Av. Nazım Tural
Güney Afrika tarihi, özellikle bu ülkede yaşanan insan hakları mücadelesi birçok ülke ve yani nesiller için öğretici derslerle dolu. Güney Afrika tarihindeki hak mücadelesi, gösterdiği farklılıklar nedeniyle Afrika kıtası ile sınırlı olmayıp, dünyada kendine özgü bir örnek olarak öne çıkmakta... Bu makale ile çok yakın tarihte yaşanmış olmasına karşın ülkemizde az bilinen siyahların eşitlik mücadelesinin özetlenmesi amaçlanmakta.
Güney Afrika tarihi dendiğinde hemen akla gelen, “apartheid” adı verilen beyaz azınlığın yönetici- üstün konumda olduğu, politik ve sosyal hemen her alanının siyah-beyaz ayrımı üzerine oturtulduğu bir yönetim biçimi akla gelmekte.
Güney Afrikada, johannesburg yakınlarında Witwateerstrand’da 1886’da altın madeninin bulunması, izleyen on yıl içinde johannessburgun büyük bir kente dönüşmesi aynı zamanda siyasi kamplaşmalar ve bölünme dönemini başlattı. 1900’lü yılların başında Johannesburg ülkenin siyah ve beyazların bir arada yaşadığı en büyük kenti durumuna gelmişti.
Bu gelişme yanında 1910 yılında, bölgeler arası anlaşmazlıklar bitmiş, Güney Afrika Birliği kurulmuştu. Bu dönem beyaz azınlığın, siyahların kentlere gelişini denetim altına alma ve kendilerini kentler dışında belli yerleşim alanlarında tutacak mevzuatı oluşturma ve uygulama dönemine geçiş yılları olmakta. 1911’de çıkarılan bir yasa ile nitelik gerektiren pozisyonların beyazlara verilmesi öngörülmekteydi.
1913 tarihli Land Act, ilk siyah - beyaz ayrımcılığını, siyahların yaşam alanları belirleyerek uygulamaya geçiren yasa olarak bilinmektedir. Bu yasa ile siyahların kırsal alanda yaşayabilecekleri alanlar (reserves) belirlenmekteydi. Yasa ayrıca siyahların, bağımsız veya kiracı olarak tarım yapma imkanlarını kaldırmakta, siyahları beyazların çiftliklerinde ücretli olarak çalışmaya zorlamaktaydı.
Bu yasanın gündeme gelmesi, siyahların örgütlü tepki sürecine geçişini hazırlamıştı. İleride siyahların ulusal örgütü, ANC’ye (Africa Ulusal Kongresi) dönüşecek Güney Afrika Yerli kongresi, SA Native Congress, 1912’de kuruldu. ANC kuruluş yıllarında, göreceli olarak eğitimli elit denebilecek üyelerden oluşan ılımlı bir örgüt olarak görülmekte.
Bu arada, madenlerde çalışan beyazların; daha ucuz işgücü oldukları için işlerini siyahlara kaptırmaları nedeniyle beyazlar genel greve gitti. Bu grev hükümet değişimine neden oldu ve katı ırkçı beyaz hükümet kuruldu. 1923 yılında çıkarılan bir yasa ise, kentsel alanlardaki siyahların durumunu düzenlemekte, kent yönetimlerine kentlerde siyahların yaşayacağı alanları belirleme yetkisi vermekteydi. Diğer mevzuat ise, siyahların niteliksiz işlerde asgari ücretle çalışmalarını düzenlemekteydi. 1930’lar, GA’ya ilk yerleşen, çoğunluğunu Hollanda kökenlilerin oluşturduğu, “afrikaaner” olarak anılan, beyazların milliyetçiliği’nin yükselişine sahne oldu. Kendilerini hem GA’nın sahibi hem de tanrı’nın seçtiği eşsşiz bir halk olarak gören miiliyetçi – ırkçı yapıları “apartheid” ın giderek yerleşik bir sistem olarak yerleşmesinde en güçlü nedenlerden bir oldu.
1940’lara gelindiğinde çok sayıda siyahın, özellikle kadınların kentlere geldiği ve yerleştiği görülmekte. Burada önemli husus, bu gelen siyahların göçmen işçi olmayıp, kentlere yerleşmiş olmasıdır. 1946’da ilk kez, kentlerde beyazlardan daha çok sayıda siyah yaşadığı kaydedilmekte. Savaş sonrasının ekeonomik etkileri yanında, kentsel alanlara yığılan siyah kalabalıklar beyazlar için tehlike olarak görülmeye başlandı. Özellikle, ekonomik sıkıntılar içindeki beyazlar, siyahların giderek artan nüfüs baskısı ve istihdamda artan sayıları nedeniyle, toplumsal kazanımlarını, işlerini kaybetme tehlikesi içindeydi. 1948’de yapılan seçimleri, ırkçı beyazların beklentilerine yanıt veren; siyahları siyasi, hakları olmaksızın göçmen işçi olarak gören, sayılarının sıkıca kontrol edilmesini, siyahların yerleşim yerlerinin, beyazlardan kesin olarak ayrılmaları öneren Milliyetçi Parti kazandı. Seçim kampanyasının sloganı “apartheid” idi.
Milliyetçi Parti iktidara gelince ırk ayrımcılığını, siyasal, ekonomik ve sosyal yaşamın her alanına yerleştirecek, siyahların hareketlerini ve ekonomik aktivitelerini kontrol altında tutacak yasaları parlamentodam geçirmeye başladı. Uzun bir liste oluşturan bu yasalar arasından bir kaç tanesini saymak, apartheid uygulamsı hakkında fikir verebilir. 1949’da çıkarılan 55 nolu yasa, karma evlilikleri yasaklamaktaydı. Buna göre beyazlarla evlenmek siyahlar için yasaktı. 1950 yılında 21 nolu yasa ise, siyah ve beyazlar arasındaki cinsel ilişkiyi yasaklamaktaydı. Bu konuda polisin çok aktif ve katı bir denetleme yaptığı, evlere, yatak odalarına baskınlar yapıldığı, medyada bu baskınlara yer verildiği kaydedilmekte. Ayrıca, evlenmeleri yasak olan çiftlerin birlikte yaşamaları da önlenmektedi. Bu durumda olan bazı çiftler ülkeyi terketmek durumunda kalmıştı.
Bu yasaların yanında, nüfus ırksal sınıflandırmaya göre kaydedilmekte, her ırk grubu belli bölgelerde yaşamaya zorlanmaktaydı. 1950 yılında çıkarılan bir yasa ise; kentlerde siyah ve beyazların yaşayacakları alanları belirlemekteydi. Bu yasa nedeniyle beyazlara ait olarak ilan edilen çeşitli bölgelerden binlerce siyah zorunlu olarak göç etmek zorunda kaldı ve büyük sosyal sorunlar ve mal kayıpları yaşadılar.
1952 yılında çıkarılan yeni bir yasa ile daha önce çıkarılmış bulunan kimlik benzeri belgeleri taşımaya yönelik yasa yenilendi ve tüm siyah erkeklerin bu belgeleri taşıma zorunluluğu getirildi. 1956 yılında bu zorunluluk kadınlar için de geçerli hale getirildi.
Bu gelişmeler yanında; eğitim, ırkçı yönetim tarafından apartheid sistemini yerleştirmede çok önemli bir araç olarak değerlendirilmekteydi. 1953 yılında çıkarılan Bantu Eğitim Yasası, apartheid sistemin eğitim alanındaki, ırk ayrımcılığına dayalı, eğitim kurumlarını kapsayan zorunlu kurallarını getirmekteydi. Apartheid sistemini yerleştiren ırkçı lider olarak bilinen 1958-66 yılları arasında başbakanlık yapmış olan, dönemin bakanı, Dr. H.F. Verwoerd, siyahlara çocukluktan itibaren verilecek eğitimin, Avrupalılarla eşit olamayacaklarını, belli iş kapasitesinin üzerine çıkamayacaklarını öğretmek olması görüşünü ileri sürmekteydi. Ona göre, kullanamıyacağı için, siyah bir çocuğa matemetik öğretmenin gereği yoktu. Eğitim, halkın yaşadığı alan, hayatta önüne çıkacak fırsatlara göre düzenlenmelidi. Ve siyahların eğitimi için beyazlara oranlara çok daha az bütçe ayrılmaktaydı.
1953 yılında çıkarılan Reservation and Seperate Amenitiess Act; postahane, otobüsler, park alanları, tuvaletler gibi kamusal alanlardaki tesis ve araçların siyah ve beyazlar olarak ayrılmasını ve kullanımını zorunlu hale getirmekteydi. Böylelikle, rejimin ırkçı yüzü, günlük yaşamda da görünür hale gelmiş olmaktaydı.
Zorunlu yerlerinden edilme, ırkçı rejimin en acı ve gayri insani uygulamaları olarak kaydedilmekte. 1960-1994 yılları arasında yaklaşık 3.5 milyon siyah yaşadıkları ev ve çevrelerinden koparılarak yeni kurulmuş ekonomik ve sosyal altyapıların kurulmadığı bu bölgelerde yokluklar içinde yaşamaya zorlandılar. Bu dönemde çok sayıda siyahın açlıktan öldüğü literatürde yer almakta 1940’larda daha çok, müakaerler, hukuk yollarıyla hak arama çabası görülürken; GA Komünist Parti’nin öncülük ettiği, geniş katılımlı boykotlar, protestolar gündeme geldi. 1950’lerde ırkçı rejime karşı şiddet içermeyen, geniş katılımlı protesto kampanyaları, sivil itaatsizlik eylemleri görülmeye başladı. Bu eylemler içinde özellikle, itaatsizlik kampanyası özel bir önem taşımakta, geniş kitlelerin tutuklanması, hükümetin güç durumda bırakılması, ırk ayrımcısı yasaların değişiminin zorlanması amaçlanmaktaydı.
ANC, Afrika Ulusal Kongresi, 1944’te Gençlik Örgütü’nü kurana kadar geniş bir taban oluşturamamıştı. ANC Gençlik Örgütü, ilk başkanı Anton Lembede, Nelson Mandela, Oliver Tambo ve Walter Sisulu gibi liderlerin öncülüğünde; kitle protesto ve boykotları, pasif direnişleri içeren bir militan eylem programı geliştirdiler, ancak bu programın kabulü için 1949‘a kadar beklenmesi gerekti.
Sivil itaatsizlik kampanyası çerçevesinde, gönüllü çok sayıda siyah, beyazlara ait alanlara girdiler, parklarda oturdular, kimlik kartlarını taşımayı reddettiler vs. Bu eylemler sonucu 8.000’in üzerinde kişi tutuklandı. Bu kampanya ANC’nin popularitesini çok arttırdı ve üye sayısı 100.000’e çıktı. Ancak hükümetin bu eylemlere karşı sindirme amaçlı tutumu çok sert oldu, hapis ve ağır para cezaları verildi. Hükümetin bu sert tutu karşısında ANC kampanya’yı sona erdirmeye zorlandı.
Hükümeti bu gelişmeler üzerine, kitleleri, siyahları sıkı denetim altında tutma amacıyla 1950 yılında bir yasa ile Komünist Parti’yi yasakladı. 1953 tarihli Kamu Güvenliği Yasası, hükümete olağanüstü hal ilan etme ve siyasi eylemcileri denetim altında tutma yetkisi vermekteydi.
1950’lerde ırkçı rejime karşı ülkede mücadele etmekte olan önde gelen kuruluşlar birlikte çalışmak üzere bir araya gelerek bir birlik oluşturdular. Birlik; ANC, Afrika Ulusal Kongresi, GA Hint Kongresi, GA ırkçılığa karşı olan beyazların örgütü Demokratlar Kongresi, Renkli Halklar Örgütü, GA, Ticaret Sendikaları’ndan oluşmaktaydı. Birlik, ülke çapında yaptığı çalışmalarla, ırkçı rejime karşı halkın taleplerini saptadı ve siyahların politik ve sosyal alanda eşitliğini dile getiren “Özgürlük Bildirgesi” ni 1955 yılında kabul etti. Özgürlük bildirgesi ilkeleri özgürlük döneminde yapılacak anayasaya temel oluşturmaktaydı.
GA Hükümeti Birlik Kongresi hareketini vatana ihanet ve hükümeti yıkma amaçlı bir örgütlenme olarak değerlendirdi. Ve Birlik Kongresi’nin Başta Nelson Mandela ve arkadaşları olmak üzere 156 üyesini yargılamaya başladı. Ülkede büyük ilgi yaratan 1956’dan 1961’e kadar süren yargılama sonucu iddialar kanıtlanamadığı için tüm yargılananlar beraat etti.
21 Mart 1960 günü, Pan Afrikanist Kongre tarafından kimlik kartlarını protesto etmek için, şiddet içermeyen bir yürüyüş düzenledi. Amaç, yerel polis merkezine kadar giderek tutuklanmak için kimlik kartlarını vermekti. Kalabalık gurup Sharpeville’de polis merkezi dışında toplandı, ancak polisin açtığı ateşle 69 kişi öldü, 180 kişi yaralandı.
Sharpeville Katliamı, siyahların mücadelesinde bir dönüm noktası teşkil etmekte. Katliamın yurt içi ve yurtdışındaki yankıları büyük oldu, özellikle yurt içinde ırkçı yönetime karşı nefret dalgaları yayılmaya başladı. Birleşmiş Milletler 1 Nisan 1960 tarih ve 134 nolu kararıyla, Apartheid’ı insanlığa karşı suç olarak ilan ederek kınadı ve hükümeti ırkçı politikaları terk etmeye çağırdı. Hükümet tüm bu tepkilere, olağanüstü hal ilanı, ANC ve PAC’i yasaklayarak yanıt verdi. Bu gelişme üzerine; ANC ve PAC liderleri silahlı direnişe geçmenin zamanını geldiğine karar verdiler.
1961-1963 arasında çoğunluğu ANC slahlı kolu tarafından olmak üzere, GA’da 200 kadar sabotaj yapıldı. 1963’te Rivonia’da littleleaf adlı çiftlik evinde yerleşik olan silahlı eylem koluna baskın yapıldı ve tüm lider kadrosu yakalandı, gerilla savaşı başlatmak ve sabotajlar için eğitim suçlamasıyla yargılandılar ve ömürboyu hapse mahkum edildiler. Rivona yargılaması, lider takımının mahkum olması, ANC’nin ülkedeki gücüne büyük darbe vurdu. Mahkum olan liderler şunlardı: Nelson Mandela, Walter Sisulu, Govan Mbeki, Raymond Mhlaba, Dennid Goldberg, Ahmet Kathrada, Elias Motsoaledi and Andrew Mlangeni. BM, 11 Ekim 1963 tarih, 1881 sayılı kararı ile GA Hükümetinden Rivonia Yargılaması’nın sonuçları itibariyle iptalini, Mandela ve arkadaşlarının koşulsuz salınmasını istedi. Takibeden yıllarda, BM’in başta silah ambargo çağrıları ve uluslar arası kuruluşlardan dışlanma ve başta Mandela olmak üzere, siyasi mahkumların serbest bırakılmasını isteyen çağrılara karşın yönetim BM kararlarını dikkate almadı.
Mandela, dört saatlik savunmasını tarihe geçen şu sözlerle bitirdi : “Yaşamım boyunca hayatımı siyahların mücadelesine adadım. Beyazların üstünlüğüne karşı mücadele ettim, siyahların üstünlüğüne karşı mücadele ettim. Tüm insanların bir arada, uyum içinde, eşit fırsatlarla yaşadığı demokratik ve özgür bir toplum düşüncesini kutsal bildim. Bu, benim yaşamayı ve başarmayı ümit ettiğim idealdir. Fakat eğer gerekirse, uğruna ölmeye hazır olduğum idealdir.”
1970’lere gelindiğinde, siyahların direnişinde gençlerin direnişi ön plana çıkmakta ve üllke çapında sarsıcı sonuçlar yarattığı görülmekte. Siyah Bilinç adlı öğrenci örgütü, 1969’da Steve Biko tarafından kuruldu. Biko’nun Siyah Bilinç hareketi adını vermesi, siyahların beyazlar karşısında kendilerini değersiz görme alışkanlığından kurtulmalarını istemesinden kaynaklanmaktaydı. Biko’ya göre, siyahlar çocukluktan itibaren aldıkları eğitim ve beyazlardan büyük ölçüde farklı çevrede yaşamaları nedeniyle, kompleks sahibi olmakta, beyazları önemli ve değerli görürken, kendilerini önemsiz ve değersiz görmekteydiler.
Biko zaman içinde popüler lider olarak sivrildi, öğrenciler üzerinde etkili lider olarak protestolara öncülük etmekte, eylemleri ülkede giderek daha çok duyulmaktaydı. Biko, hükümet tarafından tehlikeli bir aktivist olarak görüldü ve 1973 yılından itibaren engellenmeye çalışıldı, 1976 yılında ise yargı kararı olmaksızın bir kaç ay gözaltında tutuldu. 1977 yılında tekrar tutuklandı, çıplak olarak bir hücreye atıldı ve 18 gün içine işkence ile öldürüldü.
1975 yılında hükümetin siyah öğrencilerin derslerinin yaklaşık yarısını, Afrikaaner dilinde olmasını isteyen bir düzenlemeye gitmesi, siyah öğrenciler arasınd büyük tepki yarattı, Afrikaaner dilinde eğitim yapılması ırkçı, baskıcı dilin siyahlar üzerinde üstünlük-denetim kurma girişimi olarak öğrencilerin tepkilerine neden oldu.
Kararın iptali için yapılan çeşitli girişimler ve küçük çaplı protestoların sonuç vermemesi nedeniyle 16 Haziran 1976’da 20.000 kadar öğrencinin katılımı ile siyahların kötü alt yapı koşulları ve ciddi falkirlik koşulları altında yaşadığı Soweto’da büyük bir protesto yürüyüşü başlatıldı. Polis kalabalığın üzerine ateş açtı, 13 yaşındaki Hector Pieterson öldü. Öğrenciler buna karşılık şiddetle karşılık verdi, yürüyüş tüm ülkede büyük bir heyecan dalgasına neden oldu, birçok yerde geniş çaplı protesto gösterlileri başladı.
Soweto ayaklanması polis tarafından bastırıldı, ancak ırkçılığa karşı siyahların mücadelesinde ülke çapında ivme, siyahlara yeni bir direniş ruhu kazandırması nedeniyle çok önemli bir dönüşüm tarihi oldu.
Soweto ayaklanması sonrası GA politik iklimi büyük ölçüde değişmiş oldu. Ülke içinde direniş hareketleri artarken, uluslararsı toplumdan gelen politik baskı da giderek yoğunlaşmaktaydı ve tüm bu gelişmeler ekonomik durumu da ciddi biçimde etkilemekteydi. GA Hükümeti artık kendisini artan bir tehdit altında, ekonomik kriz, grevler ve sosyal sorunlarla başedemez hale gelmişti.
Tüm gelişmeler, ülke içinde aktif olan çok sayıda, yaklaşık 500 irili ufaklı apartheid karşıtı politik örgütün bir araya gelerek birleşmesine neden oldu. Birleşik Demokratik Cephe adı verilen örgüt, GA’nın tüm renk ve ırklarını temsil eden; sendikalar, kadın örgütleri, kiliseler, genç ve öğrenci guruplarını bir araya getirmişti.
Ancak, hükümet böyle geniş bir muhalefet karşısında yine sert önlemlere yöneldi, apartheid karşıtı örgütleri yasakladı ve liderlerini gözaltına aldı. Başlatılan tutuklama furyasında çok sayıda kişi mahkeme kararı olmaksızın uzun süre ceza evlerinde tutularak işkenceye tabi tutuldu, intihar etti veya öldürüldü.
1980’lerde hükümet ve ırkçı politikalara karşın direniş hareketleri giderek şiddetlendi. 3 Eylül 1983’te yeni parlamento açıldı ve Johannesburg’un güneyinde büyük bir ayaklanma oldu. Ülke dışında varlığını sürdüren, ANC Radyo Özgürlük ile halkı direnişe çağırmaktaydı. 1985 yeni yıl yayınında ANC Lideri Oliver Tambo, yaptığı çağrı ile halktan ülkeyi yönetilemez hale getirmelerini istedi. Gençler, caddelerde kitle gösterilerine başladı.
Bu direnişlere karşı hükümetin tepkisi çok sert oldu, tüm ülkede olağanüstü hal ilan edildi. Polise geniş yetkiler tanındı ve ülke bir polis devleti haline geldi. Ordu siyahların yaşadığı, townships adı verilen yerleşim yerlerini işgal etti. Hükümetin bu tutumu bu durum halkın isyanını artırdı. 1986 itibariyle, 16.000-20.000 kadar kişinin ceza evlerine konduğu ve binlercesinin polis veya askerlerce öldürüldüğü kaydedilmekte.
Kiliselerin çoğu ırkçı rejim uygulamalarını, Hristiyan ilkelere ve moral değerlere aykırı bulmaları nedeniyle, ülke içinde veya dışında direniş hareketlerine destek verdiler, halkın sesi oldular. Bu mücadele içinde yer alanların başında gelen, Desmond Tutu en çok katkısı olanlardan bir olarak dünyaca tanınan barış elçisi olarak bilinmekte. Her ne kadar kilise karşısında hükümetin çok sert olmayacağı kabul edilse de, hükümet çeşitli kilise örgütlerinde görevli bazı rahipleri hapsetti, görevden aldı veya belli süreli yasaklama getirdi. Bu dönemde, önemli sayıda beyazın da bu direnişlere çeşitli biçimlerde destek verdiği görüldü.
1960 yılında BM apartheid’ı insanlığa karşı suç olarak ilan ederek kınadı.1970’lerde GA’ya karşı ekonomik amabargo çağrısı yapıldı. Ambargoya önemli sayıda ülke katılmakla birlikte, bazı batılı ülkeler ticarete devam etti. 1980’lerde ise spor, kültürel aktiviteler ve akademik alandaki boykotlar başladı. Bu boykotlar belli bir etki ve baskı oluşturmasına karşın, asıl boykot baskısı ABD’nin 1986’da ekonomik ve mali yaptırımlar uygulaması sonucu görüldü. GA ekonomisi ciddi biçimde sarsıldı ve Ulusal Parti ANC ile müzakere etmeyi düşünmeye başladı.
GA’da tabandan gelen direnme politik alanı değiştirmede önemli bir unsurdu. Bunun yanında, demokratik kitle hareketleri, özgürlük hareketinin ülke dışından yaptığı çalışmalar sonucu ortaya çıkan politk baskı, uluslararası kuruluşlardan gelen baskılar ve ekonomik güçlükler hükümeti müzakere için zorlamaktaydı. Diğer yandan, 1980 sonu itibariyle, hükümet direniş güçlerini kıracak, yok edecek güçte değildi. Çatışmalar sonuç alınamayan bir noktada sürmekteydi.
1989’da F.W. De Klerk Ulusal Parti ve Güney Afrika’nın yeni başkanı olmuştu, üzerinde radikal değişim konusunda büyük bir baskı vardı. Bu dönemde dünyada da önemli bir değişim dönüşüm yaşanmakta, sovyetlerin başı çektiği sosyalist blok dağılma sürecine girmiş bulunmaktaydı. Nihayet, De Klerk GA’ya demokrasi getirecek adımları atmaya karar verdi: 2 Şubat 1990’da Apartheid karşıtı olmaları nedeniyle kapatılan partiler ve politik örgütler üzerindeki yasakları kaldırdı. Böylece, ANC, PAC ve GA Komünist Partisi serbest kaldı. Siyasi mahkumların serbest bırakılmalarına ve yurtdışında bulunanların ülkeye dönmelerine izin veridi. 11 Şubat 1990 günü Nelson Mandela 27 yıllık hapis hayatından sonra serbest bırakıldı. Nihayet, yeni GA’nın nasıl bir sistem olacağı konusunda ANC ve diğer siyasi partilerle görüşmeler başladı. Apartheid sistemini düzenleyen yasalar iptal edildi.
Bu dönemin ilginç ve üzücü yanı, yeni düzenlemeler yapılıp yürürlüğe konduğu ve görüşmeler başladığı bü dönemde, direnşçilerle hükümet güçleri arasında şiddetli çatışmaların sürüyor olmasıydı. 1990-94 yılları aralığında14.300 kişinin öldüğü kaydedilmekte.
1991 sonunda, aralık’ta yeni bir anayasa yapılana kadar geçici bir hükümetin yönetimi devralması konusunda anlaşmaya varıldı. Ancak, çeşitli güçlüklerle süren görüşmeler, zaman zaman kesilse de 1993 Kasım’da yeni anayasa üzerinde uzlaşmaya varıldı. 27 Nisan 1994’te ilk demokratik seçimler yapıldıı. 27 Nisan, bugün Özgürlük günü olarak kutlanmakta ve resmi tatil olarak kabul edilmiş bulunmaktadır.
ANC oyların çoğunluğunu aldı ve Ulusal Birlik hükümetini kurdu, Nelson Mandela ilk demokratik seçimle gelen başkan oldu. F.W. De Klerk ve Thabo Mbeki yardımcıları oldu.