Fethullah Gülen, Türkçe Olimpiyatları'nın cemaate mâl edilmemesini istedi. Gülen, "Mesele tamamen millete aittir; onu sadece bir camiaya, bir cemaate mal etmek doğru değildir" dedi.
135 ülkeden 1.500 öğrencinin katılımıyla bu sene 10'uncusu gerçekleştirilen Uluslararası Türkçe Olimpiyatları için Fethullah Gülen'den önemli değerlendirmeler geldi.
Gülen, olimpiyatların dil öğretiminin yanında kendi kültür ve değerlerimizin dünyaya tanıtılması açısından büyük önem taşıdığına dikkat çekti. Yapılanları kendisine bağlayanların bulunduğunu hatırlatan Gülen, meselenin tamamen millete ait olduğunu söyledi. "Belki bu mevzuda benim tavsiyelerim olmuştur; 'gidin' demişimdir. Kime nereye 'gidin' dedim onu da unuttum. Fakat esas marifet; tereddüt etmeden çantasını eline alıp gidenlerin yaptığıdır. O arkadaşların hepsinin alnından öperim." dedi.
Öğretmenlerin arkasında milletin yer aldığını vurgulayan Gülen, meselenin sadece bir cemaate mal edilmemesini istedi. Kapanış programında öğrencilerin birbirlerine sarılarak vedalaşmasını ise gözyaşlarıyla izlediğini anlatan Gülen, "Her biri dünyanın bir ucundan gelmiş. On beş günde kardeş olmuşlar. Bir hasret tablosu var ortada, herkes ağlıyor. Çok rikkatime dokundu. Siyahın beyazla, esmerin griyle sarmaş dolaş olması, öldürücü silahların karanlık gösterdiği istikbal ile alâkalı endişeler açısından da bir ümit ve inşirah vesilesi teşkil ediyor" diye konuştu.
herkul.org'dan yayınlanan görüntülü sohbette Gülen, Türkçe Olimpiyatı'nın Türk kültürünün ve öz değerlerinin dünyaya tanıtılması açısından önemine dikkat çekti. Gülen, "Türkçe Olimpiyatları'nı sadece dil eğitimi üzerinden değerlendirmek doğru mudur? Dünü, bugünü, yarını ve gayeleri açısından Türkçe Olimpiyatları'yla alâkalı düşüncelerinizi lütfeder misiniz?" şeklindeki soru üzerine şu ifadeleri kullandı:
"Bugün Türkçe Olimpiyatları adı altında yapılan faaliyetler, işin yörüngesinde dil bayrağı bulunduğundan dolayı lisan eğitimi üzerinden değerlendirilse de aslında dil öğretimi ile beraber kendi kültürümüz ve öz değerlerimiz de bütün dünyaya tanıtılmaktadır. Ecdadımız, tarihin hiçbir faslında kimsenin diline ve dinine karışmamış; kimsenin iktisadî, idarî, siyasî, kültürel hayatına müdahale etmemiş ve kimseye kendi dillerini, değerlerini dayatmamışlardır. Günümüzde onların bahtiyar torunları da bir kısım sömürgecilerin ortaya koydukları dayatmacı tavırlara asla tenezzül ve tevessül etmeden -kınına girmiş maddî kılıca bedel- ellerindeki beyan meşaleleriyle cihana açılmışlardır. İnsanlara seçmeli olarak dillerini öğretiyorlar.
Her dil, hangi şekilde girerse girsin, bir başka ülkeye nüfuz ederken, kendi kültürüyle beraber girer. O dili öğretmek için kullanılan malzeme mutlaka kültürün de sirayetine vesile olur. Türkçe öğretimi ve dil olimpiyatları sayesinde dünyanın doğusundan batısına kadar hemen her yerde ülkemizin tanıtımı yapılıyor. Kadirşinas insanlar takdir edip alkışlasalar da Türkçe Olimpiyatları'nın meçhul kahramanları olan o fedakâr öğretmenler kat'iyen alkış beklentisinde değillerdir. Zaten beklentiye bağlanmış gayret ve faaliyetler devam vaat etmez."
"Olimpiyatlar için ülkemize gelen öğrencilerin ayrılış tablolarını görünce gözyaşlarımı tutamadım. Her biri dünyanın bir ucundan gelmişler, tanışmışlar; on beş günlük beraberlik içinde birbirlerine çok ısınmışlar, kardeş olmuşlar. Aynı dille birbirleriyle anlaşmışlar. Kültür birliği yörüngesinde bir araya gelmişler; ayrılırken bir hasret tablosu var ortada, herkes ağlıyor. Belki herkese en çok tesir eden tablo da odur yani. Benim de çok rikkatime dokundu. O açılımın geriye dönüşü böyle oluyor.
Mesele lisan adı altında sunulsa da, o öğretmenler gittikleri yerlere sevgi götürüyorlar; herkesi kucaklıyor ve derbeder olmuş insanların ellerinden tutup onların bellerini doğrultmalarına vesile oluyorlar. Güney Afrika'dan bir çocuk (Nicholas Bixa) anlatıyordu; "Ben kaçıyordum, okuldan da kaçacaktım. Arkama düştüler. Bana talip oldular. O okuldan mezun oldum, o okulda öğretmenim." diyor. Bunu yapıyorlar; kaçan talebenin arkasından bile koşuyor, bir kere daha, bir kere daha deniyor ve onu insanlığa kazandırmak için çırpınıyorlar. İsterse kendi ülkesinde kalsın, kendi dilini konuşsun ama onu insanlığa kazandırıyorlar. Çünkü insan, her şeyden önce Allah'ı yaratması itibarıyla insandır.
Ayrıca fedakâr ruhlar ile gittikleri yerlerdeki insanlar arasında bir değerler teâtisi (alışverişi) gerçekleşiyor. Herkes birbirinin faziletlerinden ve birikimlerinden istifade ediyor; birbirinin ufkunun genişlemesine katkı sağlıyor ve hep beraber el ele kemâle yürüyorlar. Diğer taraftan, siyahın beyazla, esmerin griyle... sarmaş dolaş olması, öldürücü silahların karanlık gösterdiği istikbal ile alâkalı endişeler açısından da bir ümit ve inşirah vesilesi teşkil ediyor."
"Bazı kimseler, öncesi ve sonrasıyla olimpiyatları falana filana, ezcümle Fakir'e bağlıyorlar. Belki bu mevzuda benim tavsiyelerim olmuştur; 'gidin' demişimdir; kime nereye 'gidin' dedim onu da unuttum. Fakat o marifet değil. Esas marifet; mücerret bir söz karşısında tereddüt etmeden çantasını eline alıp gidenlerin yaptığıdır. Ben o arkadaşların hepsinin alnından öperim. O marifeti, meçhul bir dünyaya giden, nereye gittiğini, nasıl geçineceğini bilmeyen, gittikten sonra altı ay, bir sene maaş alamadan orada hizmet eden o arkadaşlar ortaya koydular. Onların arkasında da tarih boyunca civanmertliğiyle serfirâz olan mübarek milletimiz vardı. Bu açıdan, mesele tamamen millete aittir; onu sadece bir camiaya, bir cemaate mal etmek doğru değildir."
"Bir defineyi taşıma mevzuunda ne kadar çok el yardıma koşarsa memnun olmak gerekir. Aziz Mahmud Hüdâyi Hazretleri'nin ism-i şerifi etrafında kümelenmiş ve bir vakıf kurmuş arkadaşların meşkur hizmetlerini görmezlikten gelmek körlük olur. Senelerden, belki bir asra yakın zamandan beri Süleyman Efendi Hazretleri'nin talebeleri Kur'an kurslarıyla bir ülkeyi baştan başa Kur'an'la ihya ettikleri gibi dünyanın değişik yerlerinde de müesseseler açıyorlar. Mahmud Efendi'yi seven insanlar değişik yerlerde müesseseler açıyorlar. Diyanet son zamanlarda ciddi bir gayret içinde, devletin desteğiyle TİKA'nın gayretiyle onlar da müessese açıyorlar. Bir yönüyle o örfaneye iştirak ediyorlar. Hulusi Efendi'nin cemaati de öyle. Yalnız değilsiniz bu mevzuda; adeta bir seferberlik söz konusu. Hatta bir yerde bu ip kopsa, sizin yaptığınız şeyler durakalsa -Allah'ın izni ve inayetiyle- bu akımlar o kervanı devam ettireceklerdir.
Her camia, cemaat, hareket, meslek ve meşrep Hakk'a hizmetin farklı bir versiyonunu temsil ediyor. Allah'a giden yollar mahlukâtın solukları sayısıncadır; hepsi O'na yürüyor. 'Kadd-i yâre kimisi ar'ar dedi kimi elif / Cümlenin maksûdu bir ammâ rivâyet muhtelif.' (Muhibbî) Bu zaviyeden, farklılıkları nazar-ı itibara almamak ve problem yapmamak lazımdır. Onun için kimse yanlış anlamasın; herkesin yaptığı hizmeti takdirle yâd ediyoruz, gelecek nesiller de onları takdirle yâd edecektir. Âidiyet mülahazası ferdî enaniyeti takviye eden ziftten bir kanaldır. Ferdî enaniyetler, zift kaynağı olan o âidiyet mülahazasıyla da beslenirse, etrafa zift düşünceler püskürtürler. Öyleyse, kat'iyen falancı, filancı dememelidir. Herkes bu milletten, bu ümmetten değil mi? Herkes aynı hizmeti yapıyor değil mi? Birisi Kâdirî, birisi Nakşî, birisi Rifâi, birisi Uşşakî, birisi Şazelî, birisi Rabbânî, birisi Hâlidî... olur; fakat, hepsi Cenâb-ı Hakk'a ulaşma istikametinde bir yolda yürür."