CHP Yoksulluk Dayanışma Ofisi Koordinatörü Hacer Foggo, Van’da düzenlenen "Askıda Hayatlar" konulu söyleşide, "STK ve siyasi parti temsilcileri olarak biraz kendimize dönmemiz gerekir. İnsanlar o yokluğu, yoksulluğu yaşarken ne kadar kapılarını çaldık? Bence herkesin kendini sorgulaması gerekir. Siyaset, sadece yoksul mahalleye gidip, fotoğraf çekip sosyal medyada paylaşmak olmamalı" dedi.
Hacer Foggo, Van’daki Üvercinka Kültür Sanat Merkezi'nde bugün düzenlenen "Askıda Hayatlar" konulu söyleşi ve imza gününe konuk oldu. Etkinliğe, CHP Van İl Başkanı Hakan İlvan, Saadet Partisi Van İl Başkanı Özay İlhan, siyasi parti ve sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri ile vatandaşlar katıldı.
Söyleşide CHP’nin Aile Destekleri Sigortası projesini anlatan ve kadın yoksulluğundan söz eden Hacer Foggo, şunları söyledi:
“Bu salonda oturan herkes yoksulluk sınırın altında yaşıyor. Yoksulluk sınırı 22 bin, açlık sınırı 7 bin liraysa ya açlık sınırının altında ya da yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Aslında hepimiz yoksuluz ve yoksunuz diyebiliriz. Bundan 10 yıl önce ‘çalışan yoksuluz’ diye bir tartışma, gündem konumuz yoktu. Ama bugün çalıştığımız halde asgari ücret ile ayakta kalmanız mümkün değildir. Sosyal güvencesiz günlük iş yapıyorsanız, artık açlık sınırının altında yaşıyorsunuz demektir. Aslında yoksulluk dediğimiz şey, bir erişememe halidir.
STK ve siyasi parti temsilcileri olarak biraz kendimize dönmemiz gerekir. İnsanlar o yokluğu, yoksulluğu yaşarken ne kadar kapılarını çaldık? Bence herkesin kendini sorgulaması gerekir. Siyaset, sadece yoksul mahalleye gidip, fotoğraf çekip sosyal medyada paylaşmak olmamalı. Mahallelinin bir isteği üzerine bir belediye başkanı ve STK temsilcisi mahallenin bir eksiğini karşılıyorsa, halkı dinleyip bir şeyler yapıyorsa, vatandaş bunu sorguluyorsa o zaman o gerçek siyasetçidir.
Siyasetçinin de değişmesi gerekiyor. Vatandaşlar da daha çok sorgulamalı ki sürekli bu yoksulluk halinin kader olarak devam etmemesi gerekir. Açlık ve yoksulluk o kadar derinleşti ki sosyal yardımlar olmazsa olmaz. Ama yeterli mi, oda tartışılır. İkincisi; sosyal yardımlar hiçbir partinin cebinden çıkmıyor. CHP iktidarda olsaydı CHP’nin cebinden çıkan bir şey olmayacaktı. Sosyal yardımlar, devletin verdiği, sizin hakkınız olan ve vergilerinizden kesilen şeylerdir.
Yetersiz beslenmenin öğrenme güçlüğüne de neden olduğunu biliyoruz. Yetişkin olduğunda bunun devam ettiğini ve yapılan araştırmalarda yoksul bir hanede büyüyen çocuğun 30 yaşına kadar yoksul olarak geldiğinde bir daha o çarktan kurtulma şansının az olduğu ve ömür boyu o yoksulluğa mahkum olduğunu öğrenmiş oluyoruz.
Aile Bakanlığı’nın açıkladığı, Türkiye’de sürekli yoksulluk oranı yüzde 13,8. Bu sürekli yoksulluk denilen şey, bir ailenin 5 yıldan daha fazla yoksul olmasıdır. Ve bunun nesiller boyu, çocuklara miras olarak devem etmesidir. Asıl mücadele edilmesi gereken şey budur. Ekonomik krizden dolayı da 1 milyona yakın öğrenci okulunu bırakıp çalışmaya başlamış durumdadır. O yoksulluk mirasını çocuklar sırtlarına almış demektir.
Eskiden insanlar çalışmak için batıya giderdi ve memleketlerine dönüp rahat bir hayat sürerlerdi, ama şimdilerde her yerde yoksulluk olduğu için ‘köyüme gideyim, daha iyi geçinirim’ durumu ortadan kalmıştır. O yüzden bu yoksulluk dediğimiz şey budur, çünkü hepimizin artık bir gelecek kaygımız var. Güvencesiz, yalnız ve çaresiz hissediyoruz.
Temel mesele şu; bir avuç zenginin gittikçe bu yoksulluk üzerinden zenginleşmesi değil, o paylaşılan kaynağın eşit biçimde dağıtılması sorunu var. Esas sorun bu. Sosyal devlet dediğimiz şeyde budur. Öncelikle kendi vatandaşını, kendi yurttaşını, kendi öğrencisini düşünen devlet. Hedefimiz, insanların onurlu bir şekilde ayakta durup geçimini sağlaması ama şuradan baktığımızda Türkiye’de nerdeyse yüzde 80 insanlar yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Bu gerçekliği göz önünde bulundurmamız gerekir.
Sivil toplum meselesine gelince de bence Türkiye’de yapılmayan şey; çok iyi çalışan sivil toplum örgütleri var. Kadın, çocuk, iklim krizi ve çevre ile ilgili çalışma yapanlar var ama maalesef kamu kurumları bence yeterince sivil toplum örgütlerini dinlemiyor. Ve birlikte çalışmaya beceremiyorlar. Belli dönemlerde toplantıya çağırıyorlar. Atıyorum, ‘3 Aralık Dünya Engelliler Günü çağıralım sivil toplum örgütlerini, görüş alalım, bildiri yayınlayalım ve 4 Aralık’ta unutalım’. Böyle olduğu zaman, sivil toplum örgütlerini uygulamanın içerisine alınması gerekir. Yoksa başarıya ulaşmak da zor. Önümüzdeki dönem bir Sivil Toplum Bakanlığı kurulabilir." (ANKA)