"Halkı düşmanlığa sevk edenler biz değiliz, katliamları alkışlayanlar; kimse Erdoğan'ın suçunu görmüyor!"

"Halkı düşmanlığa sevk edenler biz değiliz, katliamları alkışlayanlar; kimse Erdoğan'ın suçunu görmüyor!"

Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ, terör saldırılarından sonra kimi sosyal medya kullanıcılarının "Halkı kin ve düşmanlığa sevk ettiği" suçlamasıyla gözaltına alınmasıyla ilgili olarak, "39 kişiyi öldüren caniyi alkışlayan bir ülkede başkanlık sağlıklı olabilir mi? Eskiden böyle bir katliamı bir kişi alkışlasa kıyamet kopardı, şimdi en ufak bir tepki bile yok. Halkı kin ve düşmanlığa sevk eden bizler değiliz, o katliamı alkışlayanlar. Ama bu bölünme tamamıyla devleti idare edenlerin kabahati. Kimse Erdoğan’ın suçunu görmüyor. Toplumdaki sessizliğe hiç anlam veremiyorum" görüşünü savundu.

Muazzez İlmiye Çığ'ın Birgün'den Meltem Yılmaz'a verdiği söyleşi şöyle:

 

 

 

Sümerler hakkında elde ettiğiniz bulguları; kaleme aldığınız kitaplar, verdiğiniz konferans ve seminerler aracılığıyla toplumla paylaşıyorsunuz. “Tarih Sümer’de başlar” sözleriyle tarif ettiğiniz bir medeniyete ömrünüzü adamış bir bilim insanı olarak, yanı başımızda tarihini yıkan, yok eden, bilimi ve sanatı hiçe sayan bir coğrafyada yaşamak size ne hissettiriyor? 

Öncelikle Sümerler’in beni en çok etkileyen yönünün, onların kendilerine mahsus bir yazı icat etmeleri, bu yazıyı hayatın her alanına adapte etmeleri olduğunu belirtmeliyim. Yazılarıyla hikâyelerini, eserlerini, tarihlerini yazmışlar. İkinci olarak da, bu yazıyı yok olacak bir şey üzerine değil, kil üzerine yazmışlar, o killeri kurutmuşlar hatta değer verdikleri bazı konulardaki tabletleri fırınlarda pişirmişler. Ve böylece onları ayrıca saklamayı bilmişler. Üstelik o tabletlerin içinde ne olduğunu belirten etiketler de koyup raflamışlar. Yazılı belgeye bu kadar önem veriyorlarmış işte. Sümerler aynı zamanda matematiğin de başlangıcıdır. Onlu ve altılı sayıları kullanmışlar. Astronominin temelini kurmuşlar. Zamanı ayarlamış, günleri saatlere bölmüşler. Ayrıca ilk kubbeyi onlarda ve ilk kemer yapılışını da yine onlarda görüyoruz. Kısacası bugünkü medeniyetimizin temelini Sümerler’de görüyoruz.

Sorunuzun yanıtına gelirsek… Ben bugün Ortadoğu coğrafyasında yaşanan tarih katliamına çok üzülüyorum. Tarih yok ediliyor, müzeler yok ediliyor. Ama bunu yapan Batı. Batı, Ortadoğu’daki cahil halkı kışkırtıyor. Müzelerdeki eserleri yağma ettirip kendi müzelerine katıyor. Bu yağmalama da, terörün başka bir biçimi. Batı, para ve silah karşılığında bir coğrafyanın tarihini yok ediyor. Ve o medeniyeti de kendi medeniyetine taşıyor.

Bu katliamı görmek pek çok insandan daha fazla üzüyor sizi, anlıyorum. Yine de “İyi ki bu alanda çalışmayı seçmişim, bugün olsa yine seçerim” diyor musunuz?

Seçme şansım yoktu ki, tamamen tesadüf oldu. Hatta biliyor musunuz, benim Sümerler’den haberim bile yoktu! Atatürk’ün kurduğu Ankara Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nde Sümeroloji bölümü açıldı. Ben de tesadüfen o bölüme girdim. Dışardan profesörler ve kitaplar geldi. Düşünün, kitaplarımız bile yoktu. İşte ben orada öğrendim Sümerler’i.

"Eğitim sistemi çöktü"

Öyleyse ilerici bir eğitim sistemini hedeflenmiş olması sizi Sümeroloji’ye yönlendirdi, dediğiniz gibi tam bir tesadüf. Peki bugüne baktığınızda, öğrencilerin halihazırdaki eğitim sistemi içinde, sizinki gibi hayatlarını olumlu yönde değiştirecek tesadüflerle karşılaşacak kadar şanslı olduklarını düşünüyor musunuz?

Maalesef hayır. Eğitimde büyük bir çöküntü var. Hükümet, tüm gelişmeleri bir kenara bırakıp, dini bir eğitim şekli ortaya koymaya çalışıyor. Halbuki dinle hiçbir millet kalkınmış değil, bir millet eğitimle kalkınır ancak. Eğitim düştükçe cehalet artar, cehalet arttıkça insanlar birbirine düşman olur. Şimdi “dindar ve kindar çocuk yetiştireceğiz” diyorlar. Yetiştiriyorlar da… Bu yaşıma kadar çocuğunu öldüren, anasını babasını öldüren görmemiştim, son yıllarda görür oldum.

Bu örnekte bile görüyor musunuz ne kadar geriye gittiğimizi? Oysa bugün, Cumhuriyet döneminin en yüksek çağındayız aslında. Cumhuriyet ilan edildiğinde ne bilimden haberimiz vardı, ne de sanattan. Dağdaki koyun gibiydik. Ama bakın şimdi, bu 80 yıllık birikimin sonunda, dünya çapında bilim adamlarımız, yazarlarımız ve sanatçılarımız var. Nobel’i bile kazandık, defalarca ve farklı alanlarda. Kimse bilmez ama Hayrettin Karaca da Nobel’in bir alt dalına değer görülmüştür. Bugün dünya çapındaki sanatçılarımızın eserleri müzelerde sergileniyor, uluslararası orkestralarda çalınıyor. Avrupa’nın 400 yılda kat ettiği yolu biz 80 yılda geçtik. Ama buraya kadardı. Bundan sonra yeni isimler çıkmayacak, çıkması için uygun bir eğitim sistemi yok.

"Cumhuriyet’in kazanımları yazıya dökülmedi"

Cumhuriyet’in kazanımlarının önemini her fırsatta vurgulayan, Cumhuriyet’le büyüyen modern Türk kadınının en güzel ve en kıymetli örneklerinden birisiniz. Peki, günümüz Türkiyesi’nde kadınlar, Cumhuriyet’in değerini biliyor mu?

Bilmiyorlar. Çünkü biz kadınlara altın tepsi içinde verildi hakları. Büyük bir kadın hareketiyle, kadınların büyük bir fedakarlığıyla elde edilen bir hürriyet değil bu. Padişahlığın son zamanlarında ufak tefek kadın hareketleri oldu ama ne Avrupa’da ne de ABD’deki gibi büyük kadın hareketleri ile kazanımları elde edilmeye çalışılmadı Türkiye’de. Bir de, Cumhuriyet’le elde ettiğimiz kazanımları yazıya dökmedik biz. Çünkü yazan da yoktu. Yazsanız da yayınlayan da yoktu.

Cumhuriyet’in kazanımları yazıya dökülmediği için mi toplumda farkındalık oluşmadı?

Evet. Zira Türk tarihi ile ilgili 1923 - 38 yılları arasında yazılmış birkaç başvuru kitabı var. 1940’lara gelindiğinde o kadarı bile yok, yazınsal üretim neredeyse durmuş vaziyette. 50’lerde yavaş yavaş yayınlar başlıyor. 60’lardan sonra da çığ gibi büyüyor. Ayrıca, Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde, devrimleri duyuracak ne televizyon ne de gazete var doğru düzgün.

Her şeye rağmen o dönem yapılan sınırlı sayıda yayın, Atatürk’ün çok geniş ufkuyla kurduğu Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nde, Türk dili, tarihi ve kültürünü araştıran uzmanlarının yaptıklarıdır. Atatürk bunun için her türlü imkanı seferber etmiştir ve kendi cebinden koymuştur sermayesini. Hatta Sümeroloji bölümünü de, Fransızca bir kitaptan okuduğu “Sümerler Orta Asya’dan gelmiş olabilir” tezinden sonra kurdurmuştur.

Düşünebiliyor musunuz, o sıkıntılı dönemde bile Hattuşaş’ta Hititlerle ilgili kazılar yapıldığını, o kazılarda dilin çözüldüğünü öğrenince hatta o ekibin Fransa’daki çıkardığı dergiye sponsor olmuş.

Öyleyse Cumhuriyet için “Türkiye’nin 90 yıllık enkazını kaldırdık” ifadelerini kullananlar kazı ile enkazı karıştırmış olacak.

Tam bir cehalet ve tarih hainliği. Bakın o dönem Nazi zulmünden kaçan hocaları dünya kabul etmedi, Türkiye kabul etti. O hocalar bize müracaat ettiğinde biz daha 10 yıllık bir devlettik. Fakat Atatürk o kadar büyük bir insan ki, onlara kütüphane, laboratuvar, tercüman gibi her türlü imkanı sağladı. Bu sayede üniversiteler, yüksek okullar açıldı. Ve o hocalar, o dönem Avrupa’nın en yüksek düzeyde eğitimini verdiler Türkiye’de. Ben onlar sayesinde Sümerler’i memleketime yaydım. Ve Sümerler ile Türkler arasındaki bağı ortaya koydum. Bu bulguları benden başka elde edenler de var, istiyorum ki bu insanlar bir araya gelsin dünyaya tanıtsınlar. Ancak ne yazık ki bu yönde bir çalışma yok. Gittiğim konferanslarda bile eskiden Sümerler’i anlatırdım, şimdi Atatürk’ü ve laikliği anlatıyorum, öncelikler değişti.

"Yobazlar yeniden meydana çıktı"

Atatürk’le ilgili özel olarak ne anlatıyorsunuz?

Ben de şaşıp kalıyorum bazı şeylere. Düşünün kıyafet kanunu yapılıyor, kadınlarla ilgili özel bir madde koydurmuyor, bırakın kadınlar kendilerini ayarlar diyor. Bir zorlama kesinlikle yok. Yalnız valiler, ve emniyet amirleri kadınları “çarşaflarınızı çıkarın” diye ikaz ediyorlar. Böylece kadınlar çarşaflarını çıkarıyor. Zaten 1925’te kadın şapkaları vardı, geriden gelen bir hareket zaten var. Örneğin ben 1924’teki resmime bakıyorum, henüz ilkokuldaydım o zaman. Okulun kızlarının hiçbirinin başı örtülü değil. Daha kıyafet kanunu yokken başörtüsünü çıkarmışlar.

Benim bugün geriye dönüp baktığımda en çok dikkatimi çeken de, kadın ve erkeğin toplumdaki bir aradalığı oluyor. 1933’te öğretmenlik yaparken, Eskişehir’e tiyatrolar gelirdi, sinema oynatılırdı. Biz ailece sinemaya giderdik. Ama bu toplu ortamlarda hiçbir zaman kadın erkek ayrımı olmadı. Şimdi düşünüyorum 10 senede nasıl oldu bunlar? İnsanımız ne çabuk intibak etti şimdiki gerici ortama... Yobazlar çıkıyor meydana. Osmanlı devrinde de çıktılar ve padişahlara yapmadıklarını bırakmadılar. Şimdi tekrar çıktılar.

"Halkı düşmanlığa sevk edenler, katliamları alkışlayanlar"

Bundan 10 yıl önce, “Vatandaşlık Tepkilerim” adlı kitabınızda kullandığınız ifadeler yüzünden size "Halkı kin ve düşmanlığa sevk etme" suçundan dava açılmıştı. Aradan geçen zamanda giderek daha fazla insana fazla dava açıldı, açılmaya devam ediyor. Halkı kin ve düşmanlığa sevk etmek bu kadar kolay mı gerçekten?

Ben çok üzülüyorum. Memleket bir iç savaşa gidiyor. Allah korusun diyorum ama öyle. Halkın uyanması lazım, ama halkta maalesef böyle bir tepki yok. Eğer zaten Başkanlık sistemi gerçekleşirse, memleketi temelli diktatörlüğe sokacaklar. Bir de Amerika’yla karşılaştırıyorlar, Amerika’yla karşılaştırılacak bir başkanlık mı bu? En son yılbaşı gecesi, 39 kişiyi öldüren caniyi alkışlayan bir ülkede başkanlık sağlıklı olabilir mi? Eskiden böyle bir katliamı bir kişi alkışlasa kıyamet kopardı, şimdi en ufak bir tepki bile yok. Halkı kin ve düşmanlığa sevk eden bizler değiliz, o katliamı alkışlayanlar. Ama bu bölünme tamamıyla devleti idare edenlerin kabahati. Kimse Erdoğan’ın suçunu görmüyor. Toplumdaki sessizliğe hiç anlam veremiyorum.

Bu sessizliğe karşı, bugün Türkiye’nin en önemli ihtiyacı nedir sizce?

Laiklik! Laiklik dinsizliktir diyorlar. Erdoğan da bu ifadeyi kullandı Abdullah Gül de. Oysa hayır, laiklik dinsizlik değildir, kimsenin kimseye karışmaması demektir. Bakın, laiklik ilan edildiğinde, her devrin yalakası olduğu gibi o devrin yalakası olanlar hemen dinin aleyhinde konuşmaya başlamıştı. Ama ne oldu biliyor musunuz? O kişilere ceza verildi. 75. Madde’ye göre din aleyhine konuşanlar 3 yıla kadar hapis cezası alacak diye yasa çıktı. Sonra kimse din aleyhine ağzını açamadı. Böylece insanlar çok daha rahat yaşadı. Ama ne yazık ki ben, benim yaşadığım gibi yaşatamadım kızlarımı. Onlar benim kadar özgür bir ülkede yaşayamadılar.

103 yaşındasınız., daha nice yıllar dilerim. Sizce hayatta en önemli şey nedir?

Sevgi, hoşgörü ve çalışmak. Ama önce seveceksin, her şeyi seveceksin…