çok insan dağa çıkardı. 'Cezaevindeki Hizbullahçılar: İslamcı olmasaydım, dağa değil Mars’a çıkardım' Siz İslamcı olmasaydınız, dağa çıkar mıydınız? Şöyle cevaplayayım; Hizbullah davasından cezaevinde yatmış bazı insanlardan şunu duyarsınız; “Ben İslamcı olmasaydım, dağa değil Mars’a bile çıkardım” diyene rastlarsınız. Bu bölgede on yıllarca süren savaşın getirdiği sonuçlardan biridir. Çünkü ezilmişlik vardır; hakkını arama dürtüsü vardır. Şimdi bugün bu gruplar üzerine yazan, çizen insanların dikkatle izlemesi gereken nedir; PKK, tek elden yönetilmiyor. Farklı farklı açıklamalar var. Mesela Murat Karayılan, Mustazaflar ile ilgili olarak yedi- sekiz ay önce ne dedi? Bunu bir hatırlamak lazım. ‘Mustazaflar’a yönelik saldırılar, Kandil onaylı değil’ Buyurun... “Bizim Mustazaf dernekleri ile sorunumuz, sıkıntımız yoktur. Eylemsel temelde onlara yönelik faaliyetimiz yoktur. Mustazaflar ile düşünsel, ideolojik alanda yaptığımız bir mücadele vardır.” Şimdi biz Karayılan’ın bu açıklamasını dikkate aldığımızda o zaman şunu düşünürüz. Demek ki bize yönelik saldırılar, Kandil onaylı değil, buradaki derin yapılarının kontrolünde yer alan PKK içindeki insanlar. ‘İllegaliteye çekilmek isteniyoruz, elimize silah almamız için saldırıyorlar’ Bakın 2004 yılından bu yana faaliyetteyiz ve ısrarla illegaliteye çekilmek isteniyoruz. Bizi özellikle “silahlı alana” çekmek isteyenler var. Ve bizim şu an tabandaki durumumuz bundan son derece rahatsız. Elimize silah almamız, karşılık vermemiz için saldırıyorlar. Biz bunu yapmayacağız. Geçen gün bir arkadaşımız anlattı; yeğeni ile arabaya binmiş. Yeğeninin oyuncak tabancası varmış. Derin yapılar, polis vs., bunu “gerçek tabanca” zanneder diye o arkadaşımızın aklı çıkmış. Ruh halimiz budur. ‘Ergenekon’la Fergenekon bize karşı ittifak yapıyor’ Biraz somutlaştırmak mümkün mü; sizi kim illegaliteye itmek istiyor? Bizi illegaliteye itemeyince, PKK’nin içindeki bazı grupları üzerimize saldırtanlar, derneklerimize “terör örgütü” damgasını iliştirmek isteyenler var. İşin ciddiyetini kaçırmak istemiyorum ama şu laf uygun düşecek, tabii yine de bilemiyoruz; kimin ne yaptığını. O tabirle söylersek, Ergenekon’la Fergenekon bize karşı ittifak yapıyor. Bazı bölgelerde böyle bir şey var. Emniyet, Mustazaflar hareketini terör örgütü listesine koymaya çalışıyor. ‘Adana’da PKK’liler derneklerimize saldırıyor, polis müdahale etmiyor’ Derneklerimize yönelik en büyük sindirmeyi güvenlik güçlerinden, emniyetten alıyoruz. 2009’daki yerel seçimlere kayıtsız kalmamamızın sebebi de buydu. Hükümete, İçişleri Bakanlığı’na “Emniyet haksız yere bize baskı uyguluyor, derneklerimize illegal muamelesi yapıyor” çağrısında bulunduk. Dikkate alınmadık. Derneğimizin kurulduğu 2004’ten beri bunları yaşıyoruz. Adana’da PKK’liler derneklerimize saldırıyor, kundaklıyor, üyelerimizi yaralıyorlar. Polise haber veriliyor, üç saat boyunca olay yerine gelmiyorlar, müdahale etmiyorlar. “İçişleri Bakanlığı müfettiş göndersin” diye çağrıda bulunduk. Polis neden seyirci kaldı, olay yerine gitmedi, amacı neydi, arkadaşlarımızın öldürülmelerini mi bekliyordu. Ses, seda yok. ‘Bazı PKK çevreleri, en büyük silahlı güç cemaattir diyor, çünkü…’ Şimdi bir diğer husus; bazı PKK çevrelerinin özellikle söylediği bir şey var; “En büyük silahlı güç Gülen cemaatidir. Çünkü bütün emniyet teşkilatı onlardandır” diyorlar. Bu tarz yorumlarda bizim sağlıklı değerlendirmeler yapacak bir istihbaratımız yok. Tek yaptığımız resimleri okumak. Bakın mesela Adana’daki şubemiz PKK’lilerin saldırısına uğruyor, saldırganları yakalamayan polis, ardından bu derneklerimizi basıyor, üyelerimizi yakalayıp mahkemeye sevk ediyor. Üyelerimiz, başkanlarımız örgüt üyeliğinden içeri alındı. Sebep ne biliyor musunuz; legal bir platformda yayımlanan İnzar dergisi, Doğru Haber gazetesi bulundurmak. “Örgütsel malzeme ele geçti” (Hizbullah’ı kast ediyor) dendi. Peki neye göre örgüt malzemesi bu yayınlar? Bize şu an yaptığımız faaliyetler içinden bir tane illegal iş göstersinler? Yok, bulamazlar. Fakat aktivitelerimiz, “örgütün amacı çerçevesinde” değerlendiriliyor. Nedir bunlar; muhtaç insanlara yardım etmek, Kutlu Doğum etkinlikleri düzenlemek, Kerbela ve Hazreti Hüseyin adında tiyatro gösterimi yapmak, Gazze’de ölenler için gıyabi cenaze namazı kıldırmak, Ramazan’da oruç adlı panel tertip etmek v.s. ‘Hizbullah tutuklularının cezaevindeki ders kitaplarında risaleler ilk sırada’ Burada bir parantez daha açalım; bazı Hizbullah evlerinden Said Nursi resimleri ve Fethullah Gülen kitapları çıktığı söyleniyor. Bunu da iki türlü okuyanlar var; 1) “Hizbullah, radikal olmadığını, ılımlı bir tutum içinde olduğunu göstermek istiyor.” 2) “Gülen cemaati bu yöntemle Hizbullah gibi legal olmayan bir yapıda sunulmak isteniyor.” Sizin fikriniz nedir? Bu iddia emniyetin iftirasıdır. Ne geçmişteki Hizbullah operasyonlarında, ne de derneklerimize karşı yapılan Hizbullah operasyonlarında tek bir Fethullah Gülen kitabı ve resmi ele geçmemiştir. İddia eden varsa dosya numarasını versin, herkes öğrensin. Bölgede Fethullah Gülen devletçi, Türkçü ve Turancı olarak biliniyor. Said Nursi’ye gelince Hizbullah eskiden de Risale-i Nur’ları okurdu. Hüseyin Velioğlu’nun okula ara verip risalelerin tümünü okuduğu ve üzerinde çalıştığı da bilinir. Cezaevinde bulunan Hizbullah tutuklularının günlük ders ve eğitim kitapları arasında ilk sırayı risaleler almaktadır. Bu sorduğunuz husus, kuruntu ve varsayımdan öteye gitmez. ‘Gülen cemaati ile rekabetimiz yok, biz ev sahibiyiz’ Şunu da soralım; bölgedeki taban nezdinde Mustazaflar ile Gülen cemaati arasında nasıl bir rekabet var? Bizim açımızdan yok. Fakat şunu söylemem gerek, Hakkari’de yaptığız söyleşide (“Gülen cemaati Hakkâri’yi anlatıyor” başlıklı yayınımızı kast ediyor) “Hizbullah, bazı bölgelerde Gülen cemaatin faaliyetlerini kendilerinin gibi gösteriyor” gibi bir beyanda bulunmuşlar. Bir defa Hizbullah yok, 2004’ten bu yana Mustazaflar var. Biz de kime, ne yardımında bulunuyorsak hepsini kayıt altında tutuyoruz. Belgelidir işlerimiz. Sonra şunu da söyleyelim; bizim zaten Diyarbakır’da ücretsiz etüt merkezimiz, onların deyimiyle “okuma salonumuz” yok. Çünkü bu faaliyet için bize izin verilmedi. Cemaatle de bir rekabetimiz yok, nihayetinde biz kendimize üç misyon çizdik. 1)Toplumsal huzursuzlukları, ihtilafları bitirmek. 2) Fakirlik ve cehaletle mücadele etmek. 3) Bunları gerçekleştirerek Kürt sorunun çözümü konusunda sürece katkıda bulunmak. Ve tüm bunlar da referansımız İslam’dır. ‘BDP, tabanı bize kaptırmamak için iftar çadırı açtı’ Gülen cemaati de kendini benzer bir söylemle ifade ediyor? Zaten bu Said Nursi’nin reçetesidir. Şimdi biz onları rakip olarak görmeyiz, biz ev sahibiyiz. Sonra onların çalışmaları bizim işimize geliyor. Allah’ı, Peygamber’i, imanı kim teşvik ederse, kabulümüzdür. Bunu PKK yapsın, o da kabulümüzdür. Zaten Ramazan’da tabanı bize kaptırmamak için Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi ne yaptı; koca koca iftar çadırları açtı. İyi yaptılar, hoşumuza gitti. Biz de kuru gıda dağıttık. ‘Cemaatle en büyük farkımız onların hükümete sınırsız destek vermesi’ O halde şöyle soralım; Gülen cemaati ile Mustazaflar arasındaki en temel fark nedir? Mevcut sistemi olduğu gibi kabul ediyorlar. Devleti kutsal kabul edip, hükümete sınırsız, şartsız bir destek veriyorlar. Kürtleri de “İslam kardeşliği” üzerinden bu mevcut sisteme entegre etmek istiyorlar. Eğer Müslüman Kürdü devletle barıştıracaksan, o zaman devletin önce İslam’la barışması lazım. Önce 28 Şubat’ın tahribatlarına karşı çıkın, sonra Müslüman Kürde “Biz kardeşiz” deyin. Gülen cemaatiyle ayrıldığımız nokta bu. Devleti İslam’la barıştırmadan, Kürt halkını devletle barıştırmak istiyor. ‘Bizim için demokrasi amaç olamadığı gibi araç da değil’ Biraz önce hedeflerinizi anlatırken demokrasiden söz etmediniz. Demokrasi sizin için bir araçtan mı ibaret? Demokrasi en ideal sistem değildir. İnsanlığın ulaştığı en mükemmel sitem değildir. Fakat mevcut sistemler içinde insan hak ve özgürlükleri noktasında daha iyi görünüyor. Amaç olamadığı gibi araç da değildir bizim için. ‘PKK’de eleştirdikleri şeyh-mürit ilişkisi var’ BDPve PKK’nın talep ettiği özerklik konusundaki tavrınız nedir? BDP çok şey ilan etti. Tabii PKK’yi de eklemek lazım. Çünkü BDP, PKK’nin illegal söylemlerini resmi platformda dile getiren bir figürandır. PKK yıllarca çok şey ilan etti; sürgünde savaş hükümeti ilan etti, sürgünde parlamento kurdu, demokratik konfederalizm dedi. Şimdi de “demokratik özerklik” diyorlar. PKK’nin özerklik ya da diğer talepleri bizi hiç heyecanlandırmıyor. Dolayısıyla bugün “demokratik özerklik” der, yarın vazgeçip başka şey söylerler. Bu halk üzerinde yap-boz tahtasına çevirdiler işi. Diğer yandan kayıtsız biçimde PKK ve Öcalan’ın talimatına uyan bir kitle var. Bu, o en çok eleştirdikleri şeyh-mürit ilişkisi gibi bir şey. ‘PKK ve BDP’nin yerel yönetimi, ikinci Milli Şef dönemi gibi olur’ Sorgulama yok, sual yok, özellikle gençlik tabanında başka bir şeyi okumak yok. At gözlüğüyle “Öcalan şöyle dedi, bunu yapacağız” diyen bir kitle. Kendileri dışında farklı bir dünya olduğunu, farklı düşünenler olabileceğini düşünmüyorlar. Körü körüne bir bağlılık var orada. Şimdi geleyim sorunuza; özerklik, yerel yapılarını güçlenmesi hakkında ne düşünüyoruz? Elbette halkın sorunları ile birebir yakından ilgilenecek yerel bir sistem iyidir. Fakat bu, Kürt sorununun dışında bir yönetim sorunudur. Şu an PKK’nin, BDP’nin kontrolündeki bir yerel yönetim, ikinci bir Milli Şef dönemi olur. Kendinden başka fikri yaşatmayan bir otorite rejimi kurulur. ‘Mustazaflar ovada kalır’ Bu söylediğiniz üzerine şu soruyu sorsak; o zaman da Mustazaflar mı dağa çıkar? Biz ovada kalmayı tercih ediyoruz. Şimdiye kadar hiç öyle bir düşüncemiz olmadı. Bakın son yaşananlara, Adana’da, Mersin’de polis korumasında halk sandığa gidiyor. Kırsaldan bahsetmiyoruz. Ama ANF’ye, ROJ’a bakıyorsun; “Polis halka saldırdı” diye haber var. Derneklerimiz kundaklanıyor, üyelerimiz kendilerini ve derneklerini koruyor. Hizbullahçılar halka saldırdı deniyor. ‘Bağımsız adaya karar verirsek, üçten fazla milletvekili çıkarırız’ “Ovadayız” dediniz, o halde şunu da soralım; mesela 2011 genel seçimlerinde bağımsız aday çıkarır mısınız? Doğrusu, şu an bizden bunu talep eden çok kişi var. Bunun tartışmasını yapan arkadaşlarımız da var. Karşı çıkan da var. Henüz karar verilmedi. Zaman içinde netleşecektir. Diyelim ki “Tamam, aday çıkarıyoruz” hâkim geldi. Batman’dan bir, Diyarbakır’dan iki milletvekili çıkaracak kitlesel gücünüz var mı? Öyle bir karar hâkim gelirse, bölgeden rahatlıkla çok daha fazlasını çıkarırız.
‘BDP aymaz bir çocuk gibi, AKP’nin adaylarını dövdüler’ Referanduma “Evet” diyeceğinizi açıkladınız, dernekleriniz saldırıya uğradı. Genel seçim yarışında olmak, ürkütmez mi sizi? Bizim burada bir laf vardır, halaya giren mecburen oynar, mendil sallar. Elbette kimse kendine ait gördüğü bir zemini, bir başkasıyla paylaşmak istemez. Bunu yaşadık, yaşıyoruz. Bırakın bizi, daha geçen yıl yerel seçimlerde AK Parti’nin adaylarını dövdüler, evlerini bastılar. İktidarda olan bir partinin adaylarına bunu yaptılar. BDP şu an burada şımarık, aymaz bir çocuk gibi davranıyor. Ama arkadaşlarımız politikaya katılmak gibi bir karar alırsa, bu tip hareketler bizi yıldırmaz. ‘Tabanımızda AKP daha çok destek alıyor’ Merak uyandıracak bir madde de şu; Mustazaflılar AKP’ye mi, Saadet Partisi’ne mi daha olumlu bakıyor? Sonuçta taban Milli Görüş geleneğindendir. Fakat şu an Erbakan Hoca’nın devre dışı olması nedeniyle AK Parti daha çok destek alıyor. Yani şöyle, “Oyumuzu Saadet’e versek de Saadet iktidar olamaz. O yüzden AK Parti’ye vereceğiz” düşüncesiyle hareket edenler mevcut. Şunu diyen de var; “Ben Erbakan’a biat ettim. Hoca hayatta olduğu müddetçe, o ne derse, tamam derim. Gönlüm Tayyip Erdoğan’dan olsa bile Erbakan Hoca’ya biat ederim.” Camia olarak her ikisine de mesafeliyiz. YARIN: Eski Diyarbakır Barosu Başkanı Sezgin Tanrıkulu’nun değerlendirmelerini okuyacaksınız.