'Kamu yönetiminde otoriter eğilim ifade özgürlüğü sorununu büyütüyor'

'Kamu yönetiminde otoriter eğilim ifade özgürlüğü sorununu büyütüyor'

Yargıtay Başkanı Ali Alkan, yargı bağımsızlığının, yargıcın onuru olduğunu belirterek, ''Bu onur özlük haklarından fiziki ve sosyal imkanlardan bağımsız olarak tek başına savunulur. Gerek yapısal gerekse karar alma süreçlerine ilişkin müdahaleler hiçbir şekilde kabul edilemez'' dedi. Alkan, ifade özgürlüğü sorununa ilişkin olarak, "Kamu gücünün otoriter eğilimlerle kullanımı, başta ifade özgürlüğü olmak üzere hak ve özgürlükleri istismar eden terörist yöntemler çözümü güçleştirmektedir" diye konuştu.

Adli yıl açılış törenine, TBMM Başkanı Cemil Çiçek, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel, Başbakan Yardımcıları Bülent Arınç, Beşir Atalay, Ali Babacan, Adalet Bakanı Sadullah Ergin, Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati Yazıcı ve yüksek yargı mensupları ile çok sayıda davetli katıldı.

Alkan, konuşmasının başında Beytüşşebab'ta şehit olan askerlere Allah'tan rahmet, yakınlarına ve Türk milletine başsağlığı diledi.

Yeni adli yılın ülkeye, millete ve tüm insanlığa adalet, barış, huzur ve mutluluk getirmesini dileyen Alkan, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e de acil şifa dileklerini iletti. Alkan, Ramazan Bayramı ve 30 Ağustos Zafer Bayramı'nı da kutladı.

Toplumlarda devlete duyulan ihtiyacın adalete duyulan ihtiyaca bağlı olarak geliştiğini belirten Alkan, adaletin toplumsal ihtiyaç olarak devletin varlık sebebini oluştururken, bir vicdani güç olarak da meşruiyetininin kurucu unsuru ve sınırlarının belirleyicisi olduğunu ifade etti.

Hukukun üstünlüğünün yönetenlerin egemenlik yetkisine dayanarak bizzat kendi koydukları kurallarla kendilerinin de bağlı olmaları şeklinde ortaya çıktığını dile getiren Alkan, şöyle devam etti:

''Bunu, bireyler arası ilişkilerin hukuk çerçevesinde yürütülmesi tamamlar. Yönetenlerin kendilerini hukukla bağlı hissetmemeleri, bireyler arası ilişkilerde de hukuka bağlılığın yerleştirilmesini imkansızlaştırır. Bu anlamıyla hukukun üstünlüğünü sağlamanın öncelikli şartı, yönetenlerin hukuka saygılı olmalarıdır.

Hukukun üstünlüğü, devletin üzerinde, devleti hukukla bağlayan, faaliyet yetkisinin kaynağı olarak hukuku tanıyan, yönetilenlere herkes için geçerli ve önceden belirlenmiş kurallarla hukuki güvence sağlayan bir ilkedir.

Anayasa'da açıkça tarif edilmeyen 'hukukun üstünlüğü' kavramı, bir yandan kurumlara, yöneticilere ve yönetilenlere kendi vicdani sezgileri doğrultusunda en yapıcı telkinlerde bulunur. Diğer yandan Anayasa'nın 2. maddesinde gösterilen devletin 'insan haklarına saygı ' yükümlülüğüne, 'hukuk devleti' ilkesine ve Anayasa'nın 138. maddesinde hakimler için bir hüküm verme esası olarak sayılan 'hukuka uygun olma' kriterine işaret ederek genel nitelikli ölçütler koymaktadır. ''

Hukukun üstünlüğü kavramının bu telkinler yanında yasama ve yürütme organı üyelerinin kendisine bağlı kalınacağına dair üzerine yemin edecekleri bir anayasal değer olarak da ortaya çıktığını vurgulayan Alkan, Cumhurbaşkanı ve milletvekillerinin göreve başlarken hukukun üstünlüğüne bağlı kalacaklarına dair ettikleri yeminin yargı kararlarının bağlayıcılığı üzerine verilen söze inanmış olmaya tekabül ettiğini söyledi.

Devletin egemenlik yetkilerini, milletinin hür iradesinden aldığını, her aşamada milletin iradesini gözettiğini, çoğunluk ya da azınlık ayrımı yapmaksızın vatandaşların haklarını koruduğunu anlatan Alkan, ''Devletin meşruiyet kaynağı millet, sınırları hukuk, amacı ise hukukun üstünlüğüdür'' dedi.

Alkan, Türkiye Cumhuriyeti'nin insan haklarına saygılı, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olduğunu belirterek, bu niteliklerin hiçbirinin hiçbir suretle diğerine feda edilemeyeceğini kaydetti.

Cumhuriyetin ülkesi ve milletiyle korunması ve güçlendirilmesinin bu anayasal niteliklerin aynı anda nazara alınması ile mümkün olacağına işaret eden Alkan, hukuk devletinin insanlar arasında dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetmeksizin doğuştan gelen kişiliklere bağlı, dokunulmaz, vazgeçilmez, devredilmez haklar olarak kabul edilen temel hak ve özgürlükleri güvence altına aldığını anlattı.

Erkler ayrılığı sisteminin temel özelliğinin devletin mutlak hükümranlık gücünün bir kimsede, bir zümrede, bir erkte toplanmasına izin vermemesi olduğunu vurgulayan Alkan, ''Hiçbir erk diğeri için ayak bağı olmadığı gibi onay makamı da değildir. Her erk mevcudiyetini ve meşruiyetini diğer erklerin varlığından ve belirlediği sınırlardan alır. Erkler birbirlerinin takdir yetkileri içinde kalan düzenleme, uygulama ve hükümlerine saygılı olmak durumundadır'' diye konuştu.

Alkan, kuvvetler ayrılığı sisteminin sonucu olarak ortaya çıkan yargı denetiminin işlevini yerine getirebilmesi için denetlediği erklerin muhtemel olumsuz etkilerine karşı korunması gerektiğini ifade ederek, şöyle devam etti:

''Yargı bağımsızlığı, yargıcın onurudur. Bu onur özlük haklarından fiziki ve sosyal imkanlardan bağımsız olarak tek başına savunulur. Gerek yapısal gerekse karar alma süreçlerine ilişkin müdahaleler hiçbir şekilde kabul edilemez. Hakim ve savcılarımız anayasanın verdiği bağımsızlık statüsünün içini hukukun üstünlüğü idealiyle doldurmaya, bu statünün temel hak ve özgürlüklerini koruma işlevini hiçbir zaman hatırdan çıkarmamaya, bağımsızlık duygusuna zarar verecek içsel nedenlere karşı durmaya, her zemin ve her koşulda yargısal vakar ve cesareti korumaya devam etmelidir.''

 

'Hakim günlük siyasetten uzak olmalı'

 

Yargıtay Başkanı Alkan, hukuk devletinin temel gereklerinden birisinin de yargının tarafsızlığı olduğunu vurgulayarak, hakimin günlük siyasetin ve güncel tartışmaların etkisinden uzak olması ve taraflar üstü davranması gerektiğini söyledi.

Hakimin görüş ve inançlarından sıyrılarak karar vermesinin de tarafsızlığın bir gereği olduğunu dile getiren Alkan, yargının bağımsız ve tarafsız olmasının gereklerinden birisinin de yargıya sağlanan teminat olduğunu ifade etti.

Hukukun üstünlüğünü gerçekleştirmek için yargının bağımsız, tarafsız ve teminatlı olması gerektiğine işaret eden Alkan, şunları kaydetti:

''Ancak, yargıya verilen güvenceler aynı zamanda kendilerine yüklenen sorumluluğun ağırlığını göstermektedir. Yargı görevini yerine getirenler özel ve meslek hayatlarında son derece yüksek etik standartlar göstermek zorundadır. Hakim ve savcılarımız unutmamalıdır ki, mesleğimizin saygınlığı öncelikle onu temsil edenler tarafından korunur ve güçlendirilir.''

Alkan, yargının, üzerinden siyasi söylem geliştirilecek, popülizm yapılacak bir alan olmadığını ifade ederek, ''Halkın meşru hak arama merci olan yargıya karşı en büyük özeni halkın temsilcileri göstermelidir'' dedi.

Alkan, adli yıl açılış töreninde, yargı düzeninin ilk derece mahkemeleri, yüksek mahkemeler ve cumhuriyet başsavcılığı teşkilatı ile bir bütün olduğunu söyledi.

Anayasal düzen içindeki müstakil bir erk olma konumunu bu bütünlüğün güçlendirdiğini belirten Alkan, anayasanın yargı erkine verdiği yetki ve görevlerin yine anayasa ve kanunların verdiği iş bölümüne göre kullanılacağını ifade etti.

Alkan, ''Aralarındaki ilişki astlık üstlük ilişkisi değildir. İlk derece mahkemeleri ya da yüksek mahkemeler arasındaki ilişkinin bu niteliğine uygun düşmeyen, makul ve meşru bir sebebe dayandırılamayan uygulamalar, hangi kurumun tutumundan ya da hangi erkin düzenlemesinden kaynaklanırsa kaynaklansın sağlıklı sonuçlar vermeyecek, çalışma barışını olumsuz yönde etkileyecektir'' ifadesini kullandı.

Türk yargısının anayasanın ve kanunların ruhunu demokratik, laik ve sosyal hukuk devletinin gereklerine uygun şekilde anlayıp uygulayabilecek tecrübe ve bilgi birikimine sahip olduğunu vurgulayan Alkan, ''Yargı düzeninin faaliyetlerinde de hukuka aykırılıklar bulunabilir ancak bu hukuka aykırılıklar yasama ve yürütme işlemlerinde olduğu gibi başka bir erk tarafından düzeltilmez, yine dereceli yargı sistemi içerisinde yargı tarafından kanun yolları kullanılarak düzeltilir'' şeklinde konuştu.

Yargısal faaliyetlere yönelik şikayetlere özenle yaklaşmak gerektiğini belirten Alkan, bu tür şikayetlerin yaygınlık kazanmasının şikayetin haklılığını göstermeyeceğini söyledi.

Yargı düzeninin eleştiriye açık olduğunu, hatta demokratik toplumun sorgulayıcı ve geliştirici araçlarından biri olarak eleştiriyi talep edip yararlı bulduğunu vurgulayan Alkan, şöyle devam etti:

''Ne var ki, özellikle siyasi kimlik taşıyan kurum temsilcilerinin yargıya ve yargıçlara yönelik, hakarete, aşağılamaya varan kabul edilemez ifade ve açıklamaları karşısında yargı kurumlarının sessiz kalması, bu açıklamaların haklılığını kabullenmesinden değil, ortaya çıkacak polemiklerin yargının saygınlığı ile bağdaşmayacağı düşüncesinden kaynaklanmaktadır. Yargı, üzerinden siyasi söylem geliştirilecek popülizm yapılacak bir alan değildir. Halkın meşru hak arama merci olan yargıya karşı en büyük özeni halkın temsilcileri göstermelidir.

Bazı davalarda eksik ve doğru olmayan bilgiye dayalı olarak kamuoyunun ısrarla yanlış yönlendirilmesine üzülerek şahit olmaktayız. Olayın oluşu, dosyadaki delil durumu, mahkemedeki gerekçeli kararların içeriği bilinmeden, suç ve cezada kanunilik, şüpheden sanığın yararlanacağı gibi evrensel ilkeler gözetilmeden yapılan bu eleştiriler, yargıya ve devlete olan güvene büyük zarar vermektedir.''

 

'Medya yargılamanın seyrini etkileme tehlikesi oluşturuyor'

 

Yargıtay Başkanı Alkan, yargının bağımsızlığına tesir eden en önemli etkenlerden birisinin de medya olduğunu belirterek, sosyal bir güç haline gelen medyanın farkında olarak ya da olmayarak yargılamanın seyrini etkileme tehlikesi oluşturduğunu söyledi. Alkan, sözlerini şöyle sürdürdü:

''Bazen de kendilerini yargılama makamı yerine koyup masumiyet karinesinin aksine kişileri mahkum etmektedir. Bu nedenle yargıya intikal etmiş konularda medyanın objektif, gerçeğe uygun ve doğru haber vermesi gerekir. Soruşturması ve kovuşturması devam eden konularda kamuoyu oluşturup yönlendirecek şekilde yayın yapmaktan ve en önemlisi de yargısız infazdan kaçınmalıdır. Yargı makamları da kamuoyunun haber alma hakkını yerine getiren medyaya ölçülü, yeterli ve sağlıklı bilgi akışını sağlamalıdır.''

 

'Terörist yöntemlerle ifade yöntemleri birbirinden ayrılmalı'

 

İfade özgürlüğünün belli bir düşünceye sahip olabilme ve bunu paylaşıp yayabilme özgürlüğünü ifade ettiğini belirten Alkan, Türkiye'de bugün itibariyle ulusal mahkemeler ve AİHM'e ifade özgürlüğü alanında giden dava dosyaları sayısı dikkate alındığında bir ifade özgürlüğü sorunu bulunduğunun görüleceğini dile getirdi.

Alkan, şunları söyledi:

''Bu sorunu, bu özgürlüğün görev ve sorumluluk yüklediği gerçeğine aykırı hareket eden anlayışlar bir yandan, kamu gücünün otoriter eğilimlerle kullanımı diğer yandan büyütmekte, başta ifade özgürlüğü olmak üzere hak ve özgürlükleri istismar eden terörist yöntemler çözümü güçleştirmektedir. Terörist yöntemlerle ifade yöntemleri birbirinden ayrılmalıdır. Şiddete teşvik, ırkçılığa çağrı ve nefret içeren ifadelere geçit vermemeli ancak kamu gücünü temsil edenler de toleransı elden bırakmamalıdır.''

Terörü insan haklarını ciddi şekilde tehlikeye atan, demokrasiyi tehdit eden ve özellikle meşru hükümetleri istikrarsızlığa uğratmayı ve çoğulcu sivil toplumu yıkmayı amaçlayan cebir ve şiddete dayalı bir olgu şeklinde tanımlayan Alkan, terörün doğrudan veya dolaylı biçimde cebir ve şiddete dayalı her türlü eylem, yöntem ve faaliyetlerine karşı kararlı bir mücadele ortaya konulması gerektiğinin altını çizdi.

Terörist faaliyetlerin hiçbir hukuki gerekçeye dayandırılarak savunulamayacağını ve haklı görülemeyeceğini vurgulayan Alkan, devletin ülkesinde yaşayan herkesin yaşam hakkını terör eylemlerine karşı korumasının öncelikli ve asli görevi olduğunu belirtti.

Alkan, şunları kaydetti:

''Terörün sınır aşan özelliği de dikkate alındığında bu görev ulusal ve uluslararası işbirliğini zorunlu kılmaktadır ancak, bu işbirliği zorunluluğu ülkelerce yerine getirilmediği gibi terörün politik bir araç olarak bile kullanıldığına tanık olmaktayız. Terörist faaliyetler özellikle din, demokrasi, milliyet, çoğulculuk ve insan hakları gibi toplumsal veya hukuksal değerleri sadece istismar amacıyla kullanır. Terörün bu değerlere yönelik istismar edici stratejisi mücadelenin bu alanlarda da kararlılıkla sürdürülmesi gerekliliğini ortaya koymaktadır.

Ancak yetkili makamlar eliyle yürütülecek terörle mücadele mutlaka hukuka uygunluk alanı içinde kalmalıdır. Terörle mücadelede hukukun üstünlüğüne bağlı kalma sadece mümkün olması gereken değil aynı zamanda gerekli ve zorunlu olan koşuldur. Yargı terörün hangi özgürlükleri istismar aracı olarak kullandığının farkındadır. Biz devletimizin hukukun üstünlüğü ilkesi içinde kalarak terörü sona erdireceğine gönülden inanıyoruz.''

Yargıtay Başkanı Ali Alkan, yeni anayasanın, mutlaka toplumsal katılımı, uzlaşmayı esas alması gerektiğini belirterek, ''Bu esas dışındaki anayasanın hangi yöntemle yapılacağı hususu tali bir konudur. Yeni bir anayasa ihtiyacının ardındaki sosyal ve siyasi mutabakat anayasa yapımını kolaylaştıran, bu yolda kullanılacak araç ve yöntemleri zenginleştiren ve kaçırılmaması gereken bir fırsattır'' dedi.

Alkan, adli yıl açılış töreninde, ailenin, toplumun temeli olduğunu ve eşler arasında eşitliğe dayandığını belirterek, kadının bu temelin en önemli unsuru olduğunu ifade etti.

Kadına yönelik şiddetin insan onuruna yapılan bir saldırı ve en güncel insan hakları problemlerinden biri olduğunu dile getiren Alkan, bu sorunun sadece kadınların değil, tüm toplumun sorunu olduğunu vurguladı.

Alkan, ''Önemli olan olay meydana geldikten sonra soruşturulması değil, önleyici tedbirlerle önlenmesidir. Aile içindeki bu şiddetin önlenebilmesi için hukuki korumanın yanında, kadının ekonomik ve sosyal yönden desteklenmesi ve toplumun da eğitim yoluyla bilinçlendirilmesi gerekmektedir'' diye konuştu.

Çocukların beden ve ruh sağlıklarının gelişmesi açısından internetteki zararlı içerikten korunmasının da büyük önem taşıdığına işaret eden Alkan, çocukların yetenekleri itibarıyla interneti yetişkinlerden daha iyi derecede kullanabildiklerini söyledi. 18 yaşından küçük kişilerin internet üzerinden gelecek, cinsel sömürü, cinsel saldırılar ve zararlı içeriklere karşı savunmasız kaldıklarının uluslararası hukukça da kabul edilen bir gerçek olduğunu ifade eden Alkan, Türkiye'nin taraf olduğu sözleşmelerle hükümetlere, özel sektöre, sivil toplum örgütlerine ve medya kuruluşlarına, çocukların zararlı içerikten korunması için gerekli tedbirlerin alınması, eğitimlerin yapılması, ortak standartların ve bu suçlarla mücadele için etkin işbirliğinin geliştirilmesi konularında yükümlülükler getirildiğini hatırlattı.

''Genç bir nüfusa sahip olduğumuza ve 18 yaşından küçükler, çocuk olarak kabul edildiğine göre, korumamız gereken alan oldukça geniştir'' diyen Alkan, çocuklar açısından mevzuatta koruyucu ve destekleyici tedbirlere ilişkin hükümlerin açık şekilde gösterildiğini ancak halen gerekli sistematik yapının kurulabildiğinin söylenemeyeceğini kaydetti. Alkan, çocukların korunması ve suça sürüklenmelerinin önlenebilmesi için adli ve idari merciler arasında eş güdüm ve acil işbirliğinin sağlanması gerektiğini ifade etti.

Anayasa'nın artık ihtiyaçları karşılamadığı, sorunları çözmediği, hatta bazı sorunların kaynağı olduğunun geniş kesimlerce yüksek sesle ifade edildiğini belirten Alkan, şöyle devam etti:

''Gerçekten de 1982 Anayasası, hazırlanış süreci, tepkisel niteliği, yüksek bir oy oranıyla kabul edilmiş olmasına rağmen meşruiyeti hep tartışılmış, demokrasi ve insan hakları ile kurduğu ilişki, birey karşısında devleti öne alan ve yücelten tutumu, ihdas ettiği bazı kurumlarla kendisini geleceğe taşıyamamış, eskimiş ve çağımızın gerisinde kalmıştır. Bugün ülkemizin önceliklerinden birisi de yeni bir anayasadır. Yargıtay, sivil inisiyatifleri, siyasi ve sosyal kurumları ile toplumun yeni bir anayasayı ihtiyaç duyarak beklediğini görmektedir. 2011 yılında yapılan genel seçimlerle oluşan TBMM, yeni bir anayasa yapmaya yetkili olduğu gibi, oluşumu itibariyle de bir toplumsal uzlaşma anayasası yapabilecek imkanlara da sahiptir. Yargıtay da toplumla birlikte hukukun üstünlüğünü esas alan, demokratik değerlere bağlı, toplumsal uzlaşmaya dayanan yeni bir anayasayı TBMM'den beklemektedir. Yeni anayasa, mutlaka toplumsal katılımı, uzlaşmayı esas almalıdır. Bu esas dışındaki anayasanın hangi yöntemle yapılacağı hususu tali bir konudur. Yeni bir anayasa ihtiyacının ardındaki sosyal ve siyasi mutabakat anayasa yapımını kolaylaştıran, bu yolda kullanılacak araç ve yöntemleri zenginleştiren ve kaçırılmaması gereken bir fırsattır.

Yeni anayasa, devlet iktidarını hukukla sınırlandırma, hak ve özgürlükleri güvence altına alma biçimindeki anayasacılığın özüne uygun ilkeler gözetilerek yapılmalı ve egemenliğin kullanılış biçimi, erkler ayrılığı, yargı denetimi, yargı bağımsızlığı gibi konular bu öz çerçevesinde ele alınmalı, devletin üniter yapısını zaafa uğratacak düzenlemelerden ise kaçınılmalıdır. Hukukun üstünlüğü esasına dayanan devletin insan haklarını, insanın onur ve vakarını korumak en temel görevi olmalıdır. Yasama ve yürütme organları ile idare, yapacağı iş ve işlemlerde öncelikle ihtilafa neden olmamayı gözetmeli, bunu sağlamak amacıyla ihtiyaç duyulan kurallar ve kurumlar oluşturulmalıdır.

Devlet, suç mağduru olan kişilere karşı objektif sorumluluk üstlenmelidir. Yine bu doğrultuda soruşturmanın etkinliğinin artırılmasını sağlayıcı düzenlemeler de anayasada yer almalıdır.''

Yargıtay'ın iş yüküne de değinen Alkan, son 4 yılda yıllık ortalama 650 bin dosya geldiğini, bunlardan her yıl 550 bininin incelenip karara bağlanabildiğini söyledi. Böylece her yıl 100 bin dosyanın arşivde bekleyen yüz binlerce dosyaya eklenmeye devam ettiğini anlatan Alkan, bu durumun sonuç olarak 2007 yılı başında 650 bin olan arşivde bekleyen dosya sayısının 2011 yılı sonu itibariyle 1 milyon 150 bin rakamına ulaştığını kaydetti.

Alkan, yılda 650 bin dosyanın temyiz incelemesi için yüksek mahkemeye gelmesinin hiçbir şekilde makul bir durum olmadığını ifade ederek, bu sayının dünya ortalamasının yaklaşık 50 katı olduğunu, böyle bir iş yükünün de uzun süre kaldırılamayacağını vurguladı.

''Bu iş yükünün sorumlusu tek başına Yargıtay olmadığı gibi, tek çözüm merci de Yargıtay değildir'' diyen Alkan, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun yürürlüğe girdiği 2005'ten bu yana neredeyse yılda 2 kez olmak üzere 12 kez değiştirildiğini hatırlattı. Bu değişikliklerin toplamının ceza kanununun yaklaşık 3'te 1'ine tekabül ettiğini kaydeden Alkan, ceza hukuku alanında sık yapılan yasal değişiklikleri uyarlama yargılaması kapsamında bir işin defalarca ele alınmasına ve sistemdeki dosya sayısının gerçek adli olay sayısından fazla görünmesine neden olduğunu ifade etti.

Alkan, istinaf kanun yolunun henüz faaliyete geçmemiş olması, alternatif uyuşmazlık çözüm yollarının yeterince geliştirilememesi ve bilirkişilik müessesesindeki aksaklıkların tamamen giderilememesi gibi yargının iş yükünü artıran bir çok etken bulunduğunu söyledi.

Yargıtay'ın artan üye sayısına paralel olarak tetkik hakimi sayısının da son bir yılda iki katına çıkarıldığını, bu durumun çalışma kapasitesinin ikiye katlanması anlamına geldiğini belirten Alkan, ''Artan bu iş temposunda Yargıtay daire başkanlarından üyelerine, hakim ve savcısından personeline kadar büyük bir özveriyle çalışılarak gelinen bu noktada amacımız ne pahasına olursa olsun bekleyen dosyaları eritmek değil, makul sürede adil yargılamayı gerçekleştirmektir'' diye konuştu.

Biriken dosyaların azalmaya başlamasıyla birlikte 2010'da duruşmasız bir boşanma dosyası yaklaşık 2 yıl sıra beklerken bu sürenin şimdi 1 yılın altına düştüğünü belirten Alkan, yargının kamu hizmetine yönelik güzel hizmetleri üretmeye devam edeceğini kaydetti. Alkan, bugün itibariyle incelemeyi bekleyen dosya sayısının 1 milyon 150 binden 880 bine gerilediğini, bu yıl sonu itibariyle de 800 binin altına inerek 2011'e göre iş yükünde 3'te 1 oranında azalma sağlanmış olacağını kaydetti.

Yargıtay Başkanı Alkan, ''İnsan haklarından taviz vermeden, hukukun üstünlüğü ilkesinin yerleşmesi ve yargı bağımsızlığının korunması hedefinden asla vazgeçmeyeceğiz. Türkiye Cumhuriyeti üzerinde yaşayan herkesin en üst düzey insan hakları standartlarına ulaşması, insanların huzur ve mutluluğunun sağlanması yolundaki en büyük gücümüz aziz milletimizden aldığımız destektir'' diyerek sözlerini tamamladı.

Öte yandan, programda yer alan TRT Ankara Gençlik Korosu'nun konseri, Şırnak'ın Beytüşşebap ilçesindeki terör saldırısında şehit olanlara saygı nedeniyle yapılmadı. Koro, İstiklal Marşı'nı okuyarak salondan ayrıldı.

Programın ardından, TBMM Başkanı Cemil Çiçek, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel, Yargıtay Başkanı Ali Alkan, yaklaşık yarım saat baş başa görüştü.