Gürbüz Özaltınlı: 14 Aralık'a karşı imza atan aydınları okumayacağım

Gürbüz Özaltınlı: 14 Aralık'a karşı imza atan aydınları okumayacağım

Serbestiyet.com'da yazılar kaleme alan Gürbüz Özaltınlı, Gülen cemaati medyasını da kapsayan 14 Aralık operasyonunu protesto etmek için change.org’da gazeteci, yazar, siyasetçi ve aydınların başlattığı imza kampanyasına ilişkin olarak, "Bildirinin altında imzası olan aydınları okumayı artık reddediyorum. Okumayacağım, dinlemeyeceğim" dedi.

Özaltınlı'nın serbestiyet.com'da "Bu aydınları okumayı reddediyorum" başlığıyla yayımlanan (29 Aralık 2014) yazısı şöyle:

Doğru okudunuz başlığı. Ben, 14 Aralık’tan sonra “hükümeti girdiği tehlikeli yoldan dönmeye çağıran” bildirinin altında imzası olan aydınları okumayı artık reddediyorum. Okumayacağım, dinlemeyeceğim.

Bu bir protesto mu? Samimi konuşuyorsak; evet galiba protesto. Kızgınım o isimlere. Hiçbir imza da beni şaşırtmadı, sürpriz yok, onu da söyleyeyim.

Hakkaniyet, adalet duygusu, benim tanıdığım en önemli insan erdemidir. Sözü eğip bükmüyorum, açık söylüyorum; bu aydınlar adalet duygusunu kaybetmişler.

Fakat onların sesine kendimi kapatmamın tek nedeni protesto değil.

Açıklayayım.

Ortada nal gibi duran bir “Cemaat gerçeği” var. Küresel çapta yepyeni bir tecrübe. Dinsel söylemlerle Müslüman toplumlarda kendisine yer açma yeteneği olan; hayır-hizmet sektörlerinin dokunulmazlığına sığınan, devletin en güçlü iktidar mekanizmalarına- istihbarat, güvenlik, yargı bürokrasisine- sızma yöntemleriyle el koymayı amaç edinmiş, merkez takımı ABD’de üstlenmiş, İsrail ile iyi ilişkilerini asla gizleme ihtiyacı duymayan bir örgüt…

Çoluk çocuk bile bu örgütün yıllardır bürokraside güç biriktirdiğinin farkında. Askerî vesayetin tasfiyesi sürecinde bu gücün en önde rol aldığını bilmeyenimiz yok. Cumhuriyet tarihi boyunca merkezin dışında tutulmuş, devletin kıyısına yaklaştırılmamış sivil İslami siyaset 2002’de seçim kazanıp hükümeti kuruyor. Bakanlar koltuklarına oturduklarında kendilerine çay getiren personel bile “partili” değil. Bir yanda ordusuyla, yargısıyla hükümeti indirmeye; 28 Şubat’ı bin yıla yaymaya yeminli Cumhuriyet bürokrasisi, öteki yanda bu gücün belini kırıp tek başına bürokrasiye – yani iktidara- sahip olmaya odaklanmış Gülen örgütü… Buraya kadar mutabık mıyız? Evet.

Gelelim son iki yıldır yaşananlara.

David Lynch’in “Mavi Kadife” filmini izlemiş olanlar bilir. “Amerikan Hayatı”denildiğinde hepimizin aşina olduğu geniş bahçeli iki katlı villalarla dolu,“huzurlu bir sessizliğe” gömülmüş kasabada bir adam çimleri sulamaktadır. Blue Velvet şarkısının hakikaten kadife gibi dokunuşu ile de alabildiğine hafifler ;“İşte sakin, güvenli, cennetten kaçırılmış bir dünya”diye düşünürüz. Sonra… Sahne değişir ve hikâyenin temel karakterlerinden Jeffrey Beaumont’u evine doğru giderken izleriz. Jeffrey birden çimlerin arasında bir şey fark eder, ona doğru yürür, eğilir bakar. Gördüğü, kesik bir insan kulağıdır… Bu kulak; “huzurlu Amerikan kasabası” illüzyonunun derinlerinde akıp gitmekte olan kaos ve şiddet yüklü gerçek hayatı izlemeye başlayacağımızın sert işaretidir. Ve hikâye başlar.

Bu ülkenin kesik kulağı “7 Şubat 2012 MİT operasyonu”dur.

Bu kadar net…

Her şey ne kadar güzel gidiyordu. Şakır şakır belgeler çıkıyor, gömülü silahlar bulunuyor, daha önce ismini hiç duymadığımız yetenekli genç “gazetecilere” bavul bavul darbe planları akıyordu. Hakikaten paşalar kâğıttan kaplandı. “Too good to be true…”Gerçek olamayacak kadar iyi…

Memleket hukuka, demokrasiye âşık polisler, savcılar, hâkimlerle dolup taşmıştı da bizim haberimiz olmamıştı…

Yüzyılın askerî vesayeti çatır çatır gözlerimizin önünde yıkıldı. Tek bir el silah sesi duyulmadı.

Harika değil mi?

CIA, Neocon’lar, MOSSAD da bizim kadar şaşırmış mıdır sizce bu olup bitenlere?

Peki, kötü mü oldu?

İki cevabım var: Birincisi; Askerin siyaset sahnesinden kovulması çok çok iyi oldu. İkincisi; haksızlıklarla canı yakılmış insanlar adına, bunları zamanında görememiş benim gibiler adına ve bürokrasinin MİT’e fütursuzca operasyon yapacak kadar sızmacı bir istihbarat ağı tarafından işgal edilmiş olması adına; evet, kötü oldu.

Hükümetin sorumluluğu mu dediniz? Peki, “adil demokratlar”, onu da konuşuruz…

Fakat önce şunu söyleyin: Bu “Cemaat” hakkında ne düşünüyorsunuz?

“Yeni başlayanlar” düzeyinde birkaç vicdan sorum olacak.

1) Hükümetin, yeni 28 Şubat’lara karşı elinde bu güvenlik ve yargı bürokrasisinden başka hangi araç vardı da kullanmadı?

2) Polis ve yargı gücünün, askerî vesayetin suçlarını ortaya çıkartmayı çok aşan biçimde; hem kendilerine tehdit olarak gördüklerini (Hanefi Avcı, Ahmet Şık, Nedim Şener, Tahşiyeciler) ezmek, hem de bürokraside alan açmak için (Balyoz’un ismi listelerde yer aldığı için cezalandırılan subayları, casusluk ve fuhuş çetesi! davası) kullanılmış olduğuna katılıyor musunuz? Peki, bu güçle nasıl baş edilecek? Fikriniz nedir?

3) HSYK seçimlerinde, 12.000’e yakın hâkim ve savcıdan 4.500’den fazlasının (yüzde 40 eder) Cemaat adaylarına oy verdiğini biliyor musunuz? Polis akademisinin, Emniyet kadroları için açılan sınavların yıllardır ve tamamen Gülen örgütünün denetiminde olduğundan haberdarsınız değil mi? Emniyet İstihbarat’ın “Gülen İstihbarat” a dönüştüğünü duydunuz mu? Bu durum, kendinizi adadığınızdan hiç kuşku duymadığım demokrasi ve hukuk devleti açısından bir tehdit midir? Ne düşünüyorsunuz? Neden hiç sesinizi duymuyoruz biz bu meseleye dair?

4) Oslo belgelerinin “sızdırılması”, Hakan Fidan’ın ifadeye çağrılması, Kürt barışı için yapılan görüşmeler nedeniyle üst düzey MİT yöneticilerinin suçlanması, İç İşleri Bakanlığı döneminden başlayarak Beşir Atalay’a karşı yürütülen sistematik itibarsızlaştırma kampanyası… Yağmur gibi gelen KCK tutuklamaları… Ne diyorsunuz bunlara? Öcalan’ın değerlendirmelerini biliyoruz. “Hükümete darbe” diyor.“Erdoğan iktidar dinamiğini çözmüş; PKK’ya vurdukça kendisine alan açmasına izin veriyorlar, bize yaklaşınca boğazına yapışıyorlar. Başbakan bunun farkında”… Öcalan’ın düşünceleri bunlar. Fakat biz sizin düşüncelerinizi bilmiyoruz. “Birlikte yaptılar”düzeyini aşmayan homurtulardan başka bir fikir duymadık. Aydın derinliğinizden neden faydalanamıyoruz? Konu mu önemsiz yoksa?

5) Yolsuzluklar var mı? Hadi hep beraber: “Vaaaar”…Peki, yolsuzluklar hükümeti düşürme girişimine alet edildi mi? “Eveeet”… Fakat sizin biraz önce bizimle beraber“vaaar” diyen sesinizi şimdi duyamadık! Yoksa bu operasyonun Cemaat darbesi olduğuna “inanmadığınız” için mi? Temiz eller için mesleğini, hayatını, varını yoğunu ortaya koyan hukuka saygılı polislerin, savcıların olması bu ülkede hangimizi şaşırtır değil mi? Aylarca takip edilen, “zamanı beklenen” suç dosyalarının birbiriyle ilişkili ilişkisiz eş zamanlı işleme sokulmasından daha doğal ne olabilir? Onbinlerce insanın dinlenmesi, kriptolu telefon tuzakları, TİB binasının toptan gömülmesinden başka çare kalmaması hep “temiz ellere” adanmış polislerimizin, savcılarımızın, hâkimlerimizin varlığını anlatıyor bizlere. Kirli bir istihbarat örgütüyle ya da tertemiz bir dini cemaatle ne alakası olabilir?… Öyle mi?

Komik değil mi?

Evet, komik de… Bu sessizliğiniz ne?

“Cemaat” denilince neden gözler havaya dikilip eller cepte ıslık çalınıyor?

6) Bu yazının konusu olan 14 Aralık soruşturmasıyla ilgili bildiriye gelince; bu kadar kör gözüm parmağına hakkaniyetsizlik gerçekten inanılır gibi değil. Olmuş bitmiş eski bir hikâye bütün delilleriyle ortada duruyor. Gülen’in tahşiyecelere ilişkin “sohbeti”, dizi filmin senaryosu, Zaman’da çıkan haber ve yazılar, “örgüt evinde bulunan bomba”parodisi, polislerin parmak izleri, El Kaide palavrası. Ve aylarca hapis yatan insanlar… Hakikaten bunca görünen manzaraya dair hükümete “tehlikeli yollardan dön ikazı”yapan aydınlarımızın söyleyeceği başka hiçbir şey yok mu? Nereden bakıp da bunların hiç birini görememeyi başarabilir insan? Nasıl “adil” bir göz bu?

“Silahlı terör örgütü” iddiasını eleştir. Tutuksuz yargılanmalarını talep et… Bunları anlarım ve paylaşırım.

İyi de, bu olayın soruşturulmasının neresi haksız?

Hükümet polisleri sürgüne gönderiyor. Hükümet HSYK’daki Cemaat kontrolünü kırmak için yargıya müdahale ediyor. Hükümet, apaçık bir hileden ibaret Taşhiyeciler operasyonunun hesabının sorulmasını istiyor. Hükümet bu uru temizlemek için yol açmaya çalışıyor.

Bu aydınlarımız baktıkları cepheden bir tek şey görüyorlar. Özgürlükleri kısıtlayan, demokrasiyi tehdit eden, giderek otoriterleşen bir hükümet. Onların görüş ufkuna Cemaat girmiyor.Resmin tamamına- göremeyen demiyorum- kasten bakmayanın adalet duygusuna güvenilebilir mi? Bu kadar ağır bir hakkaniyet kaybı olmasa, kendisine meydan okuyan sızmacı bir örgüt karşısında seçimle gelmiş meşru bir hükümet bu denli yalnız bırakılır mıydı? Bırakın yalnız bırakmayı, Cemaat görünmez kılınarak aslında bu mücadelede seçilmişlere karşı sızmacılar yanında yer alınmış olmuyor mu? “Düne kadar beraberdiniz” cümlesinden başka söz etmemenin neresi demokratlık? Evet beraberlerdi… Düne kadar… Şimdi ne diyorsun arkadaş; soru bu…

Kısacası, sadece bir protesto duygusuyla değil.

İşte bu nedenle de okumayacağım bu aydınları.

Resmi doğru anlatmadıkları için.

Daha açık söyleyeyim: Çarpıttıkları için.

Onların kaleminden bu ülke gerçeklerini öğrenme umudumu kaybettiğim için.

Demokrasi taleplerinin samimiyetine artık güvenim kalmadığı için…

Kapatıyorum gözlerimi bu adaletsizler topluluğuna.