Halepli Ümran’ın fotoğrafı neden bizi bu kadar etkiledi?

Halepli Ümran’ın fotoğrafı neden bizi bu kadar etkiledi?

Aslı Tunç*

Geçtiğimiz hafta içinde beş yaşındaki Ümran Dakneş’in Halep’deki hava saldırısının ardından enkaz altından çıkarıldıktan sonra çekilen o fotoğrafının sarsıcılığını ve vuruculuğunu anlatmama gerek yok sanırım. Sosyal medyada bizi dört bir yandan kuşatan, kumsal, rakı-balık, havuz başında ayak ve güneş batımı fotoğraflarının arasında o fotoğraf bir diken gibi yüreklerimize batıverdi. Her yanı toz içinde, kafasının yarısı kanlı, savaşın dehşetinin gözlerine oturduğu, ambulansın turuncu koltuğundaki bu çocuk savaşın tüm vahşetinin ve bizlerin çaresizliğinin simgeleşmiş haliydi işte. 

En fazla parkta koşup oynarken düşüp dizini incitecek bir yaşta hava bombardımanı altındaydı Ümran; neden kurbanı olduğunu bilmediği bir savaşın tam ortasında. Hiçbir çocuk bu kadar yalnız, korkmuş ve örselenmiş olmamalıydı. BM verilerine göre Suriye’de son beş yılda en az 400 bin insan öldürüldü. Fotoğraftaki Ümran bu savaştan etkilenen 7,5 milyon çocuktan sadece biri. Pek çok kuruluş, ölülerin ve yaralıların kaydını tutmayı çoktan bırakmış durumda. Altıncı yılına giren Suriye iç savaşında her dakika ölüm ve yıkımın sayısız imgeleri akıyor ajanslara, bloglara ve sosyal medyaya. Peki acaba minik Ümran’ın fotoğrafı neden bu denli etkiledi bizi?

Bu fotoğrafı bu kadar etkileyici kılan masumiyetin yok oluşu hissini vicdanı olan herkesin iliklerine işletmesi sanırım. Şokun, travmanın o minicik yüzde kristalize olması bir de. Fotoğrafa bakan kişide kalkıp bu çocuğa sarılma ve onu teselli etme duygusunun çok yoğun olarak yaşanması, büyük çaresizliğimizle insanlığımızdan utanma hissinin birbirine karışması. Aynı duyguları üç yaşındaki Aylan’ın karaya vuran cansız bedeninin fotoğrafı da vermişti bizlere. 

Çatışmalarda mağdurların görselleştirilmesi, tarih boyunca kamuoyunu şiddet karşıtı yönde etkileme gücüne sahip oldu. Siyasi kararların üzerindeki baskılarda, barış çağrılarını ve insani yardımı tetiklemede imgelerin gücünü yabana atmamak gerek. Şiddetin aşırı dozda günlük eğlencenin içine girdiği ve normalleştiği dijital bir çağda bazı imgeler hâlâ sayısız görüntü içinden sıyrılıp bizi sarsabiliyor. Halepli Ümran’ınki de bunlardan biri.

20. yüzyıl bu ikonik fotoğraflarla dolu. Associated Press fotoğrafçısı Eddie Adams’ın çektiği elleri arkadan kelepçeli bir Vietkonglu mahkûmun infaz edildiği fotoğrafı nasıl unutabiliriz? Bu kare Amerika’daki savaş destekleyicilerinin kendilerini sorguladığı ilk adım olarak bilinir. Bu fotoğraftan dört yıl sonra dokuz yaşındaki Güney Vietnamlı kız çocuğunun napalm bombasından yanmış olarak çıplak bir şekilde sokakta koştuğu fotoğraf ise milyonları şok etmişti. Afganistan, Irak derken bu örnekleri sayısız çoğaltabiliriz.

Bu konulara kafa yorarken Susan Sontag’ı anmadan olmaz. 1977’de yayımlanan Fotoğraf Üzerine (On Photography) eserinde Sontag, tek bir fotoğrafın bir olayı tanımlayamayacağından bahseder. Tam aksine olay fotoğrafı sürüklemelidir. Bir fotoğrafa bakarken ahlaki ve vicdani bir tavır için onun ardında yatan koşullardan biraz olsun haberdar olmamızı bekler yazar. Politik bilinç olmadan bu imgeler üzerimizden derinliksiz bir acıma duygusuyla akar gider. Ruhumuza değmez, gerçek anlamda vicdanımızda iz bırakmaz. 

Susan Sontag daha sonra yazdığı Başkalarının Acısına Bakmak (Regarding the Pain of Others) kitabında bu konuyu tekrar ele alır. Bu yüzyılda da etnik temizlik, iç savaş, göç, doğal âfet ve terör mağdurlarının imgeleri ortak hafızamızı şekillendirirken artık başkalarının acısı tüketimin nesnesi oluvermiştir. Bunda televizyonun etkisi çok fazladır. Susan Sontag bugün yaşasaydı sosyal medyada acının pornografisinin üretimi üzerine yazacağından nedense adım gibi eminim. Halepli minik Ümran’ın görüntüsü ortak hafızamızdan silinmeye yüz tutmadan, biz yine de onun kitabının son bölümündeki çığlığına kulak verelim: 

“Bırakın bu dehşet verici imgeler ruhumuzu dağlasın. Gösterdikleri gerçeğin kıyısından geçemeseler bile bu görüntülerin yaşamsal bir işlevi var. Bu imgeler insanoğlunun göz göre göre, coşkuyla ve istekle neler yapabileceklerini gösteriyor bize, bir gün gelip de unutmayalım diye...” 

Bu yazı ilk olarak P24’te yayımlanmıştır