T24 Ankara Bürosu: Tolga Şardan | Gökçer Tahincioğlu | Asuman Aranca |
Yazı dizisinin ilk bölümünde Bergama Altın Madeni ile başlayan, Köstebek kitabı ile devam eden Ankara Üniversitesi öğretim üyelerinden Doç. Dr. Necip Hablemitoğlu’nun Türkiye’nin gündemine geliş süreci ve 18 Aralık 2002’de öldürülmesi anlatıldı. Devam edecek bölümlerde, soruşturmanın başından bugüne kadar yaşananlar daha detaylı biçimde aktarılacak. Ancak Hablemitoğlu ile ilgili iddialar, yaşadıkları, tanık anlatımları, o dönem soruşturmayı yürütenlerin tavırları da mühim. Ve elbette Hablemitoğlu cinayetinden iki yıl sonra işlenen bir başka cinayeti de aktarmak gerekiyor. Bütün bu gelişmeler, 20 yıllık sürece ışık tutması için yazı dizisinde de kayıt altına alınıyor. |
Necip Hablemitoğlu, kamuoyu tarafından tanındıkça tehditlere de hedef olmaya başladı. Hakkında birçok iddia ortaya atılıyordu. Hablemitoğlu da en az aynı sertlikte bu iddialara karşılık veriyordu. İlginç tartışmalardan biri eski MİT Kontrterör Daire Başkanı Mehmet Eymür’le Hablemitoğlu arasında yaşandı. Eymür, o dönem bulunduğu ABD’den kaleme aldığı yazılarda Alman vakıfları ile ilgili iddiaların doğru olduğunu belirterek, bu bilgilerin istihbaratta da bulunduğunu söylüyor, örtülü biçimde Hablemitoğlu’nun kaynağının MİT olabileceğine işaret ediyordu. Hablemitoğlu’ndan, “Hable MİTOĞLU” diye söz eden Eymür, iddialarını el arttırarak sürdürdü.
Eymür, Hablemitoğlu’nun, Doğu Perinçek grubu tarafından yönlendirildiğini, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği’ne bağlı Toplumla İlişkiler Başkanlığı (TİB) elemanı olduğunu iddia etti.
Hablemitoğlu bu iddialara, Mehmet Eymür’e karşı, “Düşmüş bir istihbaratçı eskisi, CIA ajanı” ifadelerini de kullandığı yazıyla yanıt verdi ve kendisinin sadece akademisyen olduğunu öne sürdü. Eymür, iddialarını Hablemitoğlu’nun ölümünden sonra da sürdürdü.
“Kuyudaki Taş-Alman Vakıfları ve Bergama Gerçeği” kitabının yazarı Özer Akdemir de çarpıcı iddialarda bulunan isimlerden. Akdemir, o dönem Millî Güvenlik Kurulu’nun, Bergama’daki madenin işletilmesi için karar aldığını, bu kararda askerlerin özellikle etkili olduğunu savunuyor.
Kitapta, Alman vakıfları ile ilgili davanın ana dayanağını oluşturan belgenin aslında var olmadığını, “Türkiye’de Altın Konsepti” başlıklı bu belgenin emniyete sorulduğunu, 25 Nisan 2002 tarihli Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Ramazan Er imzası ile gönderilen yazıda “Berlin Büyükelçiliğimizce yapılan araştırmada, herhangi bir bilgi veya kayda rastlanılmadığı…” ifadelerinin kullanıldığını belirtiyor.
Akdemir’in kitabına göre, bu yazı, Hablemitoğlu’nun “Alman vakıfları Almanya’nın ekonomik çıkarları için, Bergama köylülerinin altın madeni karşıtı mücadelesini kışkırtıyor” tezinin ana dayanağı olan belgenin hiç olmaması anlamına geliyor. Yine kitaba göre, bu rapor ne Hablemitoğlu yaşarken ne mahkeme aşamasında ne de günümüze kadar geçen süreç içerisinde ortaya çıkmış değil.
İlginç bir nokta da, Hablemitoğlu’nun kitabında belgeyi ilgili birimlere ilettiği söylenen Prof. Dr. Metin Deliormanlı adlı herhangi birine ulaşılamaması…
Akdemir’in kitabında, ilk olarak, 24 Mart’ta kaybettiğimiz T24 yazarı gazeteci Aydın Engin’in Deliormanlı’yı araştırdığı ancak bulamadığı, ne İsveç’te ne Türkiye’de, ne de Avrupa’nın başka bir yerinde “Prof. Dr. Metin Deliormanlı” diye bir kişinin yaşadığına dair bir bulgunun daha sonra da ortaya çıkartılamadığı bilgisi yer alıyor.
Prof. Dr. Şengül Hablemitoğlu, eşinin ölümünün ardından 'yas'la ilgili çalışmalar yaptı, "Yasla Başa Çıkma ve Yas Danışmanlığı’’ sertifika eğitimlerini tamamladı, 2021 yılında “Yas Uzun Bir Veda” isimli araştırma - inceleme kitabını yayımladı
Eşi, Hablemitoğlu’nu anlatıyorNecip Hablemitoğlu, gündeme 90’lı yılların ikinci yarısında gelse de yaşamı hep hareketli geçti. Üniversitedeki görevinden üç kez uzaklaştırıldı. İlk uzaklaştırma kararı, evlendiği gün tebliğ edildi. 16 yıllık eşi, Prof. Dr. Şengül Hablemitoğlu’nun anlatımlarından yola çıkarak Necip Hablemitoğlu’nun yaşamından kesitleri şöyle özetlemek mümkün: “(…) Eşim Necip Hablemitoğlu, 1980 öncesi Adalet Partisi ve Türk-İş’te basın müşavirliği görevini yaptı. 1980 sonrasında 1982’de YÖK kurulduktan sonra basın halkla ilişkilerde çalışmaya başladı. Eşim görev yapmakta olduğu Ankara Üniversitesi İnkılap Tarihi Enstitüsü’nde görevli olduğu süreçte 14 Temmuz 1986, 1990 yılı Haziran ayında ve 16 Ocak 1991 tarihinde olmak üzere üç kez görevinden uzaklaştırıldı. Görevinden uzaklaştırılma sebebi, burada usulsüz mastır ve doktora verilmesiydi. Bu usulsüz mastır ve doktoralar, ülkücü ve tarikatçı kombinasyonu ile oluşturulmuş kesime verilmişti. Bilimsel bir mastır en az iki yılda, bir doktora altı yılda olmasına karşın üç ayda verilmiştir. İşte bu durumun eşim tarafından ortaya çıkarılması eşimin üniversitede muhatap olduğu süreci başlattı. Akademiden Köy Hizmetleri’ne sürgün Dönemin Enstitü Müdürü Prof. Dr. Mustafa Kafalı idi. Eşim yine bu kişilerle emniyet içerisindeki ilişkili oldukları grup ile birlikte ve ihbar etmek suretiyle elimizde silah ve yasadışı yayınlar olduğu gerekçesiyle gözaltına alınarak nezarete atıldı. Ancak dostlarımızın müdahalesi ile yanlıştan dönüldü ve serbest bırakıldı. Bundan sonra eşim geçici işçi olarak Köy Hizmetleri’nde çalışmaya başladı ve bu süreç eşim Bölge İdare Mahkemesi’ne açtığı dava sonrası tekrar göreve iade edilmesine kadar sürdü. Göreve döndü ancak kısa sürdü… Çünkü haksız mastır doktora ve mastır satılanların asker, polis ve taşrada görev yapan öğretim görevlisi olması nedeniyle yolsuzluk büyüdü genişledi ve rektöre baskılar yapılmasına neden oldu. Bu nedenle eşim ile ters düşen rektör, Hasan Köni’nin de katkılarıyla sudan bahanelerle açılan soruşturmalar öne sürülerek sicili bozularak görevine son verildi. Bu arada Keçiören Belediyesi’nde işçi olarak çalışanlar getirilerek enstitüdeki odası basıldı. Peşine adamlar takıldı küfürler edildi, şu an aklıma gelenler bunlar. Eşim üçüncü kez 16 Ocak 1991 tarihinde görevine son verildikten sonra idare mahkemesine açtığı dava sonrası aynı yıl görevine iade edildi. Bundan sonra üniversite içerisinde kendisine karşı yürütülen soruşturmalar başladı ve bu süreçte yönetimde Hasan Köni vardı. Bu süre içerisinde dört kitabı, çok sayıda makalesi yayınlandı ve kendisi Türkiye’nin hemen her bölgesinde bir çok ilde Atatürkçü Düşünce Derneği, çeşitli sivil toplum platformları, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ve Vakfı, Çağdaş Eğitim Vakfı gibi kuruluşlar ile yapılan toplantılarda ve Türkiye’nin çok sayıda farklı illerindeki üniversitelerde düzenlenen konferanslarda, ayrıca TRT ve özel televizyon kanallarının çalışma konuları ile ilgili yaptığı çeşitli yayınlarda uzmanlık alanına ilişkin konuşmalar, eleştiriler, değerlendirmeler, analizler ve yorumlar yaptı. Bu arada Atatürk İlkeleri ve Devrim Tarihi derslerini verdi. Bu dersleri yürüttüğü esnada öğrenciler arasında çok fazla olmamakla birlikte TKP’li, DHKP-C’li ve çeşitli farklı tarikatlara mensup veya sempatizanları tarafından sözlü olarak sıklıkla taciz edildi. Buna rağmen eşim, onlar ile hiçbir zaman husumet olacak bir ilişkiye girmedi, öğrenci oldukları gerçeğinden vazgeçmedi ve onları kazanmak için her türlü çabayı gösterdi. Bu arada yaptığı çalışmalar arasında Fethullahçı yapılanma ilgili ile ilgili yayınları makalelerle, Alman Vakıflar ve Bergama dosyası isimli kitabından sonra yapılan tehditlerin içeriği farklılaştı. Bu süreç, 1990’lı yılların ikinci yarısı itibari ile başladı ve bu tehditler içeriği aile efradına ağıza alınmayacak küfürlerden başlayarak ölüm tehdidine kadar vardı. Bu tehditler, telefon ve yoğun biçimde e-maillerle yapılmaktaydı. Hatta Mehmet Eymür’ün web sitesinde eşimle ilgili yaptığı bir yorumu ‘mezarlıklar senin gibilerle dolu’ cümlesiyle bitmekteydi. Şengül Hablemitoğlu, eşinin Alman Vakıfları ve Bergama Dosyası kitabı çıktıktan sonra tehdit telefonları aldıklarını anlattı‘MİT mensubu’ suçlamasıAyrıca Alman Vakıfları ve Bergama Dosyası kitabı çıktıktan sonra arabamızın lastikleri patlatıldı ve Ankara’da bürosu bulunan vakıflardan birinin temsilcisi, şu an ismini hatırlamıyorum, bu şahıs eşimi ev telefonundan arayarak benim de olduğum sırada Türkçe konuşarak tehdit etti. Ancak Ceviz Kabuğu programında eşim bu tehdidi kendisine hatırlattığında kabul etmedi. Aynı şekilde Bergama olayını gerçekleştiren ve yürüten sivil toplum örgütleri çeşitli şekillerde eşimi MİT mensubu olmak ile suçlayarak toplumda bu kuruluşa var olan olumsuz yargıdan da yararlanarak eşimi hedef gösterdiler. ‘Ülkücü grupların da hedefindeydi’Eşimi Ege bölgesinde yayınlanan çeşitli yerel gazetelerde ve dergilerde defalarca hedef gösterdiler. Bunlar da çeşitli çevreci sivil toplum örgütleri ile ülkücü grupların listeleriydi… İlahiyat Fakültesi’ndeki olaylarDers verdiği okullardan birisi de İlahiyat Fakültesi’ydi ve burada eşimin arabası defalarca çizilip aynaları kırılıp antenleri koparıldı. Yine buna rağmen hiçbir öğrencisiyle problemi olmadı. Böyle bir duruma yol açacak davranışı olmadı ve bunu hiçbir zaman istemezdi. Bunun yanında öğrenciler arasında yapılan ankette en çok sevilen öğretim görevlileri arasında en çok notu alan hoca olmuştur. (…)” ‘Durumdan vazife çıkaran bir insandı, koruma talebinde bulunmadı’“(…) Benim eşim durumdan vazife çıkaran bir insandı ve korunması ile ilgili tedbirlerin de bu yaklaşımla alınması gerektiğine inanıyordu. Yazılı olarak korunma talebinde bulunursa yaşamındaki rutin olana ilişkin bilgilerin kayıtlı hale geleceği endişesi taşıyordu. Bu nedenlerle yazılı müracaatta bulunmadı… Devletin gerekli tedbirleri almasını beklemiştir. Buna karşılık, bu konuyla ilgili adını şu an hatırlayamadığım bir kişi ile yaptığı konuşma sonucunda ‘sen de böyle şeyler yazma, konuşma’ gibi bir zihniyetle karşılaştığını söylemiştir. Takip edildiği ile ilgili tahminleri, şüpheleri her zaman oldu. Son günlerde tavırlarından rahatsızdım. Oldukça tedirgindi. Son bir ay içerisinde kızlarım ve benimle olan ilişkilerinde yaşadığımız olayları bir daha yaşama şansımız olmayacakmış gibi davranıyordu. Bunun yanında çoğu zaman rutin içerisinde unutmakla birlikte bahsettiğim kaygı ve tedirginliklerden dolayı güzergâh değiştirme gibi, periyodik davranışlardan kaçınmaya çalıştığını biliyorum. Ancak benim kuruntulu tavrım çoğu kere bana açıklama yapmazsa mani olurdu. (…) |
Yazı dizisinin bir önceki bölümünde, Hablemitoğlu cinayetinden bu yana geçen 20 yılda, soruşturma dosyasında nelerin yaşandığını aktarmaya çalıştık. Ancak genel hatlarıyla aktarılan bu sürecin çok özel detayları var. Önce cinayet sonrasına, soruşturmanın bilinçli bir biçimde savsaklandığı döneme dönmek gerekiyor.
Bugün ortaya çıkan tablo, o dönem kolaylıkla yapılacak işlemlerin yapılmadığını, dosyanın bilinçli biçimde açık bırakıldığını ortaya koyuyor. Halen firari durumdaki eski Ankara Emniyet Müdür Yardımcısı Muharrem Durmaz’ın cinayetle ilgili polis incelemesini yürüttüğü bu dönemde, mermi kovanlarının incelemesi bile yaptırılmadı.
Ancak aradan geçen 20 yıl, o dönem işlenen görevi ihmal, görevi kötüye kullanma suçlarının zamanaşımına girmesine yol açmış durumda. Bu nedenle de savcılık, o dönem yapılan ihmallerle ilgili ayrı bir soruşturma yürütmüyor.
Cinayetin hemen ardından Hablemitoğlu’nun eşi Şengül Hablemitoğlu ve aile çevresinin dışında 30’a yakın ismin ifadesi alındı. Bu isimlerin arasında, olay yerinin hemen yakınında bulunan ve Ankara’daki ABD misyonunda görev yapanların oturduğu lojmanın güvenliğini sağlayan sivil özel güvenlik görevlileri de yer aldı.
Şengül Hablemitoğlu cinayet gününü anlatıyor:Şengül Hablemitoğlu, o dönem birden fazla kez ifade verdi. Olaydan üç gün sonra Ankara Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi’nde verdiği ifadede, olay öncesini şöyle anlattı: “… Eve geldiğimde otomu yine aynı açık alana park etmek üzere girdiğimde orada YİBİTAŞ’ın kahverengi binasında dönük şekilde duran parlament mavisi Tempra marka aracın içerisinde direksiyon mahallinde birisinin oturduğunu gördüm ve şahsın konumu eve geliş istikametini ve yolu görecek şekilde duruyordu. Ben aracı park etmek için bu aracın önünden dolaşırken benim aracın farları bu aracın içerisine aydınlattığında şahsı yandan ve dönerken de cepheden gördüm. Şahıs, kırklı yaşlarda uzun düz kır saçlı orta kilolu bir insanın yüzünü andırmaktaydı. Koyu buğday tenli bıyıksız, üzerinde pardesü kumaşından koyu renkli yaka kısmı kapalı şekilde oturduğunu gördüm. Bu arada aracın plakasını göremedim. Saat 18.15’te alışveriş yapmak üzere çocuklarla birlikte tekrar çıktığımızda aracın orada olup bulunmadığına dikkat etmedim, hatırlamıyorum. Necip Hablemitoğlu ve Şengül Hablemitoğlu, kızları Kanije ve Uyvar...Saat 19.00 sıralarında alışveriş işini bitirdik ve Hoşdere Caddesi istikametine takip ederek tekrar eve dönerken yolda kızım Kanije babasının eve gelip gelmediğini öğrenmek için cep telefonunu aradı. Cep telefonu kapalıydı. Bu arada eşimin dersten çıktıktan sonra sigorta şirketine gideceğini biliyordum. Biz saat 19.05’de eve geldik. Bu arada aracı park etmek üzere park alanına girdiğimde park alanı boşalmıştı. Eve girince eşimin evde olmadığını görünce kızım Uyvar tekrar cep telefonundan aradı, telefonu yine kapalıydı. Ben 19:30’da cep telefonunu aradım yine kapalıydı. Ben telefonu kapattıktan bir süre sonra eşim telefonla beni aradı. Bu sırada saate baktığımda 19.40’tı. Ben kendisine eve gelmemesinden dolayı merak ettiğimizi söylediğimde kendisinin Zorlu Sigorta’ya uğradığını, o esnada Migros’ta bulunduğunu, alışveriş yaptığı şeyleri aldıktan sonra evde olacağını söyleyip telefonu kapattı. Bu arada evde çocuklar ders çalışmaya oturmuşlar aynı zamanda Galatasaray - Ankaragücü maçını seyrediyorlardı ve birbirleriyle dalaşma halindelerdi ve ev içerisinde bir gürültü vardı: Yaklaşık yarım saat sonra kapı çalındı. Necip Hablemitoğlu, baş kısmı ışığın erişmediği karanlık bölgede kalacak biçimde, araçların arasında biriken karların üzerinde yatıyordu, apartman sakini önce tanımadı yerde yatan kişiyi, apartmandan gelen ışık yetersizdi ve yüzündeki kan yerde yatan kişinin tanınmasını olanaksızlaştırıyorduKapıcımız Şaban Çelik’in oğlu Osman Çelik kapıda ‘Şengül Abla babam sana sevinçli bir şey söyleyecek’ dedi. Bu esnada ben ‘Şaban efendi ne söylüyor bu çocuk?’ diye seslendim. Kendisi cevap vermeden dururken çocuk bana ‘Sizin arabanızın yanında bir adam yatıyor’ dedi. Ben ‘Necip abin yok mu?’ diye sorduğumda ‘yok’ diye cevap verdi. Bu sırada ben hemen yukarıya çıktım. Burada yedi numaradaki komşumuz ile kuzeni ve 14 numaradaki Sıdıka Hanım, beni arabanın yanına yanaştırmamak için uğraştılar ve ben ellerinden kurtulup arabanın yanına gittim, burada olayı gördüm. Eşim kendi arabamıza doğru ve baş kısmı aracın ön tarafına doğru olmak üzere sol tarafına doğru yatıyordu. Eşimin yaşayıp yaşamadığını polise haber verilip verilmediğini sordum ve bu esnada polise haber verildiğini duydum ve hemen aşağı inerek üzerimi değiştirdim. Avukat Hüseyin Bey’e haber verdim ve tekrar yukarıya çıktım. Savcıya haber verilmesini istedim. Bu olay bana haber verilinceye kadar herhangi bir silah sesi veya buna benzer bir ses duymadım. (…)” |
Hablemitoğlu soruşturmasında bilgisine başvurulan isimlerden birisi de 24 Ocak 1993’te faili meçhul bombalı saldırıda yaşamını yitiren gazeteci Uğur Mumcu’nun ağabeyi avukat Ceyhan Mumcu’ydu. Eşi Naciye Mumcu ile birlikte görgü tanığı olarak ifade veren Ceyhan Mumcu yaşadıklarını şöyle aktardı:
“Saat 20.00 sıralarında yemeğe oturduk. Bu esnada iki el peş peşe, arada zaman fazlası olmadan silah sesi duydum. Eşim ‘Ne sesi’ diye bana sordu. Ben de emin şekilde ‘Silah sesi’ dedim. Eşim tereddüt etmeden Portakal Çiçeği Sokak’a bakan pencereye gitti ve camı açarak olay yeri istikametinden geldiğini düşündüğümüz yöne doğru baktı. Ben de dikkatli olmasını ve başını uzatmamasını söyledim. Eşim kısa bir süre baktıktan sonra bir şey görünmediğini söyleyerek yemek sofrasında tekrardan yemeğimizi devam ettik. Yarım saat kadar sonra Güvenlik ve Yargı Muhabirleri Derneği Başkanı Ünal İnanç beni telefonla aradı. Olayı haber verdi. Silah sesi geldiğinde ben daha sonra gerekli olabilir düşüncesiyle saatime baktım saat 20.04’e bir iki saniye vardı. Bundan eminim. (…)”
Ceyhan Mumcu’nun eşi Naciye Mumcu da olaydan bir süre önce tanık olduğu ve kendisinde şüphe uyandıran olaylara ifadesinde yer verdi:
“(…) 19.30’da aracı park etmeye indiğimde sokak üzerinde binamız ile 46 numaralı bina önüne uygunsuz bir şekilde bordo renkli emin olmamakla beraber TOFAŞ marka olabilir eski model bir aracın park lambaları ve dörtlü lambaları açık halde park ettiğini gördüm. Bu arabanın yanına gelen fötr şapkalı, koyu renk uzun paltolu, 50 yaşları civarında, yüzünü tam göremediğim bir erkek şahıs düzgün bir şiveyle hatırlayamadığım bir bayan ismini vererek, bayanın iki kız çocuğu ile birlikte burada bir yerde oturduğunu, nerede oturduklarını bilip bilmediğimi telaşlı bir şekilde sordu. Hatta ‘42 numaralı bina da olabilirler belki’ dedi. Ben de ‘Bizim binada yok, pek de iyi bilemiyorum’ demem üzerine şahıs 42 numaralı bina istikametine yürüdü. Fakat apartman içerisine girip girmediğini göremedim. Yalnız çok telaşlı ve dikkat çekici bir hali vardı, otoyu aynı vaziyette bırakarak gittiğini hatırlıyorum.” (…)
Cinayetten sonra bilgisine başvurulanlar arasında, sonraları Hablemitoğlu ailesinin avukatlığını da üstlenen Ersan Barkın da yer aldı. Barkın, olaydan sekiz gün sonra polise verdiği yedi sayfalık anlatımlarında Hablemitoğlu ile yaşadıklarını şöyle anlattı:
“(…) Hablemitoğlu sürekli tehdit edilen bir şahıs olduğundan dolayı kendine göre birtakım tedbirler almıştı. Örneğin kendisine ait iki otoya uzaktan motoru çalıştıran bir sistem taktırmıştı. İlk etapta bu sisteme uymayan otosunu satarak yerine bu sisteme uyan otomobil almıştı. Bu otomobili aldıktan sonra eski otomobili kendisi, yeni aldığı otomobili eski eşi kullanmaya başlamıştı. Kendisiyle zaman zaman birlikte yürüyorduk. Bu yürüyüşleri sırasında dikkatimi çeken sürekli aynı tempoda yürümemesi, yürürken duraklamaması ve zaman zaman tempolu halde yürümesi de bana göre kendisi bir tedbir olarak bu hareketleri yapıyordu.
O dönemde ifade veren tanıklar, plakasını hatırlayamadıkları bir aracın sık sık Portakal Çiçeği Sokak’ta dolaştığına dikkati çektiler.
Hatta, cinayetten sonra Ankara Emniyeti’ne avukatı eşliğinde giderek yaşadıklarını anlatan Şengül Hablemitoğlu da sonraki ifadesinde şüpheli araç ve içindeki kişilerden söz etti.
Cinayetin işlendiği günün sabahında saat 09.05-09.10 sıralarında işine gitmek için evden çıktığı sırada karşılaştığı durumu anlatan Hablemitoğlu şu bilgileri verdi:
“(...) Arabamın üzerindeki karları temizlerken bana doğru gümüş gri renkte Fiat Bravo marka bir arabanın yaklaştığını gördüm. Araç içerisinde, iki erkek şahıs olduğunu, bunlardan şoför mahallinin yanında oturan şahsın otoparka girerken bana alaycı bir şekilde baktığını hissettim. Bu şahıs 25-30 yaşları arasında, esmer, zayıf, uzun boylu, gri balıkçı yaka kazaklı, dalgalı kısa saçlı, kemikli yüzlü ve kare çenesi olan siyah gözlü biriydi. Hatırladığım kadarıyla 06 olan ve harf grubunun ilk harfinin T olduğuna emin olduğum ancak diğer iki harfi konusunda tereddütlerim olmakla birlikte. GV, VG veya CV gibi harfler olduğunu düşünüyorum. Ancak rakam grubunun ise 08 ile bittiğinden eminim. (...)”
Plakasının bir bölümü ve modeli verilen araçların peşine düşen polis Kuğulupark kavşağında içinde bir kadın ve bir erkeğin bulunduğu aracı çevirdi.
Yapılan araştırmada, polis ekiplerince çevrilen araçtakilerin, ABD’nin Ankara Büyükelçiliği bünyesinde görev yapan özel güvenlik koruma personeli olduğu anlaşıldı. Ayrıca, benzer şekilde ifadelerde geçen şüpheli aracın da 06 YGD 08 plakalı yine ABD Büyükelçiliği’ni korumakla görevli personelin kullandığı araç olduğu ve Portakal Çiçeği Sokak’ta devriye görevi yaptıkları anlaşıldı.
Cinayetin ardından savcılığa ifade veren isimlerden biri de Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’ti. DGM’ye 6 Ocak 2003 günü giden Perinçek, şunları anlattı:
“(...) Hablemitoğlu cinayetinden yaklaşık 3-5 gün önce bizim Sırpça bilen ve Aydınlık dergisinde çalışan Teoman Alili aracılığıyla Yugoslavya Sosyalist Partisi lideri Palkoviç, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kaosa sürüklemek amacı ile Türkiye’de bazı suikastlerin yapılacağını bildirmişti. Daha önce de bu tip doğru çıkan bilgiler göndermişti. Yaklaşık 3-5 gün sonra da Hablemitoğlu cinayeti gerçekleşince, biz olaya daha çok ilgi duyduk. Aydınlık dergisinde görevli Teoman Alili’yi Yugoslavya’ya gönderip Palkoviç ile görüşmesini istedik. Yapılan görüşmede, Palkoviç, Kürt örgütlerine 500 milyon dolar verileceğini, bunun 200 milyon dolarının Barzani’ye, 175 milyon dolarının Talabani’ye, 125 milyon dolarının da PKK dahil diğer Kürt örgütlerine verileceğini söyledi.
Biz bunu Aydınlık dergisinin 806. sayısında yayınladık. Daha sonra internet üzerinden PKK’ya paranın, 27 Aralık günü 125 milyon dolarının Suriye’de yaşayan PKK’lı bir iş adamından alındığını gösteren cam sehpa karşılığı Amerikalı Yahudi asıllı iş adamı John Littleford adlı kişi tarafından gönderildi. Suriye’de yaşayan PKK’lı iş adamının gelen parayı Kıbrıs Rum Kesimi’ndeki bir bankaya yatırdığını, bu bankadan da Amerikan silah firmalarına silah alımı karşılığı aktarıldığını bildirdi.
Bu bilgilerin yanı sıra yurtdışında öldürüleceği söylenen bir kısım kişiler yanında, Türkiye’de de eski Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu, İşçi Partisi lideri olarak benim ve İstanbul’da yaşadığını tahmin ettiğim Yazar Aytunç Altındal’ın hedef alınacağını bildirdi.
Bu bilgilerin kendisine bir bölge ülkesinde sorguya alınan bir MOSSAD bölge lideri tarafından verildiğini söyledi. Ben Palkoviç’in verdiği bilgileri önceki verdiği bilgilerle kıyaslayınca doğru olduğunu düşünüyorum. Ayrıca verdiği bilgileri ben Rus kaynaklarından da araştırdım ve teyidini aldım. Tahminime göre bu bilgiler kısmen Rus kaynaklarından Palkoviç aracılığı ile alınmış, bize de aktarılmıştır. (...)”
SÜRECEK... |
YAZI DİZİSİNİN BİRİNCİ BÖLÜMÜ | Hablemitoğlu Dosyası | Açılmasına katkı sağladığı altın madenine mücadele ettiği Gülen cemaati nasıl hâkim oldu, ABD ne için devreye girdi, suikast öncesinde ve sonrasında neler yaşandı?