Güney Afrika’daki müzakere sürecinde Mandela'nın tutumu

Güney Afrika’daki müzakere sürecinde Mandela'nın tutumu

Av. Nazım Tural

 

[email protected]

2. BÖLÜM

Giriş

Devlet Başkanı De Klerk’in 2 Şubat 1990 günü Parlamento’da yaptığı konuşmasında verdiği sözler,  Mandela’nın serbest bırakılması, ANC-Afrika Ulusal Kongresi ve diğer yasaklı örgütlerin yasaklarının kaldırılması, Güney Afrika’da yeni bir dönemi, “müzakere” dönemini başlatmaktaydı.

Ancak, iyimser hava yanında, her iki taraf mensupları arasında müzakere sürecine karşı seslendirilen kaygılar ve kuşkular, yaklaşık elli yıllık derinden bölünmüş toplumda, oy kullanma hakkından dahi yoksun bırakılmış siyahlarla ırkçı beyazlar arasındaki karşılıklı güvensizlik duygusunu dile getirmekteydi. Bu güvensizliğin tüm süreç boyunca kendini gösterdiği, özellikle süreci sabote eden şiddet saldırılarının bu kuşkuları güçlendirdiği gözlenmekte.

De Klerk’in müzakere zamanının geldiğini söylemesi, böyle bir sürece hazır olmayan ve mücadelenin ancak silahlı yürütülebileceğine inanan genç kadrolar üzerinde ciddi şaşkınlık yaratmıştı. Silahlı mücadeleden vazgeçilmesi, ANC kadroları arasında genelde tereddüt ve şüpheyle karşılanma yanında; şahinler kanadının ciddi tepkilerine de neden oldu. Bazı şahinler, sürece karşı çıkarken, tepki olarak silahlı mücadelenin yoğunlaştırılmasını istemeye başladılar. Kadroları yatıştırma durumunda olan liderler, hem müzakerelerin sürdürüleceğini, hem de silahlı mücadelenin süreceğini söyleyerek çelişkiye düşmüşlerdi.

He ne kadar, bu döneme ilişkin kamu oyu yoklamaları De Klerk’e olan desteğin oldukça güçlü olduğunu gösterse de, benzer durumun Ulusal Parti kadroları arasında da yaşandığı görülmekteydi. De Klerk’in müzakereler için kendini çok erken taahhüt altına soktuğu, yaşanacak kısmi başarısızlığının dahi, şahinlerin güç kazanmalarına neden olacağı yorumları yapılmaktaydı.

Diğer yandan, güvensizliğin, müzakere eden asli aktörler durumunda olan, Ulusal Parti ve ANC adına görüşmeleri yürüten temsilciler için de, hatta önemli ölçüde Mandela için de geçerli olduğu gözlenmekteydi. Siyahlar, Mandela’nın hükümetle cezaevinde başlayan temaslarında neler konuştuğunu merak ederken; beyazların önemli bir kısmı, hükümetin tutumunu kuşku ile izlemekte, siyahların olası iktidarında beyaz azınlığın durumunun ne olacağını öğrenmek istemekteydiler.

Kamuoyu yoklamalarında, De Klerk’e olan destek giderek yükselmekteydi. De Klerk’in parlamento konuşması öncesi, 1988’de çözüm için görüşmelere evet diyen beyazların oranı 36.2 iken, Ocak 1990’da 52.3’e yükselmişti.  Şubat 1990’da, Ulusal Parti seçmenlerinin 54’ü ANC ve belli başlı siyah örgütler üzerindeki yasakların kaldırılmasını desteklemekteydi. Daha cesaretlendirici  sonuçlar, temmuz 1990’da geldi. ANC ile Ulusal Parti arasındaki görüşmeleri, ankete yanıt veren 3. 725 kişinin 74.5’i desteklemekteydi.

 

Mandela’nın tutumu

 

Mandela 27 yıl sonra cezaevi kapısından ayrılırken 71 yaşındaydı, fakat hayatın kendisi için yeniden başladığını ve üzerine ağır sorumluluklar getirdiğini hissetmekteydi.

Mandela’nın cezaevi çıkışı ve hemen sonrasındaki konuşmalarında, ANC kadrolarının duyarlılıkları ve ANC ile beraber mücadele eden Komünist Partisi’nin temel politikalarını dikkate aldığı, söylemlerinde öncelikle bu kesimlerin kuşkularına hitap etme, kuşkularını giderici olma gereğini duyduğu gözlenmekte.

11 Şubat 1990 günü, Cape Town’da binlerce kişinin toplandığı meydanda belediye binası balkonunda yaptığı konuşma, beklenenin aksine oldukça sert bir konuşmaydı. Mücadele eden arkadaşlarına teşekkür sonrası, kendilerini silahlı mücadeleye yönelten koşulların halen varlığını sürdürdüğünü, mücadelede gevşemenin gelecek nesillerin kendilerini affetmeyeceği bir hata olacağını söyledi. Hükümetle görüşmeleri hakkında bilgi verme gereğini hissederek, hükümetle görüşmelerinin ülke geleceğine ilişkin müzakere olmadığını, sadece hükümetle ANC arasında görüşme sağlamak için ısrar ettiğini, gerçek bir müzakere için olağanüstü halin kaldırılması ve tüm siyasi tutukluların bırakılması gerektiğini söyledi. Konuşmasının sertliği, De Klerk’in doğru bir kişi olduğunu söylemesiyle kısmen yumuşadı.

Mandela sert söylemiyle siyahlara ve ANC kadrolarına değişmediğini, eğilmediğini, hükümetle aralarında gizli bir gündem olmadığı mesajı vermek istemekteydi. Ayrıca mücadele’nin bitmediğini, farklı bir biçimde yeniden başladığını, ANC’nin sadık ve disiplinli bir üyesi olduğunu siyahlara ve hükümete karşı seslendirmesinin çok önemli olduğunu düşünüyordu. Ancak, De Klerk hakkındaki çok kısa olumlu tanımı dahi bir çok siyah ve ANC mensubunun kuşku duyması için yeterliydi.

Mandela ayrıca, gelecekte ekonominin yapılanması konusunda, sosyalistleri ve Komünist Parti mensuplarını dikkate alma gereği hissederek; madenleri, bankaları, tekelleri millileştirmenin ANC’nin temel politikası olduğunu söyledi.

Mandela’nın geceyi geçirdiği Rahip Desmond Tutu’nın evinde ertesi gün yaptığı basın toplantısı, tüm ülke ve birçok yabancı kanal tarafından canlı yayınlanmaktaydı. Mandela’nın bu kez söylemini yumuşattığı, medyaya, özellikle beyazların medyasına da adını gündemde tuttukları için teşekkür ettiği görüldü. Ayrıca, beyazların bu süreçte çok önemli rolleri olduğunu, beyazları bir yere itmek istemediklerini, “beyazların korkuları ile siyahların ümitleri arasında orta bir yer olduğunu” ve bunu bulacaklarını ifade etti. Bir soru üzerine, silahlı mücadeleyi desteklemesi ile müzakerelerin başlamasını istemesinde bir çelişki olmadığını, devletin silahlı mücadeleden vazgeçmesi halinde kendilerinin de barışçı olacağını söyledi.

Mandela’nın konuşmaları, başta De Klerk olmak üzere, beyazlar için, özellikle madenlerin millileştirilmesinden söz etmesi, iş adamları için ciddi bir düş kırıklığı oldu. Ancak, her iki hasım taraf artık müzakere yoluna girmiş siyasi liderler olarak görüşmeler için hazırlanmaktaydı.  

Bu arada, çok sayıda devlet ve hükümet başkanından kutlama telgrafı alan Mandela’yı ABD Başkanı Bush telefonla arayarak kutladı. Mandela 27 Şubat günü Lusaka’ya ANC Yürütme Kurulu ile görüşmeye gitti. Zimbabve, Botswana, Mozambik, Uganda devlet başkanları da kendisiyle görüşmek üzere gelmişti. Yürütme Kurulu üyeleri, yıllar sonra gördükleri Mandela’nın ne kadar değiştiğini öğrenmeye çalışmakla birlikte, kendisini ANC Başkan Yardımcılığına getirdiler. 

İlk altı ay içinde yaptığı yurt dışı seyahatlerde, Afrika ülkeleri, Avrupa ve BM’i ziyaret etti. Bu arada, Stokholm’a giderek Oliver Tambo ile görüştü. Nisan 1990’da Londra-Wembley’de onuruna düzenlenen büyük konsere katıldı, dünya televizyonlarına yansıyan bu konserde, tüm anti-apartheid kurumlara verdikleri destek için teşekkür etme fırsatı buldu.      Taraflar arası görüşmelere başlamadan  önce “Apartheid” sistemine son verme amacıyla, silahlı çatışmaları bitirme konusunda genelde bir anlaşma olsa da, sonrasında kurulacak anayasal sistem konusunda tarafların beklentileri çok farklıydı. Başta De Klerk olmak üzere, beyaz hükümet genel oy sistemi yanında, azınlık konumuna gelecek beyazların belli bir oranda parlamentoda yer almasını, çoğunluk hükümetini engelleyebilecek veto hakkına sahip olması gibi bazı güvenceler elde etmeyi istemekteydiler. Siyahlar ise, genel oy sistemine dayanan, çoğunluğun hükümet kurabileceği bir sistemde ısrarlıydılar.

Taraflar hazırlıklar sonrası görüşmelerin 11 Nisan’da başlaması konusunda anlaştı. Ancak, 26 Mart günü, Sebokeng’de gösteri yapan siyahlar üzerine polisin ateş açması sonucu 8 kişi öldü, çok kişi yaralandı. Olay üzerine öfkelenen Mandela, görüşmenin askıya alındığını, polisin her siyahı hedef olarak gördüğünü, De Klerk’i ikaz ederek, bir yandan müzakerelerden söz ederken, diğer taraftan insanları öldürdüğünü söyledi.

 

İlk görüşme

 

Daha sonra, Mandela De Klerk’le özel bir görüşme yaparak mayıs ayında görüşmelerin başlaması konusunda anlaştılar. 

Görüşmeler, ANC ile GA Hükümeti arasında 4 Mayıs 1990 günü başladı ve 3 gün sürdü. Mandela ve De Klerk’in de katıldıkları bu ilk görüşme Mandela’ya göre,  GA tarihinde çok önemli bir kilometre taşı oluşturmaktaydı. Bu toplantı yalnızca ANC’nin uzun yıllar mücadele ettiği amacını gerçekleştirmede önemli olması yanında, siyahlar ilk kez beyaz hükümet temsilcileriyle eşit düzeyde görüşmeciler olarak masada bulunmaktaydılar.  

Yapıldığı bina, Groote Schuur adıyla anılan bu toplantıda; iki taraf, var olan şiddet ve tehdit ortamını, müzakereler önündeki engelleri kaldırma, istikrar ve barışçı müzakere sürecini sağlamayı taahhüt etmekteydiler. Bu çerçevede hükümet siyasi tutukluların salınması, yurt dışındakilerin dönüşü ve yargılama dışı tutulması konusunda taahhütte bulundu.

Görüşmelerde genel uzlaşma yanında; siyasi suç, siyasi suçlu gibi kavramların tanımlanması öncelikli sorun olarak ortaya çıktı. Taraflar, ortaya çıkan bu gibi teknik konular konusunda çalışmak üzere ortak komite kurulmasını kararlaştırdılar. Komite’den, siyasi suçların tanımı konusunda çalışma yanında; ülke içinde ve dışındaki siyasi mahkumların salınması, siyasi suçluların affı konusunda bir takvim, kriterler konusunda öneriler hazırlaması istendi. Çalışma grubunun görevlerinin 21 Mayıs 1990’a kadar tamamlanması öngörüldü.

Çalışma grubunun görüşmelerine ilişkin dokümanlar gizli tutulacaktı. Ayrıca, Hükümet ile ANC arasında var olan şiddet ve tehdit ortamını ortadan kaldırmak için etkili iletişim kanalları kurulması kararlaştırıldı. İlk görüşmenin oldukça iyi, barışçı bir havada ve bir sorun çıkmadan sonlanması, müzakereye giden yolu açması, Mandela ve De Klerk’i memnun etmişti. Taraflar bu görüşme sonrası, tarihsel husumet ve bölünmeye karşın, bir araya gelerek birbirlerini dinleyerek medeni bir görüşme ortamı kurabildiklerini keşfetmişti.  Ancak, barışçı müzakere süreci taahhüdüne karşı, ANC liderleri radikal taraftarlarına, hükümete taviz vermediklerini göstermek için, silahlı mücadeleyi askıya alma konusunda taahhütte bulunmamıştı.   Haziran’ın ilk günlerinde Mandela, Avrupa ve ABD’ye seyahate çıktı. Seyahat öncesi görüştüğü De Klerk, kendisinden GA’ya uygulanan ambargoların kaldırılması konusunda yardımcı olmasını istedi. Mandela, ambargoların bu aşamaya gelmede çok önemli olduğunu, Apartheid sona ermeden ve bir geçiş  hükümeti kurulmadan bunu isteyemeyeceğini söyledi.

Mandela, Fransa’da Mitterand’la görüştükten sonra, İsviçre, Italya, Hollanda’ya gitti.  Ardından ABD’ye uçtu. New York, Harlem’de stadyumda konuştu, Wahington’da Kongre’ye hitap etti, Başkan Bush ile özel bir görüşme yaptı, uygulanan ambargonun sürdürülmesini istedi. ABD’nin ardından Kanada’ya geçti, Başbakan’la görüştü, Parlamento’ya hitap etti. Dönüşte, Londra’ya uğradı, Başbakan Thatcher ‘la görüştü. Mandela, ülkesine döner dönmez, artarak süren şiddeti de dikkate alarak, normalleşme için, De Klerk’le görüşmek için girişimde bulundu. 

 

Pretoria görüşmesi

                                                                                                                                                                

Bu arada, ANC Yürütme Kurulu, yapılan öneri üzerine silahlı mücadele’nin askıya alınmasını uzun uzun tartıştı. Öneriye karşı olanlar “Silahlı mücadele” nin sadece kavram olarak dahi  kadrolar için çok şey ifade ettiğini, askıya almanın moral bozucu etki yaratacağını ileri sürdüler. Buna karşılık, müzakerelerde yol almanın De Klerk’in elinin rahatlamasına da bağlı olduğu, sürece karşı olan beyazlara, parti üyelerine, bu kararı, sürecin ilk önemli somut sonucu olarak gösterebileceği savunuldu. Ayrıca, barışçıl bir müzakere süreci istenirken, silahlı mücadeleden vazgeçilmemesinin çelişkili bir durum olduğuna da işaret edildi.

ANC, bu tartışmalar sonrası, yapılacak görüşme öncesi tek taraflı olarak silahlı mücadeleyi askıya aldığını ilan etti. Bu duyuru ile, ANC hükümet baskısı ile değil, kendi iradesi ile böyle bir karar almış olmaktaydı. Ancak, bu kararın ANC kadrolarının büyük çoğunluğunca bir tür “satılma” olarak değerlendirildiği kaydedilmekte. Mandela, bu gelişmelerin farkında olarak, zamanın kendi yanlarında olmadığını, zaman ne kadar uzarsa, süreci sabote etmek isteyenlere o kadar daha zaman verilmiş olacağını söylemekteydi. Bu nedenle, ANC mensupları ve sempatizanlarının desteğini kaybetmemek için, gazetelere ilan vererek, silahlı mücadeleden vazgeçilmediğini, silahlı kanadın dağılmadığını, koşullu askıya almanın, polis ve askerlerin tutumuna bağlı olduğunu duyurma gereği duyulmuştu.  6 Ağustos 1990’da GA Hükümeti ve ANC arasında yapılan görüşmede varılan uzlaşma, müzakere sürecinde önemli bir aşamayı oluşturmaktaydı.  Pretoria Minute adı verilen düzenleme ile, ANC ve silahlı kanadı tarafından yürütülen silahlı mücadelenin askıya alınması yanında, her iki taraf, olabildiğince en kısa zamanda barışçıl bir çözüm için yapabildikleri her şeyi yapmayı taahhüt etmekteydiler. Ayrıca siyasi suçluların serbest bırakılması, kendilerine bağışıklık tanınması işlemlerinin Mayıs 1991’de tamamlanması kabul edilmişti. De Klerk, siyasi  aktivitelerin serbestçe yapılabilmesi için, güvenlikle ilgili mevzuatın düzenli olarak gözden geçirilmesini kabul etmekteydi. 

Ayrıca, taraflar sürecin aktörlerinin sadece kendileri olmadığını vurgulayarak ülkenin diğer siyasi kuruluşlarının barışçı müzakerelere katılmaya çağırmakta; böylece, yeni anayasa  görüşmeleri için yol açılmış bulunmaktaydı.

Sürece katılmaları istenen ve önemli sayıda siyah nüfusu temsil eden önemli iki siyasi örgütten biri olan PAC, Pan Afrika Kongresi, 1959 yılında, ANC’nin geliştirdiği politikalara, başka kuruluşlarla yaptığı işbirliğine karşı çıkan bir kısım üyelerin ANC’den ayrılması ile kurulmuştu. Ulusal Parti Hükümeti’ne karşı, ANC ile birlikte hareket etmesine karşın, zaman zaman ayrı düştüğü farklı politikalar izlediği görülmekteydi.

Diğer örgütler arasında, Inkatha Özgürlük Partisi’nin özel bir ağırlığı bulunmaktaydı.   Inkatha Özgürlük Partisi, ANC gençlik kollarında görev yapmış olan, halen liderliğini sürdüren Mangosuthu Buthelezi tarafından, 1975 yılında kurulmuştu. KwaZulu/Natal bölgesinde yaşayan Zulu kökenlilerin örgütü olan IÖP, Inkhata Özgürlük Partisi, Apartheid’a karşı mücadele etmekle birlikte, zaman içinde ANC ile rekabet eden, silahlı çatışmalara giren bir örgüte dönüşmüştü. 

 

Yükselen şiddet

 

GA barış sürecine toplu bakışta, sürecin asli aktörleri durumundaki Hükümet ve ANC arasında belli ilkeler üzerinde uzlaşmaya varılmış olması ve bir dialaog kurulmasının bu sürece karşı çıkan çeşitli kesimleri harekete geçirdiği, sabote etmek için silahlı saldırılara yöneldikleri görülmekte. Bu çevreler arasında; öncelikle, güvenlik güçlerindeki etkili isimler, sürece karşı olan ırkçı beyazlar, bunların örgütleri ve ANC ile sorunlu ilişkileri olan IÖP gelmekteydi. Özelikle, güvenlik güçleri, ANC ile IÖP arasında uzun yıllara giden husumet ve rekabeti kullanarak silahlı çatışmaları kışkırtmakta, IÖP militanlarına silah desteği vermekte, süreci önlemeyi amaçlamaktaydılar. 

Mandela, otobiyografisinde bu dönemde artan polis şiddeti ve rakip siyah kabileler arasında yaşanan çatışma ve artan ölümlere özel yer vererek, yaşanan şiddet olaylarını örnekleri ile anlatmakta, özellikle güvenlik güçlerinin tutumuna dikkat çekmekte. Ülke içinde bu amaçla yaptığı gezide, polisin yaptığı operasyonlarla, barış ve istikrar ortamını bozduğunu, IÖP militanları ile yakın ilişki kurduklarını, ANC mensuplarına saldırı için kışkırttıklarını,  saldırılarda kendilerine yardımcı olduklarını, bu yüzden çok sayıda ANC mensubu siyahın öldüğüne dikkat çekmekte. Bu konuda görüştüğü De Klerk’in ise ANC’ye yönelik saldırıları önlmede yeterli olamadığını vurgulamakta. Özellikle, IÖP mensuplarına, siyasi gösteri ve yürüyüşlerde Zulu geleneksel silahlarını taşımalarına izin verilmesi, De Klerk’in barış konusundaki samimiyetinden ciddi kuşku duymasına neden oldu. Mandela Eylül 1990’da bir konuşmasında, süren şiddetin kendilerini yeniden silaha sarılmalarına neden olabileceğine dikkat çekmiş, bu gelişmelerin süreci sabote etme amacıyla yapıldığını işaret etmişti.

Mandela’nın anlatımına göre, yaşanan şiddet ülkenin birinci gündemi olmuştu, gazeteler her gün şiddet ve ölüm haberleri vermekteydi. Özellikle, IÖP mensuplarının polis işbirliği ile sürdürüdkleri şiddet, ülkede barış ortamı ve süreci tehdit eder düzeye ulaşmıştı. Mandela bu konuda IÖP Lideri Buthelezi  ile kez  görüştü, Buthelezi’nin pek uzlaşmacı olamayan konuşmalarına oldukça uzlaşmacı yanıtlar verdi. İki lider arasında şiddetin sonlandırılması için anlaşmaya varıldı, hatta bir protokol imzalandı. Ancak kısa zaman sonra bu uzlaşmaların yararı olmadığı, şiddetin sürdüğü görüldü.

De Klerk’in yetersizliği, ilişkileri tehdit etmeye başlamıştı. Nisan1991’de yapılan ANC Yürütme Kurulu toplantısında, hükümetin süren şiddetin arkasında olduğu ve bunun müzakere ortamını bozduğu konusunda ortak görüş oluşmuştu. Tepki olarak, açık bir mektupla, güvenlik sağlayacak bazı önlemler yanında savunma ve kamu düzeninden sorumlu bakanların istifası, güvenlik güçlerini sorgulayacak bağımsız bir komisyon kurulması istendi.  ANC, Mayıs ayına kadar zaman tanımıştı. De Klerk, yanıt olarak, güvenlik konularını tartışmak üzere Mayıs ayında çok taraflı, katılımlı bir konferans önerdi.  Bu yanıtı çok yetersiz bulan ANC, Mayıs ayında görüşmelerin askıya alındığını duyurdu.

1990’ın son ayında  Oliver Tambo yaklaşık 30 yıl sonra ülkeye geri döndü. Temmuz 1991’de ANC 30 yıl sonra ülke içinde ilk genel kurul toplantısını yapabildi. Bu toplantıda Mandela, ANC Başkanlığına seçildi. Mandela, konuşmasında müzakereleri daha faza geciktirmeden sürdürmenin, bir an önce geçiş hükümeti kurmanın önemini vurguladı.

Bundan sonraki süreçte, diğer politik örgütlerle birlikte müzakerelerin yürütülmesinde ortaya çıkan uzlaşma sorunları ve süreci sabote eden önemli siyasi katliamlar öne çıktı.

(devam edecek)

Makale, ağırlıklı olarak aşağıdaki kaynaklardan yararlanarak hazırlandı: Nelson Mandela, Autobiography, Long Walk to Freedom. Little, Brown and Company, Newyork, 1995 David Welsh, The Rise and Fall of Apartheid, Jonathan Ball Publishers, Johannesburg & Cape Town, 2009