T24 yazarı Hakan Aksay, cemaate yakınlığı ile bilinen medya organlarını da kapsayan 14 Aralık operasyonu için, “Medya özgürlüğü hepimize gerekiyor. Ben Zaman ve Samanyolu'nun özgürlüğünü savunarak aslında kendi özgürlüğümü savunuyorum. Hâlbuki ben onlardan biri değilim, özel sempatim olan bir grup değil, hatta geçmişte yurtdışındayken sorunlarım da oldu. Ama bugün ‘O zaman şöyle yapmıştı’ deyip savunmazlık yapamam. Yarın öbür gün tutum değiştirip, tekrar iktidarın yanında konumlanacak olsalar bile onların özgürlüklerini bugün yine savunurum” dedi,
Zaman gazetesinden Tuğba Kaplan’ın sorularını yanıtlayan Hakan Aksay, 14 Aralık operasyonunu değerlendirdi. Kaplan’ın “Hakan Aksay: Zaman ve STV'nin özgürlüğünü savunarak aslında kendi özgürlüğümü savunuyorum” başlığıyla yayımlanan (21 Aralık 2014) söyleşisi şöyle:
Gazeteci ve T24 yazarı Hakan Aksay ile 14 Aralık'ta medyaya yapılan operasyonu, iktidarın medya üzerindeki baskısını konuşmak üzere bir araya geldik. Aksay, geçmişin faturalarını bu olaya kesmeden, medya özgürlüğünün korunması gerektiğini düşünüyor. “14 Aralık medya operasyonu zihnimizin açılmasını sağladı.” diyor.
17 Aralık'ın yıldönümüne birkaç gün kala medyaya yapılan operasyonu nasıl yorumluyorsunuz?
Adım adım medya susturulmak isteniyor. AKP iktidarı muhalif medyayı susturmak, kendi medyasını oluşturmak, güçlendirmek ve bazı televizyon ve gazeteleri etkisizleştirmek için sistemli bir çaba içinde. Bir sürü başka adımları da oldu. Hizmet Hareketi medyasına yönelik bir saldırı olacağı bekleniyordu ve saldırı geldi. Tabii bekleniyor olması bunu olağanlaştırmaz. Ona gösterilecek tepkiyi azaltmaz. Bu operasyonla ‘Yeni Türkiye' adına yeni birkaç şey oldu.
Nedir o yenilik?
Gazeteciler yıllardır başbakan ya da liderlerin talimatıyla içeri alınırlar, işten atılırlar, mesleklerini yapamaz hale getirilir. 14 Aralık'ta çok ciddi bir toplumsal tepki gösterilerek bu gözaltına karşı duruldu. Yine gözaltı oldu ama ilk kez canlı yayınla Türkiye'ye mal oldu. Orada çeşitli kesimlerden tepkiler geldi. Dayanışma çabalarıyla birlikte farklı bir şey oldu. Bu da benim aklıma iki şey getirdi. Birincisi keşke daha önce böyle tepkiler gösterilseydi. Çünkü çok insanın canı yandı çok insan alındı. O zamanlarda tepki verilseydi bunlar bu raddeye gelemezdi. Ama geçmiş hesaplaşmalardan çok geleceğe bakmak lazım. İkincisi, bundan sonraki benzeri baskıların göğüslenmesi önemli. Birbirinden çok farklı düşünen insanlar ve medya organları olabilir, ama hepsinin medya özgürlüğü temelinde birleşebileceğini, kitlesel tepkiler gösterebileceğini düşünüyorum. Bu gözaltılar örnek olsun.
Gazetecilere operasyonun canlı yayında olması mıydı farklılık?
Evet, yeni Türkiye'de gazeteciler canlı yayında gözaltına alınıyor. Anti-demokratik bir olayı izledik 14 Aralık'ta canlı yayınlarla. Eskiden savaşları izlerdik televizyondan. Şimdi medya savaşlarını, demokrasiye yönelik saldırıları izliyoruz. Ayrıca bunun meydana getirdiği bir potansiyel de var. Bu potansiyel sadece kalabalıktan ibaret değil. Bu olay bizim zihinsel ve duygusal ortamımızı karıştırdı. Bazı şeylerin tekrar gündeme gelmesini, zihnimizin açılmasını sağladı. Geçmişin faturalarını bu olaya kesmeden, özgürlüklerimizi beraber korumamız gerektiğini bir kez daha gördük.
Bu bakış açısının dışında, bir de “Yesinler birbirlerini” diyenler var. Bunun kime faydası olur?
Yesinler birbirlerini diyecek kadar basit bir konu değil. Şu ya da bu aşamada pek çok unsur hedef haline geldi. Özgürlüğü elinden alınanlar oldu. Medya, demokrasi özgürlüğü, herkese gereken bir şey. Herkesin ihtiyaç duyduğu bir nefes. Bu işi anlamakta direnenler veya ideolojik sebeplerle gerekçelendirenler sıranın kendilerine geleceğini düşünmüyor, umursamıyor. Ve sonuçta her kesim tek başına kalıyor. Aslında iktidarın istediği de bu. Hizmet Hareketi'nin son bir yıl içinde yaşadıkları doğrusu zor. Ben bu süreçte hareketin geçmişiyle hesaplaşma ve özeleştiri görevini yeterince yapamadığını düşünüyorum. Elbette bu çok kolay değil. İktidarla yan yana dururken, birden bir numaralı düşman haline geldiler. Bunun manevrasını yapmak kolay olmayabilir. Ama bütün bunlar bir yana, bugün cemaat medyasının iktidarın hedefine geldiği günlerde, onun bir de masaya yatırılıp, hedefe konulmasının ahlaki olduğunu düşünmüyorum. “Zaten hedeftesin, gel bir de masaya yat, iç organlarını deşeyim” demektir bu.
Herkes Cemaat'e ‘özeleştiri' yap diyor ama yapılanları da duymak istemiyor…
Eğer ben bu cemaate mensup ya da cemaat medyasında çalışan biri olsaydım, “Ne yapsam da daha içten olsam, ne yapsam da geçmişin hatalarıyla yüzleşsem ve bunu açık açık söylesem.” derdim. Ama sadece kendi arkadaşlarımla değil. Herkesin duyacağı şekilde kendime yöneltirdim eleştiri oklarını. Ve insanların güvenini kazanmaya çalışırdım.
Peki, AKP medya özgürlüğünü boğup kendi sonunu hızlandırırken, muhalefetler, demokratlar liberaller nasıl bir sınav veriyor?
Herkes kendi muhasebesini yapmaktan kaçınıyor. Bugün gazetesine röportaj verdi diye Selahattin Demirtaş neredeyse "cemaatçi" oldu. Bu en bariz örnek. Ama biz burada siyasetten devrim ya da darbe yapmaktan bahsetmiyoruz. Biz burada çok basit bir şeyden bahsediyoruz: Özgürlükten.
Medya özgürlüğü hepimize gerekiyor. Ben Zaman ve Samanyolu'nun özgürlüğünü savunarak aslında kendi özgürlüğümü savunuyorum. Hâlbuki ben onlardan biri değilim, özel sempatim olan bir grup değil, hatta geçmişte yurtdışındayken sorunlarım da oldu. Ama bugün “O zaman şöyle yapmıştı” deyip savunmazlık yapamam. Yarın öbür gün tutum değiştirip, tekrar iktidarın yanında konumlanacak olsalar bile onların özgürlüklerini bugün yine savunurum. Dün medyaya karşı yapılan saldırılarda bazı meslektaşlarımız bizi desteklemedilerse bu onların sorunu. Ama bugün onlara yönelik saldırılarda özgürlüğü savunmak bizim sorunumuzdur.
Operasyonlar kadar konuşulan diğer konu Ahmet Şık'ın açıklaması…
Doğrusu çok zor bir açıklamaydı. Ahmet Şık'ın bunu düşünmesi sindirmesi dile getirmesi bile çok önemli. Zamanında yazdığı ama yayımlanmayan kitabına dönemin başbakanı Erdoğan'ın "bombadan daha tehlikeli" demesi ve kimilerinin onu desteklemesi, özgürlüğünden bir yıl 10 günü çaldı. Baktığınızda Cemaat'e ölümüne düşman da olabilir. Ama bu sorumluluğu ve vicdanı kendisinde buldu. Eleştirilerinden vazgeçmesine gerek yok elbette. Destek oldu. Bu onurlu bir tutum. Zaman'ın Amerika temsilcisinin ona desteği ve Ekrem Dumanlı'nın teşekkürü de önemliydi. Bazıları ‘özür dileseydi' dedi ama bunlar için belki daha zaman var. Tüm bunların yaşanması gerekiyor.
14 Aralık'tan önce havuz medyasında bir tasfiye oldu. Onların konumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok acınacak durumdalar. Kalemini, meslek ilkelerini, yüreğini rehin bırakmış, hatta satmışlar.
İktidara yakın olarak parasal-maddi avantajlardan, avantalardan faydalanmak için şu an havuzun içindeler. Bir de güçlüden yana olmak ahlaki yönü zayıf olan insanlarda ve topluluklarda yaygındır. Güçlüden yana olursun, birileri yanında tepelenir, ama o sen değilsindir. Sen güçlüden yana oldukça ne kadar yayın organı tepelenirse, sen rahatta olduğunu refahının artacağını düşünürsün. Ta ki o güç seni de bir gün hedef alana kadar. Hedef olmasan bile çok önemli bir şeyi kaybedersin: Kendini. Yaşamın ve mesleğin bir anlamı kalmaz. Satılık, kiralık kalemlere dönüşürsün. Dünyanın parası dökülüyor bu havuz medyasına. Gizli saklı mekanizmalarla, iş adamlarının gücünü seferber ederek, TMSF kararlarıyla. Sonuç ne? Bugün yandaş medyaya baktığınızda gücü o kadar sınırlı ki. Küçümsemiyorum, etkili TV ve gazeteleri var. Ama gazetecilik yürekle ve mesleki ilkelerle yapılan bir şey. Gazetecilik doğruların yanında, vicdan ve ahlakı savunarak yapılacak bir şey. İster sağda ister solda ol. Bu günlerde bu ilkelerin yanında durmak insana öyle bir güç veriyor ki. Yandaş medya kalemşörlerine bakın, güya cesurca saldırıp yazıyorlar. Ama o kabadayılığın arkasına satır aralarına siniyor korkuları. Onlar karşısında biz son derece rahat, korkusuz ve mutluyuz.
Bu operasyon haberini de Twitter'da fenomen olan Fuat Avni hesabından aldık…
Böyle bir kaynağa her gün bakıyor olmak insanı gülümsetiyor. Kendiyle bile dalga geçiyor insan. İktidar her şeye hâkim olurum diyor ama onun hâkim olamadığı şeylerin göstergesi Fuat Avni. Bu bir kişi mi bir grup mu bilmiyoruz. Ama sonuçta ondan faydalanıyoruz. En son Fuat Avni merkez medyaya da operasyon olacağını söyledi. Bu belki de sadece elindeki istihbarat bilgisi değildir. Belki de önemli bir mesaj veriyor. ‘Merkez medya, siz de biraz hareketlenin çok rahat oturmayın. Geçmişte yediğiniz o darbeler yine sizi vurabilir.” diyor. Enformasyon kaynağı olmanın dışında siyasi işlevini de yerine getiriyor bence.
Delilsiz, mesnetsiz medya operasyonu hukuka darbenin de göstergesi değil mi?
Hukuk unutulmuş durumda. Hukuk diye bir kaygısı yok ülkeyi yönetenlerin. Yasalarla kaygısı var. O da kendi yolunu açmak, tek adam düzenini oturtmak için. Hukuk olmayınca bazen mevcut yasalar da göz ardı ediliyor. Türkiye'nin iç dinamikleri ne yazık ki demokrasiyi, hukuk devleti olmayı yeterince önemseyemedi, anlayamadı. Batı'dan medyaya operasyona gelen tepkiler ortada. Eminim iktidar bunları, bu haberleri sonuna kadar okumadan elinin tersiyle itiyor. O derece dünyadan koptu ve izole oldu. Ben bunun son nokta olduğunu düşünmüyorum. Çünkü dünyadan kopmak, izole olmak onlar için "değerli yalnızlık" olsa da, benim için "tehlikeli yalnızlığın" başlangıcı. Türkiye bu şekilde dünyadan kopuk tek başına devam edemez. Bir tek adamın keyfi, istek, emir ve ihtiyaçlarının karşılanması yönünde yaptığı düzenlemelerin sonuna kadar götürülebileceği bir yer olamaz. Bu oyun eninde sonunda bozulur. Ama bu bozulma süreci oldukça sıkıntılı olacak. Ortada devasa yolsuzluklar var. Geçmişte de çok şey yaşadık. Ama bugünkü ortamda hiçbir yasa, hiçbir ahlaki kaygı yok. Ve iktidar öyle bir yere doğru hızla kamyonu sürüyor ki, duvara yaklaştığı noktada tutabilecek frenleri yok. Bunun hiç sevinecek bir tarafı yok. Umarım Türkiye bu olumsuzlukları mümkün olduğu kadar yumuşak bilançoyla atlatır. Çünkü her an bir yerlerde patlayacak kıvılcımlarla çepeçevre sarılmış durumda Türkiye. Çok ciddi, hatta kanlı sonuçlar doğurabilir. Umarım yanılırım, ama bu denli tehlikeli bir yoldan gidiyor iktidar.
Vurgularınız hep ‘ahlaki' kayıplara yönelik…
Çünkü ahlaki açıdan son derece sorunlu bir durumda Türkiye. Vicdanını, ahlak ilkelerini önemsemeyecek kadar kaygısız hale gelmemişti hiç. Türkiye dindar bir ülke deniyor. Ben inanan biri değilim ama dinlerin ortak yanının ahlak olduğunu biliyorum. O ahlak ki bugünkü hayatı düzenlemekte de kullanılır. “Ölme, öldürme, çalma, kibirli olma, yalan söyleme” der.
Şimdi sen dini alacaksın, heybene cephane gibi yerleştireceksin. Onun yardımıyla kendini güçlendirip, oy alacaksın. Hem de diğer taraftan dinin emirlerini görmezden geleceksin. Hatta tam tersini yapacaksın. Böyle dindarlık olabilir mi? On milyonlarca insan böyle. Anketlere bakın, AKP seçmeni de yolsuzlukların olduğunu düşünüyor, biliyor. Buna rağmen bunda bir sakınca görmüyor. Ve kendilerini dindar olarak görüyorlar. O zaman Türkiye toplumunun dindarlığı sahtekârlık sınırında. Bunun sorgulanması gerekiyor. Dindarlık böyle değildir diye düşünüyorum. "Çalıyor ama çalışıyor. Çalsınlar, hep başkaları çaldı. Bunlar bizimkiler" anlayışında ahlak göremiyorum.
Siz Rusya'yı iyi bilen birkaç isimden birisiniz. Rusya tipi başkanlık sistemi var Erdoğan'ın hayalinde. Ne var o sistemde?
Rusya' da önemli olan düzenin, asayişin, istikrarın olmasıdır. Demokrasinin olması değildir. Rusya yönetimi de bunu çok iyi biliyor. Anketlerde hep bunu gösteriyor. Bu şartlarda güçlü yönetim, güçlü iktidar, "demir el" Rusya şartlarına uygun düşen bir yönetim.
Bunu kurmakta zorlanmadılar. Bununla birlikte çok zor ve sancılı da olsa Rusya bir şekilde demokrasi yolundan geçmeye çalışıyor. Eleştirilecek çok yönü olsa da, demokrasi işleyişinin takvimini gerçekleştirme girişimleri de var. Örneğin Putin iki dönem başkanlık yaptı ve çekildi. Her ne kadar kendi adamını koydu deseler de Medvedev'in gelmesi önemliydi. Ama Putin'in yerinde Erdoğan olsaydı üç ve dördüncü dönemde kalırdı. Bir de Türkiye Rusya ile çok kıyaslanıyor ama ben bunun araştırılmadan yapıldığını düşünüyorum. Rusya'da da medyaya yönelik baskılar var ama medya konusunda Türkiye'dekiler Rusya'yı bırakın örnek almayı onlardan daha beter durumda. Medya özgürlüğü açısından Türkiye'nin Rusya'dan daha geride olduğunu düşünüyorum.
‘Bu kadar güzel bir ülkede yaşayamaz hale geldik.' diyorsunuz. Çekip gitme isteği var mı içinizde?
Gitme isteği bu iktidarı onaylamayan, ondan rahatsız olan, ilerde daha da güçlenip her şeye müdahale etmesinden korkanların içindeki ciddi bir kaygı. İlk etapta durumu iyi olanlar çocuğunu yurt dışına göndererek bir kurtuluş yolu arıyor. Kendileri de gitmek isteyen ve aklından geçiren çok insan var. Bu bir-iki kişinin meselesi değil. Çok yaygın bir düşünce. Düşünsenize ne güzel bir ülkede yaşıyoruz ama insanlar hiç mutlu değil. İktidar dediğin nedir ki, uydurulmuş bir şey. İşlerin iyi gitmesi için düzeni sağlayacak birimler. Bunlar memur aslında. Cumhurbaşkanı da başbakan da memur. Seçilir, gelir, bir şirket nasıl yönetiliyorsa o da ülkeyi yönetir. Ama o olay biz de o kişinin diktatörlüğüne, otoritere yönetimine doğru gidiyor. Ardından sen bütün hayatını o esarete teslim ediyorsun. Sonra aman yanlış anlaşılmasın korkusu başlıyor. Bu memleket bizim ya, bırakın rahat yaşayalım, nedir bu mengene? Nereye kadar sıkacaksınız? Ben mesleğimi baskısız ve korkusuzca yapmak istiyorum. Düşüncelerimi özgürce ifade etmek istiyorum. Ben Türkiye'de Rusya'dan anlayan kişilerden biriyim ama son dönemde Rusya yazılarım azaldı. Çünkü bu ülke insanı paçasından tutup öyle bir çekiyor ki... Başka bir alanda yazarken, nefesinin kesildiğini hissediyorsun, adeta ülke üzerine yürüyor. Gazeteci olduğunu hatırlıyorsun. 26 yıl Sovyetler ve Rusya'da yaşayıp kısa süre önce döndüğümden dolayı içimde öyle çekip gitme isteği uyanmıyor. Bunun için galiba yaşlıyım da. Sıkıntılarım endişelerim çok, ama bu ülkenin gelecekte daha rahat, huzurlu şekilde yaşama koşullarına sahip olacağına inanıyorum. Bu günler geçecek, bu zorlukları aşacağız.