"Halep'in son Türk kumandanı Mustafa Kemal Paşa şehirdeki sokak savaşlarını anlatıyor"

"Halep'in son Türk kumandanı Mustafa Kemal Paşa şehirdeki sokak savaşlarını anlatıyor"

Habertürk gazetesi yazarı Murat Bardakçı, Halep'in son Türk kumandanının Mustafa Kemal Paşa olduğunu belirterek "Geçmişte Türkiye’nin bir vilâyeti olan Halep’te bundan 99 sene önce de sokak savaşlarının yaşandığını ve çatışmaların tam göbeğinde çok önemli bir ismin, Mustafa Kemal’in de bulunduğunu pek bilmeyiz" dedi. Bardakçı, Falih Rıfkı Atay'ın 'Atatürk'ün Bana Anlattıkları' kitabını referans göstererek "Reisicumhur Mustafa Kemal, Falih Rıfkı ile Siirt mebusu Mahmud Bey’e 1926’da yazdırdığı hatıralarında Halep’teki mücadelesinden bahsederken “sokak savaşı yaptığından” bahsediyordu." dediğini aktardı.

Bardakçı'nın Habertürk'te yayımlanan yazısı şöyle:

Halep’teki dram devam ediyor, aylarca süren çatışmaların ardından şimdi de tahliye edilmelerine çalışılan siviller hayatlarından oluyor...

Şehirde son aylarda dar sokaklar bile çatışma alanı olmuş, silâhlı grupların birbirlerini vurmaları sırasında yine siviller can vermişti...

Geçmişte Türkiye’nin bir vilâyeti olan Halep’te bundan 99 sene önce de sokak savaşlarının yaşandığını ve çatışmaların tam göbeğinde çok önemli bir ismin, Mustafa Kemal’in de bulundu- ğunu pek bilmeyiz...

Paşa, 7 Ağustos 1918’de, ikinci defa olarak Filistin’deki Yedinci Ordu’nun kumandanlığına tayin edilmiş, ordu bugün Lübnan’ın sınırları içerisinde bulunan Nablus şehrinin güneyinde mevzilenmişti. Bir yanında Sekizinci Ordu, diğer yanında Şeria Nehri, arkasında da Dördüncü Ordu vardı.

Ordu Kumandanı Mustafa Kemal Paşa, 1917’de Diyarbakır’da.

Geri çekilme emri

İngiliz birliklerinin aylardır beklenen genel taarruzu, 19 Eylül sabahı başladı. Mustafa Kemal’in kumandasındaki Yedinci Ordu saldırıyı püskürttü ama İngilizler bu defa Sekizinci Ordu’ya saldırdılar ve Sekizinci Ordu bir anda dağıldı.

Bozgun, Türk birliklerinin kuşatılması demekti; geri çekilmekten başka yol kalmamıştı ve tek yol Şeria Nehri idi. Ordu binbir güçlükle nehri geçerek kendisini emniyete aldı ama İngilizlerin saldırısı artarak devam ediyordu. Geri çekilme kademeli şekilde devam etti, 30 Eylül’de Şam elimizden çıktı ve genel karargâh Mustafa Kemal Paşa’ya Halep’e ricat emri verdi.

Halep, hemen arkasından İngiliz birlikleri ile Mekke Emîri Şerif Hüseyin’e bağlı isyancı Araplar’ın hücumuna uğradı. Şehirde artık sokak muharebeleri yaşanıyor ve çarpışmaları Mustafa Kemal Paşa bizat idare ediyordu. Paşa, 26 Ekim 1918’de İngilizler ile Araplar’ı Halep dışında bozguna uğrattı ise de saldırılar durmadı. Yedinci Ordu bu defa Halep’in kuzeyine çekildi ve Antakya’ya uzanan bir savunma hattı kuruldu.

Bu hat, ileride Suriye sınırımızın temelini teşkil edecek ve burada meydana gelen çatışmalar tarihe “Türk ve İngiliz birlikleri arasında yaşanan son silâhlı karşılaşma” olarak geçecekti.

Artık, Türkiye’nin yapabileceği tek bir iş kalmıştı: Ateşkes istemek... İstanbul hükümeti 5 Ekim’de aracılık yapması için Birleşik Amerika’ya müracaat etti, 30 Ekim günü Mondoros’ta mâlûm mütareke imzalandı ve dört asır boyunca İstanbul’dan giden valiler ile mutasarrıfların idare ettiği toprakları birkaç hafta içerisinde kaybettik...

Mustafa Kemal Paşa’nın 1926’da yayınlanan “Nutuk öncesi” hatıraları.

1955'te kitap haline geldi

Mustafa Kemal Paşa’nın Halep günlerini ve şehirde yaşanan sokak savaşlarını anlattığı hatıraları 1926 Mart’ında Milliyet ve Hâkimiyet-i Milliye gazetelerinde “Büyük Gazi’nin Hatırat Sahifeleri” başlığı altında aynı anda yayınlanmaya başladı ve yayın bir ay devam ettti.

Paşa, Samsun’a çıkışından önceki hayat hikâyesi olan hatıralarını gazeteci Falih Rıfkı (Atay) ile o zamanki Milliyet Gazetesi’nin sahibi Siirt Mebusu Mahmud Bey’e (Soydan) yazdırmıştı ve Falih Rıfkı hatıraları seneler sonra, 1955’te “Atatürk’ün Bana Anlattıkları” isimli küçük bir kitap halinde neşredecekti

Bu sayfadaki kutuda, Mustafa Kemal Paşa’nın 1926’da yayınlanan hatıralarında Halep’ten bahsettiği bölümden yaptığım bazı alıntılar günümüzün dili ile yeralıyor...

Halep’in kalesi ve eski kısmı, savaştan önce böyleydi.

"İngiliz savaç uçakları ve evlerin damlarındaki çeteciler üstümüze bomba yağdırıyor"

Reisicumhur Mustafa Kemal, Falih Rıfkı ile Siirt mebusu Mahmud Bey’e 1926’da yazdırdığı hatıralarında Halep’teki mücadelesinden bahsederken “sokak savaşı yaptığından” bahsediyordu...

“...Halep’te devamlı yorgunluklar sebebiyle eski rahatsızlığım tekerrür etti. Üç beş gün tedavi olundum. Yatağımdan kalktığım gün karargâhım olan Baron Oteli’ne gittim, otelde oturuyordum. Yanımda Suriye Valisi fahrî binbaşı Tahsin Bey vardı. Halep’in Şark Cephesi’nden işgal edilmiş olduğuna dair karışık bir malûmat geldi. Çok yakın bir tehlikeyi işaret eden bu haberi araştırmak için, bizzat o istikamete gitmeyi tercih ettim.

Mustafa Kemal’in hatıralarının yayınından önce yapılan bir anons.

BİN ALTIN VE SİLÂH VERDİ

Otomobilde Tahsin Bey ile yaverim Cevat Abbas Bey vardı. Şehrin doğu girişinde bir kalabalığın içine girdik. Bunlar askerî kıyafet taşıyan çöl Arapları ve bedevilerdi. Esir olmuş- tuk. Yanımda kuvvet olarak tek bir nefer yoktu, hücum eden bedeviler otomobilin etrafını sardı ve her tarafına yüklendiler. Saldırıyı görünce, şoföre:

- Dur!... Emrini verdim. Elimde Tahsin Bey’in verdiği kırbaçla ayağa kalkarak onlara anlayabileceği lisanla sordum:

- Reisiniz nerededir? Cevap verdiler:

- Hepimiz reisiz!... Derhal karar vermek lâzımdı. Kırbaçla vurmaya başlayarak:

- Çekilin!...

Diye bağırdım. Gayrıihtiyarî çekildiler. Emrettim:

- Çabuk, reisiniz karşıma gelsin!...

Reisleri geldi. Ona dedim ki:

- Ben sizin yardım ettiğiniz duruma üstün geldim, herkes mağlûptur. Fakat sizin katılmanızı da mazur görüyorum. Bu akşam yanıma geliniz, sizinle görüşeceklerim var.

- Emredersiniz!

Dedi. Şoföre: ‘Çabuk geriye!’ emrini verdim. Halep’in içindeki karargâhıma döndüm. Biraz sonra Şeyh geldi. Kendini onun anlayabileceği merasimle kabul ettim ve sordum:

- Benden ne istiyorsunuz?

- Şimdilik bin altın, silâh ve cephane, dedi. Bin altını o akşam verdim. Silâh ve cephane için vaadettim.

BİRÇOĞU YERE SERİLDİ

Ertesi gün yine rahatsız olarak karargâhımda uzanmış, yatıyordum. Bir aralık Halep şehrinin içinde bir ateş koptu. Balkona çıkıp sokağa baktım, herkes heyecan içindedir ve bir kalabalık otele hücum halindedir. Herkes bana doğru geliyor. Vaziyeti kavradım, kırbacımla evvelâ kalabalığı otel dışına çıkardım. Alt kattaki taraçaya indiğim vakit, Halep kumandanı heyecandan okuyamadığı bir raporu bana verdi, sükûnetle okudum. Rapordan anlaşılıyordu ki, Halep hücuma mâruz kalmıştır. Bulunduğum otelin kapısından sağa saparak yüründüğü zaman bir dört yol ağzına tesadüf olunur. O noktaya kadar geldim. Bütün yolları tutturmuştum. Düşman uçağından atılan bombalara ilâve olarak, bazı damlardan da bombalar atılıyordu. Bu beni güldürdü, çünki ben Halep’i muhafaza etmeyi düşünüyordum. Akşam vakti idi. Bulunduğum yerden ileride birçok adamların yere serildiğini görüyordum, bunlar beni yalnız zannederek hücum eden zavallılardı. Ben, Halep şehrinde, sokak muharebesini idare ettim. Hücum edenler tamamen mağlûp olarak çıkartıldılar ve kovulup takip edildiler.

Türk birlikleri, Halep Tren İstasyonu’nda bir karşılama töreninde.

YENİ EMİR VE TALİMATLAR

Şehirde vaziyete tamamen hâkim olduk ve sükûnet geri eldi. Akşam yaklaşmıştı. Sokak muharebesini idare ettiğim noktanın yakınında şoför bekliyordu, işaret ettim, bulunduğum noktaya yanaştı.

Otomobile binmeden evvel Halep kumandanına emirlerimi ve talimatı verdim. Verdiğim talimatta esas olan şu nokta vardı: “Bu akşam Halep’in ilerisindeki kuvvetleri geriye çekeceğim, yarın Halep’in kuzeybatısında İngiliz ve Araplarla muharebe edeceğim. Buna göre hareketinizi düzenleyiniz”.

PARTİYİ KAYBETMİŞTİK

Olaylar dilediğim gibi cereyan etti. Ertesi gün sabahleyin benim kuvvetlerimin geri çekildiğini zanneden Arap ve İngilizler sevinç içerisinde taarruza başladılar ve tarafımızdan alınmış olan tertibatla mağlûp oldular, işte orada bu zaferin neticesi bir hat belirleyip sınırlarını çizdim ve kuvvetlerime emir verdim ki, düşman bu hattın ilerine geçmeyecektir. Nitekim geçmemiştir.

...Halep’te bulunduğum günler zarfında memleketin genel vaziyetini kendi kendime düşündüm. Durum şu idi: Müttefiklerimiz ve biz partiyi kaybetmiştik. Fakat Türkiye için mesele, bütün mevcudiyetini kaybetmek neticesine varacak kadar tehlikeli idi. O tarihte düşünülecek şey, kaybolduğuna şüphe kalmayan partiyi iade etmek olamazdı; yalnız mevcudiyetimizi muhafaza için en serî ve kat’î çarelere başvurmakta tereddüt etmemeliydik. Hattâ bu uğurda bütün müttefiklerimizden ayrı olarak, gerekirse yeniden vaziyet almak gerekli olabilirdi”.