Sabah gazetesinin "Ankara'daki askeri kaynaklar"a dayandırarak 19 Haziran'da "PYD DAEŞ'ten daha tehlikeli" diyerek attığı başlığı değerlendiren Hürriyet Gazetesi Okur Temsilcisi Faruk Bildirici, "Eminim bu haber, bütün komuta kademesi ile konuşularak yazılmamıştır. Ama haber, TSK'nın kurumsal olarak 'PYD'nin daha tehlikeli olduğu' görüşünü taşıdığı iddiasındaydı. Bir-iki kişinin bakışını bütün Genelkurmay'ın görüşü gibi yazarak okuru yanıltmaya hakkımız olabilir mi?" diye sordu.
Hürriyet'te Bildirici imzasıyla "Askeri kaynak nedir?" başlığıyla yayımlanan bugün (27 Temmuz 2015) tarihli yazı şöyle:
"Askeri kaynak" haberleri, AKP iktidarının ilk yıllarında azalmıştı. Suriye'deki gelişmelerle birlikte yeniden arttı. Hem de öyle arttı ki, sonunda Genelkurmay bile isyan etti bu haberlere. Genelkurmay Başkanlığı'ndan 6 Temmuz'da yapılan açıklamada, "askeri kaynaklara atıf yapılan haber ve yorumlara itibar edilmemesi" istendi. Açıklamanın nedeni, Hürriyet de dahil olmak üzere birçok medya kuruluşunda çıkan "sınır birliklerinin komutanları ile komando tugay komutanlarının Genelkurmay Karargâhı'nda toplantıya çağrıldığı" haberleriydi. Aslında kaynağı açıklanmayan haberler, Türkiye medyasının geçmişi hayli eskilere uzanan derin bir problemi. Ekonomiden siyasete, magazinden spora kadar hemen her alanda etik kurallara uyulmadan yazılan bu tür haberler gazeteciliğin güvenilirliğine, itibarına zarar veriyor. O nedenle bu hafta "kaynağın kimliği gizli tutulan haberler"in araştırılması, yazımı ve sunumu ile ilgili kurallara dikkat çekmek istiyorum. Bir gazeteci, kimliğini açıklamadığı bir kaynağa dayanarak haber yazacaksa, öncelikle o kişiyle ilgili güven sorununu aşmış olmalı. Kaynağın, doğru bilgiye sahip olduğundan ve kendisini yanıltmayacağından kuşkusu kalmamalı. New York Times'ın idari editörü Joe Lelyveld, bu tarz çalışmalarda muhabir ve editörlerin öncelikli olarak iki soruya yanıt vermelerini öneriyor: 1. Kimliği açıklanmayan kaynağın olay hakkındaki bilgisi ne kadar doğrudan? 2. Kaynağın yanlış yönlendirme, olayı olduğundan önemli göstermek ya da etkisini değiştirebilecek gerçekleri saklamak için nedenleri var mı? Bence bu sorulara tatmin edici yanıtlar almak da yetmez. Kaynağın verdiği bilgiyi mümkün olduğunca kontrol etmek, araştırmak, analiz etmek de gerek. Ayrıca kaynağı korumak adına bile olsa hiçbir gerekçe okura yanlış bilgi verilmesine mazeret sayılamaz. Örneğin bir siyasetçi ile konuşup, söylediklerini "yakın çevresi" diye yazmak ya da bir dava dosyasını sanık avukatlarından alıp, savcılıktan alınmış gibi yazmak haberi gölgeler. "İstihbarat kaynakları" ya da "Ankara kulisleri" demek de kaynağın adresini belirsizleştirmekten başka bir anlam taşımaz. Halbuki okur, ismi açıklanmayan kaynağın sadece konumunu değil, o bilgilerle ilişkisini ve gazeteciye aktarmasının nedenini de bilmeli. Ancak bu verilerin yerli yerinde olması halinde haberi doğru değerlendirebilir. Bir de asla yapılmaması gerekenler var. Nasıl her bilgi haber olmazsa, gazeteci olarak ne kadar güvenirsek güvenelim, gizli kaynakların her söylediği de haber olmaz, olmamalı. Newhouse gazetelerinin Washington editörü Deborah Howell, tam da bu noktaya işaret ediyor: "Bir kimsenin düşüncesini aktarmak için, asla kimliği açıklanmayan kaynaklar kullanmayın."(*) Son derece yerinde bir kural bu. Bilgi ve demeci ayırmak gerek. Bilgi, kaynağın kimliği açıklanmadan da kendi başına haber değeri taşır. Ama bir kaynağın düşünceleri, ancak adıyla birlikte anlam kazanır. Eğer adını vermediğimiz bir kişinin demecini yazarsak, birincisi, o kişinin düşüncesini kaynak gösterdiğimiz kurumun tamamına mal etmiş oluruz. Bu kuruma haksızlık. İkincisi, o kişi söylediklerinin sorumluluğunu almamış, gazeteciyi kullanmış olur. Gazeteciliğe de haksızlık. Bir örnek üzerinden anlatayım. Sabah gazetesi, 19 Haziran'da "PYD, DAEŞ'ten daha tehlikeli" manşetiyle çıktı. Kaynağın adı gizliydi, "Ankara'daki askeri kaynaklar" demekle yetinilmişti. Eminim bu haber, bütün komuta kademesi ile konuşularak yazılmamıştır. Ama haber, TSK'nın kurumsal olarak "PYD'nin daha tehlikeli olduğu" görüşünü taşıdığı iddiasındaydı. Bir-iki kişinin bakışını bütün Genelkurmay'ın görüşü gibi yazarak okuru yanıltmaya hakkımız olabilir mi? Haber, kurgu ile gerçeğin sınırlarında gezinmemeli, ayakları yere basmalı...
Yazının tamamına ulaşmak için tıklayın