Hakkâri'deki aşiret liderleri konuştu: Sokağa çıkma yasağı olmasa katliam olurdu

Hakkâri'deki aşiret liderleri konuştu: Sokağa çıkma yasağı olmasa katliam olurdu

Hakkâri’de bir kişinin ölümüyle sonuçlanan aşiret kavgası, bölgenin ileri gelenleri ve siyasetçilerin araya girmesiyle sona erdi. Yaşananları Milliyet gazetesinden Tunca Bengin’e anlatan Ertoşi aşireti lideri İskender Ertuş, “Tam barışı sağlamış masadan kalkacaktık ki, silah seslerini duyduk. Vali Bey’in sokağa çıkma yasağı kararı üzerine de masadaki aşiret reisleri olarak kendi adamlarımıza insanlarımıza silahları bırakın, yanlış bir şey istemiyoruz çağrısı yaptık. Yanlış bir şey olursa kabul etmeyiz dedik ve herkesin evine dönmesini istedik. Allah’tan dinlediler yoksa telafisi mümkün olmayacak bir katliam yaşanacaktı” dedi.

Pinyanişi aşireti lideri Orhan Piruzbeyoğlu ise geçtiğimiz aylarda aşiret kavgası nedeniyle bir ölümün daha yaşandığını belirterek, “Ölen yine bizden 25 yaşında biriydi. Ben Ankara’daydım, haber verdiler döndüm. İki aileyi bir araya getirip geçici barışı sağladık. Dükkânlar açıldı ve bugüne kadar da tek bir cam kırılmadı, şikâyet olmadı. Ama bu sefer durum farklıydı bir oyun, tezgâh vardı. Bundan sonra önemli olan ise bu barışın kalıcı olması için gereken çabayı sarf etmektir” diye konuştu.

Yaşanan gelişmeleri değerlendiren Hakkâri Belediyesi Eş Başkanı Dilek Hatipoğlu ise, üç gün süren olaylara müdahalede gecikildiğini söylüyor ve “zamanında önlem alınsaydı ölüm olmazdı” şeklinde konuşuyor.

Tunca Bengin’in Milliyet gazetesinin bugünkü nüshasında yayımlanan “Yasak katliamı önledi” başlıklı röportajı şöyle:

 

‘Yasak katliamı önledi’

 

Hakkâri’deki aşiret kavgasını ayrı bölgelerde, mahallelerde yaşayan insanların birbirine düşmesi gibi algılamak yanlış. Çünkü her iki aşiretin insanları yıllardır iç içe yaşıyor. Ertuşi ve Pinyanişiler bu durumu iki cümleyle şöyle özetliyor: “Birlikte yaşamaya mecburuz...”

Bilmiyorum kim ne kadar farkında ama, gördüğüm Hakkâri’de katliamın eşiğinden dönüldüğü. Açıkçası bir kişinin öldüğü, altı kişinin yaralandığı ve günlerdir barışıyorlar diye konuşulan ve nihayet dün el sıkışılan aşiret kavgası hiç de sıradan, hafife alınacak bir olay değil. Çünkü hem nedenleri, hem de geciken barış sürecinde yaşananlar açısından alışılmamış cinsten. Dahası “O gün sokağa çıkma yasağı uygulanmamış olsaydı bugün 30-40 ölü ve bambaşka bir Hakkâri’den söz ediyor olacaktık” diyenler çoğunlukta. Öncelikle şunu belirtelim bunlar halk arasındaki söylentiler değil, bizzat olayın tarafları, aşiret reisleri, Hakkari Belediyesi Eş Başkanı ve arabucuların verdiği bilgiler. Bunların başında da o gün patlayan silahlar nedeniyle barış masasından kalkan Ertuşi Aşireti’nin lideri İskender Ertuş var.

Bu arada hemen herkesin hemfikir olduğu bir başka noktada riskin her zaman var olduğu ve Ertuşi ile Pinyanişi aşiretleri arasında her an yeni bir olayın patlak verebileceği endişesi. O nedenle de kentte sürekli “Kalıcı barış ve Hakkâri’nin huzurunu bozmaya kimsenin hakkı yok” çağrısı yapılıyor.

 

‘Bir tezgâh vardı’

 

Peki bu nasıl olacak? 40 yıldır iç içe yaşayan, birbirlerinden kız alıp veren, akrabalık bağları oluşan iki köklü aşiret arasındaki bu kırılma nasıl giderilecek? Ya da sağlanan el sıkışmasıyla her şey eskisi gibi mi olacak? 8 ay önce de benzer bir olayın yaşandığını belirten Pinyanişi aşireti liderlerinden Orhan Piruzbeyoğlu, şöyle diyor:

“Ölen yine bizden 25 yaşında biriydi. Ben Ankara’daydım, haber verdiler döndüm. İki aileyi bir araya getirip geçici barışı sağladık. Dükkânlar açıldı ve bugüne kadar da tek bir cam kırılmadı, şikâyet olmadı. Ama bu sefer durum farklıydı bir oyun, tezgâh vardı. Bundan sonra önemli olan ise bu barışın kalıcı olması için gereken çabayı sarf etmektir.”

Yaşananların bir öncekinden farklı olduğunun en belirgin göstergeleri 18 Temmuz’da başlayan olayların tırmanması ve onca arabulucu, aksakallıya (aşiret büyüğü) rağmen barışın gecikmesi. İlk günden başlayalım...

Kent merkezindeki Roza Okey Salonu’nda Ertuşi ve Pinyanişi aşiretinin gençleri arasında tartışma çıkıyor. Nedeni hakkında kızlara laf atma ya da alacak meselesi denilen ve sokağa taşan kavgada 15 işyeri zarar görüyor.

Ertesi gün (19 Temmuz) kent merkezinde karşılaşan aynı kişiler arasında kavga yeniden başlıyor. Mahallelere yayılarak büyüyen olaylarda Ertuşiler’in Jirki kolundan bir kişi yaralanıyor, 45 ev ve işyeri zarar görüyor. Aile büyükleri, hatta elinde Kur’an-ı Kerim’le mahalle aralarında dolaşan kentte görevli bir grup imam olayları yatıştırmaya çalışıyor. Ancak kimse töre ve aksakallıları dinlemiyor.

 

Katliam olacaktı

 

Olaylardaki en kritik gelişme ise bir sonraki gün (20 Temmuz) yaşanıyor. Aşiret liderlerinin barış görüşmesi için Hakkâri’de bir araya geleceğinin duyulması üzerine halk umutlanıyor ama bir süre sonra kulaktan kulağa yayılan haberlerle kent yeniden geriliyor. Ertuşiler’e göre, gelen ağalarına, Pinyanişiler tepki göstererek kente sokmak istemiyor, güvenlik güçlerinin yardımıyla toplantı yerine giderken de araçlar taşlanıyor. Aksini iddia eden Pinyanişiler ise gelen ‘barış heyeti’ndeki bazı reislerin kentte yaptığı konuşmalarla halkı tahrik ettiğini söylüyor.

Her şeye rağmen Vali’nin bulunduğu toplantıda aşiret reisleri arasındaki barış görüşmeleri sürerken de sokakta silahlar yeniden patlıyor ve Pinyanişiler’den bir kişi ölüyor, iki oğlu da yaralanıyor. Yani tam masada el sıkışıp kucaklaşılacakken kavga alevleniyor. Mahalleler basılıp çoluk çocuk kıyım olacağı provokasyonuyla işler çığırından çıkınca da sokağa çıkma yasağı geliyor. O gün orada, masada bulunan İskender Ertuş yaşananları şöyle anlatıyor:

“Tam barışı sağlamış masadan kalkacaktık ki, silah seslerini duyduk. Vali Bey’in sokağa çıkma yasağı kararı üzerine de masadaki aşiret reisleri olarak kendi adamlarımıza insanlarımıza silahları bırakın, yanlış bir şey istemiyoruz çağrısı yaptık. Yanlış bir şey olursa kabul etmeyiz dedik ve herkesin evine dönmesini istedik. Allah’tan dinlediler yoksa telafisi mümkün olmayacak bir katliam yaşanacaktı.”   

 

Devlet gecikti mi?

 

Bu konuda “evet” diyenler çoğunlukta. En başta da ölen Mustafa Er’in amca oğlu Hakkari Ticaret Odası Başkan Yardımcısı Abdurrahman Er var. Hastaneye ölümü göze alarak ulaştıklarını anlatan Er, “Üç tane akrabam vuruldu, baba öldü iki oğlu yaralandı. Devlet ‘Ben güvenlik önlemi aldım’ diyor. Aldılarsa benim amca oğlum nerede” diye soruyor. Hakkâri Belediyesi Eş Başkanı Dilek Hatipoğlu da üç gün süren olaylara müdahalede gecikildiğini söylüyor ve “zamanında önlem alınsaydı ölüm olmazdı” şeklinde konuşuyor. Bu arada kentte aylardır yaşanan barış ortamından rahatsızlık duyup aşiret kavgasının kasıtlı olarak körüklendiği ve göz yumulduğuna inananlar da mevcut. Bunlara karşın devletin araya girip yatıştırmaya çalıştığı ve yerinde bir kararla sokağa çıkma yasağı uygulayıp faciayı önlediğini savunanlar ise olayda PKK’nın parmağı olduğunu, Koruculuk sistemi ve ağalık düzenine karşı gençlerin kışkırtıldığını söylüyor.

 

Olaylar neden yatışmadı?

 

Aslında bu soruyu “Neden aşiret liderlerinin sözü dinlenmedi” diye yöneltmek daha doğru. Çünkü, sekiz ay önceki ölüm dahil, bugüne kadar yaşanan tüm kırgınlıklarda aksakallıların devreye girmesiyle uzatılmadan barış sağlanmış. Ama bu kez İskender Ertuş ve Osman Zeydan gibi iki aşiretin tepe isimleri devrede olmasına rağmen sorun aşılamamış. Silah sesleri arasında barış masasından kalkan Ertuşi lideri İskender Ertuş, Başkale’ye, Pinyanişi lideri Osman Zeydan Yüksekova’ya dönmüş, Ancak bunun üst düzeyde bir kırılma olarak algılanmaması için iki liderin sürekli irtibat halinde olduğunu ve görüştüğünü vurgulamakta yarar var.

Aşiret reislerinin müdahalesiyle sorunun çözülemeyeceği anlaşılınca da başka barış heyetleri devreye giriyor. İçerden Hakkâri’de kamp kuran DBT-DTK’lılar, dışarıdan da Mesut Barzani’nin selamıyla gelen özel heyeti arabulucuk yapıyor. Sonunda da girişimler sonuç veriyor ve 9 gün sonra barış geliyor.

 

Törede lidere saldırı yok

 

Ertuşi ve Pinyanişi yoğunluklu olarak Hakkâri, Van, Şırnak ve çevresinde yerleşik iki aşiret. Kuzey, Irak, İran, hatta Suriye uzantıları da var. Ertuşiler’in lideri Van- Başkale’de yaşayan İskender Ertuş, Pinyanişiler’in lideri ise Hakkâri-Yüksekova’da oturan Osman Zeydan. Her birinin altında da 8 - 12 arasında kollar bulunuyor, onların başındakilerine de Aksakallılar (aşiret büyükleri) deniliyor. Töre gereği husumet olsa bile aşiretin en tepesindeki kişi ve birinci derece yakınlarına dokunulmuyor. Bunun gerekçesini de Aksakallılar, “Böyle bir şey olursa her gün 40 -50 kişi ölür” diye açıklıyor. Yine Aksakallılar’ın verdiği bilgiye göre iki aşiret arasındaki büyük uzlaşma 1970’li yıllarda sağlanmış. 40 yıldır da yaşanan birkaç örnek dışında büyük bir olay olmamış...

 

 ‘Gençleri sağduyuya çağırdık’

 

20 Temmuz’da öldürülen Mustafa Er’in evindeyiz. Bağlar Mahallesi’ndeki evin odaları aşiret üyesi gençlerle dolu. Salonda ise yaşlı erkekler taziyeleri kabul ediyor. Üç beş ev ileride de kavganın diğer tarafındaki aileler oturuyor. Buna ateşle barut yan yana demek daha doğru, hele de olayın sıcaklığı sürerken... Zaten Er ailesinin sözcüsü Abdurrahman Er’de söze direk buradan giriyor: “70-80 tane gencimiz var. Hepsini bir araya topladık, küçük toplantılar yaparak sağduyuya çağırıyoruz ama provokatörler gelip ‘Niye öcünüzü almıyorsunuz’ diye tahrik ediyorlar. Bizim isteğimiz para, pul değil, yanıbaşımızdaki o ailelerin buradan gönderilmesi. Gideni geri getiremeyeceğimizi biliyoruz ve tekrar ölümlerin yaşanmasını istemiyoruz. Çünkü ne bizim ne de başkalarının güzelim Hakkari halkının huzurunu bozmaya hakkı yok.”  Er’in devletten bir başka isteği de ilk kavgayı çıkararak aşiret kavgası başlatan gençlerin bir an önce cezalandırılması. Bu konuda Ertuşiler’e de çağrı yapan Er, “Polis bilmiyorsa ben bizimkilerin isimlerini vermeye hazırım” diyor. 

 

Hem değişmiş hem de hiç değişmemiş!

 

Hakkâri’ye ilk gittiğimde 1970’li yılların sonlarıydı. Adalet Partisi’nin seçim otobüsüyle silahların gölgesinde kente doğru ilerlerken Süleyman Demirel’den, solumuzda akan Zap Suyu’nun önemini dinlemiştim. O günlerden aklımda kalan Zap’ın bazı noktalarda yolla kesişmesi nedeniyle suların içinden geçişimiz ve silahlar...

İkinci gidişimde ise tarih 1984’tü, Çukurca yolundaki PKK baskınında 8 askerimiz şehit olmuş, bende soluğu orada almıştım. Sonrasındaki gidişlerimin sayısını anımsamıyorum ama, bildiğim, 1984 - 1998 arasında, yani terörün yoğun yaşandığı günlerde ciddi bir ‘Hakkâri bağımlılığım’ olduğu... Bunlardan aklımda kalan şeyler de yine silah, kan, gözyaşı ve gazeteci kimliğim nedeniyle bitmeyen sorgulanmalar. 15 yıllık bir aradan sonraki bu gidişimin nedeni ise silahların susmasıyla yıllar sonra barışa koşan Hakkârililer’in yüreğini ağzına getiren aşiret kavgası...

Aslında ceviz kabuğunu bile doldurmayan bu kavga olmasa en keyifli, en güvenli Hakkari ziyaretim diyerek söze başlayacaktım. Çünkü Van’dan çıkıp Başkale üzerinden Hakkâri’ye ulaşana dek yolda silahlı tek bir asker bile görmedim ve hiç durdurulmadım. Yüksekova sapağınının bulunduğu Yeniköprü’deki barikatta bekleyen askerler bile silahsızdı. Burada yapılan tek işlem de sürücü belgesi - ruhsat kontrol ve kaydıydı. Bölgeyi iyi bilen meslektaşlarıma garip gelecek ama Hakkâri girişinde durdurup uzun uzun basın kartımızı inceledikten sonra “Nereye gidiyorsun hemşehrim” diye sorgulayan polisler de yoktu...

Kentin görüntüsüne gelince elbetteki değişmiş, ev ve dükkan sayısı artmış ama işsizlik ve yoksulluk hâlâ en büyük sorun...

 

‘Gidecek başka bir yerimiz yok’

 

Hakkâri’deki aşiret kavgasını ayrı bölgelerde, mahallelerde yaşayan insanların birbirine düşmesi gibi algılamak yanlış. Çünkü her iki aşiretin insanları yıllardır iç içe yaşıyor. Aynı mahallelerde oturuyor, beraber yiyip içiyorlar. Kent merkezinde yan yana işyerleri var ve hemen hergün defalarca kentin mevcut iki ana noktasında (Gençler buralara mecburiyet caddesi ve meydanı diyor) karşılaşıyorlar. Dahası birbirlerinden kız alıp vermişler; amca, dayı, yeğen gibi akrabalık bağları da oluşmuş. Ölen Mustafa Er’in amcaoğlu Abdurrahman Er, “Ailemizden bir kızımız tetiği çeken aşirette gelin” diyor. Ertuşi ve Pinyanişiler bu durumu iki cümleyle şöyle özetliyor: “Birlikte yaşamaya mecburuz, Hakkâri’den başka gideceğimiz yer de yok...”

 

Barış yemeğiyle kavga son buldu

 

Hakkâri’de Pinyanişi ve Ertoşi aşiretleri arasında 9 gün önce çıkan kavganın önceki akşam barışla sonuçlanmasının ardından dün Demokratik Bölgeler Partisi tarafından barış yemeği organize edildi. Barış yemeğine DTK Eş Genel Başkanı Aysel Tuğluk, HDP’li Esat Canan, Adil Zozani, bazı DBP’li il ve Belediye Başkanları ve Diyarbakır Büyükşehir Belediye eski Başkanı Osman Baydemir ile her iki aşiretin liderleri ve mensuplarından oluşan yaklaşık iki bin kişi katıldı.

İlk olarak konuşan Pinyanişi Aşireti lideri Osman Zeydan, bir daha böyle bir olayın yaşanmamasını istediklerini belirterek, “Artık bu aşiretçiliği aramızda kaldırmamız gerekir” dedi.

Ertoşi Aşireti’nin ileri geleni Mehmet Adıyaman ise, “Bizler barıştan yanayız. Hepimiz birbirimizin akrabasıyız”dedi. Konuşmaların ardından yemek yiyilip her iki aşiretin lideri el sıkışıp barıştı.