86 yaşındaki usta oyuncu Gülriz Sururi bikinili fotoğraflarını Facebook’ta paylaşma nedeninin kadınlara “Benim yaşımda böyle olabilmeniz mümkün” mesajı vermek olduğunu söyledi.
Bakımlı ve sağlıklı olması nedeniyle “kendisiyle gurur duyduğunu” söyleyen Sururi “Yaşlılığı hiç düşünmeden yaşadım. Ama itiraf etmem gerek. Son 2 senedir enerjimi azalmış bulduğum için çok sinirleniyorum” dedi.
Pınar Erbaş’a konuşan Gülriz Sururi’nin Habertürk’te yer alan giriş metni ve söyleşisi şöyle:
Gülriz Sururi’nin annesi ilk Türk primadonnası Suzan Lütfullah Sururi, babası ilk operet kurucularından Lütfullah Sururi. Önce anne karnında Ayşe Opereti’nde sahneye çıkıyor. 12 yaşındaysa Muhsin Ertuğrul’un isteğiyle Çocuk Tiyatrosu’nda... Ve usta tiyatro adamı Engin Cezzar... En büyük aşkı... Dile kolay 52 senedir beraberler. Sonra bir gün “Yaşadığımız en büyük felaketti” dediği olay geliyor başlarına. Engin Cezzar büyük bir rahatsızlık geçiriyor. Son 5 senedir konuşamıyor da... Ama son derece mutlular. Gözlerimle gördüm. Hâlâ birbirlerine çok âşıklar. Bodrum Torba’daki evlerinde şahane vakit geçiriyorlar. Hepimizin ağzını açık bırakan şu mükemmel pozların çekildiği evden bahsediyorum. “Peki nasıl böyle olunuyor” diyenlere; Gülriz Sururi yakında bir cep kitabı çıkarmayı planlıyor. İsmi “80 yaşından sonra Gülriz Sururi gibi olmak”... Vakti gelince tüm detayları oradan öğreniriz tabii ama öncesinde biraz tüyo...
- Şaşırdınız mı tepkilere?
Aksine, basınla ilgimin tamamen kesildiğini zannetmelerine şaştım. “Gülriz Sururi ortaya çıktı” diyenler oldu. Oysa röportajım da oluyor, programlara da çıkıyorum. Çağdaş Yaşam Derneği’nin etkinliklerine katılıyorum. Açılışlarda kapanışlarda, her yerde varım.
- Peki nereden çıktı bikinili fotoğraf paylaşmak?
Yeni değil ki. 2000’den beri her sene bikinili resmimi koyuyorum. “Gülriz Sururi 2012” diye tarih vererek üstelik.
- Neden?
Yaşımdan ötürü, kendimi ne kadar iyi muhafaza ediyorum diye. İlham versin istiyorum. Ayrıca kendimle de iftihar ediyorum. “Benim yaşımda böyle olabilmeniz mümkün” demek istiyorum. Ama tabii bir yaştan sonra yerçekimine karşı koyamıyorsun.
- Yoo, hâlâ şahanesiniz.
Aslında bu sene resim çektirmeye niyetim yoktu. Beğenmiyordum kendimi. Arkadaşım Sonay Özbal ısrar etti. Çektik, aralarından seçip koyduk.
- Aldığınız övgüler hoşunuza gitti mi?
Tabii ki. Gerçi “Ölsene”, “Sen hâlâ yaşıyor musun” gibi şeyler yazanlar da oldu. Geçen sene de öldürmüşlerdi beni. Çok yakınlarım görüp heyecanlanmıştı hatta.
- Siz ne yaptınız?
Hiçbir şey. Onlar belli bir grup, cevap bile vermem.
- Neler yapıyorsunuz?
Ciddi bir şey yok. Gün aşırı 15-20 dakika egzersiz. Bütün yaptığım bu. Yazın da yüzüyorum bol bol.
- Estetik?
Hiç yaptırmadım. Lifting yaptırdım sadece. Bir de yüzüme kök hücre.
- Yediklerimize de dikkat ediyoruz tabii...
Hayır. Her şeyi istediğim kadar yiyorum. Ama iki pantalonum var. Birinden diğerine geçme ihtiyacı hasıl olunca hemen basküle başvuruyorum. O gün bir dilim ekmek eksik yiyorum, bitiyor.
- Genler konusunda da şanslıyız sanırım.
Kesinlikle. Benimle aynı şeyi yiyip içenler çok kilolu olabiliyor. ‘Kadın vazgeçmezse cinselliği onu bırakmaz’
- “Bizden geçti artık” lafını hükümsüz kıldınız...
Öyle bir laf yok. Çok saçma. Bir kadın ölene kadar kadındır. Kadınlığını unutmadığı takdirde tabii. Gençliğimde 40 yaşında kadını rafa kaldırmak gerektiğini düşünürdü kadınlar.
- Nasıl oluyor o?
Dişi olmaktan anne olmaya terfi ediyor. Sonra dokunulmaz oluyor. Sadece saygı duyulan... Zaten bayılıyoruz kadınların hiçbir hakkı olmasın, otursun. Çalışmasın bile.
- Güzel yaşlanma periyodunda cinsellikten vazgeçmemek de var mı?
Kesinlikle var. Kadın vazgeçmediği sürece cinselliği onu bırakmaz.
- “Biz Kadınlar” kitabında “Her kadının bir yaşı vardır ömrünün en uzun dönemini öyle geçirir. Kimi 20 sene, 30 yaşında gibi olur, kimi 20’li yaşlarında bile 40’larındaki gibi” demişsiniz. Peki siz
Genç kızlığım uzun sürdü benim. 50’li yaşında bile sahnede genç kızı oynuyordum. Daha ne yapayım?
- Sırrınız ne?
Yaşlılığı hiç düşünmeden yaşadım. Ama itiraf etmem gerek. Son 2 senedir enerjimi azalmış bulduğum için çok sinirleniyorum.
- Mesela?
Eskiden bir solukta yürüdüğüm yolları şimdi bitiremeden geri dönmeye başladım.
- “Çocukluğumu yaşayamadım” demişsiniz bir yerde...
Zordu. 2 yaşında annesiz kalmamın bunda etkisi çok. Ama ileri yaşlarımda bunu telafi ettim.
- Nasıl?
Çocuklaştım, şımardım, ne istiyorsam yaptım. Aklımda kalan her şeyi. Örneğin bebeklerle oynayamamıştım, 30’undan sonra gidip bebek aldım kendime.
- “Gülriz Sururi yaşamayı bilen kadın, kendini şımartmayı sever” gibi bir algınız var zaten.
Doğru bu. Önce kendini seveceksin sonra başkasını. Hayatın hakkını vermeyi severim. “Hayatı limon gibi sıkmak istiyorum” sözüm meşhurdur hatta.
- Nedir peki iyi yaşamak?
Huzurlu olmak. Sağlınız, sevilen bir insan olmanız, bir sevdiğinizin olması, karşılıklı alışveriş, fedakârlıklar ve yaptığınız işte başarılı olmanız...
- Âşık olduğu adamla beraber olmak da insana iyi geliyordur...
Mutlaka büyük bir etkisi var. Bir defa aynı meslekten olmak çok güzel. Konuşacak lafınız hiç bitmez. Sıkılamazsınız.
- Aradaki yaş farkı sorun olmuş muydu hiç?
İtiraf edeyim ki; ilk başta endişe duydum. 6 yaş fark. “Ben 40’ıma geldiğimde o 34 olacak” gibi şeyler düşündüm. Ama o kadar âşıktım ve istiyordum ki “3 sene sürse n’olur” dedim. Onun için bile değerdi. Zaten akabinde hiç bunları düşünecek vakit kalmadı. Öyle bir hayat yaşadık ki...
- Nasıldı?
Çok güzel. Tabii kötü anılar, batışlar çıkışlar da var.
- Bir kere boşandınız hatta...
Ayrıldık ama ayrılmadık.
- O nasıl oluyor?
Evler ayrıydı ama telefonlar, hayatı uzaktan yönetmeler, paylaşmalar devam ediyordu. “Engin bunu nasıl yapsam” diye açıp sorardım. O kadar güvenebileceğim başka kimse yok çünkü.
- Niye boşanmıştınız?
Klasik Türk erkeğinin durumu... Çapkınlık işte.
- Ama benim kafamdaki Gülriz Sururi imajında affetmeye yer yok.
Başta affetmem zannediyorsun. Zaten o yüzden içim kan ağlaya ağlaya boşandım. Hatta boşamıyordu beni. Zorla oldu biraz... İhaneti kabullenmek hiç kolay değil. Ama şu var: O sana âşık, aldatmadı ki. Senden kopmadı, bırakmak istemedi. Uzaktan, yabancı laşarak izlediğinde bir yerde hak bile verebiliyorsun. Karşı tarafın aklından sürekli “Acaba başkası nasıl olurdu” diye geçirmesi de iyi değil. Sonra karşısındaki kadına düşman olur belki, “Senin yüzünden kimseyi tanıyamadım” diye.
- Sizi kendine âşık etmek için çok uğraşmış mıydı?
Pek değil. Yale’de okumuştu. Amerika’dan döndükten sonra da Hamlet oynuyordu. Herkes ondan bahsediyor, çok başarılı... Ben de Haldun Taner’in oyununda sokak kızı İrma’yı oynuyorum. Tanıştık. Sonra “Sokak Kızı İrma’yla Hamlet’in âşkı” diye yazmaya başladılar bizi.
- Peki insan bakımlı olmaktan hiç mi yorulmaz? Pes ettiğiniz olmadı mı?
Hayır. Sadece Engin’in rahatsızlandığı dönem içimden hiçbir şey yapmak gelmedi. Saçım bile beyaz kalsın istedim. Ama küllerimden doğmayı biliyorum. Umutsuzluğa hiç kapılmam. “Sağda bu işler böyle oluyor” deyip sola sapıp yürürüm. Sorarlardı, “Nasıl böyle olabiliyorsun” diye. Benim için o kadar doğal ki. Çünkü ben hayattan her şeyi bekliyorum. “Artık bundan sonra ne olur” demesin kimse. Hiçbir yaşta. En ihtiyar döneminizde bile başınıza olmadık büyük sürprizler gelebilir. Maalesef kötü sürprizler de var tabii. Mesela bana kalırsa bu hastalık başımıza gelen en büyük felaket oldu. Engin konuşamıyor, dolayısıyla sohbet edemiyoruz, en korkuncu bu. Ama olsun. Aramızda kendi kendimize bir dil geliştirdik.
- Tiyatrocu olmanızdan kaynaklı olabilir mi bu?
Yüzde yüz. Mimiklerden, tonlamadan anlıyoruz birbirimizi. Engin çok romantik biridir. Bana ‘laylaylom’la bile olsa şarkılar söylüyor. Bir gün uykum yoktu, “Engin sen bana eskiden masallar söylerdin” dedim. İnan söyledi ve hangi masal olduğunu anladım. O kadar mutlu bir hayatımız var ki anlatamam. Bazen düşünüyorum, benim yaşımda çoğu kadının yanında eşi yok. Hatta son yıllarda da “Engin’den iyi ki büyüğüm” diyorum. Bana kızabilir belki erkekler ama kadınlara da bunu tavsiye ediyorum. Kadın 10 yaş küçük olmasın, çok yanlış. Çünkü erkekler daha çabuk yaşlanıyor, kadınlar daha dinç ve bakımlı...
- Her kadın değil, burada Gülriz Sururi faktörü de var.
Bilmem. Olabilir.
- Takıntılarınız var mı?
Hiç yok. Hatta “Aman nazar değecek bir boncuk tak” derler. Hayatta yapmam. Bir ömrü nazar boncuksuz geçirdim. Ama mesela yüzümü yıkar, dişimi fırçalar ve derhal gözümü boyarım. Takıntı deniyorsa buna, evet bu bende var. Öyle ki Engin beni uzun yıllar makyajsız görmemiştir.
- Hırslı mısınız peki?
Mesleğimde evet. Onun dışında hiçbir hırsım yok. Çok mütevazı buluyorum kendimi. Kürk, mücevher... Bunlar beni tatmin etmez. Elime para geçtikçe çocuk okuttum.
- Kaç tane?
Çok... Hali hazırda Çağdaş Yaşam Derneği’nde 17 çocuk okutuyorum. Bilhassa kız çocuklarının eğitim görmesi benim için çok önemli.
- İnsanların kafasında sizinle ilgili nasıl bir algı oluşsun istersiniz?
Gerçek Gülriz’i tanımadan hüküm vermesinler isterim. Hayatımı bilmeden, arkamdan ahkâm kesmesinler.
- Yanlış anlaşıldığınızı mı düşünüyorsunuz?
Hayır, ama yine de işin doğrusunu bilerek konuşmakta fayda var.
- Aslında her kadında yaş takıntısı olur biraz...
Bende yok. Hiç. Söylemem de. Çok merak eden gidip Larousse’a baksın. “Yaşınız kaç” diye bir kadına sormak çok ayıp. Hele sanatçıya hiç sorulmaz. Hatırlıyorum. Bir ara hesaplamak istedim. Bir baktım 80 yaşına gelmişim. İnanamadım. “Hadi canım olmamışımdır, yanlışlık vardır” dedim kendi kendime. İnsan ne kadar yaşayacağını bilemez tabii ama. Bu kadar yaşayacağımı bilmiyordum ben de çok şaşırdım. Çünkü mesela babam 63 yaşında öldü ve ben onu yaşlı ihtiyar sanıyordum. Dedem 70 yaşındayken vefat etti. Onları geçeceğimi hiç düşünmemiştim.
- Akranlarınız size ayak uyduramıyordur, bu anlamda bir yalnızlık çekiyor musunuz?
Hayır. Genç çok dostum var. Bunu öneriyorum; gençlerle birlikte olun. Onların sizi kabul etmesi için de onları anlamaya çalışın. O zaman zaten çağ dışı kalmanıza imkân yok. Gündemin içinde olursunuz.
- Sizi hep aynı görmemizin bir nedeni de tarzınızı hiç değiştirmemeniz olabilir mi?
Mümkün. Tiyatroda yapmadığım kalmadı. Her türlü peruğu denedim, her türlü renge boyandım. Ama bana yakışan bu. Saçımı peruk sanan bile var. Çekenler oldu. Bir de insan kendine yakışanı bulduktan sonra neden değiştirmeye kalksın ki? Bazen “Değiştireyim” diyorum ama kapıdan çıkarken hemen vazgeçiyorum.
-Yeni dönem genç nesil kızları nasıl buluyorsunuz?
Bayılıyorum onlara. Ülkeyi genç kızlarımızın kurtaracağına inanıyorum. Kadınların iktidarda olduğu gün bu ülke bambaşka olacak. Eğitimi bir yana koyun, çoğu entelektüel, kendini geliştirmek için uğraşıyor. Bir kenarda salt çocuk bakmayı kabul etmiyor. Çalışıyorlar, haklarını arıyorlar. Sosyal adaletten yanalar. Daha ne olsun... Cumhuriyetin ilk yıllarındaki o harikulade kadınlarla başladı bu iş. Atatürk’le başladı daha doğrusu. Türk kadını Atatürk’e kadar kimdi ki?
-Benim için Nutuk yeryüzüne indirilmiş son kitap” ve“Atatürk bugün gönderilseydi asker olarak gelmezdi” sözleriniz bir dönem çok konuşuldu...
Yanlış anlaşıldı ve farklı yerlere çekildi çünkü. Hiçbir şeyi kutsallaştırmak istemem ama benim inandığım kitap Nutuk’tur. Bunu söyledim. Ve artık savaş kazanmak için cephede mücadele vermeniz gerekmiyor. Bugün Kurtuluş Savaşı’na ihtiyaç yok. Vatansever ve namuslu bir ekonomistin becerisiyle ülkeler çok çabuk kalkınabilir. Atatürk, döneminde bir kurtarıcıydı, Kurtuluş Savaşı’nı başlattı ama inan o da yarım kaldı. Bitmiş değil, hâlâ devam ediyor.
- Kaç senedir sahneden uzaksınız?
10 sene oldu.
- Neden?
Terk edilmek istemedim, ben terk ettim. Tam da dorukta. Diyorum ya; kendini çok beğenen o nedenle de kusurlarını çok iyi gören bir insan olduğum için...
- Neydi ki kusurlar?
Sesiniz değişiyor. Bir de tabii eski görüntünüzün olmasına imkân var mı? “Kendini beğenmedikten sonra da sahneye çıkmanın bir anlamı yok” diye düşünüyorum. Eski performansımı gösteremezsem gibi bir tedirginlik de var. Bir yerde sahneyi gençlere de bırakmak lazım. Ama tabii ısrarla oynamaya devam eden çok değerli sanatçı arkadaşlarım var. Kutluyorum onları. Enerjilerine de hayranım. Fakat benim tercihim bu değil.
- Aslında biz hep “Sahnede ölmek istiyorum” diye bilirdik...
İtiraf edeyim bende de vardı bunlar. “Sahneden inersem sudan çıkmış balığa dönerim” derdim hatta. Ama geçti, törpüklendi. Ama bir dakika. Hepsi doğruydu. Normal bir insanın yaşamına kıyasla çok uzun yıllar, yaşlanana kadar oynadım. Zaten mesleğimi bırakmış değilim. Oyun yazıyorum, yönetiyorum...
- Sinemada neden hiç yer almadınız?
İyi bir teklif almadığımdan... Keşke vaktiyle sinemayla da ilgilenseymişim. Sonradan dizilerden de teklif geldi. Ama içime sinen bir şey olmadı.
- Nasıl bir şey istiyordunuz?
“Nasıl” diye bir şey yok. Proje gelir, heyecanlanırsın, “Ben bunu yapabilirim, bu bana bir şey katar” dersin. Girişirsin.
- Hep Hürrem Sultan’ı oynamak istemişsiniz, öyle duydum.
Hayır. O, Haldun Taner’in benimle ilgili söylediği bir söz. “İçki olsa şampanya, sultan olsa Hürrem olur” yakıştırması yapmıştı.
- Sahneye çıkan ilk Türk kadını Afife Jale değil, teyzeniz Mevlüde Refik’miş...
Aynen öyle.
- İade-i itibar ne zaman yapılacak?
Yapılmayacak... Öyle bir şey için diretmiyorum da. Teyzem tiyatro yapmış ama profesyonel olarak devam etmemiş. Evlenip bırakmış. Afife Jale ise ömrünü vakfetmiş. Ben sadece kitabımda belgeleriyle bu bilgiye yer vererek gölgede kalan bir tarihi ortaya çıkarmak istedim. Ama sorarsan; annem adına bir ödül töreni yapmak isterim.
- Ailenizi düşünürsek tiyatrodan başka bir şey yapamazmışsınız sanki.
Sonradan öyle düşündüm ben de. Tiyatroyu tanıyıp ünlü de olduktan sonra başka bir şey sizi tatmin etmez. Ama ilk başta istemiyordum. Mimar, modacı, gazeteci. Bunlar ilgimi çekiyordu.
- Pek çok ilke imza atmış biri olarak tiyatroda yeni şeylerin çıkmıyor oluşunu nasıl yorumluyorsunuz?
Çok genç sanatçı var. Çok çağdaş oyunculuklar sergiliyorlar. Henüz çok çok güzel oyunlar yazamıyor olabilirler ama gelişecektir. 60’lı yıllar, altın dönemdi. Dünyada da öyle. Hatta o zamanlar biz sanırdık ki daha da güzel olacak, muhteşem yıllar bizi bekliyor... Ne yapalım ki “teknoloji” diye bir gerçek var. Ama tiyatro ölmez. En büyük hata teknolojiyle yarışa kalkmak olur. Gülünç duruma düşersiniz.
- Ne yapmalı o zaman?
İyi oyun metni, iyi oyuncular her zaman takdir görür. Bugün de kapalı gişe oynayan pek çok oyun var. Telaşlanmaya gerek yok.
- Yeni nesilden kim eri beğeniyorsunuz?
Bugün çağ farklı. Star olmak çok zor. Bir de okadar seçenek var ki. Bir sürü dizi çekiliyor. Tiyatrocular için de çok iyi bir şey bu. Eğitimleri ve deneyimlerİyle televizyonda da çok başarılılar . Yakın planda minimalist oynamayı keşfettiler . Yeni nesil dizi oyuncularından Kıvanç Tatlıtuğ, Kenan İmirzalıoğlu, Engin Akyürek’i çok başarılı buluyorum . Kadınlardan da Bergüzar Korel’i beğeniyorum. Tuba Büyüküstün de kendini çok geliştir di.
- Peki yeni nesil star imajını nasıl değerlendiriyorsunuz .Fazla kaprisli değiller mi?
Bir kaç defa benim de şaşırdığım tepkiler oldu . Ama bunu hepsine vakfedemeyiz. Aralarında şımarıklık yapmaya özlem duyanlar olabilir. Şöhreti hazmetmek zor iş. Kişilik meselesi bu. Yapacak bir şey yok .
“Ankara’da Suat Derviş Hanım’ın Fosforlu Cevriye romanından oyunlaştırdığım bir müzikalim var. 40 yıl önce de aynı kitap bana imzalanıp vedildiğinde çok uğraşmıştım. Fakat o zamanlar ben değil kimse oyun haline getiremedi. 40 yıl sonra bunu başardım. Hatta şarkı sözlerini bile yazdım. Atilla Özdemiroğlu da müziklerini yaptı. Ankara Devlet Tiyatrosu’nda 5 sene kapalı gişe oynadı. Bunun İstanbul’da oynanması için geçen sene çalışmalara başladım. Fakat sponsor olayını çözebilmiş değilim. Eğer bu oyunu İstanbul’da oynatamazsam gözüm açık gidecek gibi hissediyorum. Şu an için tek sorunum bu. Bu arada salon da yok tabii. Nerede oynanacak bu da bir sorun.”