Uzun yıllar Rusya üzerine çalışmalar yapan T24 yazarı Hakan Aksay, Rus uçağının düşürülmesi sonrası Rusya Türkiye arasındaki krizi değerlendirdi. "Rusya bir şekilde PKK ile ilişki kurabilir, PKK’ya destek verebilir" diyen Aksay, "PYD ile zaten ilişkileri var. Rusya bölgedeki varlığını güçlendiriyor" ifadesini kullandı. 26 yıl Rusya'da yaşayan Aksay, "İki ülke arasındaki ilişkilerde herhangi bir yumuşama belirtisi görmediğini" söyledi. "Türkiye hemen özür dilese büyük ölçüde bu durumu düzeltebilirdi. Ya da uçak düştükten sonra Moskova’yı arayıp üzüldüklerine dair bir tavır gösterselerdi ki bu Putin için çok önemliydi" diyen Aksay, "Rusya’daki Türklerin durumu daha vahim. Panik içindeler. Çıkanlar ülkeye giremiyor. Kimisi de ‘giremem’ diye çıkamıyor" dedi.
Aksiyon'dan Tuğba Kaplan'ın sorularını yanıtlayan Hakan Aksay'ın açıklamaları şöyle:
-“Bir uçak düştü dostluğumuzun üzerine.” diyorsunuz. Yeni bir Rus-Türk savaşı kapıda mı?
Kapıda demeyeyim, savaş çığırtkanlığı olmasın. Savaş ihtimali az ama tümüyle dışlayamıyorum. Osmanlılar ve Çarlık Rusya’sı yıllarca savaşmış, iki halk birbirlerine uzun yıllar sıcak bakmamış. Kısa bir Atatürk-Lenin yakınlaşmasından sonra araya Soğuk Savaş yılları girmiş. Sonra 1984’te doğalgaz anlaşması yapıldı. Sonra ticarete başlandı. Yaklaşık 30 yıl içinde zor da olsa dostluk kurulmuştu. 2004 yılı sonlarında ilk kez bir Rus lider Türkiye’ye geldi ve siyasi ilişkilerde de çok olumlu gelişmeler oldu. 2011’e kadar çok iyi ilişkiler vardı.
-Ne oldu 2011’de?
Türkiye’de iktidarın iç politikada otoriter çizgiye doğru kayma ve kendini dev aynasında görme eğilimi başladı. Dış politikada ise Arap Baharı, Ortadoğu liderliği, ‘Esad gidecek’, ‘Şam’da namaz kılacağız’ derken bir maceraya girişildi. Başarısızlık sonra hissedildi ama hiçbir geri adım atılmadı. Hatada ısrar edildi. O dönemde Rusya’yla ufak tefek veya ufaktan biraz daha büyük sorunlar çıkmaya başladı.
-Ufaktan biraz daha büyük sorunlar derken…
Moskova-Şam uçağı 2012’de indirildi. Bu Rusya yönetiminin hiç hoşuna gitmedi. Susup sabrettiler. 2014’ün yazında Rusya-Ukrayna kapışmasında Malezya uçağı düştü. Herkes “Acaba?” derken, Recep Tayyip Erdoğan anında Rusların yaptığını “saptadı”. Rusya yine sustu. Son zamanlarda Suriye meselesinden dolayı iki ülkenin arası gergindi zaten. Ama Rus tarafı sakince bekledi. Ankara’nın bir Rusya uzmanı ya da Rusça bilen yetkilileri olmadığı için Rusların karakteri, diplomasiyi iyi bildikleri gözden kaçırıldı. Bizdeki gibi nutuk atıp sonra 180 derece dönmez Rusya, bir devlet geleneği ve kararlı politika var. Türkiye Rusya’nın sabrının taştığını görmedi.
-Yani Türkiye’nin dış politikası, hamasi ve gerçek dışı söylemlere mi dayanıyor?
Bunun çok örneği var. Türkmenleri korumaktan söz ediyorlardı. Ne oldu? Uçak düştükten sonra Rusya oraları dümdüz etti. Bölgeyi Kürtlerin kontrolünden almak istiyorlardı. Ne oldu? Rusya’nın PYD ile ilişkisi gelişti ve şu an bölgede daha hâkim. Türkiye, Suriye politikasına askerî ve siyasi olarak daha etkin katılmaktan bahsediyordu. Siyasi olarak artık pek etkisi yok, büyük ölçüde Amerika’nın ağzına bakar hâle geldi. Askerî olarak da Rusya bunu çok iyi kullandı. Bölgeye S-400’leri yerleştirdi. Türk uçakları şu an Suriye’ye yakın yerlerde bile rahatça uçamıyor.
-Krizi tevil etmek için üretilmeyen bahane kalmadı. ‘Angajman kuralı’, ‘17 saniyede 10 uyarı’, ‘pilotlar hatalı’, ‘paralel yapı’ vs… Neden, hata ettik denemiyor?
Açıklamaların hiçbiri inandırıcı değil. O uçağın tesadüfen ya da angajman kurallarına göre düşürüldüğünü zannetmiyorum. Bu sistemli, planlı, üst düzeyde alınmış karar sonucu yapılmış, belli. Bir savaş başlangıcı da olabilirdi. Hukuki olarak haklı olabilir Türkiye. Ama siyaset, strateji, dengeler, perspektifler var. Bir tek hukuka göre hareket edilemez. Kaldı ki Türkiye ne kadar hukuk devleti?
-Rusya’nın ilginç yaptırımlarına bakınca sorunun büyütüldüğü intibaına kapılanlar da var…
Türkiye’nin uçağı düşürmesi korkunç bir hata. Ama Rusya yönetiminin özellikle Putin’in bu işi kişiselleştirmesi, ‘sırtımdan hançerlendim’ diye duygusallaştırması, ölçüsüz derecede şiddetli tepki göstermesi, ruh hâli, şekli şemaili diplomasiden hayli uzak. Ekonomi, ticaret, turizm, kültür, spor, eğitime varıncaya kadar aşırı ve yanlış yaptırımlar uyguluyor. İnsani boyut her zaman çok önemlidir. Ama politikacılar bunu hiç hesaba katmıyor. Türkiye’deki Ruslar hayli tedirgin. Evini satıp gitmeyi düşünenler bile var. Ama Rusya’daki Türklerin durumu daha vahim. Panik içindeler. Çıkanlar ülkeye giremiyor. Kimisi de ‘giremem’ diye çıkamıyor. Sonuçta Erdoğan ve Putin’in krizi bu hâle getirdiğini görüyoruz.
-Yaptırımların yanı sıra Rusya medyasında Türkiye karşıtlığı hakim. Bu kadarını bekliyor muydunuz?
Beklemiyordum doğrusu. Putin 2000’lerin başından itibaren bir dizi stratejiyi değiştirdi ülkesinde. Bütün ilişkileri pragmatik bir şekilde biçimlendirdi. Dış politikaya enerji ihracatına göre şekil verdi. Türkiye’ye düşmanlık yayan bütün muslukları da o süreçte kapattı. Putin ordu, haber alma, medya musluklarını kapatarak bir anlamda Türkiye’ye karşı siper olmuştu. Kremlin’e yakın kaynaklardan aldığım bilgiler, Putin’in zaman zaman, “Sonuçta Erdoğan siyasal İslamcı. Bu iş başka bir yere gidecek. Çok güvenme.” şeklinde uyarıldığı yönündeydi. Ama Putin ısrarla “Biz Türkiye ile başka ülkelere örnek olacak bir model oluşturuyoruz.” diyordu. Sonra uçak düşürülünce Putin çok şiddetli tepki gösterdi. Ve kapattığı musluklara artık dokunmuyor. “Dokunmuyorum” demesi Türkiye karşıtlığının harekete geçmesi için yeterliydi.
-Uçak düşürüldüğünde Rusya’daydınız. Daha sonra da ziyaretleriniz oldu. Tanıdıklarınız ne diyor?
Birkaç Rus televizyonunda programa katıldım. Bağımsız bir gazeteciyim. Uçağın düşürülmesinin yanlış olduğunu söylüyorum ama yaptırımları da eleştiriyorum. Yanımda Rus milletvekilleri var. Önce dinliyorlar. Sonra başlıyorlar sözlü saldırıya. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım. Bu tavır milliyetçiliktir, nefret söylemidir. Bir kısmında ise, “Biz dostuz, Türkiye’ye nasıl gideceğiz?” endişesi hâkim. Herkes Türkiye’ye düşman değil ama toplum sinmiş durumda. Televizyonla yönetilen önemli bir kısım düşman olarak görebiliyor bizi. Ama milyonlarca Rus, Türkiye’yi, Türkleri biliyor.
-Bütün bunlar olurken muhalefet ne yapıyor?
Uçak düşürüldükten sonra ‘Kim ne demiş?’ diye baktım. Muhalefetin dış politikayla ilgili bir derdi yok gibiydi. Sonra tek tük açıklamalar geldi. HDP, belki bölgedeki çatışma gibi durumlardan eğilememişti konuya. Yine de net açıklamalar yapmalıydı. Devlet Bahçeli, bekleneni yaptı ve uçağı düşüren iktidarın arkasında olduklarını söyledi. CHP ise epeyce sessiz kaldı. Sonra CHP’den İlhan Kesici grup adına çıkıp, uçağın düşürülmesinin doğru olduğunu söyledi. Devamında bir ‘ama’ bekledim. Çünkü konunun birçok boyutu vardı. Burada dış politikaya karşı bir kaygısızlık, ilgisizlik, içine kapanıklık var. “Millî menfaatlere aykırı” görünmekten korkuluyor. İktidarıyla, muhalefetiyle herkes içine kapalı ve dünyayı kendinden ibaret zannediyor.
-Ama Selahattin Demirtaş Moskova’ya gitti, çok da tartışıldı. Tartışacak kadar kritik bir ziyaret miydi?
Hayır. Böyle ziyaretler bence çok normal. Ama Demirtaş bir anda “vatan haini” oldu. Ülkeyi satmakla itham edildi. Bunların hepsi âcizlik belirtisi.
-Rus Dışişleri Bakanı Lavrov “Suriye’de ve Irak’ta radikal İslamcılara karşı savaşan müttefiklerden” yani Kürtlerden övgüyle bahsetti. Rusya bölgedeki Kürdistan planına dâhil olmaya mı çalışıyor?
Lavrov’un sözleri bunu akla getiriyor tabii. Ama Putin’in Türkiye’de muhalefetle en çok da Kürtlerle ilişki kurmak istediği biliniyor. Hatta Rus medyası bazen net olarak adres HDP değil de PKK diyor. PKK’yı her yönden siyasi ve askerî olarak desteklemekten söz ediyor. Selahattin Demirtaş o görüşmede ısrarla Türkiye vatandaşlarının yaşadığı sıkıntılara atıfta bulunuyor. Ama Lavrov hiç oralı değil. Kürtlerin kendileri için önemli olduğunu söylüyor. Bu, Rusya’nın Ankara’nın başını daha çok ağrıtacağı bir tutum içine gireceğini net olarak gösterdi. Rusya bir şekilde PKK ile ilişki kurabilir, PKK’ya destek verebilir. PYD ile zaten ilişkileri var. Rusya bölgedeki varlığını güçlendiriyor.
-Zamanla bir yumuşama söz konusu olur mu?
Herhangi bir yumuşama belirtisi görmüyorum. Türkiye hemen özür dilese büyük ölçüde bu durumu düzeltebilirdi. Ya da uçak düştükten sonra Moskova’yı arayıp üzüldüklerine dair bir tavır gösterselerdi ki bu Putin için çok önemliydi. Tuttular Brüksel’i aradılar, NATO’ya durumu bildirip koruma talep ettiler. Putin bu tavırlar karşısında tek kelimeyle çıldırdı. Bizimkiler şu an alttan alıyor. Gerçi bu konuda da tutarsızlar. Bir gün alttan alıp ertesi gün iç politikayı, tabanı düşünerek “Bir daha olsa, bir daha yaparız!” diye ters yüz ediyorlar. Rusya, net bir özür bekliyor Türkiye’den. Ancak Bilal Erdoğan ve gemileri, tapeler, IŞİD bağlantısı gibi iddiaların gündeme gelmesi sonraki dönemde ilişki kurulmasını güçleştirdi. Bu sebeple gerginliğin aşılması zor.
-Peki, en kötü ihtimalle ne olur?
Kazara bir uçağımız benzer bir şekilde sınıra yakın bir bölgede düşürülebilir ya da başka bir yerde bir provokasyon olabilir. Askerî bir kıvılcım ya da çatışma en kötüsü olur. Az bir ihtimal bu, umarım olmaz. Gidişat bu krizin daha devam edeceğini gösteriyor. Bu iki ülke ve liderleri birbirine benziyor. Mesele de bu liderlerin iki dudağının arasında kaldı. İkisi de koltuklarında bayağı sağlam oturuyor. Olaya duygularını karıştırdıkları için bundan sonra diyalog kurmaları çok zor. Durumun düzelmesi için iki ülkede de toplumsal baskı grupları oluşmalı.
Aksiyon dergisinde yer alan Hakan Aksay portresi şöyle:
Aksay, zor günler yaşadığı 12 Eylül Darbesi’nden bir yıl sonra, 1981’de Sovyetler Birliği’ne öğrenci olarak gider. Leningrad Üniversitesi Gazetecilik Fakültesi’ni 1987’de Rusların dahi çok nadir gerçekleştirebildikleri bir şekilde ‘kızıl diploma’ alarak birincilikle bitirir. Ayrıca Rusça öğretmenliği sertifikası alır. O döneme kadar Sovyetler Birliği Komünist Partisi ile Türkiye Komünist Partisi arasındaki ilişkiler sayesinde, Türk komünistleri Türkiye’den gizlice çıkarılıp kısa süreli Marksizm Leninizm eğitimine gönderilirken, Aksay kendi pasaportuyla çıkar ve 6 yıllık normal mesleki eğitim alır.
Bu dönemde Sovyetler Birliği’ndeki birçok siyasi değişime de tanıklık eder. Sovyet lider Brejnev ölür, yerine Andropov gelir. Andropov ölür, Çernenko iktidar olur; ama kısa süre sonra o da vefat eder. Hakan Aksay’ın Rusya’ya ve komünist liderlere pek de uğurlu gelmediği düşünülebilir. Ancak kendisi uğurlu geldiğine ve Sovyet lideri Mihail Gorbaçov’un yolunun açıldığına inanıyor. Gorbaçov’un solun insana dönük olması tezinden bir hayli etkilenir. Henüz partiden ayrılmamış, komünistlikten vazgeçmemişken, Türkiye’ye gitmesinin sakıncalı olup olmadığı tartışılır. Derken Doğu Almanya’da TKP’nin gizli merkezinin yer aldığı Leipzig’deki Bizim Radyo’da 1,5 yıldan fazla çalışır. Ve artık Komünist Partisi’yle ideolojik ve siyasi ayrılıkların başladığı dönem gelir.
'KGB ajanı ilan edilmek kaçınılmaz!'
Türkiye’ye döner, korktuğu gibi bir riskle karşılaşmaz, tutuklanmaz. Hemen askere gider. Askerlik dönüşü bir süre işsiz kalır. Sonra ‘yeni bir adım’ sloganıyla yola çıkan Asil Nadir’in Güneş Gazetesi’ne başvurur. İş başvuru hikâyesini ilk ağızdan dinleyelim: “Şu an arkadaşım olan Metin Münir ilk patronumdu ve Güneş’in başındaydı. İlanla orijinal gazeteci arıyorlardı. Bir mektupla ona başvurdum. Metin Münir beni Amerikanvari bir tavırla, ayakları masanın üzerinde karşıladı. ‘Seni KGB göndermiş bize, anladım. Beynin yıkanmış ama seni de adam edeceğim’ diyerek şartlı işe aldı. Rusya’da okuyup uzun yıllar orada yaşayınca KGB ajanı ilan edilmek kaçınılmaz oluyor.” Aksay, bir süre sonra Türkiye’de sıkılır ve Sovyetler Birliği’nin son zamanlarında muhabir olarak tekrar Rusya’ya gider. Ve ikinci dönemi başlar. Moskova’da 20 yıl gazetecilik yapar.
Aksay gazeteciliğin yanı sıra bir aktivist olarak Türkiye-Rusya ilişkilerine büyük destek verir. Birçok toplumsal etkinliğe katılır, derneklere üye olur. Rus-Türk Araştırmaları Merkezi’ni kurar. Konferans düzenleme, kitap yazma derken o dönemin sonuna doğru, Rus dilini ve kültürel mirasını yayan, ülkelerin ve halkların birbirlerine yaklaşmasını sağlayan kişilere Rusya tarafından verilen Puşkin Ödülü’nü Putin’in imzaladığı bir kararnameyle alır. Nâzım Hikmet’in Rusya-Türkiye arasında köprü olduğunu düşünür ve 13 yıl boyunca Nâzım Hikmet’i anma etkinlikleri düzenlenmesine öncülük eder.
2009 yılında Türkiye’ye tamamen döner. “Hâlâ komünist mi?” diye düşünenler varsa, uzun süredir ideolojik aidiyetlere uzak. Yıllar önce Rusya’da anlatılan enternasyonalizmi, halkların kardeşliği düşüncesini hâlâ savunuyor. “İzleyenlerin çoğu sol muhalif bir kategoriye koyabilir beni. Ama bağımsız bir noktadayım. Gazeteciyim, fikir üretmeye çalışıyorum. Hiçbir ideoloji, parti, otorite, grup, cemaat, ekonomik güç gibi unsurlara bağlı olmamak en iyisi.” sözleriyle duruşunu gösteriyor.
Rusya ve Türkiye arasında olup bitenlerden dolayı çok üzgün. Hayatının yarısı Rusya’da, yarısı Türkiye’de geçen biri olarak her zaman bu iki ülkeyi düşünüyor ve bu iki ülkeyle yaşıyor. “İkisi de çok acayip ülke. Bazen iki kat mutsuz oluyorum.” diye içinde bulunduğu çıkmaz sokağı gösteriyor.