Av. Nazım Tural
1991 yılına gelindiğinde, taraflar arasında, müzakerelerin sürdürülebilmesi için yeterli bir ilişki kurulmuş oluşmasına karşın, sürecin çok sayıda ölümlerin olduğu şiddet sarmalı içinde yürütülmesi zorunluluğu vardı.
Süren şiddet karşısında hükümetin yetersiz kalması, polisin IFP militanlarını para ve silah desteği ile ANC üzerine saldırttığının ortaya çıkması, Ulusal Parti’nin pozisyonunu ANC karşısında oldukça zayıflatmıştı.
Bu gelişmeler olurken, Temmuz 1991’de, 30 yıl sonra ilk kez GA’da yapılan ANC Ulusal Konferansı, yalnızca Güney Afrika için değil, ANC için de yeni bir dönemin arifesinde yapılmaktaydı. Bu dönemde ANC, silahlı çatışma döneminden politik örgüte dönüşme sorunlarını yaşamakta, kendi içinde bu tartışmaları sürdürmekteydi.
Bu yönde yapılan tartışmalar sonrası, öncelikle ANC üst yönetiminde kadro değişikliğine gidildi. Başkanlığa Mandela seçilirken; Genel Sekreterliğe, Cyril Ramaphosa getirildi. Uzun zaman komşu ülkelerdeki kamplarda yaşamış olan ANC kadrolarının, ülkedeki değişim ve koşullara yabancılıkları, bu kadroların yerel koşullara adapte olmalarında ciddi sorun oluşturmaktaydı. Ayrıca, uzun zaman silahlı mücadele eden örgütün, silahlardan arınarak, “siyasi parti” kimliğini benimsemesi önemli bir sorun olarak ortaya çıkmıştı.
Ancak, müzakereler öncesi beyaz azınlık hükümeti tarafından öngörülen anayasa tasarımı ile siyahların olmasını istedikleri arasında ciddi farklılık bulunmaktaydı. Beyazlar, demokratik bir seçimde siyahların oyların çoğunluğunu alarak, parlamentoda beyazları azınlıkta bırakacağını düşünerek, beyazların da yönetimde yer alacağı bir sistem istemekteydiler. Ayrıca, beyazların sahip olduğu mülkiyet ve malvarlıklarının güvenceye alınması, serbest Pazar sisteminin benimsenmesi beyazlar için önemliydi.
ANC Başkanlığı’na seçilen Mandela, müzakere eden taraflardan biri olan Ulusal Parti’nin bu süreçte tek başına hükümet ederek hem hakem hem oyuncu olmasının kabul edilemeyeceğini, güvenlik güçlerini kontrol edemediğini, süreci yürütecek, bir ulusal birlik geçiş hükümeti kurulmasının gereğini dile getirmeye başladı.
De Klerk, geçici hükümet fikrine, anayasal bir temeli olmayacağı ve seçimle kurulmuş olmayacağı, meşruiyet sorunu olacağı nedeniyle karşı çıktı.
ANC, seçimle kurulacak bir “kurucu meclis”in anayasayı hazırlamasında ısrarlıydı. Kurulacak meclisin genel oyla yapılacak seçimlerle, nisbi temsil esasına göre oluşmasını istemekteydiler. Mart 1991’de ANC ve yakın partnerleri Komünist Parti ve Sendikalar Birliği bu amaçla geniş bir kampanya başlattılar. Bu kampanya ile örgütler dışında kalan geniş kesimlerin desteğinin elde edilmesi amaçlanmaktaydı.
IFP Lideri Buthelezi ise, her zamanki tutumu ile ANC’nin önerilerine kuşku ile yaklaşmakta, ANC’nin, IFP’yi dışlama veya ikinci plana itme stratejisi izlediğini düşünmekte, bu nedenle, bölgesel siyasi iktidarı koruma isteği ile federal bir sistemden yanaydı.
Müzakere sürecinde, ülkenin önde gelen siyasi güçleri, siyasi çözüm arayışını yürütürken; sivil toplum kuruluşları, kiliseler, iş adamlarının örgütleri uluslararası kuruluşların da yardımı ile ülkede şiddetin önlenmesi, toplumun geçiş sürecine hazırlanması için çeşitli çalışmalar yürütmekteydiler.
Bu arada, Mandela’nın yılın başında, diğer politik örgütlerin de katılacağı çok taraflı görüşmeler için yaptığı çağrı, hükümet ve diğer siyasi örgütler tarafından benimsenmişti, ancak belli bir sonuca ulaşılması için eylüle kadar beklemek gerekti. Bu girişimin önemli sonucu, 14 Eylül 1991’de 27 politik organizasyon tarafından imzalanan uzlaşma belgesiydi. Bu uzlaşma kapsamında oluşturulan çalışma grupları, bölgesel ve yerel birimlerle şiddetin önlenmesi için çalışmalar yürütmeye başladılar. Bu çalışmalarda sadece şiddet ele alınmakta, yeni bir anayasa üzerinde durulmamaktaydı. Ancak, bu kadar çok örgütün bir araya gelerek iletişim kanallarının kurulması, geniş katılımlı bir kongrenin toplanmasını kolaylaştırdı.
Siyasi iklimin olgunlaştığını düşünen Mandela’nın çağrısı üzerine, birinci Demokratik Güney Afrika Kongresi 20 Aralık 1991’de toplandı. Siyasi yasakların ve Mandela’nın serbest bırakılmasından yaklaşık iki yıl sonra başlayan kongre, müzakere sürecinde özel bir önem taşımaktaydı. Bu kongre ile ilk kez beyazların hükümeti karşısında, başta ANC olmak üzere, sayıları 20’ye yaklaşan aralarında siyah örgütlerin de yer aldığı siyasi örgütler yer almakta ve müzakereler resmen başlamış olmaktaydı. Açılış konuşmalarında söz alan liderler tarafından dile getirilen hususlar, oldukça iyimser bir havanın oluşmasına yol açmıştı.
Kongrede, GA Hükümeti - Ulusal Parti dışında, ANC, IFP - Inkhata Özgürlük Partisi, Demokratik Parti, GA Komunist Partisi, GA Hint Kongresi, Renkliler İşçi Partisi, Hint Ulusal Kongre Partisi, Dayanışma Partisi, bazı yerli kabilelerin liderleri, sağcı beyazların muhafazakâr partisi katılmıştı. Kongre’nin önemi nedeniyle uluslararası toplum tarafından da izlenmekteydi. BM, İngiliz Milletler Topluluğu, Avrupa Birliği, Afrika Birliği Örgütü Kongre’ye gözlemci olarak katıldı.
Kongre gündemini, Kongre’ye gelene kadar ANC ile Ulusal Parti arasında yapılan görüşmelerde ele alınan, üzerinde uzlaşmaya varılan veya varılamayan hususlar oluşturmaktaydı.
ANC ile Ulusal Parti’nin önceden uzun süren görüşmeler yapmış olmaları ve müzakere sürecine yönelik bazı ilkeler üzerinde anlaşmış olmaları; sürecin önde gelen diğer önemli aktörleri, özelikle PAC- Pan Afrika Kongresi ve IFP- Inkhata Özgürlük Partisi tarafından ciddi kuşkularla karşılanmaktaydı ve kendilerini dışarıda bırakacak düzenlemeler olduğu kuşkusu ile her iki siyah siyasi örgüt Kongre’yi boykot etti.
Mandela, açılışta yaptığı konuşmada, bu Kongre ile GA’da geri dönülmez bir noktaya gelindiğini, Kongre’nin özel görevinin yeni anayasayı hazırlayacak, kurucu meclise giden yolu açmak olduğunu söyledi. Ardından, hükümete geçici görev yapacak bir ulusal birlik hükümetine öncülük etmesi için çağrıda bulundu.
Kongre’de, beş çalışma grubu oluşturuldu ve bunların Mayıs 1992’de yeniden toplanacak Kongre’ye kadar, ele alınacak konular üzerinde çalışmaları kararlaştırıldı. Çalışılacak konular arasında; farklı anayasal sistemlerin değerlendirilmesi, özgür-barışçı siyasi iklimin yaratılması, TV-Radyo kurumunun yeniden yapılanması, geçici görev yapacak hükümetin oluşumu gibi konular vardı.
Mandela Kongre öncesi De Klerk ile uzun telefon görüşmesi yapmış, De Klerk, kapanışta Mandela’nın yerine son konuşmayı yapmak istemişti. Ancak, De Klerk’in konuşması ANC mensupları üzerinde soğuk duş etkisi yarattı. De Klerk, beklenmedik biçimde, ANC’yi verilen sözleri tutmamakla, özel ordu kurmakla, Ulusal Barış Uyumunu ihlal etmekle, azarlar bir tonla konuşarak suçladı.
Bunun üzerine Mandela tekrar konuşma yaparak De Klerk’i meşru olmayan, güveni yitirmiş azınlık yönetimi başkanı olarak niteledi ve barış girişimlerinin ANC tarafından başlatıldığını, sözlerini tutmayan tarafın hükümet olduğunu, silahlı mücadeleyi askıya aldıklarını, hükümetin gizlice ANC’ye karşı silahlı saldırıları finane ettiğini, Inkatha militanlarına para yardımı yapıldığının ortaya çıktığını, De Klerk’in bunlardan haberi olmadığını söylediğini, böyle bir olayı bilmeyen kişinin o makamda kalmaya layık olmadığını söyledi. Konuşmasının sonunda tonunu biraz yumuşatarak, tüm hatalarına karşın kendisiyle çalışmaya hazır olduğunu ekledi.
Kongre’den altı hafta sonra Ulusal Parti’nin güçlü olduğu kent Potchefstroom’da yapılan yerel seçimde ciddi kayba uğraması üzerine, De Klerk, beyazlar arasındaki siyasi desteğini görmek üzere ülke çapında 17 Mart 1992’de referanduma gitti. Referandum’da müzakereleri destekleyip desteklemedikleri soruldu. Mandela’nın ifadesi ile Amerikan tipi yoğun kampanya yürüten De Klerk’e destek % 69 çıktı.
İkinci Kongre öncesi, sürecin asli aktörleri durumunda olan ANC ve Ulusal Parti müzakerecileri zaman zaman bir araya gelerek, Kongre hazırlıklarını sürdürdüler. Kongre’den bir gün önce Mandela ve De Klerk bir araya gelerek son görüşmeyi yaptılar, iki lider ilk toplantıda yaşanan gerilim sonrası ilk kez bir araya gelmekteydi.
Diğer yandan, Ulusal Hükümet’in pozisyonunu zayıflatan iki önemli gelişme oldu. Siyahların yaşam bölgelerini geliştirmekle sorumlu devlet dairesinde, önemli boyutlara ulaşan yolsuzluk ve güvenlik güçlerinin ve askeri istihbaratın ANC’ye karşı örtülü operasyonlar düzenlediği ortaya çıkmıştı.
Kongre öncesi, ANC ile Ulusal Parti arasında alınacak kararlara yönelik uzlaşma amacıyla yapılan görüşmelerde, yakınlaşma olsa da, görüş ayrılıklarının önemli ölçüde sürdüğü ortaya çıktığı görülmekteydi. Ulusal Parti, Kurucu Meclis’te hükümet yapılanması, bölgeler, haklar ve özgürlükler gibi önemli konularında alınacak kararlarda yüzde 75 gibi yüksek bir oy yüzdesi aranmasını istemekte, ANC kabul etmemekteydi. Özetle, Kongre’ye asli aktörler arasında uzlaşma olmaksızın gidilmekteydi.
Kongre 15 Mayıs 1992’de başladı. Kongreye, tarafların öncelikli konular üzerinde önceden uzlaşmaya varamamış olmaları nedeniyle, kötümser bir havada başlandı. İlk gün tarafların pozisyonlarının belli etmesiyle, anlaşma olmayacağının ortaya çıkması üzerine toplantı sona erdi. Uzlaşmazlığı çözme amacıyla aynı gün akşamı, Mandela ve De Klerk bir araya geldiler, daha yapıcı bir tutumla Kongre’yi sürdürmeyi kararlaştırdılar.
Ertesi gün yapılan oturumda, De Klerk, kurulacak sistemde azınlık olarak, çoğunluk yetkisinin kötüye kullanılabilmesi olasılığına karşı duydukları endişeler karşısında güvence arayışını, “azınlık vetosu” gibi hususları dile getirdi. Ancak, bu ve öncesinde dile getirdikleri öneriler, ANC’nin çoğunlukçu ilkelere göre çalışacak meclis arayışı ile uyuşmamaktaydı. Ancak, ANC’nin belirlediği ilkelerden taviz vermesi söz konusu değildi ve De Klerk’in endişeleri giderilemedi.
Kongre, böylece anlaşmazlıkla sonuçlanmış oldu. Ancak, ANC ve Hükümet ikili görüşmeleri, uzlaşma arayışını sürdürmeyi kararlaştırdılar. Kongre’nin başarısızlığı, uluslararası toplumun da ilgisini çekmiş, ABD tarafından da izlenmekteydi ve Başkan Bush çatışmanın sonlanması için uzlaştırma önerdi, ancak öneri hem Mandela, hem de De Klerk tarafından kabul edilmedi. Mandela, 15 Temmuz’da BM Güvenlik Konseyi’nde yaptığı konuşmada De Klerk’i ve hükümetini suçlayarak, Konsey’e şiddetin durdurulması için çağrı yaptı.
Bu arada, ANC ve sendikalar işbirliği yaptığı kuruluşlarla birlikte, hükümet üzerinde siyasi baskı yaratabilmek ve uzlaşma yolunun açılabilmesi amacıyla, ülkede ciddi etkiler uyandıran kitle gösterilerini başlattı. 1976 Soweto ayaklanması yıldönümünde, 16 Haziran 1992’de başlayan grevler, kitle gösterileri ve boykotlar, 3-4 ağustosta yapılan iki günlük ulusal grevle son buldu.
Bu arada, ANC ile Ulusal Hükümet’in arasını daha çok açan bir katliam olayı yaşandı. 17 Haziran 1992 gecesi bir grup Inkhata militanı, Boipatong’a saldırdı ve çoğunluğu kadın ve çocuk 46 kişiyi öldürdü. Polisin bu konuda herhangi bir işlem yapmaması siyahlar arasında öfke dalgasına neden oldu. Olay yerine giden Mandela, yaptığı konuşmada, şiddet eylemleri sonrası, De Klerk’i timsah gözyaşı dökmekle, siyahların iktidarını önlemek için şiddet uygulamakla, Nazi Almanyası gibi, bu insanların sadece siyah olduğu için öldürüldüğünü söyledi ve Hükümet’le ikili görüşmelere son verildi.
Ardından, ANC yeniden sokaklara çıktı, kitle gösterilerine başladı. Ancak bu gösterilerde de başka bir katliamla karşılaştı. 7 Eylül 1992 günü 70.000 kişinin katıldığı, hükümeti protesto yürüyüşünde Ciskei’de askerlerin açtığı ateş sonucu 29 kişi öldü.
Yaşanan katliamlar sonrası, kitle gösterileri ve grevler toplumsal düzeni sarsarken, bir yandan De Klerk ile Mandela arasında karşılıklı suçlamalar, meydan okumalar yaşanmakta; bir yandan da kitlelerin yatışması, güvenlikli yaşam arayışı da sürmekteydi. ANC çevreleri ve kadrolarında öfke etkisi altında, yeniden silahlı mücadeleye dönme çağrıları yapılmaya başlanmıştı, yönetim sorgulanmaktaydı. Diğer yandan, yaşanan trajediler, politik çözümün aciliyetini gündeme getirmekte, her iki tarafta da görüşmelerin sürdürülmesi talepleri de dile getirilmekteydi.
Uluslararası toplumun baskısı ve süren şiddet yanında, uygulanan ekonomik ambargolar, sermayenin yurt dışına kaçışı gibi tüm ülkeyi etkileyen olumsuz koşullar hem Ulusal Parti hem de ANC’yi uzlaşmaya gitmeye zorlamaktaydı.
Her geçen gün zorlanan Ulusal Parti içinde yapılan değerlendirmeler sonrası, ANC’nin önerilerine oldukça yaklaşan fikirler hükümet görüşü olarak belirlendi. De Klerk, daha fazla zaman geçirmeden ANC ile görüşmelere başlamayı düşünmeye başladı.
26 Eylül 1992 günü, Mandela, De Klerk ile buluşarak, çözüme giden yolu açan bir uzlaşmaya vardılar. Taraflar arasında anlaşmaya varılan “Uzlaşma Belgesi” ile sürdürülecek müzakerelere temel oluşturan ilkeler ana hatlarıyla belirlenmekteydi: Hükümet ve ANC, anayasayı yapmak üzere seçimle bir meclis oluşturulması, bu meclisin anayasa yapma yanında, yeni yönetimin yasama organı olarak görev yapması da kabul edilmişti. Anayasayı yapacak Meclis’in seçim tarihinin belirlenmesi ve kararlarının hangi çoğunlukla alınacağı hususları müzakere sürecine bırakılmıştı. Ayrıca, geçici bir hükümet kurulması, siyasi mahkûmların durumu, tehlikeli silahlar, güvenlik konularını ele almak konusunda mutabakata vardılar.
Bu arada, Ekim’de ANC içinde, çözüm sürecinde, seçimle iş başına gelecek, belli bir süreliğine yetki paylaşımı temelinde görev yapacak, ulusal birlik hükümeti kurulması önerisi benimsendi.
Aralık 1992’de, ANC hükümetle yeniden gizli görüşmelere başladı. Görüşmeler, Uzlaşma Belgesi esas alınarak yürütüldü ve yapılacak seçimlerde yüzde 5’in üzerinde oy alacak tüm partilerin oyları oranında yer alacağı, beş yıl süreli bir Ulusal Birlik hükümet kurulması konusunda anlaşmaya varıldı. Bu anlaşma Şubat 1993’te ilan edildi ve seçimlerin 1993’ün sonu itibariyle olabildiğince erken bir tarihte yapılması kararlaştırıldı.
1 Nisan 1993’te toplanan, çok taraflı müzakere forumu olarak anılan Kongre’ye, önde gelen siyasi partiler yanında, daha önce katılmayan bazı beyaz siyasi partilerin ve yerel-geleneksel liderlerin katılmasıyla temsil edilen örgüt sayısı 26’ya yükselmişti.
Forum’da Hükümet ve ANC daha once gündeme alma konusunda anlaştıkları konuları gündeme getirerek, diğer tarafları bu sürece dâhil olmaya çağırdılar. Bu durum diğer katılan taraflar üzerinde ciddi bir baskı oluşturmuş oldu. Bu durumu dışlanma olarak gören Inkatha Freedom Partisi lideri Buthelezi, protesto ederek çekildi.
10 Nisan 1993’te Komunist Parti ve ANC’nin silahlı kanadının lideri, Mandela’nın çok yakını ve sevdiği Chris Hani’ nin ırkçı bir beyaz tarafından öldürülmesi ülkeyi yeniden kaosun eşiğine getirdi. Bu olay nedeniyle çıkan ayaklanmalarda 70 kişi öldü, iş yerleri yağmalandı, iş yerleri boykot edildi, ülkenin her yanında protesto eylemleri yapıldı. De Klerk’in etkisiz kaldığı bu dönemde, Mandela televiyonda yaptığı çağrılarda siyahları sakinleşmeye, acılarını kontrol etmeye çağırdı, yatıştırmaya çaba gösterdi.
Diğer yandan, bu olay süreci sabote etmek isteyenlerin şiddeti sürdürmekteki kararlılıklarını göstermekte, taraflara çözüm için daha hızlı haraket etmeleri gereğini hatırlatmaktaydı. Ayrıca, bu olay, dengenin ANC lehine oluşması, Mandela’nın elinin güçlenmesi sonucu doğurmuştu.
Ancak, süren şiddet nedeniyle müzakereleri düzenli biçimde sürdürmek olası değildi. Müzakereler, bir kez daha, Haziran 1993’te ırkçı beyaz Afrikaner örgütünün Dünya Ticaret Merkezine zırhlı bir araçla yapılan saldırısı ile kesintiye uğradı.
Kongre, süren şiddetin etkisinde, çözüm baskısı altında çalışmalarını sürdürme durumundaydı. Oluşturulan komiteler çalışmalarını sürdürdü. Komiteler tarafından geliştirilen öneriler çerçevesinde, Ekim’de ANC ve Ulusal Parti, geçiş anayasası, ulusal birlik hükümeti, başkan yardımcıları, kabine üyelikleri gibi hususlarda anlaştılar. Kasım ayında bir araya gelen Mandela ve De Klerk arasında da uzlaşma sağlandı. Ulusal Parti, hükümet içinde alınacak kararlar üzerideki veto yetkisi isteğinden vazgeçti.
Kongre’de 18 Kasım 1993 günü kabul edilen geçici anayasa, 22 Aralık 1993’te Parlamento’da onaylandı. Ardından, öngörülen demokratik seçimlere giden süreç başladı.
Ancak, şiddet devam etmekteydi. Özellikle varılan uzlaşmadan memnun olmayan ve seçimlere katılmama kararı alan Inkhata Özgürlük Partisi militanları saldırılarını sürdürmekteydi. 28 Mart günü, johannesburg’da ANC karargâhına yapılan saldırıda açılan ateşle 53 kişi öldü. Seçimleri boykot eden, IFP Lideri Buthelezzi, eski ABD Dış İşleri Bakanı Henry Kissinger ve eski İngiltere Dış İşleri Bakanı Lord Harrington’un aracılığı ve Mandela’nın Buthelezi’ye bölgesi için özel düzenleme sözü üzerine seçimlere katıldı.
Seçimler 27 Nisan 1994 günü yapıldı. Güney Afrlka tarihinde ilk ikez siyah çoğunluğun oy kullandığı seçimlerde, ANC % 62 oy oranı ile seçimleri kazandı, % 20 oy alan Ulusal Parti ile Ulusal Birlik Hükümeti kuruldu. Mandela Başkan oldu, yardımcılıklarına De Klerk ve Thabo Mbeki geldi. Geçiş süreci, 1995’te hazırlanan anayasa ve bu anayasada yer alan hükümler çerçevesinde kurulan Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu çalışmaları ile sürdürüldü.
Müzakerelerin sürdüğü 1990-93 dönemi, aynı zamanda en çok şiddetin yaşandığı, en çok insanın öldüğü dönem oldu. 1990’da ölenlerin sayısı 3.600’dü. 1991’de toplam 2.700 kişi öldü. 1992’de bu sayı 3.500 kişiye, 1993’te ise 4.500’e ulaştı. Özetle, 1990-93 döneminde toplam 14.300 kişinin öldüğü kaydedilmekte. Bu arada, ölenlerin önemli bir kısmının siyahlar arası çatışma, Inkhata Özgürlük Partisi ile ANC militanları arasında olduğuna da işaret edilmekte.
10 Kasım 1993’te Apartheid sistemini bitiren liderler olarak, Nelson Mandela ve FW De Klerk Nobel Barış ödülüne layık görüldüler.
Makale, ağırlıklı olarak aşağıdaki kaynaklardan yararlanarak hazırlandı:
Nelson Mandela, Autobiography, Long Walk to Freedom. Little, Brown and Company, NewYork, 1995
David Welsh, The Rise and Fall of Apartheid, Jonathan Ball Publishers, Johannesburg & Cape Town, 2009