Hazal Özvarış
Futbol kitlelerin en büyük kesişme noktasıysa, Hakan Şükür o kesişmenin bu ülke tarihindeki en büyük "ortak payda"larından biri oldu.
Türkiye'de gol krallıklarından Dünya Kupası tarihinin en erken golünü atmaya ve "son 50 yılın en dikkat çeken Türk futbolcusu" olarak UEFA Jübile Ödülü kazanmaya da uzanan futbol serüveni 2008 yılında bitti.
Futbol yıllarında da saklamadığı Fethullah Gülen'e yakınlığı ve hürmeti, yeni hayatında Şükür'ü o büyük ortak paydadan çıkaracak, cemaat tartışmalarında adı büyük bir tepki veya destek gören isimlerden biri haline getirecekti.
Şükür, 12 Haziran 2011 seçimleriyle yeni bir paydada pozisyon alırken buldu kendisini. Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı olma düşüncesiyle gittiği Başbakanlık Dolmabahçe Ofisi'nden AKP'nin milletvekili adayı olarak çıkan Şükür, kameraların en ilgi gösterdiği milletvekillerinden biri oldu. Ancak Şükür'e duyulan bu ilgi, siyasette mesai ve beceri tartışmalarını da beraberinde getirdi.
İstanbul Milletvekili Hakan Şükür, parlamentodaki 2,5 yıllık serüveninde en yankı yaratan çıkışını, artık iki tarafında da bulunduğu AKP-cemaat kavgası üzerine yaptı. Bu kavgada tercihini AKP'den istifa etmekten yana kullanan Şükür, bugün yine Gülen cemaati bağlamında yürütülen tartışmaların odağında bulunuyor.
Hükümet-cemaat krizi sürerken, Gezi sürecinde Kabataş'ta toplu bir saldırıya uğradığı öne sürülen başörtülü kadına ilişkin ortaya çıkan kamera görüntülerinin iddiaları teyit etmediğinin tartışıldığı bir sırada Hakan Şükür'ün kapısını çaldık.
Bu başlıkların yanı sıra Şükür'ün, futbol camiasında laik-dindar çatışması olup olmadığından Lig TV yorumculuğuna, kendisini laik "Pencere"sinden eleştiren müteveffa Cumhuriyet yazarı İlhan Selçuk'tan şike davası sürecine uzanan sorulara verdiği yanıtlar şöyle:
- Karşımızda kim var; eski bir futbolcu mu, bağımsız bir milletvekili mi, yoksa Fethullah Gülen cemaatinin en ünlü mensubu mu?
Özellikle son dönemden sonra bu soruyu sormanız doğal. Ama karşınızda kamuoyu önüne her şeyden öte sporcu kimliğiyle çıkmış biri var. Başarı hikâyesi geçtiği çok badirelerden geçerek oluşan muhafazakâr herkesin görüşlerine saygı duyan biriyim. Son iki ay hariç 2,5 senedir AK Parti milletvekili olan, şimdi bağımsız bir milletvekiliyim. Sayın Fethullah Gülen Hocaefendi’ye sevgisini inkâr etmeyen, Hizmet Hareketi’nin yaptığı güzel şeyleri her fırsatta söyleyen bir insanım.
- AKP ve Gülen cemaatine dair sorulara geçmeden önce soralım; birinci sıraya koyduğunuz, yaklaşık 25 senelik aktif futbol hayatınızda sizi en mutlu eden ve en üzen anlar nelerdi?
Beni en sevindiren şey, çok sevdiğim bir meslekte başarıya çok erken yaşlarda ulaşmaktı. Ve en mutlu olduğun gün de çocukluğumdan beri hayalini kurduğum Galatasaray'da oynamaya başladığım gündü. İçindeyken anlık duygularla üzüldüğüm zamanlar da oldu, ama hayallerine ulaşan ve onu bıraktığında da üzülen bir sporcuydum.
- Çocukluk hayaliniz Galatasaray'ın yakın tarihinde iki sembolünden biri siz, diğeri de Fatih Terim oldu. Terim kariyerinizde nerede duruyor?
Galatasaray'da bizim dışımızda da çok değerli başka isimler de var. Ama Galatasaray'ın en büyük başarısı, felsefesinden kaynaklanıyor. Avrupa'da başarı kazanma hedefi koyan bir takımın, bu yolda şampiyonluğunu kazanırken takımın başında Fatih Terim'in olması ve benim Avrupa gol kralı olmam ikimizi biraz daha ön plana çıkarttı doğal olarak. Biz mevki avantajı yaşıyoruz ama arkadaşlarımızın katkısı yadsınamaz.
- Soruyu şöyle yineleyelim; Terim'e hangi noktalarda kızdınız, hangi noktalarda takdir ettiniz?
Bizi zaman zaman üzdüğü zamanlar olsa da Fatih Hoca inanılmaz bir futbol bilgisine ve tecrübeye sahip. Ama oyuncular da yaşadığı zor şartlarda ara ara da olsa destek bekler.
- Şu haberi okuyunca sizin aklınızdan ne geçti: “AKP’den istifa ettikten sonra Lig TV’yle sözleşmesi sonlandırılan Şükür’ün ardından Maraton programının ilk konuğu Fatih Terim olacak.”
Öncelikle, LİG TV’deki herkes benim değerli dostum. Benden sonra daimi bir yorumcu almaktansa Türkiye'nin önde gelen spor adamlarını her hafta dönüşümlü olarak ağırlayacaklarını söylemişlerdi. Doğal olarak da bunun ilk konuğu Fatih Terim oldu. Konuk olarak ilk onun olmasına sevindim, çünkü futbolu farklı ağızlardan dinlemek çok şey kazandırıyor.
- İyimser bir açıklama fakat "hoca" olarak hayatınızda da var olmuş birinin, ayrılmak zorunda bırakıldığınız bir programa konuk olması ne kadar hoşunuza gidebilir?
Bakın, T24’te yazan birçok değerli şahsiyet daha önce çalışmış oldukları ortamdan ayrılmak zorunda bırakıldı. Bugünlerde de nasıl ayrıldıklarını anlatan başka gazeteciler var; büyük bir baskı olduğunu, yönlendirmelerin en tepeden yapıldığını söylüyorlar. Lig TV’den ayrıldığımda beni ilk arayan kişi olan Hasan Cemal, “Sen de bizim tayfaya katıldın” tavrında yaklaşınca daha ötesi olamaz diye düşünüyorum. TMSF’nin el koyduğu Digiturk’te alınan kararların belli bir siyasi güce dayandığı gün gibi aşikâr. Benim AK Parti’den istifam sonrası da böyle bir karar alındı. Ben bunu anlayışla karşıladım. Bu önceki iktidarlarda da farklı kesimlerin yaşadığı, Türkiye'nin bir kaderi. Ama geçmişten şikâyet edenlerin muktediriyata kavuştuktan sonra aynı şeyleri yapması, kendisinden şikâyet edilecek hale gelmesinin doğru olmadığını düşünüyorum.
- Özneniz Başbakan Erdoğan mı?
Hayır. Dediğim gibi, bundan önceki kimi iktidarlarda da böyleydi. Hasan Cemal'in de söylediği gibi, demokrasiyi istemiyoruz, sadece bunun kelimesini telaffuz ediyoruz.
- Şikâyet ettiğini muktedir olunca yapmak vurgunuz nedeniyle "Erdoğan mı" diye soruyoruz.
Ben ister spor, ister siyaset, ister sanatta olsun, herkesin farklı alanlarda yeri geldiğinde hemen hemen aynı sıkıntılı şeyleri yaşadığını düşünüyorum. Ya sisteme göre hareket edip duyulmak isteneni söyleyeceksiniz ya da farklı bir şeyi. Biz diğer tarafı tercih ettik. Bu sonuca da şaşırmadım.
- Milletvekilliğinizin en çok tartışılan konularından biri olan yorumculuğunuz için Lig TV’de aldığınız ücret ne kadardı?
Ortada dolaşan yıpratma maksatlı rakamların yer aldığı haberleri yapanları mahkemeye verdim. Bana söylenmedik şey bırakmadılar, ama parayla köşeleri olan muhalefet partisi mensupları var, Sayın Başbakan’ımızın başdanışmanı bile iki gazetede yazıyor, TRT'de ücret karşılığı yorum yapan başka danışmanlar var.
- Halkbank Genel Müdürü'yken Süleyman Aslan’ın evinden çıkan 4,5 milyon dolar için “25 yıl futbol oynadım, benim o kadar param yok” sözleriniz Fatih Altaylı tarafından “At yalanı sevsinler inananı” başlıklı bir yazıyla eleştirildi.
Bir kere TBMM'ye girerken, maddi neyim varsa beyan etmiş bir milletvekili olarak söylüyorum; programda neyi demek istediğim yeterince açık. Ben mesleğim futboldan para kazandım ve siyaset gibi hassas bir işe girerken tüm mal varlığımı beyan ettim. Ben röportajda “4,5 milyon dolar nakdim yok” dedim. Oradaki soruyla cevap arasında bağlantı kuramayanları, bu tip kara propagandaları yapanları mahkemeye verdim, hatta bazılarını bankam mahkemeye verdi. Bankamın ismi de belli, Bank Asya değil. Bank Asya demişken içinde milletinin mevduatının olduğu bir yeri batırmaya çabalandığını da not düşmek gerek. Mağdurdan yana olan gönlümüz, her şeyimi bankamdan alıp Bank Asya'ya götürmeyi de gerektirebilir.
- Meclis’e yaptığınız mal beyanını burada da kamuoyuna açıklamaz mısınız?
Resmi mal beyanım ortada. Ki insanımızın aklı materyalist dünyaya veya maddiyata yönelirse bunun içinden çıkamayız.
- Manevi kısmını soralım; örneğin Gülen cemaatine bağışta bulunuyor musunuz?
Şimdi Gülen cemaati diye bir şey yok, dernekler, vakıflar var. Ben “Kimse Yok Mu?”ya da, Kızılay'a da bağışta bulunuyorum. İhtiyacı olana ulaşabileceğini bildiğim kurumlara ki bu cemaatlere ve STK’lara da ait de olabilir, yardım ediyorum; eşim, Türkiye Omurilik Felçliler Derneği'nin yönetim kurulunda… İnancım gereği, kazandıklarımın zekâtını veriyorum ama sadece bir yere veriyorum dersem yanlış olur.
- Başbakan’ın geçen günlerde Fethullah Gülen için örgüt lideri dedikten sonra “Konuşulduğu gibi cemaate bir operasyon yapılırsa ben de örgüt üyeliğinden yargılanır mıyım” diye bir soru belirdi mi aklınızda?
Varsayımlar üzerine konuşmamak lazım. Sayın Başbakan’ın geçmişte çok net bir şekilde televizyonlarda, Hizmet Hareketi’nin organizasyonlarında Hocaefendi ile ilgili övgüyle söyledikleri var. Geçenlerde Başbakan’ın “40 senedir bunu yapıyorlar” gibi bir ifadesi de oldu. Şimdi 40 senedir böyle bir şeyin içerisine olduğuna inandığı bir harekete dizilen övgüler son iki ayda farklı bir şekle dönüşürse, o ve böyle şeyler söyleyen diğer insanların da bu örgütle beraber hareket ettiği anlamını taşır. İnancım gereği bunların hesabı nasıl verilir diye sadece dua etmekle yetiniyorum.
- Gülen cemaatine yakınlığınız sadece siyasette değil, futbolda da tartışıldı. İnancınız Galatasaray'da da bir soruna dönüştü mü?
Sizi benimle röportaj yaptıran ne? Sportif anlamda başarılı biri olmam. Bu özelliğin üzerinden algı kolayca değiştirilebiliyor, sizin üzerinizden mesaj verilebiliyor, gündem değiştiriliyor. Örneğin, dua ederken maça çıktığınız bir anın görüntüsü maç kötü bittiyse gösterilir, iyiyse gösterilmez. Bunları çok yaşadım. Şimdi Galatasaray, sporculuk dönemimde böyle yapıyordu dersem doğru bir mantık olmaz. O günkü şartlarda önemli bir figürdüm ve bunu kullananlar olmuştu. Zamana, insanlara göre değişebiliyor yaklaşımlar. O yüzden siyaset de, spor da, sanat da aynı; geçmişte şikâyet ettiklerini bugün yapan insanlarla dolu dünya. Hâlbuki karşında durana el uzatan, kimseyi ötekileştirmeyen, insanı merkeze alan değer yargılarını oturtmamız gerekiyor.
- 23 Nisan 2008’deki Galatasaray-Fenerbahçe maçı öncesinde Kutlu Doğum Haftası vurgusu yaparak “Herkesin haftaya yakışır bir tutum içinde olması gerektiğini” söyleyip stada “satır yerine gülle gelinmesini” önerdiniz. Çıkışınıza karşılık, Galatasaray’ın eski yöneticilerinden de olan Fatih Altaylı soruşturma açılmasını isterken, ilk Divan Kurulu’nda da “laiklik” vurgusu yapıldı. Keza Aziz Yıldırım da Ahmet Hakan’ın geçen hafta CNN Türk’te yayımlanan programında 17 Aralık ve Başbakan hakkında konuşurken birden “Biz Atatürkçüyüz, laikiz, Cumhuriyetçiyiz” dedi. Futbol camiasında bir laiklik duvarı ve dindarlığa mesafe yok mu?
Ona bakarsanız medyanın yazdığına göre, Kutlu Doğum Haftası örneğinden sonra çok önemli sanatçı ve Galatasaray yöneticileri Anıtkabir'e gidip şikâyet ettiler. Ben laiklikle İslam adına bir değerlendirme yapmadan önce insani olarak bakıyorum olaya. Bakın, hayatımdan başka bir örnek; 15 senelik evliyim. Eşim evlendiğimizde başörtülü değildi. Bir gün olsun “örtün” demedim, ama inançlı bir insandır. Benim ailemde bir tane örtünmüş insan yok. Eşim, bir gün örtünmek istediğini söyledi, Hac’ca gittik, ardından eşim kapandı. İnsanlar “Hakan futbolu bıraktı, AK Parti'ye geçti, eşini örttü” dedi. Ne münasebet! Bir insan hakikaten inanmış, örtünmüş bir insan olabilir, diğeri kalkıp mini etek giyebilir. İkisinin bir arada olamayacağını söylemek çok büyük bir haksızlık. İnsanları ötekileştirmek bu ülkeye geçmişten bu yana kurulan en büyük tuzaklardan biridir. Herkes de doğru olduğuna inandığı bir şeyi savunurken, ötekini kırmaya bayılıyor. Bazen ellerindeki medya gücüyle, bazen para gücüyle, bazen siyasetle… Dünün ülkücüsü, solcusu, Kürt’üne, ateistine yapılanlar bugün Hizmet Hareketi’ne yapılıyor. Hâlbuki Mardin'deki tabloya bakın. Bizim, Ermeni'nin, Müslüman'ın, Kürt’ün, Türk’ün, Rum’un bir arada yaşadığı Mardin’i genele yaymakta bir sıkıntımız var. Ülkemiz insanlarının vicdanında bir genel affı ortaya çıkartmalıyız. Birbirimizi affedebilmeliyiz. Bunu hukuksal anlamda söylemiyorum. Demokrasi geldik denilebilecek bir durak değil, bir yolculuktur.
- Futbol, din ve siyaset alanlarında öne çıkan beş isim sayacağız, aklınıza ilk gelenleri söyler misiniz?
Yıldırım Demirören: Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı. Ama Türkiye’de, futbolda çok farklı olayların yaşandığı bugünkü gibi bir ortamda olması gereken bir başkan mı? Bana göre, hayır.
İlhan Selçuk: Önemli bir isim, fikirlerini mümkün mertebe takip etmeye çalışıyordum, çok beğeniyle olmasa da.
Ersun Yanal: Bana çok şey öğreten biri, sadece futbol anlamında da değil. Çok başarılı, çalışkan, işini iyi yapan biri, ama ben o süreçte (Milli Takım’da) büyük bir haksızlığa uğradığımı düşünüyorum.
Abdullah Öcalan: Ağır şeyleri söylemeyi gerektirecek on binlerce ölüm oldu. Bugün gelinen noktada, hükümetin çözüm sürecini onunla yürütmesi siyasi bir tercih. Ülke sınırlarının korunduğu, herkesin hakkının herkese verildiği bir ortamın sağlanmasını esas olmalı.
- Ülke sınırlarını bozmayacak bir özerkliğe siz nasıl bakıyorsunuz?
Türkiye sınırları bellidir, onun dışında bir şey düşünülemez.
- AKP olmadan da çözüm süreci sizce devam etmeli mi?
Barış çok anlamlı bir kelime. Ancak toplumsal hassasiyetler gözetilerek adımlar atılmalı. Tek bayrak ve tek vatan önemli.
- Ana dilde eğitimden yana mısınız?
Ana dilde eğitim bir hak diye düşünüyorum.
Fethullah Gülen: Fikirlerine, bugüne kadar yaptıklarına çok değer veriyorum, özellikle de eğitim alanında yaptıklarına. Türk insanının uluslararası arenada doğru anlatıldığı birçok eğitim kurumu inşa ediliyor. En son Afganistan Cumhurbaşkanı ve Pakistan Başbakanı da ülkelerindeki Türk okullarındaki kaliteli eğitimden bahsetti. Gençlerin nerede olursa olsun iyi eğitim almalarını ve etik değerlerle yetişmelerini çok önemsiyorum. Bunu kim yaparsa takdir ederim.
- İslami çizgide açılım olan ve yine İslami çizgiler arasında tartışma yaratan "kültürlerarası diyalog" kavramını ortaya atan biri olarak Gülen’in beddua çıkışını siz nasıl yorumladınız?
Siz ona beddua diyorsunuz ama o beddua değil. Maalesef insanlar, içeriğine bakmadan bir ürünü nasıl pazarlamak istiyorsa öyle pazarlıyor. Orada bir mülâane var, önce kendisini içine katarak “Ben yapıyorsam bana, ama bunu kim yapıyorsa ona” dedi isim vermeden. Ben de buna “Âmin” dedim. Kendine, doğruluğuna inanan herkes de böyle der.
- Daha önceki demeçlerinizde Gülen’e aşkın bir bağlılık duyduğunuz izlenimi veriyorsunuz. Bu bağlılığın bir sınırı var mı?
Söylediklerinize katılmıyorum. Ben inancım doğrultusunda Peygamber’ime âşık olmanın peşinde olurum yalnızca. Benim rol modelimdir, onu iyi anlamaya çalışırım ve onu yaşadığına inandığım biri varsa onu da severim. Örneğin Hocaefendi’nin hayata bakış açısı, insanca bakabilmek, diyalogu herkesle kurabilmektir. Ayrıca “Ben kimim ki Hizmet Hareketi’nin içerisinde 300 dolar maaş alıp dünyanın bir köşesinde eğitim veren öğretmen kadar değerim olsun” diye sorarım. Bu fedakârlığı yapmış insanlar varken kendimi sizin söylediğiniz gibi düşünmek bana züldür.
- İlhan Selçuk, 2005’te Gülen için “Saidi Nursi yobazının izinde bir mürteci” ifadesini kullanırken, Erdoğan da “âlim müsveddesi”, “örgüt lideri” dedi. Sizin için hangisi daha yaralayıcı?
İkisi de yaralayıcı, kıyas kabul etmez. Üstad Bedüizzaman Hazretleri de, muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi de çok değerli mütefekkirler. Bu sözler, ikisi için de kim tarafından söylenirse söylensin kabul edilemeyecek, onlara gönül vermiş insanları yaralayacak şeyler. Ama çok yakın tarihte Hocaefendi’den övgü dolu sözlerle bahseden siyasiler, bürokratlar, bakanlar ve Başbakan’dan bunları duymak yaralayıcıdan öte, çok şaşırtıcı.
- Gülen cemaatiyle anılmasını, yolsuzluk iddialarının vahametini ve hükümetin bu içeriği örtmek için çabalarını ihmal ederek soruyoruz; 17 Aralık operasyonu sizce olağan bir operasyon mu?
Siz onay almak için mi soruyorsunuz?
- Bu boyutlarını bir kenara koyduğunuzda bu operasyonu doğal bulup bulmadığınızı soruyoruz.
Buna başka nasıl cevap verilebilir? Masumiyet karinesi diye bir şey var, ama ortaya çıkan bu tabloda en hafif tabirle sürgün edilen binlerce kişinin Hizmet Hareketi’nden olduğunu söyleyebilir miyiz? Hayır. Ama siz masumiyet karinesini literatürden kaldıracak şekilde davranıyorsunuz. Yarın sizin ve birçok farklı kesimin iddia ettiği gibi bu insanların suçsuz olduğu ortaya çıksa bile bu kadar değişiklikten sonra bu insanlar nasıl kamu vicdanında suçsuz olarak algılanacak? Yargıda işleyiş vardır. Bunu kimin yaptığı önemli değil ki.
- Kimin yaptığından öte operasyonun olağanlığını soruyoruz. Örneğin, 25 Aralık operasyonuna terör savcısının bakması sizin için de bir soru işareti mi?
Soruşturmayı yapanları tanımıyorum. Hangisi terör savcısı, hangisi bu soruşturmanın düz savcısıdır bilmiyorum. İsimler üzerinden tartışamam.
- Savcıların isimleri üzerinden tartışmaktan ziyade operasyona Terörle Mücadele Kanunu'nun 10. maddesiyle yetkili bir savcının bakmasını sorguluyoruz.
Bunları detaylı bilmek için hukukçu olmak lazım. Bir kere herkes ses kayıtlarına dair yargıda bulunuyor, “Vay efendim, İzmir’den vali kovulmuş villalarla ilgili” veya “Vay efendim Sabah-ATV için talimatla işadamları toplanıyor ve bu işadamları millete ağır küfürler ederek, kamunun birçok ihalesini alıyor; ‘Ver de parayı ihaleden toplarız’ diyor” gibi birçok farklı iddia varken asıl olan hukukun işlemesi diye belki de olaya bakmak lazım.
- Bir tarafta yolsuzluktan, bir tarafta cebir, silah gerektiren terör örgütü niteliğinden bahsediyoruz.
Savcılar üzerinden mi, iddialar üzerinden mi, hukukun işleyişi üzerinden mi konuşmak lazım? Bence cevap verilmesi gereken soru bu olmalı…
- Sorum sizde bu durumun soru işareti uyandırıp uyandırmadığıydı, uyandırmıyormuş.
Siz bu olaya nasıl baktığınızı, soruyu sorarken anlattınız sanırım. “Bu savcı bunu yapamaz, bu operasyonlar yanlıştır” demek istiyorsunuz doğru mu?
- Hayır.
Ben kimsenin hak etmediği bir cezayı almasını istemem. Zaten yargıda da bir sorun olursa, soruşturmayı yürütenlerin bir kusuru görülürse yetkililer bakar. Ama muhalefetin fezlekeleri gelip iktidara ait fezlekeler gelmezken terör savcısı dersek haksızlık etmiş oluruz.
- 19 Aralık 2012’de Star gazetesine verdiğiniz söyleşide şu ifadeleri kullandınız: “Başbakan’ı tanımaktan, aynı hasletleri paylaşmaktan ayrı mutluluk duyuyorum. Siyasette başarının sürekli olabilmesi için her dakika bir şeyler üretmek zorundasınız. Sayın Başbakan’ımız da bunun en önemli temsilcilerinden biri.” Hakan Şükür’ün gözünde Başbakan’ın değişmeye başladığı eşik ne?
Aynı hasletleri paylaşmasam Başbakan’ın vekillik teklifini bir dakika içerisinde kabul etmezdim zaten. Sevdiğim, değer verdiğim bir insan ve bunları söylemekten hiç imtina etmedim. Dershane sürecine kadar benim Twitter hesabımda da aynı şeyleri yazdığımı görürsünüz. Olanların önüne geçmek için benzer şeyleri bu süreçte de sosyal medyada yazdım. Ama üstüne bir milletvekili (Orhan Atalay) çıktı ve “KCK dershanelerle aynı” dedi, olay başka bir boyuta gitmeye başladı. Meclis’e gittim, arkadaşlarla da konuştum ve gördüm ki bir fikir oturmuş ve başka fikirler dinlenmiyor. Ben de orada durmanın benim için anlamsız olduğunu gördüm. Ve ayrıldım. Başbakan’la aynı hasletleri paylaşıyoruz dediğimde bugün gelinecek nokta ve fikirsel değişim ve söylemleri dile getireceğine ihtimal vermem mümkün değildi.
- Milletvekilliği size nasıl teklifi edilmişti?
Bugün o havuz medyası dediğimiz medyada arada bu tip haberler çıkmaya başladı. Sonra röportajlarda sorulmaya başlandı, “Düşünmüyorum” diyordum. Şimdi bir yöntem olduğunu düşünüyorum bunun. Bir gün Başbakan’la buluşmak üzere şu an bulunduğunuz evden çıktım. Dolmabahçe’ye giderken eşim, benim için “Federasyon başkanı olabilir mi” diye düşünüyordu, çünkü öyle bir projem vardı ve fikir danışmaya gitmiştim. O gün Dolmabahçe’de 8 veya daha fazla saat bekledikten sonra Başbakan’ın direkt kendisi, “Biliyorum sen istemiyorsun, ama biz seni burada görmek istiyoruz” dedi. Israr edince kabul etmek durumunda kaldım. Ve oradan milletvekili adayı olarak çıktım. Sonra da ne dediler? “Talimatla geldi, talimatla gitti.” Allah'tan korkun…
- Bugünden geriye baktığınızda kabul etmeseymişim diyor musunuz?
Hayır, demiyorum. Ben hayatta yaşadığım hiçbir şey ''keşke'' demedim. Tabii eşim, çocuklarım zaman zaman zor şeyler yaşıyorlar okullarında, farklı ortamlarda.
- Ne gibi?
“Talimatla geldi, gitti”, “İhanet etti” gibi laflar nedeniyle. Kusura bakmayın da benim de bir ismim var. Ben kimseden makam istemedim buraya girerken, teklif aldım, girdim. Ama başta inanılmaz övgüler yapılırken sonucunda bunları söyler oldular. Zaten orada bulunuş amacımızın ne olduğu da girdikten bir süre sonra muallaklaştı, “Sen orada bulun, şuna katıl, buraya git..." Süreçte çok defa aklımdan geçti istifa etmek. AK Parti’den daha önce neden hep ayrılmak istediğimi, birçok bakanın beni nasıl durdurduğunu yalanlama gelirse söylerim. Ben haklı olduğum bir noktada kimseyi dinlemem. Ama siyaset öyle bir alan ki bu konuda fikirlerine inandığım insanın (Fethullah Gülen’i kast ediyor-T24) orada kalmamı istediğini de Kanal Türk’te Erkam Tufan Aytav’ın programında ifade ettim. Bütün bunları yutmak zorunda kaldığım anlar oldu. İstifa metnimde de söylediğim gibi, hazmedemediğim şeylere reaksiyon gösterilmediği bir ortamda daha fazla kalmanın çok mantıklı olmadığını düşünerek bu kararı aldım.
- İstifayı hangi noktalarda düşündünüz?
Birçok yasada. Oylamasına girmediğim şike yasasından tutun MİT yasasına, MİT yasasından belediye ve ihale kanununa…
- Devamsızlığınızın sebebi “onaylamadığınız girişimlerden kaçınmak” mıydı?
Meclis’teki devamsızlıkla ve devamsızlıklar ile ilgili bir çizelgeyi genel sekreterlikten aldım. Sonuç birçok milletvekili için iç açıcı değil. Ama Hakan Şükür olmanın başka bir boyutu var. İnanılmaz derecede devamsızlık yapanları ifşa etmeye çalışınca beni, partimin yetkililerinin “Es geç” dedikleri bir dönem geçirdim. “Siz bir şey söyleyin” dediğimde, “Gerek yok, böyle şeylere alışacaksın” dediler.
- Aklınızda başka hangi örnekler var?
Şike yasasında mesela. Tartışmaların ortasında bir yasa geçiyor. Mahir Ünal gelip “Sen Galatasaraylı’sın, farklı takımlardan arkadaşların var içeride, bu çıkacak yasanın konuşmasını grup adına sen yap” dedi. Ben de konuşmak istemediğimi söyledim, çünkü inanmamıştım.
- Neden inanmamıştınız?
Bunu “Şike olmuştur” duygusuyla söylemiyorum. Ama bazı iddiaların ayyuka çıktığı bir anda biz bir yasa çıkarttık. Sadece AK Parti de yapmadı bunu, bütün partiler yaptı, BDP hariç. Futbol popülist bir iş.
- Şike yasasında prensip, konjonktürün arkasında mı kaldı sizce?
Tabii. Cumhurbaşkanı’mız da “kamu vicdanı” diyerek veto etmedi mi yasayı? Sonra Meclis tekrar çıkardı. Ama medyanın çok büyük bir bölümü fikirlere değer vermiyor, kelimelerde bir şey aramıyor. Herkes kendi düşündüğünü kabul ettirmek istiyor, etmeyince de size sormuyorlar.
- ‘Şike’ sürecine dair ne tür itirazlarınız vardı?
Mesela Mehmet Ali Aydınlar TFF Başkanı olarak, Kulüpler Birliği vs. Meclis’e gelip gidiyorlar. Bir şeyler çıkarılmaya çalışılıyor, ortada birçok iddia var. Sonra ne oldu; TFF’nin 58. maddesinin değişmesiyle ilgili bir fikir ortaya atıldı. Sayın Aziz Yıldırım, Fenerbahçe tribünlerinde “58. madde değişmesin” dedi pankartla. Benim de şahsi fikrim böyleydi. Sayın Başbakan o ara, “Kişilerle kurumlar ayrılmalı” dedi ve o bahsi geçen isimlerin bir şey yaptığı algısını ortaya çıkarttı. Haliyle UEFA, daha Türkiye'deki yargı müessesesi işlemeden, Fenerbahçe'ye birçok farklı yerden cezalarını verdi. Bu Milli Takım’a yansımasın diye yargı süreci beklendi. Şimdi yargı da bir karar verdi. Yargıtay Başkanı kararı açıklayacakları zamanı belirtmesine rağmen operasyonlar sonrasına denk geldiği için “paralel yapının işi” dendi.
- “Sporda da Ergenekon var” sözlerinin sahibi olan size göre şike davası kararlarıyla “Futboldaki Ergenekon ilişkileri ortaya çıktı” mı, “Siyasi irade mücadelenin arkasından çekildi, dava da göstermelik oldu” mu?
Ergenekon lafını futbol dünyasındaki rahatsızlıklarımı tanımlamak adına gösterebilmek için söyledim. Yoksa şike oluyordur diye söylemedim. Biz hukukun üstünlüğüne yemin etmiş milletvekiliyiz. 3 Temmuz sürecinde şunu söyledim: “Yapılmamış olduğuna inanıyorum, ama bununla ilgili çok fazla söylenecek bir şey yok.” Ama süreçte çok farklı bir ayrışma oldu, konuşmalar çıktı. Bu alana müdahale edenler de işin alevlenmesine neden oldu. Fakat siyaset mücadelenin arkasından çekildi, diyemeyiz.
- Dolayısıyla sizin için “spordaki Ergenekon” bugün aşırı bir kelimelendirme mi?
O kişiye göre değişir. Ben olayı anlamlandırmak için onun başına bir başlık koydum. Algı yönetimini çıkarlarına göre yapan yönetici anlayışlarının, medya ilişkilerinin, siyaset ve iş dünyasındaki ilişkilerinin sporun içerisinde ne kadar ağırlığı olduğunu anlatabilmek için.
- “Gülen cemaatine yapılanlar söz konusu olunca sözünü sakınmayan Hakan Şükür 1 Mayıs, Gezi Parkı eylemleri gibi kan da dökülen vakalar olurken, gazeteciler işten çıkarılırken neredeydi” sorusuna yanıtınız ne?
Benim en büyük gazetem sosyal medya. Yeri geldiğinde tavrımı koydum. “Bunların suçluları bulunsun”, “Sukutun çığlığı” dedim. Ali İsmail Korkmaz gibi vefat eden birçok genç insan var orada. Ama bir süre sonra olayın başlangıcındaki masumiyet de ortadan kalktıktan sonra, bir şey söyleme hakkına sahip olamıyorsunuz.
- Siz gitmek istediniz mi Gezi Parkı’ndaki eylemlere?
Ben ve birçok arkadaşımız, hepimiz gitmek istedik. Ben o zaman üç günlüğüne Fransa'daydım. Döndüğümde zaten olaylar çok başka bir boyuta gelmişti.
- Kanal D’nin geçen hafta yayımladığı Kabataş görüntüleri...
Ben o zaman da belli bir hassasiyet gösterdim. MOBESE kamerası kayıtları yayınlanmamıştı daha.
- Kabataş’taki vakayı ilk kez aktaran Erdoğan, sizce iddiasını ispatla mükellef mi?
Sayın Başbakan, elinde çok önemli belgelerin olduğunu söyledi. Bunu da seçim meydanlarında dile getirdi. Kabataş’ta olan olaylarla ilgili söylediği şeyler çok açık. Teknoloji çağındayız, ispat edilmesi çok önemli. Umarım ispat eder. İspat edilmesi, bunun olmadığını iddia eden kesimlerle müşterek biçimde oluşturulan bir heyetle izlenmesi gerekiyor.
- Uludere vakası olduğunda ne düşünmüştünüz?
İnsanın öldüğü bir yerde ne düşünebilirsiniz! 2,5 senedir siyasette olan bir insan olarak, üzüntümü belli ettim. Sayın Başbakan’ın odasının önünde Uludereli hanımefendiler oturduğunda da bunu hissettim.
- TSK’nın bombardımanı 34 kişiyi öldürdü. Dediğiniz gibi görünürlüğü olan bir isim olarak bunu yüksek sesle sorgulayamaz mıydınız?
O durumda sadece insanların can kaybına dair üzüntünüzü dile getirebilirsiniz. Daha fazlasını söylemek için kamuoyundan daha fazla bilgiye sahip olmalısınız. Siz sanıyor musunuz ki tüm milletvekilleri bütün bilgilere sahip veya kendileriyle bilgi paylaşılıyor?
- Nuh Gönültaş, “nezaketsiz davranışlara maruz kaldığınızı” yazmıştı. Kast ettiği vakalar neydi?
Gövde çok büyüdüğü için manevra kabiliyeti azalmış ve burada başarılı olmak için disiplin içinde hareket etme fikri hakim AK Parti’de. İdris Bal’ın dediği gibi, siyaset artık alma değil, verme üzerine şekil değiştirmesi gereken bir kurum. Umuyorum ki böyle bir ekip çıkar, bütün herkesi içine alabilecek bir yapı kurar. Ben içinde olurum, olmam ayrı ama sizin dediğiniz o zaman mümkün olabilir.
- Yeni Şafak yazarı Abdülkadir Selvi’nin köşesine taşıdığı gibi “Bir parti kuracağız” dediniz mi?
Ben böyle bir şey söylemedim… Ayıca fikrim, hatam ne Hizmet Hareketi’ni bağlar, ne de bir başkasını. Belki bir parti kurulması konuşuluyordur, bağımsız bir isim olarak benim de adım geçmiş olabilir. Bunu bir varsayım olarak söylüyorum. Ama bu diyalogu bilmeden, duymadan oturup köşenize döküyorsanız bu gazetecilik değil paranoyadır, çok net.
- Tekrar aday olmayı düşünüyor musunuz?
1,5 sene sonun da şartlar ne gösterecek bilmiyorum. Çok tatsız şeyler gördüm fakat siyasetin nasıl yapılmaması gerektiğini de gördüm. Zaman ne getirir bilmiyorum, Allah izin verirse bekleyip göreceğiz.
- AKP dışında kendinizi en yakın bulduğunuz parti hangisi?
Herkesi kucaklayıcı ve toplumsal mutabakatı esas almış bir parti.
- Dolayısıyla yeni bir parti olursa mı aday olursunuz?
Onu bilmiyorum. Bunlar hep dedikodudan ibaret şu an.