Güzel şehirciğilin 7 kuralı

Güzel şehirciğilin 7 kuralı

Dr. Taylan Yıldız*

Şehirlerimiz. Hem bir şölen hem de kaos barındırır içinde. Düşününce umut verir, endişe verir. Ara ara fırsat kapıları çıkarır karşınıza. Açıp girdiğinizde içeri bambaşka hayatlara yelken açarsınız; büyürsünüz, gelişirsiniz.

İşte benim de şehirlerimiz için hayalim bu. İnsanlarımızın umutlarını gerçekleştirebildiği, özgürlük, refah ve keyif içinde hayatlarını sürdürebildiği, yaşadığı yerle gurur duyduğu ve kendini orada güvende hissettiği yerlerdir güzel şehirler. Ve bizim insanımız güzel şehirlerde yaşamaya layıktır.

Peki, güzel şehirler denince aklımıza hangi şehirler geliyor? Paris, Londra, Viyana ve bunun gibi bir eli parmağını geçmeyecek kentler. Ya da İstanbul’un en güzel yerleri denince aklımıza neresi geliyor. Belki Galata ve Pera’nın sokakları, belki Mimar Sinan’ın muhteşem camileri, ya da görkemli saraylarımız… Turistlerin İstanbul’da fotoğraf çektirdiği yerlere bir bakın. Kaçını son yüzyılda yaptık Dünyadaki güzel kentlerde de İstanbul’un güzel alanlarında da ortak bir payda var. O da hepsinin çok eskilerde inşa edilmiş olmaları.

Bilim ve teknoloji son hızla ilerlerken, insanlık her alanda kendini geliştirirken nasıl iyi şehir planlanır unuttuk sanki. Marka şehirlere dikkatli bakınca bir şehri güzel ve yaşanabilir kılmanın 7 altın kuralını görüyoruz. Biz de şehirlerimiz bu düsturla yönetmeliyiz. Başlayalım…

1- Şehir planında düzen olmalı

İnsanoğlu simetri sever, binaların boylarının mimari stillerinin aynı bölgelerde benzer olmasını sever. Örneğin İstanbul ve New York’taki gökdelenleri ele alalım. New York’ta bütün gökdelenler bir arada olduğu için kendi içinde tutarlı bir güzelliği var. Turistler bu yüksek binaların bir tarihi geçmişi, bir hikayesi olmasa da New York silüetinin fotoğrafını çeker.

Ama İstanbul’daki gökdelenlere bakarsak şehre rastgele serpiştirildiği için belediyenin bir şehircilik planı yapmadığı, ilk uyananın istediği yere gökdeleni diktiği izlenimi veriyor. Tabii ki bu gökdelenler şehre güzellik katacağına çıban gibi göz zevkimizi bozuyor. Hiçbir turistin özellikle gökdelenlerin fotoğrafını çektiğini gördünüz mü?

Tabii ki aşırı düzen de insana sıkıntı veriyor. Eski doğu bloku ülkelerindeki sıra sıra evler düzenli ama içinde bir dinamizm, mimarların kreatif hareket alanı yok; refah ve kültürü değil, dayatma ve tektipleştirmeyi temsil ediyor.

Onun için yapmamız gereken Amsterdam, San Francisco gibi şehirleri örnek almak olmalı. Örneğin, bu şehirlerde bina yüksekliği ve genişliği belediye tarafından belirleniyor; düzen sağlanıyor ama bu sınırlar içinde mimarlara özgür alan açılıyor. Binanın stilini, rengini vs. mimarlar özgürce belirliyor. Güzellik; kaos ve sıkıcılık arasındaki noktada gizli.

2- Caddelerde yaşam olmalı

Az önce Amerika örneğini vermiştik. Her şeyi doğru yaptıklarını düşünmeyin. Amacımız her şehir planlamacılığının doğru olan kısmını almak olmalı, doğrusu ve yanlışıyla birebir kopya edersek, tarihimizden, kültürümüzden bize miras kalan doğru şehirciliği buna feda edersek köksüz bir kötü taklitten öteye gidemeyiz. ABD, banliyö yaşam ve AVM kültürüyle önce mahalleleri yok etti, şehir plancılığında dairesellik, meydan merkezli yapmayarak da caddelerini yok etti. Sonunda ıssız, insansı, insanların sevimli görünen evlere ve arabalara hapsolduğu, enerjisi düşük, kişiliği olmayan, yalnız şehirler ve antidepresana muhtaç vatandaşlar yarattı...

Size az önce gösterdiğim sıkıcı ve ruhsuz Amerikan sokaklarında turist olarak gezer misiniz?

 

Burada unutulmaz anılarınız, yerli insanlarla sohbetleriniz olur mu? Turistlerin ilgi odağı olan şehirlere baktığımızda da yaşayan caddeleri görüyoruz. Örneğin Paris ve Londra.

İnsan gibi sosyal bir varlığın doğasına aykırı yapılmış bu suni şehircilik Amerika gibi bireyselliğin öne çıktığı bir toplumda bile büyük travmalara sebebiyet veriyor. Peki, biz Türkler? Peki, bizim gibi DNA’sının her yerine işlenmiş kolektif toplumun parçası olan bizler nerede yaşamayı arzuluyoruz?

 

Sevdiğimiz, içinde olmak istediğimiz caddeleri bir düşünelim. Bu caddelerde yürüyüş hizasında marketler, kafeler, mağazalar, kitapçılar görürürüz. Hemen üst katlarda ofisler, apartman daireleri vardır… Örneğin (maalesef eskide kalan) İstiklal Caddesi:

 

Bizler; hayatı ve en önemlisi insanı, toplu yaşamı seven bir toplumuz. Ailemiz, akrabalarımız, komşularımız, mahallemiz, esnafımız, hemşehrilerimiz, vatanımız… Kötü şehir altyapısı ve çocuklarımız için sokak güvensizliği sebebiyle bizi kapısında bariyerli, 20 katlı sitelere mahkum eden bir şehirciliğe razı mıyız?

Artık güzel mahalle kültürümüzün yerini rezidans ve AVM’ler aldı, maalesef. Kopyala&Yapıştır mantığıyla aynı markaların ısıtılıp ısıtılıp yeniden önümüze sunulduğu, yerel hiçbir butiğin, manavın kasabın, kitabevinin, kafenin yer bulamadığı, komşuluk ve mahalle sakinliğinin o sıcak ilişkisinin müşteri eksenli para ilişkisine indirgendiği yerlerdir AVM’ler. Tabii ki olması gereken yerler vardır ama mahalle dokusunu yıkma pahasına değil…

Böyle giderse bizi biz yapan, bizi diğer kültürlerden ayrıcalıklı kılan bütün güzelliklerimizi kaybetmiş olacağız.

3)  Meydanlarımıza sahip çıkmalı, yenilerini yapmalıyız

Meydanlar şehirlerin kalbidir. Hepimiz insanız, çevremizde insan görmeye ihtiyacımız var. Meydanlar, insanların doğal buluşma alanıdır. Demokrasilerin merkezidir. Canlıdır. Meydanlar şehirlerin kimliğidir. Bugün İzmir’deki Konak Meydanı ya da İstanbul’daki Taksim Meydanı şehirlerin karakterini temsil eder. Onun için çok büyük özenle planlaması yapılmalıdır. Kültürel ve sosyal aktiviteler için de doğal sahne olan meydanların yerel ekonomiye ciddi katkıları vardır. Çevresindeki emlak fiyatlarını da artırır. Merkezi bir çekim noktası yaratır.

İyi tasarlanmış şehirler meydanları şehrin ağırlık merkezi yapar. Hayat buraya akar. Charles de Gaulle meydanı bunun en iyi örneklerindendir.

Günümüzde şehirler ulaşım kolaylığını önceliklendirmek amacıyla mazgal tipi tasarlanıyor. Bu inanılmaz büyük bir hata. Zira, insanların bir meydanda toplanmasına vesile olmazsanız, ne sokakta insan görürsünüz, ne sokak sanatçıları ne de yaşayan şehirler. Bu hatayı Mexico City yapmış.

Aşağıdaki şehir planında ruh var mı?

4) En yüksek binalarımız en önemli değerlerimizi temsil etmeli

Ünlü yazar Joseph Campbell ne güzel söylemiş:

“Bir toplumun neye inandığını görmek isterseniz, ufuktaki en yüksek binaların hangi işlere adandığına bakın.”

 

Tarihi Yarımadamıza bir bakın. Gökyüzüne erişen binalarımızın camilerimiz, saraylarımız ve külliyelerimiz olduğunu göreceksiniz. Hatta Topkapı Sarayı’nın en yüksek noktası Adalet Kulesi’dir. Bilmem anlatabiliyor muyum?..

 

Şu anki şehircilik anlayışımız milletimizin değerlerinden uzak, birkaç çıkar odağına hizmet eder nitelikte, maalesef. Yoksa, örneğin, güzeller güzeli Dolmabahçe Camiimize bir gökdelenin tepeden bakmasına izin vermezdik.

5) Mimari tarzımız yerel olmalı

Başka bir şehre geldiğinizi nasıl anlarsınız? Her köşe başında olan zincir kafeler ya da mağazaların bizi heyecanlandırmayacağı aşikar. Şehrin sihri oradaki yerel dükkanlarla, restoranlarla, sanat galerileriyle, tarihi dokusuyla ortaya çıkar. İyi şehir yönetimi de bir şehri diğer kentlerden ayıran özellikleri öne çıkarabilmekle olur.

 

Şimdi aranızda gezmeyi sevenler için birkaç bilmecem olacak. Fotoğrafa bakıp şehri tahmin etmeye çalışacağız. Burası neresi? Deniz kenarında olduğuna göre Marmara’da, Yalova’da olabilir, ya da Karadeniz’de Trabzon’a ait bir ilçe? Belki de bir Akdeniz ya da Ege kasabası. Burası Van Gölü kenarındaki Bitlis iline bağlı; en büyük ilçesi Tatvan.

Eğer o bölgeye gittiyseniz, sadece o civarda çıkan ve yüzyıllardır bölge halkı tarafından ev inşaasında kullanılan özel bir taş olan Ahlat taşını bilirsiniz. Tatvan’ın biraz ilerisindeki Ahlat’ta hala aynı geleneği devam ettiren evler var. Ve eğer bir önceki fotoğrafta bu evler çoğunlukta olsaydı bu yerleşim yerinin Bitlis’le alakası olduğunu bilirdiniz.

Ya da aşağıdaki fotoğrafa bakın. Burası hangi şehir? Yozgat mı, İzmir mi? Kırşehir mi? Hayır. Burası Mardin.

Binlerce yıllık mimari dokusuyla dünyanın incisi olan Mardinimizin mimari ruhunu korumamız gerekir. Turizm de ancak böyle gelişir.

 

6) Şehirlerimiz yürünebilir olmalı.

Arabalarımız bizler için ilave özgürlük alanı olmalı. Günlük hayatımızı yaşayabilmemiz için bir protez değil. Peki, bunu nasıl başarabiliriz?

İnsanların yürümesi için arabadan daha iyi bir deneyim yaşatmalıyız. Bunun için de aşağıdaki 4 meseleyi çözmeliyiz.

1) Yürüyüşü konforlu yapmalıyız. Yürünecek güzel kaldırımlar ve doğru sokak altyapısını sağlamalıyız.

2) İnsanların yürümesi için bir sebep vermeliyiz. Yürünebilecek mesafede okullar, dükkanlar, sağlık merkezleri, kafeler ve toplu taşım durakları olmalı.

3) Yürüyüş yolları hem güvenli olmalı hem de güvenli hissedilmeli.

 

4) Yürüyüş parkuru cazip olmalı. Bunu da büyük ölçüde yerel işletmeleri destekleyerek yapmalıyız. Her köşe başında gördüğümüz zincir mağazaların yanından yürümenin bir cazibesi yok. Seul zamanında araba odaklı tasarladığı şehrini yürüyebilir hale getirdiyse bizim için de geç değil demektir.

Ama en güzeli daha en başta yaya odaklı bir şehircilik yapabilmekte. 

Torino bunun güzel örneklerinden. Fotoğrafa bir bakın. Sokak sizi kendine çekiyor adeta.

7) Toplu taşım geliştirilmeli.

İnsan biyolojisinin en büyük başarılarından biri taşımacılıktır. Vücüdumuzda 100 bin kilometre damar var. Dolaşım sistemimizin başarılarından esinlenmemiz gereken iki konu var.

 

Birincisi damarlarımızın 3 boyutlu yayılımları var:

Bizim de sadece yüzeyden giden yollardan değil, yer altından ve yer üstünden giden alternatif kanallara ihtiyacımız var. İstanbul taşımacılığının sadece %10’u yer altından oluyor. %5’i denizden oluyor.

 

Biyolojiden öğreneceğimiz diğer bir esin kaynağı da alyuvarlardır. Oksijen taşıyan alvuyarlar, karaciğerin ya da midenin alyuvarı değildir. Bütün vücudun ortak kullanımına açıktır. Oksijeni bir organa taşıdıktan sonra başka organa hizmet ederler. Unutmayalım ki alyuvarlar paylaşım ekonomisi sayesinde yüzde 95 kapasite ile çalışıyor.

Toplu taşım ve paylaşılan araçlar çok daha verimlidir. Herkesin kendi arabasını satın aldığı, 2 saat kullanıp 22 saat aracın atıl kaldığı bir sistem verimli olamaz.

Ayrıca arabalara harcadığımız paranın yüzde 85’i yerel ekonomide kalmıyor. Halbuki toplu taşım yerel ekonomiyi geliştirmek açısından da çok önemlidir.

Özetleyecek olursak aşağıdaki 7 kural bir şehri güzel yapan felsefenin temel taşlarıdır.

Peki, bir Türk şehri nedir? Hiç düşündük mü? Nasıl olmalıdır? Dünyadaki diğer birçok kültürlerden hangi özelliklerle ayrılır?

Binlerce yıllık kültürümüzle yoğrulmuş, olmazsa olmazlarımızı önce incelemeli ve bunlardan ders çıkarmalıyız. Bu konuda Prof. Seyfettin Erşahin'in araştırmaları bize ışık tutuyor. İşte şehirlerimizin öne çıkan özellikleri.

- Tarihimize bakarsak şehirlerimizde hakim iradenin, yani devletin baskınlığı gözümüze çarpmaz. Buna bakıldığında şu an yapılan sarayların, bakanlık binaların gösterişli hali bizim kültürümüzle bağdaşmamaktadır. Osmanlı saraylarının mütevazılığı da buna güzel bir örnektir.

- Şehirlerimizde yollarımız, meydanlara çıkar. Bu meydanlarda yönetim unsurları, camiler ve dükkanlar vardır. Şehrin kalbi meydanlarda atar.

 

- Şehirlerimiz doğayla savaşmaz. Onunla bütünleşir, ona saygı duyar. Örneğin deniz kenarındaki şehirlerimiz kıyıya dik kurulur ki rüzgarlar içerilere girebilsin.

Türk evlerinin mimari özellikleri nelerdir?

Daha birçokları sayılabilir ama benim üstünde durmak istediğim iki çok önemli mimari ögemiz var. Avlular ve cumba kültürümüz.

Türk evlerinde hayatın büyük bölümünün geçtiği, sokaktan ayrılmış avlular vardır. Avlular neden önemlidir?

- Doğal aydınlatma ve havalandırma sağlar.

- Mekanları birbirine bağlar ve birbirinden ayırır.

- Ekstra yaşam alanı sağlar.

- Bahçe atmosferi sağlar.

- Mahremiyet sağlar.

 

Türk evleri cumbalı ve kanatlı ahşap yapılardır. Cumbalar çok geniş bir manzara olanağı sağlar. Sokakta oynayan çocuklarımızın takibine fırsat verir. Sıcak günlerde evi güneşten korur. Ve pencereler de sokakla odaların etkileşimini sağlaması için alçak yapılmıştır. Cumba stili marka olacak mahallelerde belediyeler tarafından teşvik edilmelidir.

İnsanları mutlu edecek yaşam biçimi binlerce yıldır değişmedi.

Hepimiz komşularımızın bizi kolladığı, çocuklarımıza tüm mahallenin sahip çıktığı, yürüyerek hayatımızı idame ettirebildiğimiz ve sokakları cıvıl cıvıl olan, hayat kokan şehirler hayal ediyoruz. Böyle güzel şehirler kurmak hiç de zor değil. Yeter ki bu vizyonda yöneticilerimiz olsun.

 

 

*Taylan Yıldız, Google'daki işini bırakarak, İyi Parti'ye katılmak için Türkiye'ye döndü. Halen İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener'in danışmanlığını yapıyor.