HaberTürk yazarı Karaca: Sisi’nin zulmü yanında durmanın haklılığı meselesine ne oldu, haklılık artık iç politikaya devşirilip emilecek bir şey olma vasfını mı yitirdi?

HaberTürk yazarı Karaca: Sisi’nin zulmü yanında durmanın haklılığı meselesine ne oldu, haklılık artık iç politikaya devşirilip emilecek bir şey olma vasfını mı yitirdi?

HaberTürk yazarı Nihal Bengisu Karaca, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın daha önce "darbeci" dediği Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah es-Sisi’nin Katar’da el sıkıştığı fotoğrafa ilişkin olarak,  "Sisi’nin zulmü yanında durmanın haklılığı meselesine ne oldu, haklılık artık iç politikaya devşirilip emilecek bir şey olma vasfını mı yitirdi?" yorumunu yaptı.

Karaca yazısında, "Türkiye’de bir dönem dış politikada sadece çıkarların değil değerlerin de gözetildiğini gördük. Gözetmek derken, değerlerin yarınlar yokmuşcasına fazlaca tutkulu bir biçimde savunulduğu bir dönem oldu desek daha doğru olur. O günlerde Erdoğan “Beni Sisi'yle barıştırmak isteyenler var. Asla kabul etmiyorum. Halkın yüzde 52'sinin oyunu almış Mursi'yi ve arkadaşlarını mahkum eden bir antidemokratla aynı masaya oturmam” diyordu. İlkeli bir duruştu. İlkeli olduğu için etkiliyordu ve dolayısıyla ‘faydalıydı’ da… Allah var, Erdoğan tam 9 yıl tutumuna sadık kaldı. O kadar ki Körfez ülkeleri ve Suudi Arabistan, Erdoğan aleyhinde "İhvan'ın lideridir" diye anti propaganda kampanyaları düzenlediler. 2014 ve 2015 yıllarında BAE Türkiye’yi İhvan üzerinden karalamak için ABD’de lobi faaliyeti yürüttü. Ancak Erdoğan eli çok yüksekten açmıştı. Kimin kazandığına kimin yenildiğine göre pozisyon değiştirecekseniz, o kadar büyük konuşmamalısınız. Tavrınızın arkasında duramayacaksanız büyük tripler atmamalısınız gibi basit kurallar unutulmuştu." düşüncesini dile getirdi.

Karaca şu ifadeleri kullandı:

"Bazı AK Partili belediyeler bu net duruştan etkilenerek Rabia heykelleri yaptılar beldelerine. Bazı taraftarlar, Rabia meydanında şehit olanlara gönderme yapmak için 2013 yılındaki mitinglere kefen giyip ön saflarda durdular, bu hareketleriyle “Seni desteklerken gerekirse ölürüz” demek istiyorlardı.

Öte yandan İhvan çok acı bir biçimde yenildi. Halklar mağdur olanın yanında durur mottosu abartılmıştır. Öyle bir şey yoktur. Halk mağdur olan ve savaşabilme gücü olanın yanında durabilir, kötü düşenin yanında asla.

Yenilmek ne kelime, ortada İhvan kalmadı. Binlerce insan öldü, tutuklandı, sürüldü. Mursi de cezaevi şartlarına ve yargılamalar sırasında kendisine su vermeyen, konuşturmayan ve tahkir eden mahkemenin tutumları karşısında daha fazla dayanamadı, cezaevinde hayatını kaybetti.

Bütün bunlar olurken AK Parti, ancak kendisinin görebildiği bağlantılar üzerinden muhalefeti sürekli Sisi’cilikle itham etti. Gün geldi İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimlerindeki taraflar bile “Binali Yıldırım’ın karşısında Sisi var” denilerek tarif edildi. O kadar saçma bir bağlamdı ki Ekrem İmamoğlu’na neden ‘Sisi’ yakıştırması yapıldığının rasyonel bir izahı var mıydı hatırlamıyorum. Ama “Pazar günü Binali mi diyeceğiz, Sisi mi diyececeğiz?” diye sorulduğunu hatırlıyorum. Peki bütün bunlar olmuşken nasıl oluyor da olmamış gibi yapılabiliyor, bizim 20 Kasım’da Doha’dan geçilen fotoğrafta gördüğümüz nedir? Öyle kuru kuru bir selamlaşma da değildi. Sisi ve Erdoğan’ın beden dilleri de birbirlerini selamlıyordu. Sahiden sıcak ve sevgi dolu idiler.Ölen öldü kalan sağlarla yürürüz mü denmektedir? Ölüleri çok da sevmiyoruz, hayatta kalana şans vermek istiyoruz mu deniliyor?

Sisi’nin zulmü yanında durmanın haklılığı meselesine ne oldu, haklılık artık iç politikaya devşirilip emilecek bir şey olma vasfını mı yitirdi? Çok kullanıldığı için içi mi fosaldı? Şimdi şunu da biliyoruz, ana muhalefet partisi başta olmak üzere pek çok partinin Mısır'la ilişkilerin düzelmesi, çünkü dış politikanın çıkarlara dayalı olması gerektiği şeklindeki önerilerini epeydir duyuyoruz. Aslında tam olarak onların istediği oldu. Ancak üzerinde tepinmekte de haklılar, çünkü darbecilikle suçlanırken sürekli ‘Sisi’ benzetmesine maruz kaldılar. Yine de normal şartlarda bu kadar radikal u dönüşlerinde hesap verilmesi gereken yer muhalefet değil, AK Parti’nin kendi tabanı. Çünkü Mısır’da olan Mısır’da kalmadı. Açık konuşalım…

15 Temmuz’da insanlar o denli çabuk ve hızlı biçimde sokağa çıkabildiler ve demokrasiyle beraber liderlerini korumak için hayatlarını verdilerse, bir nedeni de Mısır’da Mursi’ye yapılanları görmeleriydi. Batılı devletlerin, darbenin hesabını sormayıp, bilakis oldubittiye getiren bir tutum içine girdiklerine tanık olmalarıydı. Türkiye’de AK Parti tabanını oluşturan muhafazakarlar şunu anlamıştı: Eğer bir darbe girişimi olur ve eskaza başarılı olursa, Batılı liberal demokrasiler buna uluslararası hukuk çerçevesinde falan bakmayacaklar, dur demeyecekler, bilakis başaran darbeci demokrasiyi yeniden inşa ediyor denilerek taltif bile edilebilir. *

"Aman Msır gibi olmayalım, aman Mursi’ye yapılan Erdoğan’a da yapılmasın, değilse yapanın yanına kâr kalacak" diye sokaklara indiler, köprüye, Külliye'ye, Akıncı’ya koştu insanlar. 250’si de o mücadelede öldü.

Bu güçlü sembolizm, Sisi’nin ellerini avuçlayan parmakların arasında eriyip gitti, yerlere döküldü şimdi.

Bir açıklama yapma gereği de duyulmuyor. Çünkü kimsenin soru sormayacağı biliniyor. Çünkü 15 Temmuz savuşturulunca, Mısır’da olanlara dair hafızanın ‘faydası’ sönümlendi. Kitlenin beyni de içinde hiçbir kıvrım kalmayana dek yıkandı, düzleştirildi. Hiçbir soru işareti hiçbir yere takılmıyor, fujiiuttt diye kayıp gidiyor.

Sisi kötüdür dendiğinde alkışlayanlar Sisi iyi dendiğinde de alkışlayanlar. Bir tek, hafızasını kaybetmemiş, ne olduğunu unutmamış bir Akit yazarından itiraz geldi. O da reisi bu duruma icbar ettiğimiz için Allah’ın bizi affedip affetmeyeceğini sorguluyordu. Yani ne oluyorsa evimizde kahve içerken birden haberi görüp şaşıran bizler yüzünden oluyor. Yine din üzerinden suçluluk duygusu üreterek insanları esir alma yöntemi. Madem iktidarın bu türden u dönüşlerinden iktidarı yeterince koruyamayan ümmet sorumludur, eh artık böyle düşünenlerin Opus Dei müritleri gibi baldırlarına taktıkları dikenli tellerle dolaşmaları, arada bir ibadet niyetine kendilerini kamçılamaları da gerekir. Büyük tutarsızlıkların kefareti de büyük olmalıdır zira.

Şimdi bir de "Ne yani diplomasi hiç mi devreye girmesin?” ağızları yapıp İhvan da eski konumunda değil yani naapsaydık yollu argümanlarla olanı biteni düzgün kurulmuş cümlelerle meşrulaştırmaya çalışan AK Partilileri görüyoruz.

Oysa bu duruma düşmemenin çok basit bir yolu vardı. Dış politikayı iç politika malzemesi haline getirmemek. Ya da en azından dış politikadaki duvara toslamaları, zorlukları, müdahale şüphelerini içeri tercüme ederken ‘idareli’ davranmak. Monşer diye aşağılanan insanları biraz olsun dinleyip tecrübeye itina göstermek."

*ABD Dışişleri Bakanı John Kerry: “Mısır Ordusu ülkede demokrasiyi yeniden inşa ediyor” 02. 08. 2013 (Pakistan Geo News kanalında verdiği demeçten.)