Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın salı günü Fetullah Gülen cemaati hakkındaki iddilarla ilgili yayımladığı açıklamaya, internet ortamında 'Savunanlar' imzalı bir metinle cevap geldi. Metinde, cemaatin, AKP hakkında "birtakım hayali tezler ve komik iddialar ortaya attığı" öne sürüldü. Kendilerini 'AK Parti seçmeni' olarak nitelendiren metnin yazarları, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın 11 maddelik açıklamasına 7 maddeyle cevap verdi.
savunanlar.wordpress.com'da yayımlanan ve sosyal medyada paylaşılan 'Savunanlar' imzalı açıklama şöyle:
Uzun zamandır, cemaate yakınlığıyla bilinen birtakım kişilerin ağızlarında AK Parti‘ye ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan‘ın şahsına yöneltilen birtakım kasıtlı ve haddini aşan iddialar dolanmaktadır. Bu söylemler son dönemde giderek artmış ve bugüne kadar bu söylemleri duymazdan/görmezden gelen AK Parti tabanında büyük tepkiler oluşturmaya başlamıştır.
Cemaatin içinden oldukları kamuoyunca bilinen birtakım kişilerin ısrarla oluşturmaya çalıştıkları bazı yanlış ve kasıtlı algılar, ne yazık ki AK Parti’yi ve Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı karalama kampanyalarının birer parçası olarak kullanılmaktadır.
Cemaatin yayın organlarından maaş alan birtakım kişiler, yine cemaatten oldukları bilinen kanaat önderi statüsündeki bazı kişiler, uzun zamandır birtakım hayali tezler ve komik iddialar ortaya atarak, cemaatin AK Parti’yi yıpratmaya çalıştığı şeklinde bir algıyı zorla ve ısrarla halkın gündemine sokmuşlardır. Hiçkimse durduk yere böyle bir zanna kapılmamış, cemaat mensubu kişiler ısrarlı söylemleri ve dozu giderek artan haksız eleştirileri sonucunda bu algıyı kendileri oluşturmuşlardır.
Her ne kadar bir iddiayı dile getiren, onu ispatlamakla yükümlü olsa da bu gerçek dışı iddiaları dile getirenler, “böyle şeylerin ispatı olmaz” yaklaşımı ile yanlış tavırlarına devam etmekte ve edecek gözükmektedirler. AK Parti ve Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan hakkında kamuoyunu yanıltma ihtimali bulunan bu tür karalamalara cevap vermeyi, bir grup seçmen olarak zaruri bir görev olarak gördük. Öte yandan, bu iddialara ve karalamalara farklı zaman ve zeminlerde cevaplar verilmiş olsa da kamuoyunun şeffaf bilgilendirilmesi ilkesine saygının gereği olarak da bu açıklamayı yapmayı zorunlu görüyoruz.
Mantıklı düşünebilen hiçbir insanın dile getiremeyeceği kadar absürt bir söylem olan bu iddia maalesef gayet aklı başında görünen koca koca insanlar tarafından uzun zamandır dillendirilmektedir.
Bu iddiayı savunan insanlara göre, Başbakan’ın çevresindeki birkaç kişi, Başbakan’ı çok kritik süreçlerde yanlış bilgilendiriyor ve hata yapmaya yöneltiyor. Bu söylem en başta Başbakan Erdoğan’ın şahsına açık bir hakaret niteliği taşımaktadır. Bu kişiler, kendileri kanmadıkları birtakım propagandalara ve yanlış yönlendirmelere, Başbakan’ın kandığını düşünebilecek kadar şaşırmış görünüyorlar. Bu tarz ifadeleri hiç düşünmeden kullanan kişilere göre, bir gazete yazarını ya da bir esnafı kandıramayan birtakım kötü niyetli kişiler, ‘pozisyonu itibarı ile her türlü istihbarata sahip olan Sayın Başbakan’ı kolaylıkla kandırabilmekte ve istedikleri gibi yönlendirebilmektedirler.
Başbakan Erdoğan bir kutunun içinde yaşasaydı ve sadece birkaç kişiden bilgi alsaydı, belki bu iddiayı tartışabilirdik. Ancak Sayın Başbakan pozisyonu gereği sahip olduğu istihbarat ağının dışında, medyayı yakından takip eden, sivil toplum kuruluşlarıyla, cemaatlerle, toplumun her kesiminden insanlarla sürekli temas halinde olan ve ülkenin her karışında milletle irtibatını canlı tutan bir liderdir. Halkının hassasiyetlerini, eğilimlerini, beklentilerini bu kadar yakından bilen, ülkesini bu kadar yakından tanıyan ve yıllardır siyasetin her kademesinde alnının akıyla ülkesine hizmet etmiş bir liderin dünkü çocuk gibi dolduruşa getirildiği iddiası üzerine ise bir şey söylemeye gerek yok bile.
Parti teşkilatları, vekiller, bakanlıklar, kamuoyu yoklamaları, halktan hükümetin çeşitli birimlerine iletilen dilekler, talepler, şikayetler, eleştiriler, beklentiler, il ve ilçe belediyelerinden bizzat başbakana ve hükümetin diğer birimlerine aktarılan bilgiler, sivil toplum kuruluşları, cemaatler, meslek örgütleri, medya vs.
Bütün bu kanallardan beslenen, neredeyse her şeye bizzat müdahale eden, sürekli halkın içinde olan bir Başbakan’a en son yöneltilecek eleştiridir herhalde. Fakat ne hikmettir bilinmez, bazı çevreler ısrarla bu algıyı oluşturmaya, böylelikle Başbakan’ı yalnızlaştırmaya çalışmaktadırlar. Kimseyi dinlemeyen bir Başbakan algısı oluşturularak, konu alttan alta “o olmasa daha iyi olacak” noktasına getirilmeye çalışılmaktadır.
Ayrıca bu iddia, dikkatinizi çekmiştir, ilk maddede değindiğimiz iddia ile çelişiyor. Hem kimseyi dinlemeyen bir Başbakan, hem de yanındaki birkaç kişinin söylemleriyle hareket eden bir Başbakan iddiası birlikte düşünüldüğünde daha da komik bir manzara çıkıyor ortaya. Aynı kişilerin zaman zaman ilkini, zaman zaman da ikincisini ortaya sürmeleri, aslında kafalarının ne kadar karışık olduğunu göstermektedir. Hatta bu tarz sistematik çalışmalar, insanların akıllarına bir grubun planlı bir şekilde Başbakan’ı yıpratma projesi üzerinde çalıştığı ihtimalini bile düşündürtmektedir. Bazı kişilerin, hangi iddianın alıcısı çoksa ağırlık merkezini o tarafa kaydırarak söylemlerine devam etmeleri de bu tarz kaygıları ne yazık ki kamuoyu nezdinde artırmaktadır.
Bu söylemi dillendirenlerin aslında “Başbakan hep bizi dinlesin, sürekli bizim dediklerimiz olsun” demek istedikleri yönünde bir algı da oluşmaktadır kamuoyunda. Bütün bu manzarayı göz önüne aldığımızda, insanların böyle düşünmekte ve bu eleştirilerini imkanları dahilinde cemaat mensuplarına iletmekte haksız olduklarını söyleyemeyiz.
Milletin her defasında daha güçlü bir şekilde desteklediği bir liderin bildiğini okuduğunu iddia etmek, halkı yok saymak demektir. Başbakan Erdoğan, milleti dinleyerek hareket etmektedir. Milleti dinlemeyi bırakıp birtakım güç odaklarını dinleseydi bugünlere gelinemezdi. Bugün değişen şey, iktidara baskı yapmaya çalışan güç odaklarının değişmesidir. Başbakan’ın bu konudaki duruşunda herhangi bir değişim yoktur.
Aynı kişiler tarafından ısrarla oluşturulmaya çalışılan bir diğer algı da bu. Son dönemlerde gittikçe artan bu komik söylem, aslında bazı kişilerin bu karalamacı tavırlarının altında yatan asıl nedene getiriyor bizi. Çünkü buradaki esas mesele eleştiri değil, dayatmadır. Başbakan eleştiriye değil dayatmaya kapalıdır. Hiçkimsenin hiçbir dayatmasını kabul etmediği için de halkın kendisine olan teveccühü günden güne büyümektedir. Eleştiri kisvesi altında birtakım şeyler dayatmaya çalışan kişiler de Başbakan’dan gerekli cevabı almışlardır ve bundan sonra da alacaklardır.
Cumhuriyet tarihinde Başbakan Erdoğan kadar tartışılan başka bir lider olmamıştır. Yıllardır Başbakan’ın gerek şahsına gerek lideri olduğu partiye her türlü eleştiri yapılmakta, en ağır söylemler, hadsizliğe edepsizliğe varan iftiralar dile getirilmektedir. Bir kısım medya da bugüne kadar hiçbir Başbakan’ı bu kadar çok ve bu kadar sert eleştirmemiştir. Bugüne kadar Başbakanın ailesine, çocuklarına, eşine, evine, arabasına, tatiline kadar her noktadan bel altı da dahil olmak üzere hakarete varan söylemlerde bulunulmuştur.
Bir sivil toplum örgütü, bir cemaat, iktidarın yanlış yaptığını düşünebilir ve yanlış yapıldığını düşündüğü noktalarda iktidarı eleştirebilir. Fakat iktidarı köşeye sıkıştırmaya çalışarak kendi siyasi görüşlerini, kendi yöntemlerini iktidara dayatmak isteyenler, farkında olmadan zalimleşmektedirler.
Gerekli eleştirileri, fikirleri, yorumları çeşitli kanallardan hükümete, hatta doğrudan Başbakan’ın kendisine ulaştıran, bununla yetinmeyip eleştirilerini gazetelerinde, televizyonlarında defalarca gündeme getiren kişiler, bunun ötesine geçip, bu eleştirileri “bizim dediğimiz gibi olacak” tarzında bir dayatmaya dönüştürdüklerinde milletin iradesini hiçe saymış olurlar.
Bazı cemaat mensuplarının kendilerinde %50 oy oranının tamamını temsil hakkı görerek hareket etmeleri ve halkın seçtiği Başbakan’ı kendilerince “düzeltmeye”, “hizaya getirmeye” çalışmaları, ellerindeki güçlü medya organları ve çeşitli sivil toplum kuruluşları, kamuoyunu etkileyebilecek kişiler vs. üzerinden sürekli olarak belirli söylemleri yaymaları gayet normal görülüyor da, bunların eleştirilmesi neden “haksız itham” vs. oluyor, burası da merak konusu doğrusu.
Cemaatin bu tavrından ve günden güne keskinleşen haksız eleştirilerinden rahatsız olan AK Parti seçmeni %50′nin çoğunluğunu oluşturduğu halde, cemaat kadar geniş temsil imkanı bulamamaktadır. Dolayısıyla, ellerinde başka imkan olmadığı için internette, sosyal medyada bu eleştirilerini dile getiren insanlara bile tahammül edilemeyişi ilginçtir. Eleştiriye kapalı olduğunu iddia ettikleri Başbakan’ı sabahtan akşama kadar tv’lerinde eleştirenler, üç beş tane twitter hesabından kendilerine yöneltilen eleştirilere karşı neredeyse savaş ilan etmişlerdir. Bu noktada da bazı kişi ve grupları insaflı olmaya, vicdanlı olmaya davet ediyoruz. Cemaatin büyüklerinin neden bu kişileri sükunete ve adil olmaya çağırmadıklarını da merak ediyoruz. İnsanın kendisini ve içinde bulunduğu yapıyı eleştirebilmesi en büyük erdemlerdendir. Sürekli başkalarının yanlışlarını arayanlar, kendi yanlışlarını doğru olarak görmeye başlarlar. İnsan kendi yanlışlarına kör olduğu zaman, başkalarının doğrularına da kör olur.
Her gün milyon tirajlık gazetelerindeki köşelerinde istedikleri gibi yazılar yazan, akıllarına esen iddiaları ortaya atan koca koca gazetecilerin/yazarların, internetteki en ufak eleştiri karşısında ayaklanmaları ve bildiri üstüne bildiri yayınlamaları ilginç. Kendilerinde her şeyi ulu orta eleştirme hakkı görenler, kendilerine yöneltilen eleştirileri “fitne” kapsamında ele alarak kendilerini dokunulmaz mı ilan etmeye çalışıyorlar?
Yıllardır çeşitli fitneler yayan ve sırtını cemaate dayayan ‘topsakallılar’ diye de bilinen kirli oluşumların AK Parti’ye ve Başbakan Erdoğan’a sistematik bir şekilde saldırmalarına ses çıkarmayan, bunu eleştiri hakkı olarak gören bu koca koca gazetecilerin, kendilerine yöneltilen eleştirilere karşı bu denli tahammülsüz olmaları da şaşırtıcı.
Başbakan’ı dostane bir şekilde eleştirdiklerini iddia edenler, kendilerine karşı aynı dozda eleştiriler yükseltilmeye başlanınca hemen taarruza geçip gazetelerden, twitter’dan, onlarca, yüzlerce yazılar yayınlamaya başlamışlardır. Madem bu dozda eleştiri ‘yapıcı’ bir şey, cemaat de kendisine karşı yöneltilen bu yapıcı dozdaki eleştirilerden rahatsız olmamalı, bunları kendi içinde değerlendirmelidir.
Bu koca koca gazetecileri insafa ve itidale davet ediyoruz. İnsanların arasına, hiç akıllarına gelmeyen birtakım fitneler sokan ve bunu sistematik şekilde yayarak kitleleri kutuplaştırmayı amaç edinen birtakım zavallı kişilerin oyununa gelinmemeli, herkes önce kendisini yoklamalıdır. Elinde her türlü medya organı bulunan bu grubun, yaptığı yayınlarla çok büyük bir halk kesimini incittiği, insanları durduk yere Hizmet Hareketi’nden uzaklaştırdığı ortadadır. Bu grubun büyükleri, bu ayrışmayı körükleyici yayınlara engel olmalıdırlar. Medyada yapılan yayınlarla ve kulaktan kulağa yayılan fısıltalarla, Recep Tayyip Erdoğan’ı seven milyonlarca insanın incitilebileceği düşünülmelidir.
AK Parti sanki farklı kesimlerin taleplerine kulak tıkamış gibi oluşturulmaya çalışılan hava ve bu doğrultuda yapılan kara propaganda ve dezenformasyonlara alet olan bazı kişilerin cemaat içinden destek bulması ya da doğrudan cemaat içinden kişiler olmaları AK Parti seçmeninin büyük çoğunluğunu üzmektedir. Bugüne kadar ayrısı gayrısı olmayan bu insanlar, cemaatin Recep Tayyip Erdoğan’a karşı birtakım eylemler içindeymiş gibi görünmesinden son derece rahatsız olmaktadırlar, böyle bir lekeyi cemaate kondurmak istememektedirler. Fakat cemaat kanadından insanları teskin edecek söylemler ve bu söylemleri destekleyen yayınlar, hareketler gelmemektedir. Aksine, ısrarla kendilerinin değişmediğini, AK Parti’nin değiştiğini söyleyerek bu algıyı güçlendirmektedirler.
Son zamanlarda sıkça dillendirilen, bugünden sonra da epey dillendirileceğini düşündüğümüz en taze ve tazeliğinin yanında en komik olmaya aday iddia.
AK Parti’ye karşı böyle bir dil kullanacak kadar insafını yitirmiş birtakım kalem cambazları insanların zihnini bulandırmaya son sürat devam ediyorlar. Dileriz ki cemaat bu kalemşörleri kendi içinde bir eleştiriye tabi tutar ve bazı yetkili kişiler buradaki insafsızlığı görerek bu kişileri itidale davet eder.
Siyasi iradenin, iktidarın, seçilmiş hükümetin tasarrufunda olan ve birçok değişkene bağlı olarak şekillenen atamalar, yer değişiklikleri gibi gayet normal birtakım icraatları büyük bir öfkeyle karşılamak yeni moda oldu. Halbuki demokratik sistemlerde hiçbir grubun kendine özel alan açmak için siyasi iradeye baskı yapma lüksü yoktur. “Şu kurumun şu bölümünü bizim kontrolümüze bırakın” tarzındaki talepler demokratik sistemlerde hoş karşılanmaz.
Askeri vesayet rejimini, siyasi alanı şekillendirmeye çalışan kirli elleri, siyasetin üzerine kara bulut gibi çökmüş birtakım sermaye gruplarını vs. daha yeni yeni iktidar alanının dışına çıkarmışken, başka bir grubun kalkıp (iyi niyetle dahi olsa) başka bir vesayet rejimi oluşturmak istemesi bu ülkenin geleceğini tehdit eder, bu milletin emeklerini ziyan eder. Eski düzende olduğu gibi, medya ve sermaye gücüyle, polis ve asker içindeki bağlantılarıyla, siyasi iktidar içinden bazı kişileri sıkıştırmaya çalışarak siyaseti şekillendirmek isteyenler, hangi yüzle milletin hayrına çalıştıklarını söyleyecekler? Sözümona iyi niyetlerle yürütülen bu siyaseti şekillendirme operasyonunda hiçbir iyi niyet olamaz. Milletin oylarına rağmen bu tarz girişimlere göz yumanlar da bunun vebali altında kalırlar.
%50′nin işbaşına getirdiği iktidarı, %50′nin içinden bir grubun kendi doğrularına göre yönetmeye kalkışması iyi niyet değil, bunun önüne geçildiğinde ise dindarlara karşı bir “kıyım” yapıldığı yönündeki feryatları da samimi değil.
Ayrıca bugün bir anda 28 Şubat’ı hatırlayanlar, keşke 28 Şubat yaşanırken de bu kadar 28 Şubat karşıtı olsalardı.
Bu iddianın da sahipleri ne yazık ki cemaat mensubu oldukları bilinen birtakım kişilerdir. Kimi zaman ”Ak Parti iyi de Başbakan kötü” şeklinde dillendirilen bu deli saçması kasıtlı iddialar kimi zaman da ”Başbakan iyi, çevresi kötü” noktasına evrilmektedir. Gerek cemaate yakın kalemler tarafından, gerekse cemaatin tabanına kulaktan kulağa dedikodu şeklinde yayılan Hakan Fidan, Beşir Atalay ve birçok isimle alakalı iddialar, daha önce de bahsedildiği şekilde Başbakanı yalnızlaştırma projesinin bir ürünü olarak algılanmaktadır.
Her şeyi kamunun/yargının denetimine açık, yeterliliği 4-5 yılda bir sınanan, daima milyonlarca üyesi bulunan, teşkilatı içerisinde özeleştiri ve denetim mekanizmasının işletildiği bir partinin en önemli noktalarında, karar merciilerinde ülke aleyhine iş yapan kişilerin bulunduğunu iddia edenler, hiçbir kararını küçük bir grup dışında bilenin olmadığı, içerisinde her çeşit insanın barınabileceği bir yapı olan cemaatin tamamen tertemiz, hiçbir dış müdahaleye maruz kalmamış olduğunu, içine sızma yapılmamış olduğunu savunuyorlar.
Bu iddiayı ileri sürenler ve cemaat hakkında bu savunmayı yapanlar ikisinin de nasıl gerçekleştiğini açıklamak zorundalar. Hiçbir kaydı olmayan, her isteyenin mensup olabildiği, herkesle iletişime geçen ve belki de Türkiye’nin en büyük ekonomik ağlarından birisini oluşturan bir cemaatin ve cemaatin karar merciilerinin içine nasıl hiçbir sızma olmadığını, nasıl bu kadar ekonomik-siyasi-sosyal ilişkilere rağmen tertemiz kalabildiğini, buna karşılık Başbakan’ın en yakınına giren, hatta Başbakan’ın ‘kardeşim’ dediği kişilerin nasıl sızdırılmış olduklarını açıklamaları gerekmektedir.
Bu iddialarını açıklayamayıp el altından, ima yoluyla yaymaya devam ettikleri takdirde akıllarda uyanan soru doğal olarak “Acaba başka bir hesapları mı var da bu şekilde davranıyorlar?” olacaktır. Ki, bu da bizler gibi Başbakan’ı seven insanların en çok takıldığı noktalardan birisidir. Eğer dedikodusu yapılan şahısların “vatan hainliği”ne dair bir bilgi-belge var da bunu yayınlamıyorlarsa, bu durumda bu kişiler millete karşı mesuldur. Eğer böyle bir şey yok da şahsi çıkarlar uğruna bu iftiralar atılıyorsa, o noktada zaten söylenebilecek bir şey kalmamış demektir. Hiçbir şekilde savunulacak bir tarafı olmayan bu deli saçmalarını yayanlar, oluşturulan bu “şüphe etme” ortamından nasiplerini aldıklarında şaşırmamalıdırlar.
Öncelikle, cemaat grubunun neden bütün planlarını AK Parti’nin gitmesi ihtimali üzerine yaptığını bir türlü anlayamıyoruz. AK Parti’nin seçim yoluyla bir süre daha “götürülemeyeceği” artık aşikar olduğuna göre, AK Parti’nin ya da Başbakan Erdoğan’ın başka “alternatif” yollarla gideceğini mi düşünüyorlar yoksa?
“AK Parti gider ama cemaat hep kalır” söylemini neye dayanarak bu kadar rahat dillendiriyorlar merak ediyoruz. Bu söylemi sürekli gündemde tutan kişiler böyle bir garanti mi aldılar da kimin gidip kimin kalacağı üzerine bu kadar rahat bir şekilde tezler üretebiliyorlar?
Halbuki, AK Parti giderse cemaat de kalmaz. Çünkü AK Parti bir parti ismi olmaktan öte, bu ülkede halkın iktidar olduğu demokratik, özgür bir anlayışı ifade eden bir dirilişi temsil etmektedir. Eğer bu duraklarsa, bu ülke bütün olarak kaybeder. Bu kayıptan hiçkimse kurtulamaz. “Biz her zaman kalırız” düşüncesi, eğer fiziki bir kalışı işaret ediyor ve “Tamamen yok olmayız” anlamında söyleniyorsa, o noktada AK Parti’nin de tamamen yok olmayacağını söyleyebiliriz. Mutlaka bazı kalıntılar olur. Dinozorların bile kemikleri bulunuyor, tamamen yok olup gitmemişler.
“O gider biz kalırız” ya da “Onlar zaten gidecekler, biz sonrası için plan yapalım” tarzı söylemler mutlak gerçeği yansıtmamakla birlikte, oldukça lüzumsuz söylemlerdir. “O da kalsın, biz de kalalım, biz birlikte güçlüyüz, hep birlikte bu ülkeyi daha iyi noktalara taşıyalım” şeklinde olumlu düşünceler kime ne zarar verir? Ya da diğer türlüsü kime ne yarar sağlar?
AK Parti’yle birlikte iktidarı geri alan çoğunluğu Müslüman Türkiye halkı, AK Parti’den sonra başka bir parti etrafında bu mücadelesini sürdürebilir. Fakat “AK Parti gider”, “AK Parti neticede bir siyasi partidir” tarzı imalı söylemler yayanların AK Parti’yi ve bu ülkeyi anlayamadıklarını düşünüyoruz. Çünkü AK Parti kimsenin şahsi şirketi değil, milletin partisidir. AK Parti geleneğinin bu ülkede daha uzun yıllar iktidar olmasını umut ediyoruz. Bu kasıtlı saçmalıkları ağızlarından düşürmeyen şahısların ima etmeye çalıştıkları şeyin de Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsına yöneltilmiş “Erdoğan’sız da bu işler yürür” şeklindeki çarpık algının bir ürünü olduğunu zannediyoruz.
Erdoğan’sız bu işlerin yürüyüp yürümeyeceğiyle ilgili net bir görüş sahibi olmak isteyenler Gezi Parkı olaylarının yaşandığı sürece dikkatli bakmalılar.
Kamuoyuna saygı ile duyurulur.
SAVUNANLAR