Halkevleri Genel Başkanı Nebiye Merttürk, “Halkın Şartlarını Açıklıyoruz” başlıklı bir toplantıda, “Ülkemiz ekonomisi sermayenin, uluslararası tekellerin değil halkın ihtiyaçları doğrultusunda planlanmalıdır. Krizden çıkış için seçimden sonra halkın önüne getirilmesi beklenen IMF’li ya da IMF’siz kemer sıkma programları kabul edilemez. Krizin faturası kâr rekorları kırmaya devam eden patronlara ödetilmelidir. Saray rejimi, tüm kurumlarıyla birlikte ortadan kaldırılmalıdır” dedi.
Halkevleri, bugün Ankara’da “Halkın Şartlarını Açıklıyoruz” başlıklı bir basın toplantısı düzenledi. Halkevleri Genel Merkezi’ndeki toplantıda konuşan Genel Başkan Nebiye Merttürk, şunları söyledi:
“İnsanlığa daha iyi bir gelecek vaadi kalmayan emperyalist kapitalist sistem, üstümüze çöküyor. Kapitalizm, tarihsel krizini yaşıyor. Egemenler, halkın hayatını derinden sarsan ekonomik, toplumsal, siyasal krize bir çözüm sunamıyor. Neoliberalizm bütün hayatımızı sermayenin kâr kapısına dönüştürdü ve insanlık en temel ihtiyaçlarına erişemez hale geldi. Yoksullaşma, iklim krizi, göçmen krizi, salgın hastalıklar, savaş, cinsiyetçilik, ırkçılık, faşizm, artık istisna değil, bu sistem içinde hayatın normalini oluşturuyor. Ülkemiz de pandemi sonrasında tarihinin en ağır ekonomik krizlerinden birinin içine sürüklendi. On milyonlarca insan kirasını, faturalarını, yol parasını ödeyemiyor. Eğitim ve sağlık hizmetlerine, ucuz ve sağlıklı gıdaya erişemiyor. İnsanca yaşamaya yetecek bir ücret alamıyor. İş güvencesinden yoksun, insanca koşullarda çalışamıyor. Asgari bir hayat sürüyor.
Onlarca yıl boyunca, kalkınma ve demokratikleşme masallarıyla elimizde avucumuzda ne varsa çaldılar. Fabrikalarımızı, tarlalarımızı, evlerimizi, mahallelerimizi, hastanelerimizi, okullarımızı, işimizi, sosyal haklarımızı, kentlerimizi, ormanlarımızı, derelerimizi yağmaladılar. Halk bütün bu yağmaya isyan edince bu kez bütün silahlarını çıkarıp, demokratik hak ve özgürlükler namına kazanılmış neyimiz varsa elimizden almaya giriştiler. 2013 Haziran isyanından 2015 seçimlerine uzanan süreçte toplumsal meşruiyetini ve çoğunluk desteğini yitiren AKP iktidarı, ülkeyi o gün bugün darbeler, savaşlar ve faşist terörle sürekliliğini sağladığı olağanüstü hâl koşullarında yönetiyor. Ne var ki sistemin krizi ezilen sınıfların hoşnutsuzluğunu ve egemen sınıfların parçalılığını derinleştirirken AKP’nin bu süreçte MHP ile kurduğu ittifak da bu parçalılığı ve iktidarın toplumsal desteğindeki gerilemeyi gideremiyor. AKP-MHP faşizmi, bu kriz halini seçimlere az bir süre kala, dinci gericilikle bezeli faşist baskı ve saldırganlığı tırmandırarak yönetmeye çalışıyor.
Komplo davaları, sansür yasası, meydanlardaki polis ablukası, grev yasakları, İstiklal Caddesi’nde patlatılan cihatçı bombasını karartıp savaş hali, fiili sıkıyönetim uygulamasına geçiş, İmamoğlu’na ceza, HDP’nin seçim bütçesinin gaspı, Sinan Ateş cinayeti, Çakıcı çetesinin silahlı-maskeli gösterisi, tarikat ve cemaatlerin kent meydanlarından adliye önlerine giderek daha sık biçimde sokağa sürülmesi, polis cinayetlerinin cezasızlık kararlarıyla kışkırtılması, Erdoğan’ın üçüncü kez aday gösterilmesi, bir yılı dolmayan bir seçim kanunuyla seçim dayatması gibi örnekler gösteriyor ki kendilerini ne hukukla ne idari düzenle ne de ahlakla sınırlıyorlar. Kısacası, olağan bir seçim sürecinden değil, AKP-MHP faşizminin halka savaş açtığı bir çatışma sürecinden geçiyoruz. Ancak, muhalefet hileli bir seçim düzlemi ile sınırlanmaya, halkın siyasete katılımı da seçmenliğe indirgenmeye çalışılıyor. Halkın bağımsız politik bir güç olarak sözünü söylemesi, eyleme geçmesi ve örgütlenmesi engellenmeye çalışılıyor.
İşte faşizmin bu kitle pasifikasyonu stratejisi karşısında, iktidara talip olan Millet İttifakı da herkesin gözü önünde yaşanan darbe sürecini seyrediyor, oyunun sandıkta bozulacağına inanmamızı, sessizce seçimi beklememizi istiyor; çözümün kurallı bir sermaye programında olduğunu savunuyor. Ne bu teslimiyetçi yaklaşımla AKP-MHP faşizminin hile ve saldırıları bertaraf edilebilir ne de bu düzen içi çözüm vaadiyle halkın sorunlarına köklü çözümler bulunabilir. Çözüm, muhalefetin seçim düzlemi ile halkın siyasete katılımının da seçmenlikle sınırlanmasını reddederek AKP-MHP faşizminin halka açtığı savaş karşısında sokağı boş bırakmayan aktif bir direniş çizgisi örgütlemektedir. Çözüm, ‘Paran kadar yaşam’ diyen bu düzen karşısında halkın insanca yaşam hakkı için her şeyin toplumsallaştırılmasını savunan bir programdadır. Çözüm, hak mücadelelerine ve özsavunmaya dayalı bir eylem çizgisindedir. Çözüm, halkın bağımsız politik bir güç olarak örgütlenmesinde, kendi kaderini eline almasındadır. İnsanca bir yaşam, eşitlik, özgürlük, demokrasi, barış, laiklik için sesimizi yükseltmekten, mücadele etmekten, örgütlenmekten başka bir yolumuz yoktur.
Halkevleri olarak, halkın bağımsız çıkarlarını savunacak, halkın direniş eğilimlerini örgütleyecek, halkın sessiz, çaresiz ve savunmasız olmadığını gösterecek, bu mücadeledeki bütün omuzdaşlarımızla direnişte birleşeceğiz. Faşist baskı ve provokasyonlarla ilerleyen bu seçim sürecinde, kitle pasifikasyonunu kırmak ve iktidarın manevra alanını daraltmak için sokağı boş bırakmayacak, hak mücadeleleri ve anti-faşist mücadeleyi bir bütünlük içinde ele alacak, semt semt, mahalle mahalle halkın direniş eğilimlerini örgütleyecek, anti-faşist ilerici güçlerle dayanışma içinde olacak, omuz omuza mücadele edeceğiz. Halkı asgari yaşamlara mahkum eden politikalara karşı, insanca bir yaşam için eğitim, sağlık, barınma, insan onuruna yaraşır ücret ve güvenceli iş, enerji, su, gıda, ulaşım gibi temel haklarımızın mücadelesini örgütleyecek, bu hak talepleri ve mücadeleleri etrafında halk meclisleri kuracağız.
İktidarın saldırıları ve ülkenin içine düşürüldüğü çete, mafya, tarikat sarmalına karşı halkın anti-faşist kitlesel özsavunmasını örgütleyeceğiz. Özellikle yoksul mahallelerde, mahallemizi faşizme karşı bir kale haline getirmek için olanca gücümüzle çalışacağız. Sansür ve faşist propaganda karşısında susmayacağız. Halkın iletişim hakkını, basın ve ifade özgürlüğünü savunacak, yüz yüze iletişimden dijital araçlara kadar sansürü ve faşist propagandayı etkisiz hale getirecek somut politikaları, taktiklerini, araçları üreteceğiz. Tarikat ve cemaatlerin siyasal, toplumsal, ekonomik hayatta giderek belirleyici hale gelmesine sessiz kalmayacak, seçim sürecinde bir sokak gücü olarak da karşımıza çıkarılan bu gerici ağları dağıtmak üzere aktif bir mücadele örgütleyecek, laiklik bayrağını halkın ellerinde yükselteceğiz. Savaş politikalarına karşı barışı ve hayatı savunacak, Kürt halkıyla dayanışma içinde olacağız. Emperyalist savaşlar, siyasal baskı ve sömürgecilik nedeniyle yerlerinden edilip ülkemize sığınan göçmenleri hedef alan faşist saldırganlık ve istismarın karşısında duracağız. Halkın kendi kaderini eline almasının gerçek bir halk demokrasisinin yolu olarak hakları ve geleceği için halk meclislerinde örgütleneceğiz. Barışın, eşitliğin, kardeşliğin, özgürlüğün egemen olacağı bir düzeni, yani sömürücülerin saltanatı yerine halkın kendi iktidarını mutlaka kuracağız.
Eşitliğin, özgürlüğün, barışın ülkesi için şartlarımız; ücretler, insanca yaşamaya yetecek düzeyde olmalıdır. Herkese insan onuruna yaraşır, güvenceli bir iş ve çalışma hakkı tanınmalıdır. Taşeron çalışma yasaklanmalı, eşit işe eşit ücret ilkesini bozan uygulamalar iptal edilmelidir. Vergi adaletsizliği son bulmalı; az kazanandan az, çok kazanandan çok vergi alınmalıdır. Çalışma süreleri düşürülmeli, atama bekleyen meslek sahibi emekçilerin tamamı toplum hizmetinde görevlendirilmelidir. Her haneye 140 metreküp doğal gaz, 230 KWh elektrik, 18 metreküp su parasız temin edilmelidir. Gıda güvencesi haktır. Gıda krizi ve enflasyonu karşısında üreticiye ve tüketiciye yönelik sübvansiyonlar başlatılmalı, her iki alanda da kooperatifler desteklenmelidir. Herkese eşit, parasız, nitelikli, anadilinde eğitim ve sağlık hizmeti sağlanmalıdır. Herkesin barınma hakkı güvence altına alınmalıdır. Kiralara üst sınır getirilmeli; konut, vergilendirme yoluyla bir yatırım aracı olmaktan çıkarılmalı, mülk edindirme yolu ile değil kamunun üreteceği sosyal konut projeleri vasıtasıyla ücretsiz ya da düşük kiralarla yoksullara tahsis edildiği bir konut sistemi geliştirilmelidir. Sermayenin doğayı talan eden ve iklim krizini tetikleyen yağma ve yıkım projeleri durdurulmalıdır.
Bu acil şartların sağlanması ve köklü çözümler getirilmesi için eğitim, sağlık, enerji, su, iletişim ve ulaşım başta olmak üzere temel sektörler kamulaştırılmalıdır. Özelleştirmelerle kamunun elinden çıkarılıp sermayeye devredilen ve yok edilen kamu iktisadi teşekkülleri kamulaştırılmalı ve yeniden inşa edilmelidir. Kamulaştırma süreçleri toplumsal ihtiyaçları gözeten meta dışı bir işleyişin hâkim kılındığı, toplumsal denetim ve işçilerin iş yerinde yönetime katılım mekanizmalarının kurulduğu bir toplumsallaştırma mantığı ile işletilmelidir. Kamu garantili büyük altyapı projeleri, yollar, limanlar, havalimanları, köprüler, tüneller, santraller, şehir hastaneleri de kamulaştırılmalı; kamu garantisi ve hileli sözleşmeler yoluyla kamudan çalınanlar, sorumlu iktidar unsurları ve sermayeden tahsil edilmelidir. Kamu bankalarından karşılıksız ya da düşük faizli krediler, vergi indirimleri, gayri şeffaf finansal işlemler yoluyla yapılan servet transferleri, sorumlu iktidar unsurları ve sermayeden tahsil edilmelidir. Ülkemiz ekonomisi sermayenin, uluslararası tekellerin değil halkın ihtiyaçları doğrultusunda planlanmalıdır. Krizden çıkış için seçimden sonra halkın önüne getirilmesi beklenen IMF’li ya da IMF’siz kemer sıkma programları kabul edilemez. Krizin faturası kâr rekorları kırmaya devam eden patronlara ödetilmelidir. Saray rejimi, tüm kurumlarıyla birlikte ortadan kaldırılmalıdır.
Halkın hak ve özgürlüklerini hedef alan tüm düzenlemeler tazmin ve telafi edilmelidir. Anayasa’dan ve uluslararası hukuktan doğan hakların reddedilmesi, ülkeyi yönetenlere muhalefetin özel kanunlarla yasaklanması, kayyum, KHK, güvenlik soruşturması, uzun tutukluluk uygulamaları son bulmalıdır. Halkın katılımına kapalı mekanizmalarla devlet iktidarını elinde tutan, bunun için halka karşı suç işleyen ve cezasızlıkla korunan resmi, gayri resmi ve özel tüm kontrgerilla aygıtları dağıtılmalıdır. Temsil mekanizmaları, doğrudan demokrasi mekanizmaları ile desteklenen değil doğrudan demokrasinin işleyişini destekleyen mekanizmalar olmalıdır. Bütün görevliler seçimle belirlenmeli ve halk, gerektiğinde geri çağırma hakkını kullanabilmelidir. Halkın, öz örgütlenmeleri aracılığıyla yönetime katılımı sağlanmalıdır. Halkın protesto hakkı, örgütlenme ve ifade özgürlüğü önündeki engeller kaldırılmalıdır. Bugünün dünyasında feminist analiz olmadan faşizme karşı mücadele mümkün değildir. Feminist hareket, faşizme karşı direnişin en güçlü çekirdeklerini birini oluşturma potansiyeline sahiptir. En alttakileri birbirine karşı düşmanlaştırıyor; neoliberalizmin yarattığı yıkıntıları kadınların, LGBTİ artıların, göçmenlerin, düşman ilan edilenlerin sırtına yıkarak, bunu dozu her gün artan muhafazakârlık/dinci gerici yöntemlerle gerçekleştiriyorlar. Erkek-devlet şiddetine karşı kadınların ve LGBTİ artıların yaşamlarını güvence altına alacak haklarının sağlanması gerekmektedir.
Kürt sorunu, kolektif haklar temelinde toplumsal ve demokratik bir çözüme kavuşturulmalıdır. Savaş politikalarına son verilmeli, kayyum uygulamaları kaldırılmalı, HDP’ye ve Kürt siyasetçilere yönelik baskılar başta olmak üzere Kürt halkının kültürel-siyasal hakları için örgütlü mücadelesinin önündeki engeller kaldırılmalıdır. Türkiye’yi göçmen deposu ve hapishanesine dönüştüren geri kabul anlaşmaları iptal edilmeli, mültecilerin mültecilik hakları tanınmalı, göçmen işçilerin eşit koşullarda çalışma hakkı tanınmalı, göçmenlere karşı ırkçı kışkırtmalar engellenmeli, göçmen toplulukları paravan olarak kullanan cihatçı örgütlenmelere izin verilmemeli, Türkiye cihatçıların güvenli adası olmaktan çıkarılmalıdır.
Tüm toplumsal yaşamı dini referanslarla kuşatan ve ona göre dizayn etmeye çalışan saray rejimi, aslında yurttaş yerine tebaa ilişkilerini hayata geçirmeye ve toplumu bu temelde inşa edilmiş egemenlik ilişkileriyle yönetmeye çalışıyor. Özellikle yoksullar, tarikat ve cemaat ilişkileri içerisinde öğütülüyor. Eğitim müfredatı ve hukuk dini referanslarla yeniden biçimlendirilerek toplum dinselleştiriliyor. Gericiliğe karşı tüm toplumsal yaşamın eşitlik temelinde kurulabilmesi ve dinsel tahakkümden arındırılabilmesi için laiklik, olmazsa olmaz ilkemizdir. Din ve devlet birbirinden kesin olarak ayrılmalı, siyasal ve toplumsal yaşamın düzenlenmesi süreçlerinde dini müdahaleler yasaklanmalıdır. İnanan-inanmayan bütün yurttaşların eşit yurttaşlık hakları tanınmalıdır. Diyanet İşleri Başkanlığı kapatılmalıdır. Eğitim müfredatı bilimsel bir içeriğe kavuşturulmalı, zorunlu din dersi uygulaması son bulmalı, imam hatip liseleri kapatılmalıdır. Alevilerin eşit yurttaşlık talebi sağlanmalı, devlet bütün din ve mezheplere eşit mesafede durmalıdır. Bütün dinlerin ibadethanelerinin bakımı ve din adamlarının istihdamı için kamu denetiminde özel bütçeler oluşturulmalı, bu bütçelerin mali kaynakları inanç sahiplerinin gönüllü katkılarıyla oluşturulmalıdır. Dinsel topluluklara ve din insanlarına ticaret ve siyaset yasağı getirilmelidir. Ticari kurumların, hangi biçim altında olursa olsun dini referanslarla faaliyet göstermesi yasaklanmalıdır. Tarikat ve cemaatler dağıtılmalıdır. Dinsel ilkelere dayanan bütün eğitim ve sağlık kurumları kapatılmalıdır. Dini yayınlar kamu denetimine tabi tutulmalı ve anti-laik, cihatçı vb. siyasi içerikten arındırılmalıdır.
Kadına ve LGBTİ artılara yönelik fiziksel, psikolojik, cinsel şiddeti önlemeye yönelik politikalar geliştirmeli, en temelde İstanbul Sözleşmesi yeniden hayata geçirilmelidir ve buna uygun yasal düzenlemeler yapılmalıdır. Kadınlara, LGBTİ artılara yönelik suçlarda ve çocuk istismarında cezasızlık politikalarından vazgeçilmelidir. Uluslararası Çalışma Örgütü olan ILO tarafından hazırlanan 190 sayılı Şiddet ve Taciz Sözleşmesi, çalışma yaşamında bireylerin şiddet ve tacizden uzak daha güvenceli çalışma ortamı kurmak için hazırlanmış olan sözleşme imzalanmalıdır. Kadınların ücretli, ücretsiz emeğine dair eşitlikçi politikalar üretilmelidir. Kadınlara ev ve aile içerisinde yüklenen bakım emeği toplumsallaştırılmalıdır. Kadınların emeklilik hakkı ve sağlık sigortası düzenlenmesi yapılmalı; bu hak eşe, babaya bağlı olmaktan çıkarılmalıdır. Kadınlara boşanma durumlarında konut ve geçim güvencesi sağlanmalı, iş aramaya başladığı andan itibaren işsizlik ödeneğinden yararlanma hakkı tanınmalıdır. Kadınlar ve LGBTİ artıların sağlık hakkına ulaşımda yaşadığı eşitsizlikler göz önüne alınarak ulaşılabilir, önleyici ve koruyucu sağlık hizmetleri geliştirilmelidir. Kadınların yaşamlarına dönük şiddet ortamlarının arttığı savaşa politikalarından vazgeçilmeli, savaşa değil kadınların hayata eşit katılımını sağlayacak bütçeye pay ayrılmalıdır. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğini, kadın ve LGBTİ artıların düşmanlığını dinci gerici politikalarla yeniden üreten Diyanet kapatılmalıdır. Kadın emeğinin değersizleştirildiği bu koşullarda savaş politikaları, artan göçmen ve mülteci düşmanlığı, milliyetçilik toplumda erkek egemenliğini pekiştirerek göçmen ve mülteci kadınlar için güvensiz ve güvencesiz hayatlar sunuyor. Göçmen ve mülteci kadınları şiddete karşı koruyucu politikalar geliştirilmelidir, çok dilli uzmanların olduğu 7/24 danışma merkezleri kurulmalıdır.
Kürt halkına karşı savaş politikaları terk edilmeli, eşit ve kardeşliği temel alan demokratik bir çözüm politikası oluşturulmalıdır. Sınır ötesi operasyonlara son verilmelidir. NATO başta olmak üzere savaş ittifaklarından çıkılmalı emperyalist bağımlılık ilişkilerine son verilmelidir. Ülke topraklarında bulunan yabancı askeri üslerin varlığına son verilmelidir. Orta Doğu’da halkların kardeşleşmesine hizmet edecek ve dayanışmasını güçlendirecek bir dış politika geliştirilmelidir.” (ANKA)