T24 - Son günlerin en çok konuşulan isimlerinden Halil Sezai, “Herhalde şarkı söyleme tarzım değişik geldi; insanlar uzun zamandır farklı bir şey görmemişti, yadırgadılar” dedi. Çapkın olmayı beceremediğini söyleyen Halil Sezai, "Denedim olmadı. 'Gencim, bekârım, işimdeyim, gücümdeyim haydi' dedim çıktım devamını getiremedim" dedi.
Milliyet gazetesinden Pelin Çini'nin "Şahan’ın taklidini izleyince ‘Ne gerek vardı buna?’ dedim" başlığıyla yayımlanan (26 Şubat 2012) söyleşisi şöyle:
Halil Sezai Paracıkoğlu aşk acısı çekenlerin de, ilkokuldaki çocukların da, anneanne ve dedelerin de severek dinlediği bir isim. Son dört aydır İstiklal Caddesi’nde hemen hemen her mağazada onun albümü çalıyor. Yani Beyoğlu’nda şöyle bir salınmak isterseniz “İsyan”ı ya da “Sonbahar”ı dinlemeden yürümeniz pek mümkün değil. Melodileri insanın canını yakan, şarkı söylerken kendinden geçen bu ‘deli’ adamı seviyor olmalıyız ki aylardır en çok dinlenenler listelerini ele geçirmiş durumda.
Israrla gözünün üzerine düşen kıvırcık perçemi ve o perçemden hiç sıkılmaması, tüm Türkiye ondan bahsetmesine rağmen bunu zerre kadar umursamaması, televizyon programlarında hiçbir soruya cevap vermeyip sadece gülümsemekle yetinmesi Paracıkoğlu’nu ilginç kılan diğer şeyler. Kısacası o, nadir rastlanan insanlardan.
Röportaja giderken aklımdakiler aşağı yukarı bunlardı. Bir de merak ediyordum tabii, bu adam kimdi? Neden hiç konuşmuyordu? Ve gerçekten o şarkılarda anlattığı kadar acı çekmiş miydi? Cevapları aşağıda. Benim fikrimi sorarsanız: Paracıkoğlu karşılaştığım en samimi insanlardan biri. Hani hep derler ya “Şöhret beni etkilemedi” diye. İşte o, bu cümlenin hakkını verenlerden.
* Twitter’da “Eskiden aşk acısı için Orhan Gencebay dinlenirdi şimdi Halil Sezai var” gibi şeyler okuyorum. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Nasıl gülmeye ihtiyacımız varsa aynı şey ağlamak için de geçerli. Beni böyle konumlandırmalarına seviniyorum. Bu şarkılar yaşanmış duygulardan çıktı. Ağlayarak yaptıysam dinleyici o duyguyu hissedip ağlıyor.
* İlk albümünüz “Seni Beklerken” çıkar çıkmaz gündeme oturdunuz. Bu kadar başarılı olmasını bekliyor muydunuz?
İnsan yaptığı şeyin başarılı olmasını ister. Benim de öyle bir hayalim vardı ama bu kadarını düşünmemiştim. Magazin yönünün de önemli olacağını bilmiyordum. İnsanların karşısına bir ürün çıkardım, o ürünü merak etmelerini bekliyordum tabii ki ama benimle de bu kadar ilgilenilmesini beklemiyordum.
* Bu ilgiden rahatsız gibisiniz. Uzun süre röportaj vermediniz. Bir TV programına çıktınız, onda da pek konuştuğunuzu hatırlamıyorum...
Beni merak edenler varsa internetten araştırabilirler. Annemin adını, nereli olduğumu, daha önce hangi işlerde yer aldığımı bulabilirler. Ama insanlar karşılarına çıkıp hayatlarını her detayıyla anlatan figürleri görmeye alışıklar, benden de bekliyorlar. Bu da beni epey rahatsız ediyor.
* Çok eleştirilen de bir isimsiniz. En son Şahan Gökbakar’ın sizi taklit ettiği videosu internette paylaşılıyordu. Bunlar da sizi üzüyor mu?
Çirkince yapılan eleştirileri, taklitleri gereksiz buluyorum. Arada çok eğlendiğim şeyler de oluyor, üniversite öğrencilerinin “İsyan” şarkısıyla ilgili esprilerine çok gülüyorum mesela. Şahan beğendiğim bir isim. Ama taklidimi görünce kendi kendime “Ah be abi ne gerek vardı yani şimdi?” dedim. Parodimin yapılmasıyla ilgili de bir derdim yok. İnsanların gülmesine vesile oluyorsam mutlu olurum ama dediğim gibi saygı çerçevesinde ve kaliteli olduğu müddetçe.
* Şarkılarınızı söyleme şekliniz üzerine de çok şey söylendi. Vokal tekniğiniz nasıl oluştu?
Bugün bu konuda bir şey okudum. Her şeyin bir proje olduğunu, vokal tekniğimin bile planlı olduğunu yazmışlar. Böyle bir şey yok. Amerika’da Lady Gaga gibi projeler oluyor ama Türkiye’de bugüne kadar proje olarak geliştirilen bir isim oldu mu? Bana ailem ilk gitarımı aldığı günden beri şarkı söylüyorum. 17 yıl oldu ve hep içimden nasıl geliyorsa öyle söyledim. Yine de bu konuda çok fazla konuşmak istemiyorum. Herhalde değişik geldim, uzun zamandır farklı bir şey görmemişlerdi, yadırgadılar. Değişikliğe kapalıyız, alışma sürecine ihtiyacımız var. Ben de bu alışma sürecini yaşıyorum herhalde.
* Sizden beste isteyenler çok. En son Gülben Ergen ve Deniz Seki’nin istediği ama vermediğiniz söylendi. Kriteriniz ne? Şarkılarınızı kimlerin söylemesini istersiniz?
Beste vermiyor değilim, yapım şirketimle toplantı yaptık, şu an vermeyi planlamıyoruz ama bu olmayacak anlamına gelmiyor. Ben daha önce de şarkı verdim. Ferhat Göçer’e, Melih Ünen’e, Özcan Deniz’e verdim. Paylaşmayı severim ama “Şu şarkı bu isme gerçekten çok yakışır, ona versek mi?” demem lazım. Şuna veririm, buna vermem gibi ukalalık yapmıyorum ama müzikte de herkes kendine yakışanı giysin bence.
* Magazin basınıyla aranız nasıl?
Kendimi magazin dünyasının içinde görmüyorum. O yüzden bir gazeteci beni bardan çıkarken görürse, soru sorarsa ya da fotoğrafımı çekerse umursamam. Kafasına göre takılabilir. Ne gittiğim barı değiştiririm ne de yanımda görürler de yazarlar diye arkadaşlarımdan uzaklaşırım. Bu bir süreç, daha çok taze, zamanla geçer. Türkiye’de bu filmi daha önce çok seyrettik.
* Dinleyicilerden gelen tepkiler nasıl?
7-70 yaş arasına hitap ediyorum. Gelip beğenilerini dile getiriyorlar. Bu Allah’ın bir hediyesi ve çok mutluyum. Bir de şöyle bir durum var tabii: Albümden önce beni takip eden bir kitle zaten vardı. İnternette Myspace sitesinden bilenler, çıktığım barlarda gelip izleyenler... Onlar bu işin esas sahipleridir. Mesela en çok albümle birlikte gelen bu saçma popülariteden dolayı onları kaybetmekten korkuyorum.
* Benzer bir durum Yaşar Kurt için yaşanmıştı. Bir anda popüler olması bir kesimi rahatsız etmişti. Siz de “Halil Sezai kendini bozdu” demelerinden mi korkuyorsunuz?
Aynen öyle. Popüler olduktan sonra bu kitlenin benden biraz uzaklaştığını, bana kırıldıklarını hissediyorum. Sonuçta popülariteye karşı bir kesimler ve ben onlara ait olan bir şeyi çok büyük bir kitleyle de paylaştım. Rahatsız olduklarını hissediyorum. Bu da beni üzüyor çünkü dediğim gibi bu işin esas sahibi onlar.
* Sizinle ilgili en çok merak edilen konulardan biri de kazandığınız para. Altı ay önce kiranızı ödeyemediğiniz için ev sahibinizin sizi evden attığını okudum...
Altı ay önce ben mesleğimden yani tiyatroculuktan para kazanıyordum. Tiyatrocular çok kazanmaz ama evden atılacak hale gelmez. Kaldı ki geliyorlarsa memleketimiz için üzülmemiz gerek. O evden atılma olayı yaşandı ama yedi-sekiz yıl önce. Öğrenciydim ve birkaç ay kirayı ödeyemeyince de ev sahibi klasik yalana başvurup “Almanya’dan oğlum geldi” diyerek evden çıkardı. İsteyen istediğini yazabilir. Bekliyorum bakalım daha neler çıkacak. Saygısızca yazan da dersini alır.
* Mesleğim tiyatroculuk diyorsunuz. Oyunculuk mu? Müzik mi? desem..
Seçemem çünkü tiyatronun içinde zaten müzik var. Sahneye çıktığınızda büründüğünüz karakterin bir melodisi var. Hele bir de müzik yapıyorsanız bunları ayırmak mümkün değil. İş anlamında ikisini aynı anda yürütemiyorum. Şu sıralar müziğe konsantre olmuş durumdayım.
* Neden konservatuarın müzik değil de oyunculuk bölümüne gitmeyi tercih ettiniz?
Çünkü müzisyen kafasında değildim. Şarkı söylemeyi, beste yapmayı seven birisiydim o kadar. Tiyatrocu olmayı ise çok istiyordum çünkü sahneye âşığım. Bugün de ‘Ben müzisyenim” dersem gerçek müzisyen arkadaşlarıma hakaret etmiş olurum. Bir işin erbabı olmak için o işin her detayına hâkim olmak gerekli.
* Tiyatro aşkınızı nasıl fark ettiniz?
Aklım ermeye başladığı andan beri dertlerimi tiyatro ile anlatabileceğimi hissettim. Bir nevi terapi yöntemi gibi... Çocukken aileme taklitler yapardım. Kız kardeşimle birlikte evde Karagöz-Hacivat oynatırdık. Konservatuara girmeden önce hiç sahneye çıkmadım. Lisede de temizlik kolundaydım hep, biraz titizim. Bir keresinde tiyatro koluna girmeyi denemiştim ama seçmelerde benim yerime başkasını almışlardı. Şişman, kısa boylu bir çocuktum. Okuldan eve doğru yokuş aşağı homurdanarak yürüdüğümü, “Ben daha iyiydim” dediğimi hatırlıyorum. Belki bilinçaltıma yerleşmiştir.
* Biraz da çocukluğunuzdan bahsedelim...
Annem de babam da üniversite mezunu. Babam eski bas gitarcı. Annem de öğretmen. Babam sakatlanınca bas çalmayı bırakmış, muhasebe uzmanı olmuş. Evimizde hep müzik vardı. Annemin bulaşık yıkarken, yemek yaparken şarkı söylerdi. Babam da işe gitmeden sabahları müzik dinlerdi. Daha küçücükken onun sayesinde Pink Floyd ile tanıştım. Çok özgürlükçü, birbirine düşkün bir aileydik, hâlâ da öyleyiz.
* Albümün ismi “Seni Beklerken”. Birçok kişi “Kimi bekliyordun? Beklediğin geldi mi?” diye sormuştur. Şarkılarınızın ne kadarı yaşadıklarınızı anlatıyor?
İlk bestemi 15 yaşında yaptım. Dünyadan haberim yoktu, top peşindeydim. Kimseye âşık olmamıştım ama aşk şarkısıydı. Sırtınızda bir yük ile doğuyorsunuz. Sonra bir ilişki yaşandığında o yükün birazını karşınızdakine yüklüyorsunuz. İlişki sonrasında da “Hah bitti ben bir şarkı yapayım” olmuyor. O şarkıda anlatılan şey ilişki değil sizin doğuştan beri taşıdığınız yük aslında. Bir de âşk illâ sevgiliye karşı olmaz ki. Anneye, babaya, bir ağaca da aşık olabilirsiniz. Bir ağaç kesildiğinde canınız yanmıyor mu? Benim resmen içim parçalanıyor.
* Biraz kıvırıyorsunuz sanki. Neticede şarkılarınızda anlattığınız kadar aşk acısı çektiniz mi?
Dinleyenler bu şarkılarda bu kadar yoğun bir acı olduğunu fark ediyorlarsa benim “Evet çektim” dememe de gerek yok herhalde. Tabii ki yaşadım ki onların acılarına dokunabiliyorum.
* “Şarkı sözü yazıyorum diye kitap çıkaracak değilim. Kendime o kadar güvenmiyorum ama ileride çok birikirse kitaba dönüşebilir tabii.”
* “Küçüklükten beri Sezen Aksu âşığıyım. Bana göre o bir sevda tanrıçası. ‘Birlikte şarkı söyle’ deseler cesaret edemem. Sahnede yanında duramam ki. On yıl falan beklemem lazım kendime o kadar güvenebilmek için.”
* “Twitter’da varım ama insanlarla birebir yazışmıyorum. Daha çok konser bilgilerini verip, onlarla geçirdiğim günle ilgili şeyleri paylaşıyorum.”
* “Jean giymekten hoşlanmıyorum. Ya eşofman giymem gerek ya da bol pantolonlar. Neyin içinde rahatsam onu giyerim. Bu pantolondan on tane var mesela.”
* Çok âşık olan biri misiniz?
Çok değil. Bugüne kadar iki kez oldum. Şu an sevgilim yok ama olmasını istiyorum. Sevgilim olmasını, âşık olmayı özledim. Birkaç denemem de oldu. “Bu kızın elini tutarım, kendimi onunla bütünleştiririm” dedim ama devam edemedik. Artık bir mucize bekliyorum. Zaten aşk da bir mucize değil mi?
* İlk görüşte aşka inanır mısınız?
İnanıyorum. Bundan önceki iki kişide de görür görmez. “Allahım ne olur onu bana bağışla” demiştim. Birini görürsünüz hoşunuza gider ama o an o algınızı kapatmışsınızdır. Hâlbuki fırsat tanısanız belki de bu bir âşka dönüşebilir. Neden olmasın?
* Kendinizi flörtöz buluyor musunuz? Çapkınlık yapar mısınız?
Çapkınlığı beceremiyorum. Denedim olmadı. “Gencim, bekârım, işimdeyim, gücümdeyim haydi” dedim çıktım devamını getiremedim. Bir bara gittiğimde yanıma kızlar geliyor, nasıl çapkınlık yapılır bilemiyorum. Bana göre değil. Bir kadını öpmek, ona dokunmak içimden gelmeli. Kokusunu içime çekmeliyim. Yani gerçekten hissetmeliyim. Çapkın olmayı da isterdim. Biraz kafam dağılırdı ama evlilik kurumuna inananlardanım. Âşık olduğum kadınla evleneyim, bebeklerim olsun isterdim.
* Kendinizi beğeniyor musunuz?
Kendimle barışığım. Gideyim kendime üçgen vücut yapayım, karnımda baklavalar olsun derdinde değilim. Onu da denedim olmadı. Spor salonuna yazıldım ve hemen sıkıldım. Ha yarın öbür gün bir rol için öyle bir vücut yapmam gerekirse yaparım, o başka mesele.
* İnternette “Halil Sezai modeli saç kesimi nasıl olur” şeklinde forumlar gördüm...
15 yıl saçı uzun gezmiş bir adamdan özel model yapmasını bekleyemezsiniz. Ben aynanın karşısına geçip “Şuraya jöle süreyim, önlerini şöyle tarasam mı?” diyen biri değilim. Bir proje için saçlarımı kesmiştim, şimdi uzuyorlar. Sabah kalkınca da o gün canım hangi tarafa isterse o tarafa tarıyorum. Kıvırcık oldukları için kabarıyorlar. İnternette ben de gördüm o yazıları. Aynanın karşısına geçip güldüm. Bugüne kadar fark etmediğim şeyleri ben de sizinle birlikte fark ediyorum.