Halep Anka kuşu gibi küllerinden doğacak mı?

Halep Anka kuşu gibi küllerinden doğacak mı?

Gül Atmaca 

Komşumuz Suriye'de savaş 10'uncu yılını doldurdu. Adı Arap Baharı olan ancak kara kışa dönen süreçte, Mart 2011'de öğrenci protestolarının sert bir şekilde bastırılmasından sonra fitilin ucu ateş aldı ve büyük bir yangına dönüştü. Orta Doğu'nun Doğu Akdeniz'e kıyısı olan; tarih ve coğrafyası zengin ülkesi Suriye'de, on yıllık savaşta neredeyse taş üstünde taş kalmadı, yüz binlerce insan yaşamını yitirdi, milyonlarca insan yerinden yurdundan oldu…

Zaman makinesini çalıştırıp savaş öncesine gidersek, ABD'nin Suriye'yi İran'dan uzaklaştırmak için bu ülkeye yönelik politikasını ılımlıya çektiği, yıllar sonra Şam'a büyükelçi atadığı günlerdi. Buna paralel olarak dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan da Esad'a "kardeşim" diye hitap ediyordu. 2009 tarihinde Türkiye ve Suriye arasında vizeyi kaldıracak kadar iyiydi ilişkiler. Sonra iklim değişti. ABD Irak'tan sonra Suriye'de de köklü değişimler için harekete geçti, Esad devrilecekti! Bu politika değişikliğinin bizdeki yansıması şöyle oldu: Ahmet Davutoğlu'nun siyasi romantizmiyle birileri Neo-Osmancılık, Müslüman Kardeşler liderliği ya da Halifelik rüyaları görmeye başladılar.

Hatırlıyorum da 2012'de Ankara'dan Hatay'a barış seferi yapacaktık. Otobüsleri bir ihtimal Hatay girişinde durdururlar diye düşünürken başkentten çıkmamıza dahi izin vermediler. Üstünde "barış seferi" pankartı olan otobüslere güvenlik güçleri el koydu. İktidar, ana muhalefet partisinin "gelin uluslararası barış konferansı" yapalım çağrısını da küçümseyerek reddetti. Barış kelimesi en son duymak istedikleri kelimeydi. Evet Suriye rejimi sorunluydu, demokrasi eksikti ama komşu ülkede çıkan yangını söndürmek için çaba harcamak yerine yangın körüklendi, bunun faturası ise hepimiz açısından gerçekten ağır oldu!

Yazıda savaş, yıkım, gözyaşından olabildiğince az bahsetmek istiyordum ama yukarıdaki girişi yapmak gerekiyordu. Savaştan önce birkaç kez gittiğim Halep'i hayal ediyorum bugünlerde. Hayır, hayır yıkık, hüzünlü halini değil, eski günlerini…

Doğu ile Batı arasındaki ticarette yüzyıllar boyu önemli bir geçiş noktası olan Halep'in kaderi 1867'de Süveyş Kanalı'nın açılmasıyla değişmiş, önemi azalmıştı. Fakat yine de savaştan önce Suriye'nin ticaret merkeziydi, bir başka deyişle, "Suriye'nin İstanbul"uydu. Tarihi birçok yapıyı barındıran Halep, yüzyıllar boyu farklı etnik ve inanç gruplarına da ev sahipliği yapmıştı.

Mistik devrimcilerin durağı

Daracık sokaklarda, yüksek duvarların arkasındaki avlular içlerinde ne zenginlikler saklardı bir bilseniz. Mevsim bahar ve yaz ise yasemin ve gül kokuları arasında dolaşırken zaman durmuş gibi gelirdi size. Beş bin yıllık geçmişi olan Halep şehrinde, mistik devrimcilerin izlerini ararken, üç büyük dinin birbirleriyle en azından mimaride kaynaştığını görmek hiç zor değildi…

Halep'i önemli kılan bir başka özelliği, mistik akımların önemli bir durağı olmasıydı. Kûfe, Basra, Bağdat ve Halep gibi yüzyıllar boyu önemli siyaset, kültür ve ticaret merkezi olan şehirlerde yaşayan sufilerin çoğu Fars kökenli ailelerden geliyorlardı ve bazılarının ataları Zerdüşttü. Mistik devrimcilere, evreni ve tanrıyı insanda görmenin bir sonucu olarak ilk kez "Enel-Hak-Ben Tanrıyım" dediği için Bağdat'ta idam edilen Hallac-ı Mansur (856-922) ile başlamamak olmaz çünkü Halep ile ilişkileri olan sufilerin ortak bir özelliği Hallac geleneğinden gelmiş olmalarıydı.

Hallac-ı Mansur gibi egemenler tarafından zındıklık suçlamasına uğrayıp hayatına bugünkü Suriye topraklarında son verilen, Fars kökenli bir başka sufi filozof Şihabeddin Sühreverdi Maktûl'dür (ö.1191). Şafi hukuk eğitimi gören Sühreverdi daha sonra Yunan felsefesini inceledi. Önce fıkıh tahsili yapmak isterken, bazı hocaları aracılığıyla felsefeye ve sufiliğe merak saran Sühreverdi'nin bir derviş gibi ülke ülke dolaşmaya başladığını okuyoruz. Kısa yaşamanın son on senesinde II. Kılıç Arslan yönetimindeki Anadolu'yu dolaşan Sufi (bir süre Kılıçarslan'nın yanında kalmış) en sonunda Selahaddin Eyyubi'nin oğlu Melik Zahir'in hâkimiyetinde bulunan Halep'e geçerek oraya yerleşmişti.

Mezarı Halep'te bulunan Seyyid Nesimi ise (1370?/-1418?), Hurufiliğin (sayı ve harf kutsallığı) kurucusu Esterabadi'nin halifesidir. Hallac felsefesiyle Hurufilik arasında bağ kurarak şiirlerini yazmıştır. Biri Farsça, diğeri Türkçe olmak üzere iki divanı vardır. Hurufiliğin ateşli bir savunucusu olarak İran, Irak ve Suriye ve Anadolu'da dolaşan Nesimi'nin çok sayıda mürit yetiştirdiği sanılmaktadır. 1418'de ise Halep'e gelen Nesimi, ulema tarafından "Enel Hak" düşüncesi yüzünden dinden sapmakla suçlanır. Hakkındaki suçlamaları reddetse de "derisinin yüzülüp ölüsünün Halep'te yedi gün boyunca teşhir edildikten sonra vücudunun parçalanmasına ve her bir parçanın inançlarını bozduğu beyliklere gönderilmesine" karar verilir.

Ortak mülkiyeti savunan, emeği yücelten, cennet-cehennem kavramına karşı çıkan Şeyh Bedreddin'i (doğ. 1365?) en çok etkileyen; panteist tasavvuf anlayışına yönelmesinde ilk kapıyı açan en önemli kişi, bacanağı Şeyh Hüseyin Ahlati'dir (d.1321-Ahlat). Bazı kaynaklar, Ahlati'nin bir süre Halep'in dış mahallesi Babala'da bir zaviyede yaşadığını yazar. Bedreddin ise Suriye'nin kuzeyine 15.yüzyılın başında varır. Öğretisinin halk toplulukları içinde kazandığı başarının ve Türkler üzerindeki etkisinin ilk deneyimini Halep'te yapar.

Aslında, Hurufilikteki mesele harf ve sayılardan (bazı insanlara bu zorlama bir çabaymış gibi gelebilir) anlamlar çıkarmak değildir sadece; Hurufi Hallac-ı Mansur'u, onun takipçileri Nesimi'yi, Sühreverdi'yi hatta Bedreddin'i darağacına götüren bu inanışın muhalif yönüydü. Araştırmacı Reha Çamuroğlu'nun "Sabah Rüzgârı"* adlı kitabında belirttiği gibi insanı "Konuşan Kuran" olarak gören Hurufilik, konuşan insana, kayıtlar ve kaydedilmiş kutsal metinler karşısında üstünlük vermektedir. Konuşan Kuran durağan değildir; her an değişir, yenilenir, adeta yaşar.

Peki Halep ne zaman yenilenecek?

Halep'in eski günlerine ne zaman kavuşacağı belirsiz. Suriye rejim ve muhalif güçler arasındaki savaşta yakılan yıkılan kent için restorasyon çalışmaları başladı ancak barış tam olarak sağlanmadan bunun başarıya ulaşılması zor. UNESCO'nun dünya mirası listesindeki kentin yeniden ayağa kalkması için çeşitli projeler var. Bir tanesi, Macaristan'ın başkenti Budapeşte'de bulunan Central European University (CEU) /Orta Avrupa Üniversitesi'nce yürütülüyor. Bu interaktif projede, dünyanın dört bir yanına dağılmış Haleplilerden bilgi, fotoğraf ve anılarını paylaşmaları isteniyor. Tamamen ya da kısmen yıkılan tarihi yapılar, sokaklar bu şekilde önce sanal ortamda canlandırılacak daha sonra da gerçekleri yapılacak. Projede, ilk gözetilen Halep'i sadece fiziken değil insanıyla, kültürüyle ve ticaretiyle yeniden canlandırmak ya da başka bir deyişle Haleplilerin kentlerine dönmesini sağlamak. Halep'i yeniden canlandırırken savaştan önceki sosyal eşitsizlikleri olabildiğince ortadan kaldırmak; yeşil alanların arttırılması da dahil kenti daha yaşanılır bir yer kılmak hedefler arasında. O günlerin en kısa sürede gelmesi dileğiyle…

Hurufilik, kutsal metinlerde harflerden, sayılardan batıni anlamlar çıkarmayı içerir. Aslında, sayı mistisizminin kökeni M.Ö. 500'li yıllarda yaşayan Yunan filozof ve matematikçi Pisagor'a hatta ondan önce Mısır ve Babil'e uzanır. Daha sonra Yahudi kabalacılığıyla devam eder. İslam heterodoksları arasındaki Hurufilik ise düzene muhalif yönü yüzünden iktidarlar tarafından hiç hoş karşılanmamış, temsilcileri, derileri yüzülerek, sokaklarda sürüklenerek katledilmişlerdir.

 

* Reha Çamuroğlu, Sabah Rüzgârı, "Enel Hak" Demişti Nesimi, Doğan Kitap, İstanbul, Kasım 2000.